€ > • ^ - ? O 'C 1'
\Ü A 'T&hfaA
CUMHURİYET DERGİ
nümleri yam sıra bir de ‘insan’ yanlan var. Ben romanımda bu iki yan arasındaki ilişki leri sergilemeye çalıştım. Genellikle biryan- lışımız vardır. O iki yan arasına ya bir takım dinamitler koyar atanz, hiç dikkate almayız. Yahut da onu çok fazla abartırız. İnsan yanla- nndaki bazı eksiklik ve zaaflan politik çizgi üzerindeki aşam alannda, sanki ışık tutucu imiş gibi ; ön plana çıkarma çabasına gireriz. Ben ikisinden de kaçınmaya çalıştım bu yaptığım işte.
Bu roman fikri bende çok eskiden var. Bi liyorsunuz ben bir edebiyat öğretmeniyim. Bu mesleği edebiyatçı kişiliğimin gereği olarak seçtim . O zamanlar gencim. Aşık ol muşum filan. Şiiryazıyorum. Birrom an ya zayım ve adı da ‘İtim at’ olsun diye düşün düm. İlk romanım olacaktı yani bu. O zaman biliyorsunuz dil daha eski, 1944-45 yıllan. Sonralan baktım da bu ‘İtim at’ sözüçokes- ki di. O zaman da kendi kendime ‘Güven’ ol sun dedim. Hatta, şimdi rahmetli o ld u , Yu suf Atılgan; çok sevdiğim bir arkadaşımdı, o da biliyordu projemi. Bana çok kızdıydı. “Ne o lan , sigorta şirketi mi kuracaksın” de di . Bana aynı şeyi roman yazıldıktan sonra, mesela Server Tanilli de söyledi. Romanı okudu, çok beğendi. Övücü sözler de söyle di. O da ismine takıldı, “Bu sigorta şirketi gi bi bir ad” dedi. Ben hiç değiştirmedim. O sö ze bir takıntım vardı. Hiç değiştirmedim. Ki tabı okuduklarında o sözün nasıl çok değiş ken anlam lar taşıdığını ve nasıl boyutlu bir söz olduğunu ve romanda neyi anlatmaya ça lıştığını görmüşlerdir.
itiraf edeyim ki; zaten her yazar biraz da taklit ile başlar. Benim de taklit etmeye özendiğim bir yazar vardı : André M alraux. Onun ‘insanlığın H ali’ diye bir romanı var dır. Kırklı yıllarda Ulus gazetesinde tefrika edildi. O na çok özenmiştim. Bir kavga ro manı. O zam an, M alraux’yu tabii biz bugün tanıdığım ız gibi tanımıyoruz. Bir edebiyat devi olarak görüyoruz. O tarihte özendim de. Oturdum üç-beş sayfa yazmaya da kalk tım. Yazmaya oturunca da anladım, ‘Bu iş zo r’. Neyse, yıllar geçti. Ben sinemaya gir dim. Sinemada çalıştım. Tiyatro ileuğraştım filan. Sıra rom ana geldi. Ama bu ara bir de yaşlanmıştım tabii. Oturdum, ‘Bir Gün Tek Başına’yı yazdım . Daha Güven’e giremiyo rum. Sonra biliyorsunuz üç-dört roman yaz dım. Bütün çabalarım ‘müsvedde’ gibiydi benim için. Roman yazmasını öğrenmek ve bu arada da yazmak istediğim konuyu anla maya çalışıyorum. Ben eski b irT K P ’liyim. O zaman tabii her şey gizlilik içinde. Roman da biliyorsunuz gençler var. Partiyi ararlar. O serüven bizim serüvenimizdir bir anlamda. Yalnız rom anda görürsünüz, özellikle 1936’dan sonra desantralizasyon karan ile, Parti artık gizliliğe son veriyor. Biz de o ta rihlerde, ‘Devlet ve ihtilal’,’ Proletarya ihti lali ve Dönek Kautsky” gibi L enin’in kitap larını, Doktor H ikm et’in kitaplanm filan okuyoruz. Bir yandan da kulak dolgunluğu ile duyup öğrendiğim iz şeyler var, biz anla mıyoruz tabii. Olayı bütün boyutlan ile de kavrayamıyoruz. Hepimiz Parti ’yi suçluyo- ruz, ‘Parti varsa da çalışmıyor zaten’ diye. Bizim arkadaşlardan Zehra Kosova vardı, onun kocası Mustafa İskender. O Sam sun’a gelir giderdi. Bize anlatıyordu: ‘Bu yeni ka rar. H alkevleri’nde çalışılacak. Öyle, gizli bağlar falan kurulmayacak. Gerekirse CHP içinde çalışılacak. Başka Parti de yok zaten. Tam monolitik bir örgüt, devlet örgütü. Vali ler de o sırada parti başkanı filan oluyor. Öy le bir durum işte, spor kulüpleri filan var, oralarda çalışmaya bakılacak. Peki ne yapa cağız? Anti-faşişt, demokratik, Sovyet dos tu bir hareket yaratılacak.
Söyleşinin sorular bölümüne geçildiğin de, yöneltilen tüm sorulara ayrıntılı yanıtlar
Vedat Türkali’nin Güven romanı üzerine
yapılan tartışmada TKP geleneğinden
gelenler ve o günleri araştıranlar vardı.
Orijinal bir TKP belgesinin çoğaltılarak
dağıtılmasına İstanbul polisi ilgi göstermedi...
A n la tıla n
hikâvendir
YALÇIN ER G Ü N D O Ğ A N
Vedat Türkali’nin “Güven ’’romanı Türki y e Sosyal Tarih Araştırma Vakfı ’nın (TÜS-
TÂV) düzenlediği kahvaltılı bir söyleşide tar tışıldı. Söyleşiye, Vedat Türkali, tarihçi Prof. M ete Tunçay ve tarihçi-yazar Rasih Nuri İleri katıldı. Vakıf Başkanı olarak TK P ’nin son G enel Sekreteri Nabi Yağcı (Haydar Kutlu) ve Türkiye Birleşik Komünist Partisi TB K P ’nin G enel Başkanı Dr. N ihat Sargın <TİP Genel Sekreteri) da toplantıya /çatılan lar arasındaydı. Vedat Türkali ’y e TKP tari hini gündeme getirerek tartışılır kılması ne deniyle vakfın bir plaketi verildi. 15 Ağustos
¡936 tarihli, “Türkiye Komünist Partisi ’nin, Yeni Taktikasına D air M erkez Komitası ’mn
Beyanatı ’’başlığını taşıyan on bir sayfadan oluşan tarihi kararın ‘o rijin a li’, TKP arşi vinden çıkarılarak, toplantıya gelenlere da ğıtıldı. ‘G üven’TK P ’nin, ‘desantralizasyon karan ’üzerine kurgulanmış bir roman. Tür kali söyleşinin bir bölümünde, romanın kur gusunu oluşturan TKP ’nin bu tarihi kara rından sö zettive “bugün, burada TÜSTAV tarafından sîzlere dağıtılan bu belgeyi biz o zamanlar hiç görmemiştik. O tarihlerde Va liliklerde vardı herhalde... ’’diyerek parti ka rarının kulaktan kulağa ulaştığını vurgula dı. Katılımcıların tamamınayakın bir bölü münün kitabı okumuş olarak toplantıya ka- tıldıklannı öğrenince, Türkali bir Temel fık rası anlattı: “Temel, yedinci kattan ayağı kayıp d ü şm ü ş. Fakat, talihi ya ver g itm iş,
perfozlara, dallara takılarak yere oturm uş. Tabii etrafına toplanmışlar, bir kalabalık, gürültü, hengâme. Arkadaşı Dursun geçi yormuş, o da merak etmiş. Gelmiş yanına;
-Temel; ‘ne var burada? ’ Temel yanıtlamış:
- ‘Valla bilmiyorum, ben deyeni g e ld im !’ İşte, biraz ben de buradaki gibi,yeni geldim. Biraz şaşkınım da...”
Güven romanına ilişkin sohbeti aktarıyo ruz.
Vedat Türkali; İlk roman olacaktı
Evet ben de birrom an yazdım, insanların politik yanlan var. Toplum içinde verdikleri bir kavga var. Bukavgayı yapan insanlar var. Bu kavgayı yapan insanlann politik
görü-1953 tarihini taşıyan bu fotoğraf, bir duruşmadan. Soldan ikinci sıranın başındaki Reşat Fuat Baraner, bir sonraki ise Vedat Türkali... Kitapta adı en çok geçenlerden H ikm et Kıvılcımlı.
Vedat Türkali: Bir ilk roman olacaktı bu.
veren Türkali, romanın kahramanlarından Turgut’un kendisi olmadığını söyledi: “Ben ne o kadar yakışıklıydım, ne de Turgut kadar kızlar tarafından paylaşılamayan şanslı biri idim.”
Roman Epsilon Yayınevi tarafından ya yımlanacaktı. Am aEpsilon, önce avukatla ra okutmuş. Avukatlar da, ‘olum suz’ rapor verince yayımlamaktan vazgeçti. Ama öte yandan, kitabı yayınlayan Gendaş ise konu ya, ‘biz yayımlayacağımız kitabı önce bir avukata okutmayı, mesleğimize hakaret sa yarız ’ diye yaklaştı. Gördüğünüz gibi de şu ana kadar kitap ile ilgili herhangi bir dava açılmadı. Kitap iki cilt ve hayli kalın. Bazı ar kadaşlar savcıların henüz kitabı okumayı bi tiremediklerini söylüyorlar. Yeni çalışma mın adı ‘Kayıp Romanlar’ .Ü ç yüz, dörtyüz sayfalık bir çalışma tasarlıyorum. Artık yaş landık. Bitirmeye çalışacağım. 1970 sonra sına ilişkin bir çalışma olacak.
Mete Tunçay: Ben tarihçiyim
Söyleşinin konuklarından, tarihçi Mete Tunçay; kendisine yöneltilen bir soru üzeri ne; kendisinin bir romancı, T ürkali’nin de birtarihçi olmadığını hatırlattı; 1940 ve 1970 yıllan arası komünist hareket ile ilgili ortada pek bir belge bulunmadığını, daha önceki ve sonraki yıllarla ilgili ise; belge ve arşivlerin mevcut olduğunu, romanın o döneme ilişkin önemli bir kaynak oluşturduğunu söyledi.
Rasih Nuri İleri: Seks abartılmış
Söyleşinin diğer konuşmacısı tarihçi-ya- zar Rasih Nuri İleri kitabı otuz altı saat için de bitirip Vedat Türkali ’ nin karşısına kitabı okumuş olarak çıkarak bir rekor kırdığım be lirtti. İleri; kitabı bir bütün olarak beğendiği ni ancak; kitapta ‘ cinsellik ‘ ve ‘ seks ’in abar tıldığım, abartılm akla kalmayıp ‘parti’ ile ‘seksin’ karıştırıldığım ileri sü rd ü .
Vedat Türkali bu eleştiri üzerine şunları söyledi: “Ben bir edebiyatçıyım. Roman ya zıyorum tabii. Konuşmamın başında da vur guladığım gibi, ben insanı insan olarak anlat maya çalıştım. Politik kişiliğini abartarak in san yanını göz ardı etmeye çalışm adım . Ki tap da aynca bir belgesel değil. Kurgu da var, düş de var. Aksi halde zaten rom an olamaz dı.” ^
GÜVEN’ DEN BİR BÖLÜM...
Aşağıdan gelen deminki haykırışına da kesilmişti. Odalar kapalıydı, kimsesiz gibiydi Birinci Şube. Koridorları kıvrılarak geçip vardıkları tutukluların bulunduğu bölüm de sessizdi. Sandalyede oturmuş, hücreleri bekleyen görevli, Sait’leri görünce ayağa fırladı. Kapalı kapılar önünde yürümeye başladılar. Derinden bir horlama geliyordu hücrelerin birinden. Yaklaşıp dikiz pencerelerini kaydırarak bir iki hücreye bakıp kapattı Sait. Sonunda birine göz atıp başıyla Galip’e gösterdi içeriyi: Reşat Fuat demekti bu. Yaklaşıp dayadı yüzünü küçük pencereye. Solgun ampul ışığı altındaki kara, demir karyolaya, yan dönerek büzülür gibi, giysileriyle yatmıştı adam. Çizgileri belirgin, buğdaysı yüzü, dağınık, gür, kara saçları, biçim li bir başı vardı. Şöyle bir baktı dikiz penceresine; başını çevirdi, uyur gibi kapattı gözlerini. Yarı karanlık odaya bir süre daha bakıp çekildi Galip. Sait öteki hücrelere bakıyordu yanındaki görevliyle. Döndü biraz sonra, tutuklular bölümünden çıktılar. Koridorda Sait bir kapı önünde durunca görevli açtı hemen, girip elektriği yaktı. Girdiler. Sait gidip masa arkasındaki koltuğa oturdu. Müdür odası olmalıydı. Yandaki maroken koltuğu gösterip Galip’e.
- Bize iki orta kahve, dedi bekleyen adama.
Adam çıkınca Galip’e döndü, - Çıkarabildin mi?
- Sanmıyorum daha önce gördüğümü, dedi Galip. Kolay unutulmayan bir yüz. - Ben de sanmıyorum, dedi Sait. Senden epey önce olmuş Almanya’da bu. Gizleyemediği bir övünçle gerinir gibi koltuğa yaslanırken,
- Getirtelim mi? Konuşmak ister misin? dedi.
Böyle bir öneri beklemiyordu sanki, niyeyse.
- Bilmem, dedi Galip gülümseyerek. Sen konuşursan dinlerim. Zile bastı, Reşat Fuat’ı getirmelerini söyledi giren adama Sait.
- Biliyorsun değil mi? Mustafa Kemal’in kuzeni bu adam.
- Duymuştum.
- Biri ülkeyi kurtardı, öteki batırmaya bakıyor. Şu dünyanın işi!
Kahveler gelmiş, ilk yudumlarını alıyorlardı ki, kapı vuruldu, getirdiler Reşat Fuat’ı. Getiren sivile başıyla kapıyı gösterirken, içeri alındığı yerde dikelmiş, ne çıkacağını çözme çabası içindeki yüzü biraz gergin bekleyen Reşat Fuat’a döndü, yukardan bir bakışla,
- Gel bakalım Reşat, dedi, otur şöyle! Sessiz, ağırca yürüyüp, gösterilen koltuğa ilişir gibi oturdu Reşat Fuat. Ayakları üstüne basmakta güçlük çektiği belliydi. Dimdik durup baktı Sait’e.
- Bir kahve de sana söyleyeyim. Başını kaldırıp biraz daha dikelir gibi doğruldu.
- Hayır, içmem, dedi.
Şaklabanca bir gülüşle daha da gerildi Salt,
- Biliyoruz, kahve tiryaklsisin Reşat, dedi. Kusura bakma, unuttum; burjuvaların elinden bir şey yer, içer mi komünistler! Söyleneni duymamış gibi sessizdi Reşat Fuat. Tutukluluğunu belgeleyen, birkaç günlük sakalla örtülü, çizgileri belirgin, sararmış, esmer yüzünün bu kadar yorgun görünmesine karşın, kumlu spor ceketi, gri kazağı altında, yakası açık gömleği, ağarmaya başlamış kara, gür
saçları ile bu göze batar biçimde yakışıklı adam, çevreye egemen, ayrıcalıklı biri gibi oturuyordu koltukta! Kısacık sürede “başkalığını çarpıcı biçimde sergileyen güvenli, sessiz duruşuyla da, dedesinin “bir dost az, bir düşman kop” sözünü anımsattı birden Galip’e. Üzerine
duyduğu söylentilerin katkısı ne ölçüdeydi bu kanıda, bilemiyordu; sanki daha görür görmez içinden duyumsamıştı Galip, buydu işte, o “çok” “bir düşman” ! Yaşadığınca düşman bileceksin; sonunda biriniz çok geleceksiniz bu dünyaya! Geldik bile; neyin kavgasını veriyoruz ki? Yenik bu adam; elimizde. Yazgılı yenik olmaya da. Ama, hiç unutulmaması gerekli biri bu.
- Atatürk’ün bu kadar yakınısın Reşat. Anlamıyorum, nasıl tutarsın böyle bir yolu? Bize şunu bir anlat yahu! Yüksek matematik okumuş adamsın sen. Resmi bir yanı yok valla; burda söyleşiyoruz biz bize. İşimiz bitti seninle, biliyorsun; Ankara’ya gideceksiniz.
Sait’in, suskun adamı kışkırtmaya yönelik babacan çağrısı pek bir değişiklik yapmadı Reşat Fuat’ın yüzünde. Sessiz beklentinin yanıtını Reşat Fuat verdi gene de,
- Şu konuma gelmek için, siz de çok şeyler okuyup öğrenmişsinizdir, dedi. Yardımcıya ne gerek var? Kendi kendinize anlayıp kavrayacak yetenekte olmalısınız! Değilseniz nasıl anlatılır?
Sözcüklere tek tek basarak söyleyişteki ince alayı tamamlayan sinsi bir parıltı vardı, adamın, Galip’e kaydırıp sonra
gene ağır ağır Sait’e döndürdüğü, kendine güvenli bakışlarında. Oralı değildi Sait, aynı dangıl dungul havada sürdürdü. - Valla anlamıyorum, ayıp değil ya, dedi. Hepimiz biliyoruz, istesen bakandın. Ne bileyim, genel müdürdün, müsteşardın belki... Yani, şimdi bu olmayacak yolu tutup da, böyle...
Gerisini Reşat’a bırakmış gibi, kesti sözünü.
- Ben, fukara halkımın yanında olmaktan mutluyum, dedi Reşat Fuat sessizliği pek uzatmadan.
Birden doğruldu Sait, patlamış gibi yüksek perdeden bir sesle,
- Biz de o fukara ulus için çalışıyoruz Reşat Bey, biz de, dedi. Bu fukara ulusu Atatürk kurtardı. O yoldayız biz de. Bu coşkulu sözlere alaylı bir gülümseme oldu “Reşat Bey”in ilk yanıtı. Aynı güvenli ağırlıkla aldı yavaşça,
- Verilen emirleri yerine getirmekle yükümlü biri olarak şuraya oturtulmuş görevlisiniz siz, dedi. Soyulan halkın yararına olan önerilere niye karşı çıkıyorlar, sorsanıza yukanya, fukara ulus için çalışıyorsanız. Kaç kez önerildi bu onlara; neden yanaşmıyorlar? Beklemediği bir engele çarpmış gibi duraladı Sait; Galip’e baktı, “Görüyor musun?” gibisine. Reşat'a kızmasına karşın, Sait’in şaşkın bakışına gülecek oldu Galip. Versene yanıtını herifin, gerizekâlı, ne bakıyorsun bana? ^
Vedat Türkali’nin iki ciltlik Güven adlı romanı Gendaş Kültür tarafından yayımlandı.
TKP başkanlarından Reşat Fuat Baraner Ankara Sivil Cezaevi’nde (1944).
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Ta h a To ro s Arşivi