• Sonuç bulunamadı

Başlık: Türkiye'de Ulusçuluk ve Dil PolitikalarıYazar(lar):TİMİSİ, NilüferCilt: 1 Sayı: 2 DOI: 10.1501/Iltaras_0000000055 Yayın Tarihi: 2003 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: Türkiye'de Ulusçuluk ve Dil PolitikalarıYazar(lar):TİMİSİ, NilüferCilt: 1 Sayı: 2 DOI: 10.1501/Iltaras_0000000055 Yayın Tarihi: 2003 PDF"

Copied!
10
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Kitap Eleştirileri • 131

Türkiye'de Ulusçuluk ve Dil Politikaları

• ' & ' . •

Nilüfer Timisi

Türkiye'de Ulusçuluk ve Dil politikaları Hüseyin Sadoğlu (2003)

istanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları (383 sf.) Türkiye'de özellikle Avrupa Birliği uyum süreciyle birlikte yoğun olarak tar-tışılan konuların başında anadilde eğitim ve anadilde yayıncılık gelmektedir. Uyum yasalarıyla yapılan değişikliklerle birlikte Türkiye'de resmi dil olarak kabul edilen Türkçe dışında "azınlık dil ve lehçelerde" eğitim ve yayın yapılmasına ilişkin yasal ve yönetmeliksel düzenlemeler gerçekleş-tirilmiştir ve gerçekleştirilmeye devam et-mekle birlikte uygulama henüz başlangıç aşamasındadır. Bu anlamda bu değişimle-rin tarihi üzedeğişimle-rine ve toplumsal sonuçları üzerine derinlikli analizler yapabilmek belirli bir zamana ihtiyaç göstermektedir. Bu tartışmalar gerçekleşirken Türkiye'de Ulusçuluk ve Dil Politikaları ismiyle ya-yınlanan Hüseyin Sadoğlu'na ait olan ki-tap, önemli bir kaynak olarak bu alanda

hissedilen boşluğu dolduracak niteliğe sa-hiptir. Sadoğlu'nun doktora çalışmasına dayanan kitap ülkemizde 1839-1950 arası döneminde uygulanan dil politikalarını tarihsel bir analiz içerisinde, karşılaştır-malı bir okumayla ve ayrıntılı bir araştır-maya dayalı olarak irdelemektedir. Top-lam dört bölümden oluşan kitap, sonunda yer alan eklerle birlikte bir belge niteliği de taşımaktadır.

Yazar birinci bölümde modern ulus devletin oluşumu ile dil politikaları ara-sındaki ilişkiyi analiz etmektedir. Ulusal-devlet ve ulus-Ulusal-devlet arasındaki ayrıma dikkat çeken yazar, ulusal-devlet merkezi bir siyasal organizasyona sahip olmakla birlikte güçlü dinsel, dilsel ve sembolik kimlik bağlarını da kabul eden devlettir. Ulusal-devlet 18.yy öncesi mutlak monar-şilere kadar geri götürülebilir. Ulus-devlet ise egemen bir siyasal iktidar olarak nüfu-sunun tamamının yaşamını organize etme kapasitesine sahip ve katılımcılığı öne

(2)

