• Sonuç bulunamadı

Eve düşen yıldırım münasebetile:Roman ve hikayenin menbaları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Eve düşen yıldırım münasebetile:Roman ve hikayenin menbaları"

Copied!
12
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Roman, büyük hikâye ve hi- hâye hakkmdaki fikirlerimi yedi sekiz sene kadar evvel Hayat mecmuasında uzun bir makale ile neşretmiş, bundan sonra da, bâzı itirazlar karşısında kalarak fikiılerimi daha derin ve etraflı bir şekilde anlatmak için birkaç makale daha yazmıştım. Geçen sene ( Roman ve Hikâye ) başlı­ ğı altında topladığım bu yazıların mevzuu tamamen ihata edeme­ miş ve bâzı noktalara temas et­ memiş olduklarını, aynı mevzua dönüp yeni şeyler söylemek mecburiyetinde kalmakla da an­ lıyorum. Yoksa, Selâmi İzzet Beyin ( Eve Düşen Yıldırım ) isimli kitabım hakkında söyle­ diği şeylere, daha evvelce verilmiş izahatı tekrar ederek cevap verebilirdim. Maalesef şahsî bir davayı karıştırmak mecburiyetinde bulunduğum bu makalede, roman ve hikâyelerin menbalarını yahut romancı ve hikâyecinin vak’asını ve vak’a- sında rol alan şahısları halke- derken kafasındaki icat kudreti haricinde ne gibi unsurlardan istifade ettiği hakkmdaki fikir­ lerimi samimiyetle, ve belki hana hücum silâhları vereceklerine hiç ehemmiyet vermeden, anla­ tacağım.

(2)

Bir romanın, bir büyük veya küçük hikâyenin vak’a- sım ve şahıslarını muharrir ne kadar dimağında halk etmiş ve muhayyelesinde icat etmiş olursa olsun, bu dimağı ve muhay- yeleyi vücude getiren ve zengin­ leten elbette yine gördükleri, okudukları, işittikleridir ve bina­ enaleyh hiç bir san’at eserinin hâliki bilâkaydüşart ve münha­ sıran müellif olamaz Okudukla­ rından, gördüklerinden, bâzısının menbaı hafızasında kalmak ve bâzısının ne zaman gelip yerleş­ tiği hatırından çıkmak şartiyle, bir muharririn kafasında namü­ tenahi unsurlar birikir. Hâttâ san’atkârda bu görme ve zap­ tetme hassası alelâde insanlara nisbetle çok fazladır. Tesadüfen geçtiği bir sokak manzarası, tramvayda on dakika karşısında oturduğu bir insan yüzü, bir kısmını istemeden duyduğu bir mükâleme parçası, hâttâ kendi de îarketmeden san’atkârın roma­ nına, hikâyesine, tiyatrosuna gi­ rerler. Roman ve hikâye yazar­ ken haricî bir tesir ve ilham al­ tında kalmamak üzere bir san’- atkâr kitap okumamağa,tiyatroya, sinemaya gitmemeğe ahdetse bile sokakta gördüğü ve duyduğu bin bir şeyin tesiri altında kala­ cak, yine haricî unsurların kitap­ larına ve yazılarına mütemadiyen girmelerine mani olamayacaktır.

(3)

İlâve edeyim ki, romana ve hikâ­ yeye hariçten gelen şeyler daima tesadüfi ve gayrışuurî değildir. Eâzen romancı ve hikâyeci şahıslarını ve vak’asını, bâzen de sade şahıslarını bilerek ve isti- yerek hayattan alır. Kâh kendi hayatının bütün seyrini veya benliğini esere mevzu yapar. Kâh sevdiği veya kin beslediği bâzı insanları, yahut çok kuvvetli birer karakterin timsali sandığı bir takım kimseleri eserine kah­ raman olarak alır. Vak’ayı sırf onların hatırı için, onları yaşat­ mak ve onlara can vermek için muha\ yelesinde icat ettiği vaki- dir. Hareket noktasını hatta adî bir gazete havadisinden alarak eser viicüde getirmesi de ender bir keyfiyet değildir. Bâzen bu vak’a okad ır basit olur ki, portre yapan ressamın modelinin etra­ fına mübhem bir oda manza­ rası veya bir peyizaj getirmesi gibi, vak’a ek ve teferruat dere­ cesinde kalır, silik ve adeta müb- lıemdir. Bâzen de sade vak’a değil, hatta şahıslar bile dekor mahi­ yetini aşamazlar, portrenin gerisi ve çerçevesi şeklinde görünürler.

San’atkâr romanın asıl kah­ ramanı diye insan mizacının muayyen b r tezahürünü göster­ mek ve insan meziyet veya noksanlarından birinin azamî hâdde büyütülmüş bir tasvirini yapmak sevdasına da düşer. Daha müsbet ve sarih söylemek için diyelim ki, parayı canından fazla seven hasis bir Kâmil efendiyi,

(4)

kendini daima hasta sanan bir Murtaza efendiyi, hiç bir sevgiliye yar olmayan bir Cemile Hanımı tasvir etmeyerek hasisliği, ifrata varmış hastalık korkusunu ve kadın vefasızlığını kitabın asıl sıklet noktası yapar veya yap­ mağa çalışır.

Bâzen san’atkâra çocuklu­ ğunda duyduğu bir masal, günlük sohbetler esnasında dinlediği bir macera, biraz evvel dediğim gibi gazete sütunlarında okudu­ ğu bir havadis bütün bir his ve tahlil âlemi yaratması için saik olur.

Bâzen san’atkâr büyük bir hayranlıkla ve ezberlercesine o- kunmuş bir şaheserin tesiri al­ tında adeta ezilir ve o şaheserde kaynaşan çehrelerden birini mut­ laka kendi eserinin esas çehresi yapmak ve kabilse o çehreyi daha kuvvetli hatlarla, daha ya­ kından göstermek arzu ve ihtiya­ cına mağlup olur.

Bâzen san’atkârı okuduğu bir kitap temamen tatmin etme­ mekle beraber düşündürür. O kadar uzun uzun ve derin derin düşündürür ki, aynı mevzu ve- silesile başka eşhas ve başka bir âlemi canlandırıp yaşataca­ ğına kail olur, ve işte bu kanaat yeni bir kitabın, kâh ötekinden zaif ve kâh ötekinden kuvvetli bir kitabın yazılmasına sebep teşkil eder.

(5)

Kudret ve hükümlerini asır­ ların silemediği büyük tarih vak’-aları, tarihî büyük şahsiyetler ve esatiri hikâyeler ise her mu­ harririn ve her san’atkârm ser­ best, kayıt ve şartsız dolaştıkları âlemlerdir. Bu âlemlerde aynı vak’aları ve aynı çehreleri her kalem kendi zevkine göre yaz­ mış ve her vak’a ve çehreye her sanatkâr kendi muhayyelesine, arzu ve felsefesine uyğun çizgiler ilâve etmiştir. Jan Jirodunun ( Am- fitriyon 32)isiınli ve yani ayni mev­ zuu kendinden evvel belki saya­ rak veya saymayarak 31 kimse­ nin daha teşrih etmiş olduğunu söyleyüp geçen eseri, bu sahada şimdi hatırıma gelivermiş bir misaldir.

