• Sonuç bulunamadı

Yahya Kemal'de İstanbul

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yahya Kemal'de İstanbul"

Copied!
7
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

e

Y a h y a Kemal d

İ S T A N B U L

Yazan: İsmail Habib SEVÜK

1

934 baharının sonunda, Karadeniz boğazından çıkarken: «Dünyanın her yerinde deniz de var, nehir de; iakat denizin nehir veya nehrin deniz oluşu yalnız buradadır» diye hilkatin yeryüzünde başka hiç bir eşi ve menendi olmıyan hârika eseri «Boğaziçi» ni iki yazı ile selâmlıyarak. Tuna yolundan, Avrupayı bütün bir yaz çemberleyip, Çanakkale boğazından İs­ tanbul'a gelince «Tuna'dan batıya» nın bu aziz beldeye ait son yazısından bir kaç fıkrayı, mevzuumuza bir giriş vesilesi olsun diye, nakledeyim:

«Sabahın ilk ışıklarını göğsü üstünde penbe bir tül gibi sallayıp geri­ nen İstanbul'a bakıp düşünüyorum: Değil Avrupayı, dünyayı da çemberle- sem, bu kadar eşsiz bir güzellik göremezdim.» «Hangi kara parçası Saraybur- nu gibi bir yanma dalgın Halici, bir yanm a yaygın Marmarayı, karşısına da kıvrak Boğaziçini alarak, yedi tepeli İstanbul'u arkasına takıp, suları yara yara Boğaziçine doğru gidecekmiş gibi, duruşunda bile yürüyüş hissini ve­ ren bir canlılık gösterebildi?»

Daha beş altı fıkra ile İstanbulun güzellikleri anlatıldıktan sonra onun tarih zenginliğine şu satırlarla geçilmişti: «Hele tarih zenginliği... Başka yer­ lerin tarih tarafını biliriz, ya güdüktür, ya Atina ve Roma'daki gibi tarihten bir kaç yıkıntı kalmıştır. Halbuki İstanbul'un on beş asrı dipdiri ayakta du­ ruyor. Bütün yeryüzünde İstanbul'daki dünün karşısına çıkacak dün yoktur.» O yazıda sanat âbidelerimiz için söylediklerimden de bir kaç satır a la­ yım: «Bizansın on asırdaki tek kubbesine karşı bir kaç asırda bütün tepeleri ve kıyıları kubbeledik. Onlar yalnız camiimiz, medresemiz, hanımız, hama­ mımız değil; asırlık kubbelerimiz asırların da kubbeleşmesidir. Güneşi ilk önce görüp en sonra bırakan o kubbeler üstünde zaman denilen ayrı birer kubbe oturuyor.» Gerileme devrimizde o âbidelere nasıl hor baktığımızı an­ latmak için o zaman en kaba yapılarla boğulmuş olan Yenicami'i vesile yaparak şu cümleyi söylemişim: «Yapılan sanata bak, öğün; sanata yapı­ lana bak, utan.»

İstanbul'un eşsiz güzelliği, tarihinin derin zenginliği, âbidelerinin sonsuz mehabeti... Yani İstanbul'un üç esaslı cephesi. Bizim on beş yıl önce ve sadece bir yazı içinde nesrin satırlarına sıkıştırmak istediğimiz bu üç cepheli İstanbul'u Yahya Kemal'in sanatı, uzun yıllardır, en aşağı kırk yıldanberi.

(2)

şiirin mısralarma perçinliyerek ebedileştirip durmaktadır. Türkün o büyük şairine aynı zamanda «İstanbul'un şairi» diyebiliriz. Onun İstanbul hakkm- daki şiirlerini mahiyetlerine ve semtlere göre beş altı safhaya ayırmak lâzım geliyor.

İS T A N B U L A Ş K I :

Her şeyden önce büyük şairin İstanbul’a karşı nasıl «kara sevdalı bir âşık» olduğunu belirtmek gerektir. Zaten öyle bir aşk olmasa o şiir meşkleri yapılamazdı. Bu aşkın derinliğini «Zarif dostluk havasının ilhamile» isimli şiirinden yek güzel anlıyoruz :

G elm ekçin ikinci bir h a y a ta Bir gün dönüş olsa ahiretten: Her ruh açılıp d a kâin ata, K eyiince sem a d a tutsa m esken . Talih b a n a d ön se n azikân e. Bir yıldızı v erse m âlikân e, B igâne kalır o iltifata :

İstanbul'a d ön m ek isterim ben.

Bu isteyiş İstanbul'u yıldızlardan da, kâinattan da üstün görüş değil de nedir? Pakistan büyük elçiliğinden döndüğü zaman «Cumhuriyet» de neşrettiği «Bir başka tepeden» başlıklı iki kıtalık son şiiri de İstanbul sevgi­ sinin topyekûn bir bilançosunu veriyor. «Tuna'dan batıya» da yazdığım gibi İstanbul on sekizinci asır başlarında dünyanın en büyük şehri idi. Madam Montagü o zaman İstanbul'un Londra'dan da büyük ve hele Paris’in İstan­ bul'dan iki defa daha küçük olduğunu söyler. Bugün şu dünkü Balkan dev­ letlerinin merkezleri bile İstanbul'u geçti. Artık İstanbul'dan büyük yüzlerle ve yüzlerle şehir var: Daha bakımlıdırlar, daha konforludurlar, daha var- lıklıdırlar. Fakat... Tabiat güzelliğiyle âbide zenginliği; İstanbul kıyamete kadar bu iki şeyde birinci kalacak. Yahya Kemal ki garp âleminde «nice revnaklı şehirler» gördü, öyleyken onlara nisbetle bakımsız, yoksul, perişan bir halde olan bu İstanbul’un, değil topyekûn kendine, onun «sade bir sem­ tine bile» bir ömür vermeğe hazırdır. Neden? Bunu şiirin kendi söylüyor :

S an a dün bir tep ed en baktım aziz İsta n b u l! G örm edim : G ezm ediğim , sevm ediğ im hiç bir yer. Ömrüm old u kça, gönül tahtım a, k e y fin c e kurul S a d e bir sem tini sev m ek bile bir öm re d eğ er. N ice revn aklı şehirler görülür dü n yada, Lâkin efsunlu güzellikleri sensin yaratan . Yaşam ıştır, derim , en h oş v e uzun rü yada, S en d e ç o k yıl y aşıy an , sen d e ölen, sen d e yatan.

(3)

r

I Ş I K P I N A R I

DI duyulmağa başladı-

ğmdanberi Yahya Ke- 1 mal, şiirle uzaktan ya­

dından ilgili olan her­ kesi, ardı sıra koştu­ rup duruyor.

1916 da, İstanbul’a yeni gelmiş 16 yaşında bir liseli idim; «Ley­ lâ» nm üç beş mısraını, yeni okul arkadaşlarımın birinden dinledim; o gün bugün ben de bu altın arayıcıların arasmdayım.

Şiirlerini ilkin damla damla, sonra yudum yudum tatmağa başladık; bunlar her zaman, na­ sılsa ele geçmiş, bulunmaz bir içki sayıldı; eş dostla paylaşıldı.

Bizden sonrakiler, gök boşlu­ ğundaki yolunun en yüksek ye­ rine varmış bir ışık pınarına ömürleri boyunca kanacaklardır; fakat O’nun şiir dünyasında, in­ sanı şaşırtan renklerle doğuşunu, parıltısının gün geçtikçe artışını yine ömrümüz boyunca yalnız biz görebildik. Bizden sonraki­ leri kıskanmıyacağız.

Aşağıdaki rübaiyi, o gök boş­ luğunda büyük şâirimizin çıkış yoluna doğru bırakıyorum. Onun çekimine tutunabilirse, 100, 200... 500 yıl sonra, ne zaman olsa, yeni söylenmiş gibi taptaze duracak.

Ne zam an olsa

Ses tıpkı o Ses, Hayalşehir dünkü gibi;

Vuslat, yine bir tutuşturan örtü gibi;

Sır vermedi Mehlika’ya âşık yedi genç;

Leylâ hep o Leylâ, Ayın ondördü gibi.

Cemal YEŞİL

V.

İstanbul'a bu ne derin sevgidir ki şair dünyanın en bahtiyar insanlarım bile ancak İstanbul'da en çok yaşamış olmakta görüyor. Yalnız yaşamış olmakta da değil, onun toprağı üstünde ölüp onun toprağı altında gömülmek bile en uzun bir rüyada yaşayıp gitmektir. Bu şiirin bu son mısTaı şâirdeki İstanbul aşkını bir vasiyet mehabetile mühürleyen bir berat haline getirdi.

FETİH ZAMANI :

İstanbul dünyanın «efsunlu güzellikleri yaratan» en büyülü bir beldesi olduğu gibi dünyanın ve tarihin en mühim vakası da İstanbul'un fethidir. Zaten o fetih olmasa Türk milletinin bütün dehasını vererek yarattığı bu âbideler olabilir miydi? 1922 eylülünde Dumlupınar zaferi ve İzmir'in istir- dadiyle bütün gönüller gibi Yahya Kemal'in ruhu da şevkin son vecdiyle çalkanırken o İstanbul fethinin ilk ilham şiirini y azd ı: «Dergâh» ın 5 Kasım

(4)

1S22 tarihli nüshasında çıkan «İstanbul'u alan yeniçeriye gazel». Zaferin başkumandanı Atatürk Bursa'ya geldiği zaman Yahya Kemal bu şiiri orada ona okudu. Beş beyitlik bu meşhur gazelin yalnız iki beytini alıyorum:

Vur pençe-i Ali'deki şem şîı a şk ın a G iılbanki âsüm ânı futan pir aşkın a Düşsün çelengi flum'un eğilsin ser-i Frenk Vur Türk'ü gön deren y ed i takdir aşkın a

Ondan bir yıl sonra 1923 sonlarında yedi yüz sahifelik «Türk teceddüt edebiyatı» nı yazarken bu şiir vesilesile şunları söylemiştim: «O, ruhunu tarihin hangi ânına götürdiyse orada o ânın havasını teneffüs eden bir zîruhtur. İstanbul'un surlarından tekbirlerle atılan yeniçerileri büyük topla­ rın kurulduğu sırtın üstünden o da seyretmiş, geniş yenli kollarını semaya açarak dua eden Akşemsettin'in yanında o da gürleyen bir veznin âhengile bağırmıştı.» (S : 644) Sanki, bundan çeyrek asır önce, o satırları yazanı y a­ lancı çıkarmamak istemiş gibi, bu son zamanlarda muhterem Adnan Adı- var'a ithafla yazdığı «Rübaî» de şöyle dedi:

Çık, tayy-i zam an et, açılır h er p erde. Bir dev r geçir istediğin h er y erd e. Ben hicret ed ip zam anım ızdan y aşad ım İstanbul'u fethettiğim iz günlerde.

Bütün İslâm âleminin «Feth-i mübin» dediği mübarek fetih. O terkip bile ebced hesabile tarih düştüğü için kerameti ayrıca meydana çıkan feth. Zaten Peygamberimizin kudsî hadislerinden, yani en sıhhatli sözlerinden olan: «İstanbul elbette ve elbette alınacaktır, onu alan kumandan ne iyi kumandandır ve onu alan asker ne iyi askerdir» mealindeki hadisiyle teb­ şir edilen feth. Diğer bir rübaisi İstanbul fethinin dünyaya yeni bir âlem açan heybetini anlatıyor:

Bir âlem a ç a n zaferlerin en genişi İstanbul fethi Tanrının kutlu işi. Gün d oğ m ad an ev v el o güzel saatte On bin yiğitin «büyük-gedik» den geçişi.

LÂLE DEVRİ :

Yahya Kemal şiir hayatındaki neşriyat sahasına «Lâle devrine» ait üç gazelle girdi. «Mahurdan gazel», «Bir saki», «Şerefâbâd» isimlerini taşıyan bu gazeller Ziya Gökalp tarafından çıkarılmakta olan «Yeni Mecmua» mn 1918 martındaki nüshalarında çıktı. Bunlar büyük şairin «eski şiirin rüzgâ- riyle» diye şevka gelip klâsik divan nazmı tarzında yazdığı gazellerdi. Hal­ buki Ziya Gökalp sadece hece veznini geliştirmek emelindeydi. Fakat o

(5)

r

B

*« ••

u y u

B

ili büyük sesin memleket ufuklarında çınladığı devre yetiştik. Sanırım ki onun uğul­ tusunun içinde ve tesirinde haki­ kî kudretini ölçmekten âciz kal­ dık.

Bu «büyük ses» in akislerini yüzyıllar sonra sezenler, ona bir zaman mesafesinin ötesinden ku­ lak verenler azametini belki biz­ den daha iyi duyacaklar ve onu, ebedi Türk tarihinin havası için­ de yalnız «millî mefahir»imizden bir parça gibi değil, millî varlığı­ mızda zarurî bir unsur gibi ya­ şatacaklardır.

Yahya Kemal; yeryüzünde coğrafya hudutları tanımadan dili, sanatı, ruhu ve her şeyiyle Türk olanı sevmiş ve sevgisini yine harikulade millî kültüriyle ifade edebilmiş büyük bir Türk ve bizzat kendisi de Türklüğün vücut verdiği müstesna bir millî âbidemizdir.

k S e s

Zaman olmuş zaferler, zaman olmuş aşklar ve zaman olmuş şarkın uhrevî lıislcrile tahassür­ ler ve daha neler, neler teren­ nüm etmiş dilinde Türk ilinin sevinçten hüzne, huzurdan ihti­ rasa varan bütün merhalelerini, ruh ve cisim varlıklarını; mazı mefahirini ve istikbal ümitlerini bulmak mümkün olmuştur. Onu bir çiçek değil bir buket, bir el­ mas değil de bir mefharet tacı diye görüşümüz bundan dolayı doğru ve haklıdır. Bilmem, bu millî âbidemizin altmış beşinci yaş yılında onun etrafında öre­ ceğimiz hürmet ve minnet hâlesi, hakikî değerine uygun düşecek mi?..

Şimdi sanatının şahikasında ve hizmetinin kusva mertebe­ sinde selâmladığımız muazzez üstada daha uzun yıllar sıhhat ve saadet dilerim.

Prof. Kâzım İsmail GÜKKAN

şiirlerin güzelliğine de hayran kaldığından onları neşredebilmek için mec­ muada «Bulunmuş sahifeler» diye bir başlık icadına mecbur kaldı. Bu ga­ zeller eski tarzda olmakla beraber yepyeni şeylerdi. Eski gazellerde her beyit müstakildir. Gazelde yekpareliğe pek aldırış edilmez. Sonra divan edebiyatının mahiyeti icabı o gazeller hep mücerreddi. Halbuki Yahya Ke­ mal'in gazellerinde — ki o bunları neşirlerinden on yıl önce Avrupadayken yaratmıştı — hem yekparelik yapıyor, hem molozu atıyor, hem de meselâ «Mahurdan gazel» de olduğu gibi hareketli bir tablo çizerek gazeli mücer- redlikten kurtarıp hacimliliğe çıkarıyordu:

Gördüm ol m eh dûşuna bir şâl atıp Lâhûrdan Gül y a n a k la r üstüne y a ş m a k tutunmuş nurdan N erdubanla bûşiş-i nermin-i d âm ân iy le mest İndi bin işv ey le bir kâşân e-i fağfu rdan

(6)

Atladı d âm en tutup üç çiffe bir zevr a k ç e y e Geçdi sandım mâb-i nev âyine-i billûrdan Halk-ı S â d â b â d iki sahil b oy u n ca fevc fevc V âde-i teşriiine a lk ış tutarken dûrdan

«Cedvei'i sim» in ken arın dan bu âvâzın Kem âl Koptu bir iev vâre-i zerrin gibi m ahûrdan

Bu beş beyitlik gazelin birinciden sonuncuya kadar her beyitinde ayrı bir hareketin tablosu çiziliyor: Yaşmaklı dilber bu beş beyitte sırasiyle: Gi­ yindi, indi, bindi, gitti, vardı. O üç gazelden bir kaç yıl sonra »Sene 1040» başlıklı çok güzel bir şarkı ile yine «Lâle devri» ni canlandırır:

N evbehâr-ı vuslatın bassın deyu ilk ay m a B useden pâbûş geydirdim o nermin p ayın a Eyledim m ehtabı d av et hem düğün âlâym a

Dörder mısradan üç kıtalık ve «Eyledim mehtabı davet...» nakaratlı bu şarkının sonuncu kıtasında şair kendini Üçüncü Ahmet devrinde yaşamış gibi ilân eder:

Ey K em al e y y a m sürdüm m eslek-i şû h ân ed e N eşve verdim cûşişim den devr-i A hm ed H âne d e

İlk üç gazelden biri olan «Bir sâkî» den otuz yıl sonra, 1940 da, «Mü­ kerrer gazel» le aynı mevzuu aynı redif ve kafiyede o devrin dilber kadı­ nına da tatbik etmek suretile bu tarz manzumelerini beşe çıkarmış oldu:

G önül o â le te m eftundu L âle devrinde Ki verdi şân ü şeret y â l ü b â le devrinde Nizâm-ı âlem i bir fitne-i n igâhiyle Verir gibiydi o şuh ihtilâle devrinde

ÜSKÜDAR HAKKINDA :

Yedi sekiz ay evvel «Cumhuriyet» de «Yahya Kemal ve Üsküdar» baş- lığiyle koskoca bir m akale yazmıştım. Şu ilk satırlar o yazının sebebini an­ latır: «Büyük ve gerçek şair Yahya Kemal zaten milletçe kazandığı sanat payesini ilk defa kendisine resmen verilen (İnönü şiir mükâfatı) ile devlete de tasdik ettirmiş oldu.» Çünkü o mükâfat, kanun icabı o yıl neşredilen, Üsküdara ait «Hayal şehir» için verilmişti. O ışıklı şiir böyle bir hâdiseye vesile olmak yüzünden mesut bir mazhariyete ermiş oldu. Yahya Kemal'in 1918 martında ilk neşrettiği üç manzumesinden biri, «Şerefâbâd» da Üskü­ dara aittir. Şerefâbâd Salacak'la Harem iskelesi arasındaki sahildeydi ve Üçüncü Ahmet devrinde yapılan kasrının güzelliğiyle bahçesinin dilberliği dillere destandı. Aruzun en uzun endamlı vezniyle yazılan «Şerefâbâd» man­ zumesinde şairin kelimelere verdiği ses hamlesi yüzünden mısralar bir boy daha artıyordu.

(7)

Ne cûşân-ı şerâ b ü lüle bir devr-i belıâriydi Dururdu rîndler d em beste-n ey d em b este vecdinden Sebû -endâm sâ kıy ler elinden b â d e g eld ik çe

Bu .gazelle şiir mükâfatını kazandığı «Hayal şehir» arasında otuz bir yıllık bir zaman geçti. O zamanın ortasında Üsküdar için «Üsküdar vasfında» isimli bir gazelle doğrudan doğruya Üsküdarın kendini de anlatm ıştı:

F irdevs bu şehrin ş e b ü ruzunda ıyandır

mısraiyle başlıyan bu gazelin şu çok güzel beyti şaire böyle üç manzumeyle ilham kaynağı olan Üsküdardaki büyünün nereden geldiğini açıklar .

Bir cûy-i beharın n eg am âtiy le dolar gûş Dil ia rkm a varm az ki a k a n cûy-i zam andır

Evet Üsküdar'da kulakları bir behar ırmağının nağmeleriyle dolduran bir ses var. Meğer bu ses zaman ırmağının akışından geliyormuş, içinde zamanın ırmağı akan belde, yani mazinin ezeline doğru derinliği olan yer, yani tarihin enginliğiyle uğuldayıp sanat âbidelerinin asaletiyle ruhları dol­ duran füsunlu diyar. Beş asırlık Türk İstanbul'dan dört asır önce Türklerin eline geçmiş olan dokuz asırlık Türk Üsküdar ve yine Yahya Kemal'in bir şiirinde anlattığı üzere İstanbul fethi gibi yeryüzünün en büyük hâdisesini elli üç gün heyecanla seyreden tek belde.

ADALAR İÇİN :

Üsküdara üç manzume yazan Yahya Kemal, Kadıköy'e bir mısra bile yazmadı. Orası kubbeler ve minarelerle bizim mazimizi söylemiyor. Şairi­ miz İstanbul'un hep Türklük bakımından derinliği olan taraflarını terennüm eder. Boğaziçi beş asırlık bir Türk eseridir, fakat A daların mazisi yalnız Bi- zastı. Adalar ancak modern hayatımızın rağbeti oldu. Yahya Kemal de orayı yalnız bugün diliyle ve şarkılar içinde sadece adaların ya ismini, ya sıfatını zikirle iktifa e tti:

Y âdet ki seviştikti İlâhî a d a la rd a A dalardan y a z a ettikti v ed a Seni hatırlıyoruz viran b a ğ

Halbuki Boğaziçine gelince... Onu ayrıca ve başlı başına konuşmak lâzım, zaten B oğaz ki asıl füsununu baharda göstermeğe başlar. «Yahya Kemalde Boğaziçi» ni de «Aile» nin bahar nüshasına bırakmak uygun ola­ cak. Evet yeryüzünde «denizin nehir veya nehrin deniz» olduğu o tabiat hârikası ve baştan başa Türk Boğaziçi.

1950 A İ L E 35

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Daha zor bir şey düşünemiyorum, titriyorum her rolü elime aldığımda, onun için kolay kolay da oynamak istemiyorum artık.. Bundan sonra Edremit’in Çamlıbel köyüne

Daha son- ra 2008’de iki tane yeni doğmuş büyükbeyaz köpekbalığı, son olarak da 2009 yılında iki tane genç büyükbeyaz kö- pekbalığı ağlara yakalandı ve kaydı

Erkek ar› çiftleflene kadar onu uçak niyetine kullanan larvalar, çiftleflme s›ras›nda erke¤i b›rak›p difliye geçiyor ve yeralt›ndaki yuvas›na kadar ona efllik

Three dimensional evaluation of weld defects carried out in this study was performed by film digitising method. The radiographs obtained from the weld specimen were scanned and

To investigate whether there is a predictive effect of NF-kappaB, survivin, and Ki-67 expressions on pathological response and disease relapse in breast cancer (BC) patients.. Ki-67,

Cinsiyet grupları ile çocukların obez olma durumu arasında yapılan karşılaştırmada obez erkeklerin oranı daha fazla olduğu halde istatistiksel olarak anlamlı

Ümit ALEMDAROGLU İZMİR-Ayvalık’da de nizi kirlettikleri gerekçe­ siyle kapatılan 16 zey­ tinyağı fabrikasının sa­ hip ve yöneticileri fab­ rikalarım yeniden

İstanbul Belediyesi tarafından devralındığı 1937yılından beri boş kalan ve harabeye dönen İlidir Kasrı, 1982yılında Kurum tarafından onarılmaya başlanmış