• Sonuç bulunamadı

Türk'ü dile getiren temaşa:Karagöz

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türk'ü dile getiren temaşa:Karagöz"

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

~TT-■eiZ I % Lı

tü rk ’ü

dile

getiren

te m a ş a

HER ŞEYDEN ÖNCE TÜRK HALK ZEKÂSI VE ESPRİSİNİN SEMBOLÜ OLAN KARAGÖZ DE, ONUN HAYÂL PERDESİNDEKİ CAN YOLDAŞI HACİVAT DA DAVRANIŞ VE SÖZLERİYLE TÜRKÜN TA KENDİSİDİRLER. HER TÜRK ONLARIN ÖZÜNDE VE SÖ­ ZÜNDE KENDİSİNDEN ÇOK ŞEYLER BULUR.

KARAGÖZ, kafası, yüzü, hareketleri ve sözleriyle tamamen Türk'tür. Onun şahsında, Türk halkına has bir mâneviyatın her türlü tesellisini bulmak kabildir. Türk'ün tüm fazile­ tinin en canlı bir örneğidir; saf ve dürüst bir halk çocuğudur. KARA­ GÖZ... Dost bildiği herkese, evinin kapısı kadar içinin her köşesi de açıktır. Olanca derdi de, düşüncesi de apaçık ortadadır. Evinde olup bitenleri yalnız konu komşusu değil, kapısının önünden geçen herkes bi­ lir. Sabahtan akşama dek, karşısına her çıkana meram anlatmaya çalış­ maktan doğan bir yorgunluk vardır üzerinde. Dışarıda tanıdıklarıyla ma­ raza etmek de, evde karısından azar işitmek de onun değişmez nasip ve tecellisidir. Etrafında dönen bi­

tip tükenmek bilmeyen dolaplar

arasında herkes nasibini aldığı hal­ de KARAGÖZ daima açıkta kalma­ ya mahkûmdur. Bu da alnının bir başka yazısıdır onun. Ortaya çıkan bir deli etrafı kasıp kavurur; her­ kes kaçar, yalnız KARAGÖZ yakayı ele verir ve kaçanların da günahını çilekeş sırtına yüklenir. Bunun bir nedeni de her Türk gibi temiz, dü­ rüst ve ayni zamanda civanmert o- luşudur. İçinde Türklüğün olanca gururunu taşır. Bu gururu yüzünden daima en ulvî hislerin müdafii olur. Herkesi güldürür, fakat asla gülünç ve acınacak duruma düşmez. HACİVAT da Türk cemiyetinin bit

başka yönünü yansıtır. O, daha zi­ yade sunileşme yoluna saçanların

örneğidir. Ağdalı konuşması (ki

KARAGÖZ bu yüzden-onun ne de­ diğini anlamaz bir türlü ve sözlerini daima alaya alır) ile hoppa bir tip ­ tir. Olanca gayreti ve hüneri dilin- dedir ve tumturaklı konuşmasıyla kendisine bir üstünlük vermeye ça­ lışır.

Saf ve temiz ruhlu, zeki fakat talih­ siz Türk halk tipinin en güzel örneği olan KARAGÖZ, dilde olsun, dav­ ranışlarda olsun daima iyiden gü­ zelden ve dürüstten yanadır. Bu tertemiz güzelliklere katılmak iste­ nen her yapmacık ve yabancı un­ suru alaya alır. İyi kötü tahsil gör­ müş ve medrese dilini kapmış, her yönü ile maddî yaradılıştaki o yap­ macık huylu HACİVAT ile bütün anlaşamayışı bu zıd karakterlerinin sonucudur.

