• Sonuç bulunamadı

İlk renkli Türk filmi tavanarasında bulundu

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İlk renkli Türk filmi tavanarasında bulundu"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

^ 0 Sahibi: Cum huriyet Matbaacıh y M ga SmH^. ■ ■ J J P Nadir Nadi, # Genel Yayın MU S r ' i â H n f f g fmC İ K , ‘ •’ ne Uşaklıgil, Yazı İşleri MUdiiı M m ■ ■ I I I I I

W

I I dürü: Valeni Bayer, Sayfa Düze ^ * M İ P % W ■ ■ ■ ■ ■ ■ ■ W « KARA: Y akın Doğan, İZM İR:I

TAKVİM 20 Ekim 1985

tik renkli Türk film i

tavarmrasmda bulundu

ATİLLA DORSAY____________________

Türk sinemasının ilk renkli filmi hangisidir? Si­ nema tarihlerine ve film sözlüklerine bakarsanız

Muhsin Ertuğrul’un yönettiği “ Halıcı Kız” .

1953’te gösterime çıkan bu filmin tam bir

“ fiyasko” olduğu ve sinemamızda renkli film ya­

pımını en azından bir 10 yıl gerilettiği de bilinir. Ancak bundan bir yıl sonra gösterilen “Salgın” filmi, hem ikinci renkli filmimiz, hem de çok da­ ha başarılısı olmakla kalmıyor. Filmin yapım- cı/yönetmeni, bu Filme “ Halıcı Kız” dan daha ön­ ce başladıklarını, bu açıdan “ Salgın” ın ilk renkli Türk filpıi sayılması gerektiğini söylüyor. Bu sav bir yana, “Salgın” filmini göreniniz, görmek şöyle dursun duyanınız var mı? Filmlerimizi, evvel Al­ lah, çok iyi korumak âdetimiz olduğu için,

“ Salgın” filmi de yıllardır, yani 30 yıldır ortalar­

dan kayıptı.

“ Salgın” filminin bir kopyası sonunda bulun­

du. Nerde mi? Filmin yapımcısının tavanarasın- da!.. Bu gerçekten ilginç olay için sözkonusu ki­ şiyle konuştuk. Bu, Türk kamuoyunun yıllardan beri çeşitli vesilelerle iyi tanıdığı, bir zamanların ünlü arm atörü, Yassıada duruşmalarında sanık sandalyesine çıkmış olan Ali İpar’dan başkası de­ ğildi. Evet, Ali tpar bir zamanlar film işine de bu­ laşmış, bu alanda çeşitli çalışmalar yapmıştı, ö y ­ küsünü kendisine sorduk.

Ali İpar’m sin em a c ılığ ı___________ _

— Hayatta yaptığım işlerin en kısa sürelisi ar­ matörlük olduğu halde kamuoyu, dediğiniz gibi beni armatör olarak tanır. Sinemaya ilk gençliğim­ den beri büyük ilgi duydum. Daha Galatasaray Li­ sesi son sınıf öğrencisi iken Amerika’ya, Hollywo- o d ’a gidip sinemayı yakından tanımayı aklıma koymuştum. Gerçekten Hollyvvood’a gittim, se­ naryolar yazdım. Prodüktör yardımcıLğı, prodük­ törlük yaptım. Savaş sırasında bir grupla Meksi­ ka’ya gittik, 2 dilden (İspanyolca ve İngilizce) bir film çektik. Askerliğim için ülkeye dönünce ka­ meraman İlhan Arakon’la tanıştım. O burda da sinema yapmayı aklıma soktu. Oturduk, bir iki kısa film yaptık İlhan’la.. Bu arada, biliyorsunuz benim hanım da artistti. Hollyvvood’un bir ara­ lar ünlü olan yıldızlarından Virginia Bruce... Be­

nim hazır bir senaryom vardı, bir kentte bir sal­ gın hastalık çıkmasıyla ilgili.. Gerçi her yerde ge­ çebilecek bir hikâyeydi, İstanbul’a özgü bir

hikâ-nımdan ve Kenan Artun’dan başka hemen herkes amatördü. Berberim, terzim, Ilhan’ın bir ahbabı, Amerikan ataşemiliterinin kızı.. Filmi İngilizce çektik, Amerika’da dublajı kolay olsun diye.. Ke­

nan A rtun’un bilmediği İngilizceyi konuşması

ömürdü.

— Peki, müteveffa karınız Virginia Bruce, Holy- vvood’da bir dönemde ünlü bir oyuncuydu, hur­ daki çekim koşullarını görünce fenalıklar geçirme­ di mi?

A m erik a lı y ıld ız a ğ la y a c a k tı...

Ali Ipar bu soruyu yanıtlamadan, konuşmaya katılan İlhan Arakon araya giriyor ve anlatıyor:

"— İlk günü bir terasta çekim yapacağız. Ha­ zırladık, Virginia geldi. ‘Açık havada mı çekece­ ğiz?’ dedi. Çünkü o dönemde Hollyvvood’da her- şey stüdyoda çekiliyordu. Sonra kamerayı sordu. Küçük, el kadar bir şeyi gösterdik.. Şaşırdı, çok tuhaf oldu, nerdeyse ağlayacaktı. Ama sonradan alıştı ve filmi aldı, götürdü.”

Ali İpar, filmi Amerika’da, hem de Sinemas- kop’un tüm görkemiyle ortalığı allak bullak etti­

ği bir dönemde sinemalarda nasıl gösterilebildik- lerini, filmi gösterdiği o dönemde FOX’un baş­ kam olan Türk dostu Spiros Skouras’m seyreder­ ken nasıl uyuyup kaldığını anlatıyor, kahkahayı basıyor. Sonra yaptıkları “Bir Şehrin Hikâyesi” isimli belgeselin kendi dalında Oscar adayları ara­ sına girdiğini, İpar’ın sinema serüveninin sonra­ ki yıllarda İngiltere’de de bir iki filmle sürdüğü­ nü öğreniyoruz. Peki, “ Salgın” yıllar sonra nasıl ortaya çıkmış?

“Tavanaram karmakarışıktır. Bir şey ararken eski film kutuları gördüm. Bir de baktım bizim filmin bir kopyası. Seyredince İngilizce bir kop­ ya olduğunu gördük. Bu, filmin elde kalan tek kopyası.”

İlhan Arakon, “ 35 yıldır bu filmin hepsi solmuştur” diye düşünmüş. Ama bir de seyretmiş­

ler ki, film sapasağlam..

B ir çek im in se rü v en i...

Bu olağanüstü serüvenin teknik yanım ise İlhan

Arakon şöyle anlatıyor bize:

“ 1944’ten beri film çekiyorum, “ Salgın” a ge­ linceye kadar 25-30 filmin görüntü yönetmeliği­ ni, birkaçının da yönetmeliğini yapmıştım. İlk defa

ALİ İPAR İLHAN ARAKON

Salgın filminin yapımcısı Ali İpar

filmin çekimini şöyle anlatıyor:

“Filmi, küçük 16 mm. bir el

kamerasıyla çektik. Bir ara bir

singer dikiş makinesi motorunu

tecrübe ettik. Makine kurma

olduğu için azami 28 saniyelik

çekim yapılabiliyordu.

Ben senarist olarak oturup

sahneleri 28 saniyeyi

geçmeyecek şekilde baştan

yazıyordum... ”

ye değildi. Onu adapte ettik ve çekime giriştik. Se­ naryo ve diyaloglar benimdi, ama ben filmi İlhan Arakon’un filmi sayıyorum. İnanılmaz teknik zor­

lukları yenerek, o günün şartlan altında imkân­ sız denecek şeyleri yaparak bu filmi tamamladı. Küçük, 16 mm. bir el kamerasıyla çektik. Bir ara bir Singer dikiş makinesi motorunu tecrübe ettik. Makine, kurma olduğu için azami 28 saniyelik çe­ kim yapılabiliyordu. Ben senarist olarak oturup sahneleri 28 saniyeyi geçmeyecek şekilde baştan yazıyordum. Tam bir macera oldu.

— Peki, sizin filmin ilk renkli film çekimi ol­ duğunu söyleyebilir misiniz? Ve ilk film deneme­ nizde renkli çalışmak nerden aklınıza geldi?

— Biz bu filmi çekmeye 1952’de başladık. Ha­ tırımda kaldığına göre, bizimkisi ilk teşebbüstü. Ancak sinemalarda gösterimi gecikti. Bilirsiniz, filmler çekilir, çekildikçe yıkanır ve seyredilir. Böylece yönetmen neyi nasıl çektiğini bilir, gere­ kirse bazı sahneler baştan çekilir. Biz bunu yapa­ madık. Türkiye’de o yıllarda renkli film yıkatmak imkânı yoktu. Filmin tümü çekildi, Amerika’ya laboratuvarlara yollandı. Filmin ilk sahneleri bo­ zuk çıktı, onları bir ’narration’ (anlatma) ile ge­ çiştirmek zorunda kaldık. Kurguyu ben Amerika’­ da bizzat yaptım. Bütün bunlar nedeniyle film ge­ cikti, “ Halıcı Kız” öne geçti.

B a şlıca k aygı

— Bu filmi çekerken örnek aldığınız bir tür, bir film veya yönetmen oldu mu?

— Valla bizim o teknik şartlarımız altında faz­ la düşünmek, kimseyi örnek almak fırsatımız ol­ madı, tek düşüncemiz bu zor işi kazasız belasız bitirmekti.

— tik gördüğünüzde film sizi tatmin etmiş miydi?

— Şartlara göre evet. Ama sonuç olarak vasat bir filmdi. Kötü bir film değildi, çünkü Amerika’­ da hem sinemalarda, hem de daha sonra TV’de gösterildi. İstanbul’u da oldukça güzel şekilde kul­ landığımızı sanıyorum.

