-TT- 5 o o 3 5^
“Yörük Çıkmazında, tükenmeyen bir İstanbul için
İstanbul’un Yüksekkaldırımı’nda, “Yörük Çıkmazı’’ sokağının sakinleri, daha
güzel bir çevre için kolları sıvamış. Berber, pürüzlerini giderip duvarı
boyanmaya hazır hale getirmiş. Ressam resimleri yapmış. Sıra doğramacıda.
O da resimleri yağmurdan koruyacak siperliği yapacak.
Muzaffer Abayhan
in, ya da ırk ayrımı yapanları anlamıyorum. Bayrakları biz yarattık. Dinleri de... Hudutla rı çizenler bizleriz. ‘Burası Türk iye, şurası Yunanistan, şurası da İsrail’, diyo ruz. Beş yüz yd sonra başkaları başka hudut lar çiziyor. Zaten her şey sürekli bir değişim içerisinde değil mi? Doğa bile değişiyor. De nizler kara, karalar deniz oluyor. Yalnızca, in sanı insan yapan değerler değişmiyor.”
Yukarıdaki sözler, çok yönlübir sanatçı olan Habib Gerez’e ait. Şiirleri birkaç dile çev rilen, resimleri Avrupa’daki bazı müzeler ta rafından alman, kırktan fazla ödüle sahip olan Gerez, Türk Musevi toplumunun sana tımıza armağan ettiği değerlerden biri. An cak, onu “Türk”, “Yahudi”, ya da “Türk Yahudisi” diye tanımlamak yanlış olur. O bir “İstanbullu”dur. Tuvallerinde renk renk, di zelerinde ses ses İstanbul’u işleyen Gerez, if lah olmaz biçimde sevdalanmış bu kente.
“Bizim atalarımız Ispanya'dan gelme...” di yor. “İstediğim zaman gidip Ispanya’ya yer leşebilirim. Ispanya’daki yasalar bize bu hakkı tanıyor. İsrail’de yaşama şansım da var. Ama hiçbir zaman İstanbul’dan başka bir yerde ya şamayı düşünmedim. Birkaç yıl önce bir İtal yan hanımla yakınlık kurmuştum. Evlenme ye karar verdik. Ona İstanbul’da yaşamayı önerdim. Kabul etmedi, ‘Ben İtalya’dan ay- nlamam!’ dedi. ‘Ben de İstanbul’dan ayrıla mam!’ dedim ve evliliğimiz suya düştü!”
İflah olmaz bir İstanbullu
Habib Gerez’le atölyesinde konuşuyoruz. Zevkle döşenmiş, son kerte düzenli ve terte miz bu apartman dairesi, görmeye alışkın ol duğumuz ressam atölyelerine hiç benzemiyor. Ne üst üste yığılı tuvaller var görünürde, ne de boyalarla benek benek olmuş döşemeler! Oysa, atölyenin bulunduğu semt hiç de öyle düzenli, pırıl pırıl bir yer değil. Karaköy’den Ttinel’e tırmanan “Yüksekkaldırım”ın yuka rılarında bir yerde Gerez’in atölyesi. Atölye nin iki kat üstündeki daire de Gerez’e ait. Ora yı konut olarak kullanıyor.
“Bir zamanlar burası bir gettoydu” diyor Gerez. “Şimdi işyerlerine dönüşmüş olan bu apartmanlarda varsıl Yahudi aileleri oturur du. Sonra Nişantaşı’na, Maçka’ya doğru bir göç başladı. Gidenlerin yerine, onlar kadar varsıl olmayan aileler geldi. Belki bir süre son ra buralar tümüyle işyeri olacak. Ama ben, batmakta olan gemisini terk etmeyen kaptan örneği, burada yaşamayı sürdüreceğim.”
Gerez, mahalle sakinleriyle ve esnafla çok sıcak ilişkiler kurmuş. Bir gün, duvarlarında orijinal yağlıboya tablolar asılı bir berber dükkânına yolunuz düşerse, bilin ki, Habib Gerez’in oturduğu mahalleye gelmişsinizdir.