Hayâl perdesindeki KARAGÖZ, her

zaman HACİVAT'ın o yapmacık

davranış ve konuşuşuna karşıdır. Kendisini küçümseyen HACİVAT’ın,

«Karagözüm, anlamıyorsun ilm-î

hikmetten» demesine karşı safiyetle «Kim kaldırmış o kilimi mektep­ ten?» der. HACİVAT'ın «Sana kili­ mi mektepten kaldırdılar diyen ol­ du mu a eçhel-i cühela?» demesi­ ne karşılık da «Kim doldurmuş o reçeli çuvala?» diyerek indirir şa­ marı. HACİVAT'ın ensesinde şak­ layan şamar, aslında onun ağdalı

diline atılan bir tokattır KARAGÖZ tarafından.

işte böylece bu milletin sinesinden kopup gelmiş iki bulunmaz ve Türk oğlu Türk tiptir onlar...

HAYÂL PERDESİ DIŞINDAKİ KARAGÖZ İLE HACİVAT

Evliya Çelebi KARAGÖZ'ü şöyle ta­ nıtır;

«Karagöz, İstanbul Tekfuru Kostan- tin'in saisi idi. Edirne kurbündeki Kırkkilise (bugünkü Kırklareli)'nden bir mîri sahip kelâm, ayyârı cihân kıptî idi. Adına Sofyozlu Karagöz Bâli Çelebi derlerdi. Tekfur Kostan- tin yılda bir kerre Alâeddin Selçu- kî’ye gönderdiğinde, Hacivat ile Karagöz'ün birbirleriyle mübahese ve mücadelelerini o zamanın pehli­ vanları hayâl-i zılla koyup oynatır­ lardı... Hacivat ki Bursalı Hacı ivaz' dır. Selçukiler. zamanında Yorkça Halil ismiyle müsemmâ, peyki resu- lullah idi. Efe oğulları namıyla ecda­ dı şöhret bulmuştu...»

Evliya Çelebi nin KARAGÖZ hakkın- daki bu iddialarının yanlış olduğu onun devrinden bu yana geçen üç yüzyıllık süre içinde yapılan İlmî araştırmalardan da anlaşılmış bu­ lunmaktadır. Bunu bütün dünya da böyle kabul etmiştir.

KARAGÖZ de, HACİVAT da Bur­ salIdırlar. KARAGÖZ'ün mesleği de­ mircilik, HACİVAT'ın ise ırgatbaşı- lık idi. İnşaatta çalışır ve geçimleri­ ni bu yoldan sağlarlardı. Eski dev­

rin inşaatında kullanılan taşları bir­ birine bağlayan demir kenetleri ya­ pan KARAGÖZ ils ustabaşı duru­ munda bulunan HACİVAT olanca dostluklarına rağmen birbirleriyle lâf yarıştırmadan edemezlerdi. Onların bu tatlı müsahabe ve münakaşaları inşaatta çalışan bütün ameleler ta­ rafından zevkle takip edilirdi. Bursa' da Sultan Orhan'ın başlatıp Yıldırım Bayezid'in tamamlattığı 'U lu Ca­ miin inşaatında çalışırlarken de bu böyle olmuştu.

Cami inşaatının bir türlü ilerleme­ diğini gören Sultan Orhan, sermi- mara bunun sebebini sorduğunda «Devletlüm, demirci KARAGÖZ ile ırgatbaşı HACİVAT Çelebi her saat birbirleriyle çene yarıştırıyorlar. A- mele de onlara dalıyor, bu yüzden işler yürümüyor» cevabını almıştı. Sultan Orhan buna pek ihtimal ve­ remediğinden olacak kendilerini hu­ zuruna çağırtarak «Sizler birbiriniz- le bir takım şakalar yapıyormuşsu- nuz, amele de sîzlere dalıp işini gö­ remezmiş. Bu yüzden inşaat yürü­ mezmiş derler. Şu şakaları huzu­ rumda da bir yapın görelim» de­ mişti.

KARAGÖZ ile HACİVAT Çelebilerin huzurunda yaptıkları «Hamam Mu­ haveresi» Padişahın da pek hoşu­ na gitmiş ve amelenin buna dalıp

inşaatta çalışamıyacağı iddiasına

hak vermişti. Fakat buna rağmen yine de kendilerine sert bir

(2)

Karagöz - Hacivat

te bulunmuştu: «Bu şakalarınızı ca­ miin bitimine bırakın, sonra bol bol şakalaşırsınız birbirinizle.»

Ancak hünkârın bu ihtarına rağmen bu huylarını bir türlü elden bıraka­ mayan KARAGÖZ ile HACİVAT yi­ ne karşılıklı konuşmalarıyla işin ak­ samasına sebep olmuşlardı. Bir sü­ re sonra tekrar inşaatı gezmeye ge­ len Sultan Orhan camiin yine eski yerinde sayıkladığını görünce tek­ rar sermimarı çağırtıp sebebini sor­ muş ve KARAGÖZ ile HACİVAT'ın bu huylarından vazgeçmediklerini öğrenince fenal halde hiddete kapı­ larak «Kelleleri vurula onların» diye kükremişti.

Gazaba gelen Padişahın idam fer­ manı kendilerine iletildiğinden KA­ RAGÖZ, her zamanki filezof haliyle sakalını sıvazlamış ve «Adaaaam sende» diye sağ elini boşlukta sal­

lamıştı. işte bu yüzden KARAGÖZ hayâl perdesinde sol eli sakalında, sağ eli sallantıda olarak görülür. HA- CİİVAT ise arkadaşı gibi filezofça karşılayamamıştı bu kara haberi. Paniğe kapılmış ve yumruklarım üst üste vurarak «Taş taş üzerinde kal- ; masın inşallah» diye beddua etme­

ye başlamıştı. Onun hayâl perde­ sinde, göğsü hizasındaki yumrukları üstüste vaziyette görülmesinin ne­ deni de işte budur.

KARAGÖZ ile HACİVAT'ın kellele­ ri vurulduktan sonra bütün amele onların arkasından gözyaşı dökmüş ve bu teessürle birlikte onların nük­ teleri de kısa bir zamanda bütün Bursa’ya yayılmıştı. O kadar ki Sul­ tan Orhan'ın dahi bu iki büyük nük­ tedan hakkında verdiği o ağır ka­ rardan ötürü pişmanlık hissi duydu­ ğu rivayet edilir. İşte bu neden

ile-Bekçi - Çengi

Karagöz'ün Yalova sefası...

dir ki onların nüktelerinin halk ara­ sında alabildiğine yayılmasına kar­ şı müsamaha göstermiştir.

Yüzyıllar boyunca bütün milleti nük­ teleriyle güldürecek olan ve bu u- ğurda canlarını fedâ eden bu iki can yoldaşından KARAGÖZ'ün me­ zarı Bursa'nın Çekirge yolu üzerin­ dedir. HACİVAT'ın yattığı yer ise maalesef belli değildir.

KARAGÖZ'ün bugün Bursa Müzesi­ ne kaldırılmış bulunan tarihi mezar taşının üzerinde «Kemterî» mahlaslı şairin şu kitabesi yer almaktadır:

Nakş-ı sun'un remzeder hüsnünde rü'yet perdesi Hâce-i hükm-ü ezeldendir hakikat

perdesi. Sîret-i surette mümkündür temaşa

eylemek. Hâil olmaz ayn-ı irfana basiret

perdesi.

Her neye imân ile baksan olur iş aşikâr, Etmiş istilâ cihânı hâb-ı gaflet

perdesi. Bu hayâl-i âlemi gözden geçirmektir hüner. Nice kaare gözleri mahvetti sûret perdesi. Şemi- aşka yandırıp tasvir-i

cismindir geçen. Âdemi âmedşüd etmekte azimet

perdesi. Kangı zille iltica etsen fenâ bulmaz acep, Oynatan sultânı gör, kurmuş

muhabbet perdesi. Dergâh-ı Âl-i Abâ'da müstakim ol

Kemteri, Gösterir vahdet elin kalktıkta kesret perdesi. Lütfen sayfayı çeviriniz...

Jfl

*

ar-*'

Çelebi - Beberuhi - Külhanbeyi...

(3)

K A R A GÖZ

(baştarafı 10. sayfada)

KARAGÖZ'ürı mezarı son yıllarda adına ve büyük şânına yakışır bir şekilde onarılmış ve bütün Bursa ovasına hâkim noktadaki mezarın arkasına yapılan muhteşem camlı panonun üzerine KARAGÖZ ile bir­ likte HACİVAT'ın da resmi konul--“ muş bulunmaktadır.