Büyük sanatkârlar ise bir başkasının eserinden pervasızca, hiç gizlemiyerek, sırf mevzua acıdıkları için istifade ederler. Zira en güzel mevzular da kıy­ metsiz bir muharririn elinde z i­ yan olurlar ve güzelliklerini anlamak için bile büyük dikkat­ ler sarfına ihtiyaç olur. Şekspir- den Hugoya kadar dahilerin nice eserlerinde eskilerden ve hatta muasırlar.n birçoklarından adeta ... ,oau‘ »«m reıer aldıkları

söy-enmış, sahife sahife metin mu­ kayeselerde ispat edilmiş ve

(6)

hatta bu araştırmalar bazı insan­ lara edebiyat tarihi alimi sıfatını vermiştir. Lâkin meselâ Hamletin yahut Hernanınin mevzularını kü­ tüphanelerin en tozlu köşelerinde uyuyan ve ele alınsa da sonuna kadar okunmağa tahammül edil­ meyen başka bir kitap o İlâhî san’atkârlara haber vermiş ve öğ­ retmiş ise, bundan dolayı o mevzuu daha evvel bulan ve yazanlar Şekspirle Hügoyu ve bütün ö- tekileri şahikalarından indirmiş midirler? Kuvvetli mevzular ve vak’alar bularak tahlil noksanı ve tahkiye zaîı yüzünden bun­ ları ziyan etmiş muharrirler, asıl efendilerin gelmelerine intizaren biiyük konak veya kasırların uşak dairesinde oturan ve arada bir etrafı dolaşıp temizleyen ve süpüren uşaklara benzerler.

Şu halde, bizdeki Adaptas­ yon ve intihal davalarını tema- men yersiz ve haksız sayarak bütün kitapları kaplarında gör­ düğümüz isimlerin meşru bir malı mı sayacağız ? Şüphesiz ki hayır. Türkçesini okuduğum bir kaç kitapın frenkçe asıl- larını bizzat hatırladığım gibi, bazı muvaffak eserlerin sade isimlerin ve dekorun alelâcele yerlileştirilmesile iktifa edilerek vücude getirilmiş birer tercüme­ den ibaret olduklarına dair bir çok hikâye de işitmişimdir. Babıali

(7)

caddesini sık sık dolaşan ve ba­ zen gazete sirünlarına intikal eden bu rivayetlerin ilkini daha yazı hayatına girmeden duyarak ehemmiyet ve kıymet vermiş, fakat gülünç bir iftira olduğunu anlamakta gecikmemiştim O zamandanberi de, günahkâr ol­ duklarını hiç gizlerpiyen bir takım kadınların namuslu bilinen bir diğerinin kırk yılda bir işle­ diği bir günahı büyük velveleler ve derin bir gayz ve intikam duygusile teşhire girişmelerini andıran bu araştırmaları ve ilân­ ları ancak birer omuz silkme­ sine lâyık saymağı tercih ettim. (Bağ bozumu ) nu nereden aldı­ ğını bir türlü hatırlayamayarak ve (B a ğ bozumu)nun neşri tari­ hini de sonra düzelterek Selâmi İzzet Beyin bu sahada verdiği kuvvetli misal üstünde durma­ dan diyeceğim ki, eğer bir Türk muharriri bir Frenk kitabım şöyle bir okuyarak bunun hoşa gide­ ceğini ve para getireceğini hesap ediyor, eğer eline kalemi alıp mihaniki bir çalışma ile, sade frenkçe kelimelerin türkçelerini bularak ve bilmediği kelimelerle manasını çıkaramadığı cümleleri atıp geçerek ve ancak şahıs ve mevki isimlerini türkçeleştirerek salıifeleri dolduruyor, böyle te- mamen mihaniki bir şekilde do­ lan sahiîeleri de hemen

(8)

müret-r--- ~ & u u u t n j u i i 5 a , v t i İ l i ç

bir zahmet çekmeyerek ve hiç bir alâka duymarak yapılan bu iş olup bittikten sonra kitabın üs­ tüne ismi konmayan zavali, as.l m m m n „an,, bile gas.p,"

afızasmda kaim-yorsa, işte adap­ tasyon bu ve intihal budur. Hemen ilave edeyimki, matbuat hayatı- “ n muharrirden günde bir h'kâye ve bir roman tef.ikas. isteyen, hatta bunuia kalmayarak aha başka mevzulardan yazı verilmesini de talep eden ağır mükellefiyetleri göz önüne geti­ rilirse, bunu yapanları mazur görmekte de teteddüt edilemez. Bunu yapanların içinde sırf bununla kalmıyarak güzel şey­ ler yazmış olanlarda bulun­ duğunu teslimde ise hiç tereddüt e mera. Bana karşı yapılmış hak­ s ı z l a r ve güzel olmayan hare­ ketler, beni de bunların eşlerini yapmağa sevk edememiştir ve bundan sonra da inşaallah etmez.

Bahsi tamamile tenvir ettiğini sandığım bu sözlerden g()nra Selami W Beye haber vereyim

h (Eve Düşen Yıldırım ) ı sayesin­ de veya ismini veremediği frenkçe as m,n sayesinde vücude getirmiş olduğunu iddia ettiği ( Bağ bozu­ mu jnu, Büyük Millet Meçlisi kü­ tüphanesinde Akşam gazetesi

(9)

ko-leksiyonlarmı buldurarak okudum. Tekrar ettiği veçhile her hukuku mahfuz eserime benzer yerlerini hakikaten büyük bir maharet ve isabetle bulup çıkarmış. Fakat bunlardan sarfınazar vak’alarm tasviri tamamen başka, şahısla­ rın mizaç ve hüviyetleri tama­ men başkadır. Matbuatta seneler- denberi heıgün bir hikâye ve ro­ man yazan ve bunları hep adapte ettiğini kendisi söylediğine göre namütenahi garp eserleri okuma­ sı icap eden Selami İzzet Bey­ den saffetle soruyorum : Hem de ayni sene içinde neşredilen fransız romanları, hikâye ve pi­ yesleri arasında mevzuları bu derecede birbirine yakın ve hatta temas noktaları çok daha fazla eserlere hem de birçok def­ alar tesadüf etmemiş midir?

Ben Selâmi İzzet Beye cevaben ( Eve düşen yıldırım ) daki

şahış-lardan bir kısmının Ankarada bu­ lunduğunu ve vak’anın geçtigi evin Cebeci sırtlarında olduğunu yaz­ mıştım. Buna karşı, o insanlara hürmetler sunarak benimle eğle­ niyor. Bu ev, şair Ahmet Muhip Beyin Cebeci sırtlarındaki evi­ dir. Bu evde iki erkek kardeş bir kız için birbirlerile bıçak bıçağa gelmemiş olmakla

(10)

bera-ber, kitabı yazarken gayrı ihti­ yarî bu ev dekor teşkil etmiş, ve bazı tanıdığım kimseler, (Bağ bozumu )nda hiç mevcut olmadı­ ğı halde (Eve düşen yıldırım) da büyük bir rol oynayan hizmetçi Emine kadın da dahil olduğu hal­ de, romanın eşhası arasına katıl­ mıştır. Hâttâ bunların bir kıs­ mını bildiği içindir ki, Ahmet Muhip Bey Hakimiyeti Milliyenin 26Temmuz tarihli nüshasında bu kitaptan bahsderken : “ Vak’a be­ llim oturduğum semtte geçer. Hâttâ romanın kahramanları u- zaktan yakından tanıdığım kim­ selerdir.,, diye yazmıştı. Ve şu­ nu da söyleyeyim, bu yazı hiç te kitabın lehinde değildi ve lisa­ nında biraz tezyifkâr bir eda bularak kırılmaktan bile nef­ simi mennedememiştim. Eğer elimde bilahere bir silâh olarak kullanmak için kendisine bu makaleyi mahsus ben yazdırmış­ sam, doğrusu ihtiyatkârlığım ve dûrbinliğim tebriklere lâyıktır.

Hayli nakıs kalan fransızca- Binı çok erkenden öğrenmiş bir adamım. Vaktiyle çok hikâye ve roman okurdum. ( Bağ bozumu ) nun tercümesi olduğu kitabı da

(11)

-eğer yeni bir kitap değilse-belki eskiden okumuşumdur ve muhar­ ririn isminden ve kitabın sayfa­ larından çevrilip alınmış bir halde kitabın esas mevzuu ha­ fızamda kalmış olabilir. Bunu Selâmi İzzet Beyle onun gibi dü­

şünenleri memnun etmek için değil, sadece bir ihtimal olarak söylüyorum. Yoksa iki kardeşi aynı kıza aşık edip aralarında cinayet çıkarmak ve birbirine dargın iki kardeşten can üstünde olanına diğerine yollanmak üze­ re bir mektup yazdırıp kızını emanet ettirmek büyük fen ve tıp keşifleri mahiyetinde hatıra gelmez birşey olmadığı gibi, böyle bir vak’ayı bulup anlatmak için frenk olmak ta şart değildir.

( Bağ bozumu) diye anmakla iktifa adeceğim eserle (Eve düşen yıldırım ) arasında bir muharriri diğerinden, bir kitabı diğerinden ayıran şeyler, şahıslardaki, şahıs­ ların münasebetlerindeki, bu şa­ hısların yaşadıkları muhitlerdeki farklar mevcuttur, ve tekrar edi­ yorum, bu farklar her iki kitabı okuyacakların bitaraf iseler mutlaka teslim edecekleri kadar çoktur ve büyüktür.

( Eve Düşen Yıldırım ) m Bozumunun ismi bile hatırda kalmadığına göre harfiyen ter­ cüme edilip alındığı eserden adapte edildiğini iddia eden

(12)

Selâmi İzzet Beyi artık id- dialariyle ve dostlariyle baş başa bırakıyorum. Ben, yüz mu­ harririn de, kitaplarına emek ver­ mek ve larklı hüviyetler ve baş­ ka muhitler ve dekorlar getirmek

şartile aynı mevzular ve aynı şahısları tasvire hakları olduğuna kailim.Münhasıran kendi icatlarını anlatmak istiyen sanatkâr gözlerini kapamak, kulaklarını tıkamak ve hafızasını boşaltmak mecburiye­ tindedir. Ve çünkü bütün mevzu­ ları tasvir ve esas tipler hikâye edileli asırlar ölmüştür ve bun­ ların ilk defa olarak anlatılacak­ ları zamana yetişmek, bunları jlk defa olarak anlatmak üzere Yunanı kadime de gitsek belki bize ( geç kaldınız I ) derler !

1

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

C, B’nin “biz bu say›lar› bulamayaca¤›z” cümlesinden sonra flu flekilde düflünür: “ B ikimizin de say›lar› bulamayaca¤›ndan emin oldu¤una göre say›lar›n ikisi de

Okul Yaralanmalarını Önlemede Sağlık İnanç Modeli Temelli Girişimlerin Etkisi The Effect of Health Belief Model Based Initiatives in Preventing School Injuries.. Eda KILINÇ a

新聞稿 臺北醫學大學 100 學年度碩士班暨碩士在職專班招生入學考試 生理學試題 本試題第1頁;共1頁 (如有缺頁或毀損,應立即請監試人員補發) 注 意 事

HL60 cells and UCB CD34+ cells were cultured with different concentrations of ATO for up to three weeks and examined for changes of cell cycle.. We found that ATO (< or = 5

Bu sergi Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık tarafından Yapı ve Kredi Bankası A.Ş.

Koçak (2013) tarafından 211 branş öğretmeni ile yapılan ortaokul yönetici- lerinin sosyal iletişim becerilerinin öğretmen motivasyonuna etkisinin araştırıldığı

Toplum böyle bir anlayış açısından ortaya konur, örneğin savaş yılla­ rının güç ekonomik koşulla­ rının yol açtığı ekmek kıtlı­ ğını konu edinen

Hor şeyi kolay kolay beğen- ıniyen, yahut evvelâ beğenir görünüp de hatır için "fikir değiştiren Haindi Tanpmar, tabii güzel hanımların gru- punda;