132 • iletişim: araştırmaları

karan bir siyasal birimdir. 16.yy'dan itiba-ren başlayan ulusal-devlet eğilimi Batı monarşisinin laikleşme adına bir yandan Kilise'yi, diğer taraftan merkezileşme adı-na feodal güç odaklarını tasfiye etmesiyle modern devlet formunu eksiksiz bir şekil-de tamamlamıştır. Bu süreç dinsel birliğin dili olan Latince'ye karşı ortak bir idari di-lin kullanılmasına geçiş anlamına da gel-mektedir. Egemen halk dillerinden bir ya da bir kaçını temsil eden merkezi idari dil, matbaanın kullanımı ile birlikte dil birliği-ne doğru bir yöbirliği-nelime kavuştu. Protestan-lık da Latince'nin egemen kullanımı karşı-sında halk dillerini kullanarak yaygınlaş-mıştır. Başlangıçta Reform'la harekete ge-çen kapitalist yayıncılık, ardından kendi iç dinamikleriyle kimi halk dillerini öne çı-kararak onları ulusal dile dönüştürmüş ve söz konusu dillere sabitlik kazandırarak ortak bir forma sokmuştur (12). Birinci bö-lümde Fransa, Almanya, İngiltere örnek-lerinden yola çıkarak ulus-devletin oluşu-munda kilise dili ile halk dilleri arasında-ki mücadeleyi anlatan yazar, bu bölümü modern devletlerde dil planlamasını ana-liz ederek bitirmektedir. Özellikle çok dil-li toplumlarda etnik aidiyetlerin yerine ulus aidiyetini ön plana çıkarma dil plan-lamasını gerektirmektedir. Dil planlaması ulusal alanda bulunan dil sorunlarına ör-gütlü bir biçimde çözüm arama biçimidir (37). Yazar bu noktada dil planlaması ile dil standartlaşması arasındaki ayrıma dik-kat çekmektedir. Dil standartlaşması daha

çok terimlerde standartlaşmayı hedefler-ken, dil planlaması alt-üst değişkelerin birleştirilmesi yanında, özellikle çok dilli siyasal birimlerde yeni bir normun seçimi, değiştirilmesi, geliştirilmesi ve benimsetil-mesi süreçlerini de kapsar (37). Asimilas-yonist stratejiler ya da resmi tek-dillilik, politik bir topluluğu yönlendirmede baş-vurulan bir strateji olarak, genellikle hal-kın çoğunluğunun konuştuğu dili yasak-lama ya da özendirme çerçevesinde, ön plana çıkarma girişimi iken, resmi çok-dil-lilik stratejisi, bir devletin siyasal sınırları içerisinde birden fazla dile resmi statü ta-nınmasını ifade etmektedir.

- Kitabın ikinci bölümü "Tanzimat Dö-nemi: Dilde Havas'tan Avam" a başlığını taşımaktadır. Osmanlıca ya da Osmanlı Türkçesi 14.yy'dan itibaren Anadolu Türkçesi'ni nitelemek amacıyla kullanıl-mıştır. Ancak bu adlandırma Osmanlı Türkleri arasındaki konuşma dilini değil, Arapça-Farsça etkisi altında şekillenen ya-zı dilini ifade etmektedir. Yazar Türk-çe'nin sanat, edebiyat ve yönetim alanın-da Arap-Fars etkisi altına girmesinin Sel-çuklular döneminde başladığına işaret et-mektedir. Bunun nedeni Selçuklulan oluş-turan halkın göçebe niteliğine karşılık, sa-nat, edebiyat ve kültürün yerleşik temsil-cilerinin etkisidir. Her ne kadar 1277'de Karamanoğlu Mehmed Bey milliyetçilik bilinci ile yönetim kadrolarını ve dilini Türkçeleştirse de medreselerle birlikte eğitim dilinin Arapça olması Arap

(3)

etkisi-Timisi* Türkiye'de Ulusçuluk ve Dil Politikaları • 133

tft.