HAYÂL ÂLEMİNE GEÇİŞ

Buhara'nın Küşter kasabasından

gelip Bursa'ya yerleşmiş bulunan Nakşiye Tarikatı Şeyhi Hazreti Şeyh Muhammed Küşterî, KARAGÖZ ile HACİVAT'I hayâl âlemine mal eden kişi olarak tanınır. Ancak şurasına da işaret etmek gerekir ki. Şeyh Küşterî'nin hayâl oyunu oynattığına dair bir sahih bilgi yoktur. Onun

yaptığı sadece bu iki büyük nük­

tedanın hayâl âleminde ölümsüzleş­ mesine yardım eden usulü ortaya çıkarmaktan ibarettir.

Onun bu hayâl oyununu ortaya çı­ karması, Bursa medresesindeki ta­ lebelerinin «Bize şu âlemde insan vücudu hakkında bir şeyler öğret­ mez misiniz?» diye vâki ricaları ü- zerine olmuştur.

Başındaki sarığı çözüp bir köşeye dört ucundan mıhlayarak geren Şeyh Küşterî Hazretleri «İşte bu dünya­ ya örnektir» demiş, sonra odadaki mumu alarak perdenin arkasına geç­ miş ve ellerini perdeye doğru uza­ tıp gölgesini düşürerek «Bu da cism-i âdemdir. Yanan ışık ise ruh­ tur. Bu ruh insanların içinde yaşa­ dıkça, bu dünyada gezerler» demiş­ tir. Sonra ışığı söndüren hazret «Bu ışığın sönmesiyle ruh da kaybolur, cisim de. Yalnız perde, yâni dünya bâki kalır» diye konuşmuştur, işte Şeyh Küşterî bu düşünüşle KA­ RAGÖZ ve HACİVAT'I hayâl per­ desine aktarırken onlara ölümsüz bir isim ve nam verdirmiştir.

HAYÂL O YU N U OLAN KARAGÖZ

Bugün kısaca KARAGÖZ adını ver­ diğimiz hayâl oyunu sanatının -tari­ hi, bir rivayete göre, Milâttan iki^ asır öncesine kadar dayanır. Çinli-“ lerin iddiası, o devirlerde yaşayan Çin İmparatoru VVhu'nuh çok sev­ diği karısının ölümü üzerine kapıl­ dığı büyük yeis karşısında bir Çin sanatçısının imparatoriçenin bir tas­ virini yapıp perde arkasından ışık marifetiyle aksettirmek suretiyle İm­ paratoru avutmaya çalışmasıyla baş­ lamıştır, hayâl oyunu. Bu arada Or- taasya'da da Moğolların bir takım gölge oyunlarıyla meşgul oldukları da söylenmektedir. Ancak bütün bunlar rivayetten öteye gidememiş ve bu işin öncüsünün Hazreti Şeyh Muhammed Küşterî olduğu tarihçi­ ler tarafından kabul edilmiştir. İşte bu yüzdendir ki hayâl oyunun­ da perdeye «Meydan-ı Küşterî» adı verilir. Dilimizde bu perdenin bir diğer adı da «Ayna»dır. Perdeyi ar­ kadan aydınlatan mumların yandığı yer de «Şem'a» adıyla anılır. Ak­ settirilip oynatılan hayâller ise «Su­ ret» ya da «Tasvir» adlarını taşı­ maktadır. Bunlar gayet şeffaf olan deve derisinden yapılır ve üzerle­ ri yine şeffaf özel bir boya ile bo­ yanır. Böylelikle Tasvirler, üzerinde taşıdıkları renkleri bütün güzelliği 'le perdeye aksettirmiş olurlar. 12

Türk milletinin yüzlerce yıllık eğ­ lencesini teşkil eden bu güzel te­ maşanın başlıca tipleri KARAGÖZ ile HACİVAT'tır. Tüm oyun bu iki­ sinin arasında döner. Bu arada ki­ bar bir deljkanlı olan ÇELEBİ, alım­ lı bir genç kadın olan ZENNE, af­ yon müptelâsı TİRYAKİ, sarhoş kül- hani TUZSUZ DELİ BEKİR, boyun­ dan büyük külâh taşıyan cüce BE­ BERUHİ ile ARAP, ACEM, ARNA­ VUT, LAZ, YAHUDİ, KÜRT gibi yar­ dımcı tipler de vardır. Bunlar da Vak'aya iştirak ederler ve oyuna ayrı bir renk katarlar. Mevcudiyet­ lerinin sebebi ise güldürmeye vesi­ le teşkil etmektir sadece.

Oyunların ana konusu genellikle üç- beş satır içinde özetlenecek cins­ tendir. Bunda «Hayâlbaz» adı veri­ len oyuncunun mahareti pek büyük­ tür. Usta bir oyuncu, bu son derece basit konuyu icâbında saatler sü­ recek gayet gülünçlü bir oyun hali­ ne getirebilirler. Bu arada eski de­ virlerin ünlü bir hayâlbazının, davet­ li olarak gittiği Beylerbeyindeki bir konakta KARAGÖZ oynatmaya da­ larak son vapuru kaçırdığını farket- mesi, fakat hiç istifini bozmayarak oyunu devam ettirdiği ve sabahın ilk saatlerinde «Ortalık aydınlandı, artık oyun oynanmaz» dediği za­ man evsahibi ve misafirlerin saba­ hın olduğunu farkettikleri pek meş­ hurdur.

KARAGÖZ oyununa ayrıca musikî yönü ile de ayrı bir hava verilir. Klâ­ sik Türk musikisinin ve halk musi­ kisinin en güzel eserleri perdedeki tasvirleri dile getirirler,

öz malımız KARAGÖZ'ün günümü­ ze dek ulaşmış oyunları arasında, klâsik değerlerini sürdürenler ara­ sında akla ilk gelenr şunlardır: Ferhat ile Şirin, Tahir ile Zühre, Çif­ te Hamamlar, Kanlı Kavak, Kara- göz'ün Gelin olması, Büyük Evlen­

me, Cazûlar, Hımhımlı Mandıra,

Kanlı Nigâr, Tahmis, Kütahya Çeş­ mesi, Aptal Bekçi, Sahte Esirci, Cin­ li Yazıcı, Enver Ağa, Karagöz'ün Yalova Sefası, Karagöz'ün Sünne­ ti, Karagöz'ün Şairliği*, Meyhane, Âşıklar, Tımarhane... .

O YUNUM ÖZELLİKLERİ

Oyun/ Hayâlbaz'in söylediği semai ile başlar: •>

On kerre demedim mi sana, sevme • dokuz yar Sekizde vefâ yok dediler, yedide

' zinhar

Altı ile beş ile hiç başa çıkılmaz. Üçün ikisin terkede gör, tâ kala bir

yâr.

Semaiden sonra HACİVAT «Oooof, haaay hak!» diye bağırarak perde gazelini okumaya başlar ve «Perde kurdum, şem’a yaktım göstereyim zilli hayâl..» diye başlayan gazelini bitirdikten sonra «Haaay hak... Yar bana bir eğlence medeeet!» diye seslenir. Bu sırada perdenin sağ üst köşesinden kafasını çıkaran KARA­ GÖZ «Patlama geliyorum» cevabını vererek yanına atlayıverir. Böylelik­ le oyun başlamış olur. Genellikle aralarında bir döğüştür gider. Bu açılış döğüşmesinde dayağı yiyen daima KARAGÖZ olur. Ve ahlaya, oflaya yakınmaya başlar:

«— Amanın öldüm, bayıldım, of aman... Kerata kaçıp gitti. Seni gi­ di keçi suratlı herif seni. Gelmiş

Kürt-Yahudi ve Çengi (ü s tte ). Şeytan ve bekçi (ortada) külhanbeyi ve Karanfilzade Tarçın bey (altta).

(4)

kapımın önüne Medine dilencisi gi­ bi bağırır durur. Hele bir daha gel, bak seni kuyruğundan şöööyle bir tutup da Kaf dağının ardına kadar fırlatıp atmazsam bana da Karagöz demesinler...»

Sonra tekrar HACİVAT perdede gö­ rünür, «Vaaay Karagöz'üm merha- baaa» diyerek lâfa girer, öteki de hiçbir şey olmamış gibi muhavereye başlar.

Yukarıda da söylediğimiz gibi, ge­ nellikle gayet basit bir konu üzerin­ deki oyun başlar. Araya ÇELEBİ'si,

ZENNE'si, TUZSUZ DELİBEKİR'i,

KÜRT'ü, ACEM'İ, YAHUDİ'Sİ A- RAB'ı ile çeşitli tipler karışır. Artık bundan ötesinde Hayâlbaz'ın usta­ lığına kalmıştır oyun. Usta bir ha- yâlbaz en basit vak'ayı tatlı muha­ vere ve taklitlerle öylesine bir süs­ ler ki, dinleyenleri gülmekten kırar geçirir.

KARAGÖZ oyununda başlangıçta olduğu gibi, sonuç da daima aynı­ dır. Ve oyun genellikle şu muhave­ re ile kapanır:

H — Hoş olsun sazlığa...

K — Hak bereket versin Kâğıtha­ ne'de biten sazlığa (ve Hacivat'a tokadı indirir)

H — Karagöz bana vurdun, elin kı­ rılsın e mi?.

K — Ekler, kenetler yine vururum kerâta (tekrar şamarı indirir). H — iki yakan bir araya gelmesin Karagöz

K — Diker yamar yine vururum

(Tekrar vurur).

Bundan sonra aralarında bir kavga­ dır başlar ve perde yıkılır. Bu sı­ rada HACİVAT'ın sesi yükselir: H — Yıktın perdeyi, eyledin virân Varayım sahibine haber vereyim hemân...

K — Her ne kadar sürç-ü lisan ey­ ledikse effola, inşallah gelecek o- yunda yakanı kancalarsam vay ha­ line kerâta...

GELMİŞ GEÇMİŞ EN ÜNLÜ HAYALBAZLAR

Yukarıda da söylediğimiz gibi, ön­ celeri hayâl oyunu oynatanlara «Ha- yâlbaz» denirdi. Zamanla bu ismin yerini «Hayâli» kelimesi aldı. On- beşinci yüzyılda yayılmaya başla­ yan ve onsekizinci yüzyılda .en par­ lak devirlerine ulaşan bu (temaşa. ondokuzuncu yüzyılın sonuna -dek önemini ve cemiyet hayatımızdaki parlak yerini bütün haşmetiyle rriu- hafaza etti. Yirminci yüzyııln baş­ larından itibaren de önemini kay­ betmeye başladı. Günümüzde tek-: tük bir kaç kişinin elinde kaldı bu şahane gösteri nihayet. Fakat yine de KARAGÖZ olarak değerinden hiçbir şey kaybetmedi.

Geçmiş yılların en ünlü Hayâlbaz ve Hayâlî'leri arasında akla ilk ge­ len isimler şunlardır:

Şengül Çelebi, Kör Haşan, Şerbetçi Emin, Kandiloğlu, Bekçi Mehmet, Muhasip Said Efendi, Mücellit Ra- sim, Aktar Mehmet Zeki, Cerrah Salih, Hayâlküpü Emin Ağa, Arap Ömer, Yorgancı Abdullah, Erenköy- lü Haydar Bey, Hımhım Hüsnü E- fendi, Püskülcü Hüsnü Efendi, Pe­ der Mustafa, Şeyh Fehmi Efendi, Kantarcı Hakkı, Şekerci Derviş, Us- turacı Mustafa, Çilingir Ohannes, Yemenici Andon, Berber Said, En- derunlu Hamit, Dalgın Sarafim...

İsimlerinden de anlaşılacağı üzere, devrinin en ünlü hayalîleri birer meslek ve sanat erbâbı idiler ve pek çokları hayâl oyununu sırf zevk­ leri için oynatırlardı. Ayrıca paşalar, muhasipler ve hattâ Şeyhler bile

vardi aralarında^ ' , *

Meselâ CERRAH SALİH,’ Müzika-ı Hümayun cerrahlarından (operatör­ lerinden) olup Kaymakam (Albay) rütbesini taşırdı. Mesleğinde son derece usta bir cerrah olmasına rağ­ men hayâlbazlıktan doğan şöhreti çok daha büyük .olmuş hattâ mezar .taşında bile Hayâli'li.i cerrahlülığın- dao..önce yer ¿¡lı’nıştır. Çengelköylü •fyleljnnet' Edendi tarafından düşürülen şu "tarih,'Cerrah Salih'ih Karacaah- hnet Kabristanındaki mezar taşı üze­ rinde yazılıdır:

Perde-i gafleti at, verme heyulâya vücut, Zıll-i zâil gibidir ömr-ü cihân-ı fâni. Kara gözlüm, nazar-ı itibar-e al

tarihin, Şem'a-i ayşi sönüp geçti Hayâli

Salih.

Son devirin en ünlü hayâlbazı ise şüphesiz ki HAYÂLİ KÜÇÜK ALİ. Asıl adı Muhiddin Sevilen olan bu ünlü hayâli PTT idaresinde memur olduğu için takma ad ile KARAGÖZ

oynatmış ve ' günümüzde KARA-

GÖZ'ün radyolar yoluyla tanınma­ sında ve ününün devamının sağlan­ masında önemli bir rol oynamıştır. Her ne kadar Hayâlbazlar aramız­ dan tamamen silinmekte iseler de yüzyıllardan beri tüm ünü ile mille­

tin kalbinde büyük bir sevgi ile yer alan KARAGÖZ, daha nice ve nice yüzyıllar aynı sevgi ile anılacak ve Türkoğlu Türk KARAGÖZ hayâl per­ desinde Türk'ün hissine tercüman olacaktır.

Türk'ün halk zekâsı ve esprisinin sembolü olan KARAGÖZ ile onun hayâl perdesindeki can yoldaşı HA­ CİVAT'I ve onların yüzyıllar boyu hayâlperdesinde yaşatanları rahmet ve minnetle anmak gerek.

Zenne ve Tuzsuz Deli Bekir tipik halleri ile...

13

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Bedia Akarsu g;bi düşünüyor, Nusret H ızır’dan yalnız­ ca bizim ¡cin değil, bütün dünya için geçerli.. büyük yopıtlor bekliyorum Peki, bu büyük

Ancak, ANAP Genel Başkan Yardımcısı .Halil Özsoy, geçen hafta yaptığı b a­ sın toplantısında Özal'ın cum ­ hurbaşkanı olduktan sonra da cum a namazlarına

Genç kadın ve özellikle bereli kız portresindeki genel hava, Osman Hamdi Bey’in kadın portrelerinde yüzlere verdiği sükunet ve masu­ miyet görünümüne

Yıldız 2001 yılında Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü’nden mezun olduktan sonra, Illinois Üniversitesi’nde biyofizik alanında yaptığı dok- tora süresince

Vogel, biyolojik sistemlerin do¤al olarak kendilerini kopyalayabildiklerini, ama bunu yapabilmek için hem nanölçülerden çok daha büyük olan boyutlar›ndan, hem de son

O rtaklaşa özellikleri olan yeni bir eğitim ciler neslinin okulu köy ensttülerinde öğretici ve yönetici olarak görev alanlarla öğrenim leri ni bu k u ram lard a

Hâmid’in Ispanya’ daki arab hâkimiyeti hakkın- daki bilgilerinin derin ve sabırlı araştırmalar mahsulü bulunmayarak bu husustaki malûmatının hemen yegâne

Kurt’Iar büyük Türk yurdunun, orta ve kuzey Asyanın en çevik, ce­ sur ve akıncı hayvanlarıdır; bele kışın, biiyük sürüler halinde yaşar­ lar; Türk