“Az gelişmiş ülkelerdeki sanatçılar, halk larına sanat sevgisi aşılam ak la da görevlidirler” diyor Gerez ve unutamadığı bir anısını anlatıyor;
“ 1961, ya da 62’deydi. İlk kez sergi açmak için İtalya’da bulunuyordum. Sergiden bir iki gün önce, evinde kalmakta olduğum ressam arkadaşla çarşıya çıkmıştık. O sırada benim için çok şaşırtıcı bir şey oldu. Arkadaşım,
2
"Yörük Çıkmazf’nda Habib Gerez, duvar resimlerini gerçekleştirirken, en büyük yardımı berber komşusu Osman Güvercin’den almış. önüne çıkan bakkala, manava, balıkçıya da
vetiye dağıtmaya başladı. Biz Türkiye’de bak kala, manava sergi davetiyesi vermeyiz. Ama beni asıl şaşırtan şey, serginin açılışına gelen balıkçının iki tablomu satın alması oldu.”
Gerez’in mahalle sakinlerine sanatı sevdir« me çabaları boşa gitmemiş olmalı ki, tablo larını armağan ettiği Berber Osman Güver cin, geçenlerde mahalleli adına bir ricada bu lunmuş kendisinden. “Habib Bey”, demiş,
“Sokağın başındaki duvar çok çirkin duru yor. Oraya bir resim yapamaz mısınız?”
“tik resmi yapmadan önce bir hafta düşündüm” diyor Gerez. “Modern bir şey ya pamazdım. Halkımız modern resme pek yat kın değildir. Bir çingene kadın resmi yapayım dedim, sonra ondan da vazgeçtim. Gelen ge çen bıyık yapar, gözlerini oyar diye çekindim. Sonunda, şöyle hafif örtünmüş köylü kadın ları resmettim duvara. Mahalleli pek sevdi,
‘Bir tane de karşı duvara isteriz!’ diye tuttur dular. Oraya da bir tarla resmi yaptım. Fena olmadı! Mahalle güzelleşti biraz...”
İstanbul’u yaşanmaz hale getirebilmek için hemen herkes elinden geleni yaparken, Ha bib Gerez gibiler boşa mı kürek çekiyorlar yoksa? Bu kuşkuyu uygun bir anlatımla dile getirdiğimizde, Gerez, “Ben İstanbul’dan umudumu kesmiş değilim” dedi.
“İstanbul-un hâlâ kendine özgü güzellikleri var. Evet, Markiz’de, Le Bon’da şık hanımlar görmek güzeldi... Ama, Çiçek Pasajı’nda içenlerin, Şarap tskelesi’nde elleriyle balık yiyen işçile rin de bir güzelliği var benim gözümde. Hem belediye de boş durmuyor. Bakın, Beyoğlu- nu ışıklandırdılar. Hiç fena olmadı. Tepeba- şı’ndaki park da çok güzel oldu. Sonra, Ha liç’teki çevre düzenlemesi...”
Berber dükkânında
orijinal yağlıboyalar
Habib Gerez’i atölyesinde umutları ve re simleriyle baş başa bırakıp ayrılıyoruz. Soka ğa çıkar çıkmaz bir berber tabelası çarpıyor gözümüze. Sanatsever berbere uğramadan edemiyoruz. Birkaç kısa tümceyle tanışıp esenleştikten sonra, Berber Osman Güver- cin’e, sokaktan geçenlerin duvardaki resim lere nasıl tepki gösterdiklerini soruyoruz.
“Turistler durup fotoğraf filan çekiyorlar”
diyor. “Bizimkiler dönüp bakmıyorlar bile! Zaten zenginlerin umurunda değil böyle şey ler. Yirmi otuz yıl Galata Kulesi’nin dibinde dükkân çalıştırmış, ama bir kez olsun merak edip de Kule’ye çıkmamış adamlar tanırım ben. Fakirleri ise hiç sormayın! Onların za ten etrafa bakacak halleri kalmamış!” □
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi