( S a y f a
5~
R Ö P O R T A J
A R A Ş T I R M A
o n /
Kendisini resim . yapmaktan uzak
tutan herkesi düşman görüyordu
İbadet eder gibi resim yaparım,,
Türk V an G e g h ru
lllll! ll! lllllllllllllll! llllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll» * f ? ıllllllllllllllllllllllllllllllllllllN ...
Fikret Muallâ,
Usera Karargâhı adlı
hikâyesinde,
«Leblebistandaki ruhen
fakir cemiyetin
• İ 0 W *imliqin
ve tufeyli zeng
düşmanıyım» diyordy..
• Ç K ÎS İN ÎN , sinirinin, de- I liliğinin, davranışlarının ■ nedenini kim seler anlaya iniyordu. Oturdu «Ü sera K a rargâhı» (E sirler Karargâhı) adlı bir hikâye yazıp, bunu da anlattı:Ab şu insanlık!.. Ha- yat kazanmak, kazan- dırm ak için ne garip tecellilerle mücadele ederler. G özlerim izi kirleterek, burnu - muza kadar sokulup kulakları m ızı pisletecek derecede e lli lindeki eşyayı satmak için ba ğıran satıcılarla, sabahleyin saat 8’i zo r bekleyip caddeler de, sokaklarda, pencerelerin içine doğru, apteshaneye çıkar gibi garip nidalarla ağızlarıyla besteleyen, eskici, zerzevatçı sedalarına m ı, yoksa köyün den kalkıp pis kıyafetle Istan bulun kapısında kimse kendi sine «H ey ağam nereye gidiyor sun?» diye sormadığından, şe hirde artan işsiz serserilerle bunlara ilâveten hiçbir lisana benzemeyen Rum, Erm eni, Ya hudi cemaatlerin lisanlarından doğan gayrı mesul tonalitelere mi, yoksa bu gayri mesul ve hilkaten hacir altındaki şehir sokaklarında dolaşan nasırlaş mış ruhlarına m ı kızıp yarada- na mı sığmayım da «Aman be ni kurtarın» diyeyim. *
Ben hürriyetim i çok severim. Bunu naçiz sükûtumda bulu rum. Resim yaparken bir iba det eder gibi sükûneti beyni min tepesinde, saçlarımın di binde his edemezsem, o zaman bilirim ki bir yanlış işle meş
gülüm veya işgal edilmişim- dir. Bu yanlış meşguliyetten kurtulmak için gider evvelâ üç beş kadeh rakı içerim . Eğer bu yanlış meşguliyet daha sü rerse, fitil gibi olur, çatacak, kavga edecek yer ararım. H e r kes de aşağı yukarı benim g ib i dir.
«ONLARCA BiR
DcLiYiM»
Âlem i nizama sokmak, fik rimden geçen şeylerden değilse de, bunun kısası sükûneti res men severim. (...) İbadet eder gibi resim yapmayı sever ve an cak ruhî istirahatimi bu tarzda temin ederim. Bu benim hak kımdır. Bu sırada bana neler söylemezler: «İşte zavallı resim yapıyor. Para kazanacağı yerde boyalarla, fırçalarla uğraşıyor. Ekmek parası bulamıyor». Doğ ru, bu bezirgânların da hakkı var. Resim yapmak, resim yap tırmak zengin cemiyetlerin lük südür. Öyle ise ben bu lebbeyk- ci ruhlu cemiyette, şüphesiz ki bir ucubeyim
Ben bu kütle içinde onlarca biç deliyim. N etekim bence de, beni resim yapmaktan uzak tu tan herhangi kimse de benim
düşmanımdır. Ben de ruhan fakir bir cemiyetin ve tufeyli zenginliğin müthiş düşmanı yım. Vaktiyle benim gibi düşü nenler de vardı. O zaman ra hattım. Fakirdim, fakat bahti
yardım. Şimdi yalnız kaldım. Düşenin pek dostu yoktur «Leblebistan» da. Aşağı yukarı son seneler geçen günlerim hep böyle resim yapmaktan uzak geçiyor. Naçiz benliğim kepaze oluyor. Kafam orospu çanağına dönüyor.
Pek nadiren de felekten bir gün çalıp kendimi Istan bulu mun bedestanmda, çarşısında, cami avlularında ve Eyüp me zarlıklarında bulup resim ya pınca, o zaman çocukluğum canlanıyor, benliğim yerine ge liyor. Ruhu banyo almış gibi ra hat sakin bri hâl alıyorum. Fa kat bu çok sürmüyor. Akşam oldu mu kendimi, herhangi bir tellâl vasıtasıyla kiraladığım adi bir kira odasında, kiracılar dan vasayan âdi bir ev sahibi nin kira odasında bulunca, tek rar kirleniyorum ve bu pislik- den nefret ediyorum Bu p islik lerin bıraktığı ruhî esaret İz zeti nefsimi kırıyor, nefret edi. yorum tellâllarından, odaların dan gecen mahlûklardan, ken dimden.
Bu zihniyette en temiz iş. be nim sizinle bir yerde oturma- mamdır: Fakat o zaman da zill- füvare dokunur hâdisat oluyor. İnsana serseri diyiveriyorlar.
ESİR KARTAL
Neyse lâf m kısası, geçen gün felekten bir gün çalmıştım. Kol tuğumda resim cildbendi ve sulu boyam şöyle pümeşe Nu- ruosmaniye camiinin avlusunda
Fikret Muallâ’nm Bakırköy’de buldum kendimi. Avluda 5-10 kişi bir birikinti vardı. Durakla dım. B ir adam, bir kartalı sağ ayağından bağlamış, bir kuruş mukabilinde niyet çektiriyordu. H er niyetten sonra da kuşa ufa- cık bir ekmek parçası veriyor du. Kartal şüphesiz insan gioi ekmek yemezdi, bunu her çocuk bilir; fakat herhangi bir yer de nasılsa bu asil mahlûk bu adamın eline geçip sağ ayağını bağlatmış ve gagasıyla • niyet çekmesini öğretmişti ve efen disinden ekmek yemeği öğren dikten sonra asaletini kaybet mişti Bu kartal muazzam bir mahlûktu. Herhalde çok açtı. Bu esa 'tte gelen geçen kuruşu atınca gagasıyla niyeti çekip bı- rakırdı, sahibi de kendisine he men ufacık bir lokma parçası nı veriyor ve bu hamur parçası onun önüne düşmeden kartalın kursağında buluyordu soluğu. Muazzam ve şahane mahlûktu bu kartal, Ben kıyamazdım onun hürriyetini çalmağa. Ne güzel bir profili vardı Çatık kaşlarının altındaki gözler, «Ben efendiyim, ben bu pespa ye leblebicilerin bâziçesi (oyun cağı) olamam. Ben, insanların erişemediği sarp dağların üs tündeki bulutların üstünden uç
mmmmmmmmmmu
çizdiklerinden : LEBLEBİCİ mağa alışmış bir mahlûkum» diyordu.
Gelen geçen çocuklar elleriy le kartalın kuyruğuna dokunu yorlar, mahlûku bu esaretinde bile rahat bırakmıyorlardı.
Bu aralık bir yolcu, evine bir paket et almış yorgun argın g i diyordu. Bu manzara karşısın da durakladı, paketi açtı. Evi için aldığı etten bir parçasını kartala verdi. Kartal bu et par çasıyla biraz canlandı ve niyet almak için düşen kuruşlara bak madı büe bir müddet. N iyet kutusunun sahibi döndü, «Çok et yer bu mahlûk» dedi. «H a k kıdır, bu onun gıdasıdır» dedim içimden. «H ele Hürriyet, bir gı dayı tamdır kartal gibi bir mah lûk için» dedim.. Yine içimden tabii. Eğen bu hürriyet olsaydı (...) bu zebunkeşlik nümunes) leblebicilerin emri altında bu üsera karargâhında bir lokma ekmeğe bağlanıp bürokrasi vap mayacaktı. B ir kar-
tal gibi kendi ömrü- nü sürecekti. * • * / • * *
YARIN:
---BAKIRKÖY’DE
BİR YIL
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi