Bir eser münasebetiyle
G
E Ç EN LERD E hiç tanışmadığım bir genç zât ziyaretime geldi, elinde kalınca bir kîtab olduğu anlaşılan bir pa ket vardı.— Efendim, dedi, ben uzunbovlu tedkikatdan sonra, mer kum «Hamdullah Suphi Tan n över» hakkında «b iyogra fik » bir »ser yazdım, bu eserimi size gönderdiğim i de hatırlıyorum, fakat her ihtimale karşı bugün de size, yine bir tane getirdim.
Kendisine teşekkür etdim eseri kanşdırdım . tedkikat ba kımından çok kuvvetli buldum ve bu genc’in kadirşinaslığı beni çok mütehassis kıldı.
Hamdulah Suphi, mekteb arkadaşımdı, benden zan eder sem iki sınıf yukarda idi. Bizim mektebde edebiyatla çok meşgul olanlara «şâ ir» lâkabı verilirdi, merhum Hamdullah Suphi de öyle anılıyordu, fakat şair değildi, daha ziyade güzel konuşmasını bilen bir hatib idi Frenklerin bir ta’biri vardır, güzel konuşanlar için: «Konuştuğu zaman insan dudaklarına asılıyor» derler. Hamdullah’da da bu kudret vardı, üstelik beyaz saçları, genç yüzünün asıl ifadesi nerede olursa olsun bir takdir hâlesi ile parlardı.
Hamdullah Suphi «şoven » değildi, fakat m üfrit «m illiyetçi» İdi. M üfrit m illiyetçi olduğu kadar da Türk güzelliklerine de lice âşıktı ve gayet koyu muhafazakârdı, bir «E dirne kavuk luğu» nuıı, bir «Süleymânive m angalı» mu, bir «Üsküdar çat m ası» mn, bir «B eykoz gül’abdan» inin, bir «Çeşm-i-Bülbül» Tazonun karşısında kendinden geçerdi.
Saraçhanebaşında babası «A bdüllâtif Suphi Paşa» nın ko nağını muhafaza etmiş ve bütün m illî eserleri toplayarak ora- ■ını âdeta bir «m üze» hâline kovmuşdu.
Buraya kadar her şey iyi... İşin hazin tarafı bundan sonra başlıyor: Fakat ne hikm etdir ki, Sâmi Paşa’dan itibaren Ham dullah Suphi’ye kadar gelen bu muhafazakârlık onun vefatı ile «ona ermiş bulunuyor.
Hamdullah Suphi’nin i ’tina ile hattâ bir nevi’ «kara sevda» ile topladığı ecdad yadigârı olan bütün o güzellikler haraç mezad satılmış, hattâ pek zengin olacağım tahmin eldiğim kütüphanesi de, bütün meşhurların kütüphaneleri gibi darma dağın olmuş. Halbuki dünyada tek bir hakikat vardır; o da ölümdür, fâniliğim izi sanki bize hatırlatmak için ecda dım ız m ezarlıkları ve mezarlarını, içimizde, aramızda, daima gözümüzün önünde bulunacak yerlerde yapmışlar.
Yine ecdadımız, vakıflar kurmuşlar eserlerini devam et- «lirmişler,
Hamdullah Suphi’nin ailesi bu eserlerin güzelliklerinden, m illî varlıklarından zevk almak için vatandaşlara teşhir edil mesini düşünmediler ve Hamdullah da buııu biliyor ve bu en dişesinden daima bahsediyordu. Böyle olduğu halde nasıl oldu da, buna karşı bir tedbir almadı, nihayet memleketine, milliyetine, târihine bu kadar bağlı olan bu adam, bu eserle rin sahibi kendisi de olsa, artık bir eşi olmayan bu ecdad ya digârının memleketin malı olduğunu düşünerek ona bırak malı idi.
Hamdullah Suphi hakkında eser yazan «Mustafa Baydar» beyle bunları konuşduk o da benim kadar teessür gösterdi.
Demek oluyor ki, şimdi, Sâmi Paşa ailesinden «yadigâr» olarak belki bir konak kaldı o da yıkıcıya verilir yerine bir apartman yapılır. Sâmi Paşa merhum ne güzel söylemiş:
Allah bes... Bâki heves!