— Film, yatırdığınız parayı çıkardı mı?

— Doğrusu bu filme fazla para yatırmadık. Bir hayli amatör bir işti bu... Sessiz çekildi, benim

ha-renkli film çekmek, bana çok dertli gelmedi. Renk »uzmanı filan kullanmadık. Türk sinemasında renk uzmanı, daha sonra da yıllarca kullanılmadı. Ama

“ Halıcı Kız” daki büyük hatalara düşmedik sanı­

yorum. O filmde, ışık yetmez diye hep dekorlar­ da çekim yapıldı. Tüm dekorlar iğretiydi, salla­ nıyor, gölgeler düşüyordu. Halk kahkahalarla gül­ dü, rahmetli Cezmi Ar’m tüm kameramanlık ça­ bası boşa gitti. 16 m m .’Iik bir Bolex makineyle ve 12 kilovatlık ışıkla yapılabileceğin en iyisini yap­ tık sanıyorum. Işık, en büyük sorunumuz oldu çe­ kimde... Filmler o zaman şimdiki kadar hassas de­ ğildi, şimdi kullandığımızdan nerdeyse 40 misli fazla ışık gerektiriyordu. Birçok sahneyi en geniş açıyla, 1-2 diyaframla çekmek zorunda kaldık. Dolayısıyla netlik, derinlik çok azalıyor, objektif­ ten netliği sürekli Kontrol etmek gerekiyordu. Gece sahneleri çoktu, jeneratör gerekiyordu. Bulduğu­ muz jeneratörler iyi çalışmıyor, bazen akşam 8’de başladığımız çekime, jeneratörün keyfi yüzünden ancak geceyarısı girişebiliyorduk.

Bir araba kazası sahnesi vardı, Ali İpar’ın bir arkadaşından ödünç otomobil almıştık, Ali de ara­ bayı kimseye emanet etmediği için başına bir pe­ ruk takarak kendisi kullandı. Kaza geçirmiş ara­ ba süsü vermek için krikoyla kaldırıp ağacın üs­ tüne çıkardık, üstüne de kırık cam, teneke parça­ ları yapıştırdık.-Arabanın sahibi, çekim için ora­ lara gelince ve arabasını o halde görünce fenalık geçirdi.”

R en k li filııı d e n e y i

“ Salgın” ın çekim serüvenleri bitecek ve bu ya­

zıya sığacak gibi değil. İpar, Arakon ve diğerleri­ nin bu filmi çekerken kendilerini bir işin, sinema­ daki teknik bir aşamanın öncüleri gibi gördükle­ rine kuşku yok. İlhan Arakon, bu filmden sonra 10 yıla yakın Türkiye’de renkli film deneyiminin niye durduğunu anlayam adığını söylüyor. 1965’lerde, renkli film yeniden gündeme geldiğin­ de, ilk filmlerin bir kısmını çekmek de yine ona nasip olmuş. “ Salgın” , böylece nisbeten yakın ta­ rihine karşın, Türk sinemasının ‘arkeolojik’ dö­ nemine ait bir buluntu nerdeyse..

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Çoğu bilim insanı 55 milyon yıl önce Dünya’yı ortalama 4°C ile 8°C kadar ısıtan küresel ısınmanın sorumlusu olarak metanı gösteriyor..

Bu bölümde; orman bölge müdürlüğü, işletme müdürlüğü ve planlama biriminin isimleri; amenajman planına ait genel bilgiler; aynı yaşlı işletmeler için

This study w as conducted among women with different socio-dem ographic ch a ra cte ristics in order to determine their knowledge about early detection methods,

çalışmalarını Mesut’a bildiri­ yor, Mesut da eve gelerek bize aktarıyordu.” O N CE KEŞİF >lami H areket’in İnfaz T im i’nde görevli Tamer Arslan,

،لصلأا يف مكحلا توبث يف رثؤملا حلاصلا فصولا( اهنأب ةلعلا فرع :يدنقرمسلا حيحصلا وه اذه نأ ربتعاو 8 ،)ًاسايق هيف مكحلا كلذ لثم تبثي عرفلا يف هلثم دجو ىتم ةلعلا

“Eko sistemlerin neredeyse üçte ikisi çok ağır bir şekilde tahrip edildi” diyor, “Dolayısıyla insanlar, tüm canlı türlerini etkileyen ekolojik krizi, -küresel

Dereler üzerinde sarp yamaçları bağ- layan bölgenin bütün özelliklerini taşıyan bir kaç güzel köprüyü de ihmal etmemiş ayrıca kitabın sonunda yapı terimlerini top-

olduğu gibi, toprak şoseyi asfalta, ve asfalt yolu şe- hirlere bağlıyan daha geniş daha mükemmel ana şoselerle bütün memleket örülmüş bir haldedir. Çiftçinin