nin yaygınlaşmasına ve güçlenmesine ne-den olmuştur. Osmanlı devleti Türkçe'yi resmi dil olarak kabul etmiş olmasına kar-şılık bu dil halkın kullandığı dilden tama-men farklı Türkçe-Arapça-Farsça-Acemce karışımı bir dildir. Bu dil Tanzimat öncesi dönemde yüksek sınıflarla halk arasında-ki toplumsal hiyerarşinin kurulması ve sürdürülmesine de hizmet etmiştir. Os-manlı İmparatorluğu 16-18.yy'lar arasın-da günlük konuşma dilinden oldukça farklı bir yazı dilinin varlığı ile birlikte, gayrimüslimlerin kendi dilleri, etnik fark-lılıklara dayalı diller gibi çok-dilli bir yapı göstermektedir. Millet sisteminin egemen olduğu Osmanlı'da gayrimüslim gruplar kendi eğitim kurumlarında kendi cemaat dillerini kullanmaktaydı. 1839 Tanzimat Fermanı millet sisteminden ulus sistemine geçişin başlangıcıdır. Bu süreçle birlikte millet sistemini besleyen İslamcılık yerine ulus sistemini besleyen ve Müslüman ol-mayan unsurları da içine alan Osmanlıcı-lık, toprağa bağlı bir bütünleşmeyi ön pla-na çıkaran ve siyasal meşruiyetin böyle sağlandığı temel bir ideolojik duruşu tem-sil etmektedir. Ali ve Fuad Paşalar, Namık Kemal, Ahmed Mithad Efendi'nin sözcü-lüğünü üstlendiği Osmanlıcılık dinsel ve etnik köken farklılıkları gözetilmeksizin bütün tebaayı içine alan siyasal bir örgüt-lenmeyi hedefliyordu. Osmanlıca ise "Türkçe, Arapça, Farsça"dan oluşan bir dil olarak Tanzimat öncesi kullanılan "Li-san-ı Türki" yerine kullanılmaya başlandı.

Tanzimat'la birlikte eğitim kurumları da siyasal birliği yaratmanın araçlarından bi-ri olarak görülmüş ve hemen bütün eğitim kurumlan gayrimüslimlere de açılmış ol-masına karşılık dil birliğinin varolmaması nedeniyle fazla başarılı olamamıştır. Tan-zimat devlet-cemaat arasındaki ilişkiyi bi-rey-devlet arasındaki bir ilişkiye dönüş-türmeye çalışırken, özellikle entelektüel-ler ve aydınlar arasında yaygınlaşan an-cak halkla bütünleşemeyen bir Osmanlıca ortaya çıkarmıştır. 18.yy'dan itibaren yazı dili ile konuşma dilini birleştirme, yazı di-lini sadeleştirme ve yaygınlaştırma giri-şimleri merkezi bir devlet ve bürokrasisi-nin temel ihtiyaçlarından biri haline gel-miş, buna karşılık devlet bürokrasisinin Batı ile ilişkilerinin yoğunlaşması Batılı sözcük ve terimlerin de yazı dili içerisine girmesine neden olmuştur. Bu dönemde standart bir ulus dili oluşturulmasında en önemli engeller, sınıf lehçeleri, taşra ağız-ları ve diğer azınlık dilleri olarak belirgin-leşmektedir. Bu dönemin ayırt edici bir di-ğer özelliği ise dil sorununu da içerecek biçimde, bir üniversitenin altyapısının oluşturulması girişimi olarak görülen En-cümen-i Daniş'in kurulmasıdır. Bu dö-nemde Tanzimat aydınlarının dile ilişkin düşüncelerine yer veren yazar, dilin sade-leştirilmesinde yazılı basının gelişmesinin etkilerini de analiz etmektedir. Takvim-i Vekayi, Ceride-i Havadis, Tercüman-ı Ah-val gibi gazetelerin öncülüğünde halkın bilgi alma hakkının önündeki engellerden

(4)

134 • iletişim : araştırmaları

biri olarak görülen yazı dili ile konuşma dilinin birbirinden farklı olması ve yazı dilinin ağır ve ağdalı yapısının ortadan kaldırılmasına ilişkin bir eğilim başlamış-tır.

II.Abdülhamit dönemiyle birlikte res-mi ideoloji, Osmanlıcık yerine İslamcılık'ı benimsemeye eğilimli görünmektedir. Arapça'nın egemenliği anlamına gelen İs-lamcılık her ne kadar saray tarafından ka-bul edilse de Kanun-ı Esasî (Osmanlıca-Türkçe Sözlük, 2002, Develioğlu) ile bir-likte devlet dilinin Türkçe olarak belirlen-mesi, yazılı basının gelişen gücü Türk-çe'nin sadeleşmesi hareketini sürdürmüş-tür. Bu dönemde eğitim kurumlarında ve özellikle gayrimüslim eğitim kurumların-da Türkçe dil eğitimi konulmuş, İkkurumların-dam, Sabah gibi kimi gazeteler devletin resmi dilinin herkes tarafından bilinmesi zorun-luluğuna ilişkin yaklaşımlar sergilemişler-dir. 19 Mart 1877'de açılan ilk Osmanlı Parlamentosu da çok-kültürlü bir Osman-lı'nın portresini gözler önüne sererken, farklı unsurları bir arada tutacak bir üst dil ve üst- kimlik ihtiyacını da belirgin kıl-mıştır.

Üçüncü bölümde ele alınan Jön Türk dönemi, "ulusal bir tahayyül olarak dil topluluğu" başlığını taşımaktadır. Bu dö-nem, dilde sadeleştirmeden Türkçe'nin ortak bir ulus dili olarak kabul edilmesine doğru bir tarihsel dönemi içermektedir. Jön Türk hareketi, hürriyet ve adaletin

egemen olduğu bir rejimin kurulmasıyla Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasını engellemeye çalışmaktaydı. Yeni Osman-lıcılık hareketinin devamı ile birlikte gide-rek Türkoloji çalışmalarının başladığı bir dönemdir Jön Türk dönemi. Şemseddin Sami'nin çalışmaları dil ve ulusal kimlik ilişkisini kurarken, dönemin gazeteleri Sa-bah, Tercüman-Hakikat ve İkdam dil re-formuna ilişkin tartışmalarıyla dikkati çekmektedir. 1908'de kurulan Türk Der-neği, Türk dili ve tarihi konusunda çalış-malarıyla dikkat çekmiştir. Derneğin ama-cı Türkçe'nin yalnızca Osmanlı sınırları içinde değil, uluslararası alanda da yay-gınlaştırılmasını sağlamaktır. Genç Ka-lemler dergisi etrafında bir araya gelen bir grup aydın ise dilde sadeleştirmenin öne-mine dikkat çekmiştir. Aralarında Ömer Seyfeddin, Ziya Gökalp'in de yer aldığı bu hareket daha sonra Yeni Lisan Hareke-ti'nin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu dönem ayrıca Türk Yurdu Cemiyeti ve Türk Ocağı'nın kurulduğu; dil, millet, Os-manlıcılık, Türkçülük, Türk Lehçelerinin birleştirilmesi gibi tartışmaların yoğun olarak yapıldığı önemli bir tarihsel dö-nemdir. Bu dönemin tartışmaları Cumhu-riyet dönemi dil ve ulus tartışmalarına kaynaklık edecektir.

Kitabın dördüncü bölümü Cumhuri-yet dönemi dil politikalarını analiz etmek-tedir. Bu analiz oldukça kapsamlı bir tarih okuması olarak aynı zamanda dilin yeni bir ulus inşasında işlevini ve olanaklarını

(5)

Timisi- Türkiye'de Ulusçuluk ve Dil Politikaları • 135

ele almaktadır. Yazar'a göre Kemalist ulusçuluk temelde yurttaşlık bağlarına dayalı, ancak bu soyut bağlılığı dil ile güç-lendirmeye çalışan bir siyasal ulusçuluk modelidir. Yazar Türk ulusçuluğunun en önemli sorunsallarından birinin Batı ve Batılılaşma karşısında alınan tavırla ilgili olduğunu belirtmektedir. Mustafa Ke-mal'in "Ulusçuluk", "Batılılaşma"(Mede-nileşme) ve "Laiklik" ilkeleri üzerinde yükselen Kemalist devrim gelenekle sıkı bir mücadeleyi içeriyordu. Bu mücadele-nin temel kaynaklarından biri Ziya Gö-kalp'tir. Gökalp Batılılaşma ve Türk ulus-çuluğu arasında uzlaştırılması imkansız bir zıtlık olmadığını savunurken iki akım-dan ilkinin "medeniyet", ikincisinin "kül-tür (hars)'İe ilişkili farklı iki alanı temsil ettiğini söylemektedir. Her iki ideal farklı ihtiyaçlara cevap vermesi nedeniyle bir-birlerine zıt şeyler olarak konumlandınla-maz. Doğu (İslam) ve Batı (Avrupa) ara-sındaki karşıtlık yerine toplumsal yaşa-mın farklı alanlarına tekabül eden "Milli-yet", "Beynelmileliyet" ve "Asriyet" kav-ramları çerçevesinde uyumlu bir biçimde çalışan bir toplumsal sistem önermekte-dir. Bu önermenin ne derece doğru oldu-ğu dildeki değişime uygulandığında gö-rülebilir (191). Gökalp dili bir ulusun ba-şat tanımlayıcı kriteri olarak ele alır. "Türk dili bir yandan "asriyet"in, diğer yandan "beynelmileliyef'în ve "milli-yef'in gereklerine göre şekillendirilmeliy-di. Buna göre dil muasırlaşma

mefhum-larda (kavrammefhum-larda), "beynelmileliyetleş-me" terimlerde, "millileş"beynelmileliyetleş-me" ise gramer ve imlada kendini göstermeliydi. Bu du-rumda bireysel bir icadın konusu olan Ba-tılı mefhumlar Türkçeleriyle karşılanmalı, ancak terimler konusunda "İslam Beynel-mileliyeti"nin ortak Arapça-Farsça sözcük dağarcığından yararlanmalıydı. Bu yönde bir dil reformu "lisanımızı mana itibariyle muasırlaştırmak, ıstılah cihetiyle İslamlaş-tırmak... sarf, nahiv, imla hususlarında Türkleştirmek" demekti ve benzer bir yöntem toplumsal yaşamın farklı alanları-na uygulandığında da sorun yaşanmaya-cağı açıktı" (191). Gökalp'in dile ilişkin tartışmaları Gökalp sosyolojisinin kültür-medeniyet ayrımında ulusal kimliğin ta-nımlanmasında temel bir yer taşımakta-dır. Nitekim yazar Ziya Gökalp ile birlikte Cumhuriyet döneminin Türkçü kadroları-nın dil ve ulusal kimlik konusundaki vur-gularına dikkat çekmektedir. Hamdullah Suphi bir diğer temel referans olarak Türk kimdir? Sorusuna şu yanıtı vermektedir: "Türkçe konuşan, Müslüman olan ve Türklük sevgisini taşıyan Türk'tür". An-cak gerek Gökalp gerekse Hamdullah Suphi dinin kimlik için kurucu bir unsur olduğu konusunda daha fazla hemfikir-dir. Benzer biçimde Ahmed Ağaoğlu da İslam ve Türkçülük arasında birbirini dış-layan değil ancak bütünleyen bir ilişki kurmaktadır. Din ve milliyet arasında ku-rulan bu ilişki, Cumhuriyet rejiminin dini kamusal alandan dışlaması anlamında bir

(6)

136 • iletişim : araştırmaları

laiklik ilkesiyle çatışma ilişkisi içinde de-ğildir. Yukarıda sözü edilen yazarlarla birlikte Türkçü-İslamcı çizginin temsilcile-rinden Kazanlı Ayaz İshaki de Kuran'ın Türkçeleştirilmesinden, ibadet dilinin Türkçeleştirilmesine kadar bir dizi reform girişiminin destekleyicileri olmuşlardır. Bu çizginin temel eğiliminin İslamı Türk-leştirmek olduğu söylenebilir. Nitekim yazar da bu saptamayı vurgularken Gö-kalp'in "Vatan" şirinini örnek olarak ver-mektedir. Gökalp her ne kadar daha son-raki yıllarda ezan ve namazın Türkçeleşti-rilmesine bir mesafe koysa da bu şiirinde camilerde okunan Türkçe ezanın Vatan duygusunu oluşturmadaki önemine deği-nir.

Cumhuriyet projesi ulusal bir kimlik oluşturma ihtiyacını yukarıda ifade edilen yazarların konumlarından farklı bir yerde durarak oluşturmaktadır. Cumhuriyetin projesi de bir zihniyet devrimini gerekli kılıyordu ancak bu Gökalp'in betimlediği manada bir hars-medeniyet ayrımı içinde oluşan değil, bütünlüklü bir zihniyet deği-şimidir. Yazar Kemalist ulusçulukdan ay-rıldığı konumu şöyle belirtir: "Kemaliz-me göre kültür "Kemaliz-medeniyetten bağımsız bir içeriğe sahip olmadığı gibi 'modern esas-lara göre' yeniden oluşturulabilen ve ya-ratılabilen bir alan" (200) Kemalizm ulusal bir kimlik inşasında muhafazakar kültürel kodları güçlendirme kolaycılığına gitme-den "muassır megitme-deniyete layık" yeni bir kimlik oluşumunu hedefine almıştır.

Kemalist devrimler arasında dil devri-mi kimlik projesi açısından belki de en önemlisidir. Bu yalnızca dilin yabancı söz-cüklerden arındırılması, okur-yazarlığın kolaylaştırılması anlamında değil aynı za-manda düşünme pratiğinde bir değişimin sağlanmasıyla ilişkilidir. Yazarın Ata-türk'ten alıntılayarak verdiği örnek dil ve düşünme arasındaki ilişkiyi mükemmel bir biçimde ortaya koymaktadır. Ata-türk'e göre "kaza ve kader" ile "talih ve şans" tabirleri arasındaki fark, sadece eti-moloji sorunu değildi; aynı zamanda çok açık bir anlam farkı söz konusuydu. Tabi-atta önceden belirlenmiş ve değişmez bir durum yoktu ve bütün insan edimleri bi-reysel iradenin bir sonucuydu... Başarı ya da başarısızlık, fırsatları iyi değerlendir-mekle ilgiliydi. Atatürk'e göre "kaza ve kader" sözcükleri Türk ulusuna yaygın-laştırılması hedeflenen dünya görüşüne tamamen yabancıydı( 202). Bu dünya gö-rüşü bilimin merkeze alındığı rasyonel ka-rar verme sürecine dayalı pozitivizmin içinden biçimlenecektir.

Dilde yapılan reformun uygulama alanlarından en tartışmalısını ibadet dili-nin Türkçeleştirmesi oluşturmaktadır. Din dilinin Türkçeleştirilmesine ilişkin tartış-malar Tanzimat'a kadar götürülmekle bir-likte bu düşüncelerin siyasal bir destek bulması için Cumhuriyet'i beklemek gere-kecektir. Din, Türkiye Cumhuriyetinin uluslaşma sürecinde ikili bir değerlendir-meye tabi tutulmuştur. Öncelikle ulusal

(7)

Timisi' Türkiye'de Ulusçuluk ve Dil Politikaları • 137

bir kimlik yaratmada Müslümanlık, bir ortak payda olarak araçsal bir biçimde kullanılmıştır. Diğer yandan dinin kamu-sal alanda yönlendirici olması uluslaşma sürecini de olumsuz bir biçimde etkile-mektedir. Kemalist ideolojinin laikliğe ilişkin vurgusu dinin özel alanla sınırlan-ması üzerinedir. Bu çerçevede Atatürk 1 Mart 1922 tarihine TBMM'de ve 7 Şubat 1923'te Balıkesir de yaptığı konuşmalarla iman ile lisan arasındaki koşutluğa dikkat çekmiş ve ibadet dilinin Türkçeleştirilme-sinin önemini vurgulamıştır. Camilerde Türkçe hutbeler ilk kez Diyanet İşleri Re-isliği tarafından hazırlanarak 1927 tarihin-de okunmuştur. Kuran'in Türkçe'ye çevri-lerek ibadetlerde uygulanması ise büyük tartışmalara neden olmuştur. Bu çerçeve-de yapılan tartışmalarda reformcu kanat Kemalist devrimlerin özüyle uygun bi-çimde ibadetin de Türkçeleştirilmesini sa-vunmaktadır. Özellikle dönemin etkili ga-zeteleri olan Vakit, Milliyet ve İkdam Türk-çe ibadeti desteklerken Ağaoğlu Ahmed "Türkçe Haram Lisan mıdır?" başlıklı ya-zısıyla "eğer din ve dil eskisi gibi muhafa-za edilecekse, devrimlerin toplumsal ya-şamımızdaki en ufak yansımasından bah-sedilemezdi" demektedir (269) Din ibade-tinin Türkçeleştirilmesine ilişkin tartışma-lar İslam'da Reform adıyla günümüzde de sıkça uzmanların ve kamuoyunun gün-demini oluşturmaktadır. Benzer tartışma-lar Cumhuriyetin ilk yıltartışma-larında da yine İs-lam'da Reform şeklinde

gerçekleştirilmiş-tir. 1928 yılında Darülfünun'a bağlı İlahi-yat Fakültesi'nde bu konuda oluşturulan bir komisyonun hazırladığı rapor İs-lam'da ibadetlerin yeniden düzenlenmesi-ne ilişkin oldukça radikal ödüzenlenmesi-nerileri içer-mektedir. İbadet şekli, ibadet dili, ibade-tin niteliği ve ibadeibade-tin fikriyatı çerçevesin-de yapılan öneriler "henüz zamanı gelme-miş" bir proje olarak askıya alınmıştır. 1932 tarihi Türkçe ibadet uygulamaları konusunda Atatürk'ün direnciyle önemli bir tarih olmuştur. Türkçe Kuran'dan son-ra Türkçe ezan ilk kez 30 Ocak 1932 tari-hinde okunmuştur. Yine aynı günlerde Ayasofya Camii'nden de "Tanrı uludur" diye başlayan Türkçe ezan okunmuştur. Günün yazılı basını tarafından destekle-nen Türkçe ibadet her ne kadar devlet eliyle diğer illere de yayılmaya çalışılsa da, kimileri bizzat Atatürk tarafından bas-tırılan tepkiler ise azımsanmayacak bo-yutlardadır. Türkçe ezan, kamet ve hutbe-ler 16 Haziran 1950 tarihine kadar uygu-lanmıştır. Bu noktada yazarın kısaca be-lirttiği ancak üzerinde daha fazla araştır-ma yapılaraştır-ması gereken bir konu Müslü-manlık dışındaki diğer dinlerin de her-hangi bir dil sınırı getirilmemiş olmasına karşılık, ibadetlerini Türkçe yapma konu-sundaki katılımlarıdır. Türk Ortodoksları 1933 tarihinde Galata'daki kilisede Türkçe ayin yaparken, Musevi yurttaşların kur-duğu Türk Kültür Birliği de 3 Ekim 1940 tarihinde Havralardaki dinsel törenlerde Türkçe'nin kullanılması kararını almıştır.

(8)

138 • iletişim: araştırmaları

Dil tartışmaları içerisinde azınlıkların konumu en dikkate değer olanıdır. Yazar kitapta ayrıntılı biçimde Türkiye'de azın-lık dillerinin kullanım alanlarına ilişkin bir değerlendirme yapmaktadır. Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde azınlık dilleri özel alanda kullanılmakla birlikte, Osman-lıca resmi alanda ortak bir dil konumun-daydı. 1924 tarihli Anayasa resmi dilin Türkçe olduğuna ilişkin bir düzenleme içermektedir. Türkiye Cumhuriyeti sınır-ları içerisinde yaşayan ve yurttaşlık bağı ile Cumhuriyete bağlı olan herkes için kapsayıcı olan bu düzenleme ülkedeki farklı etnik dillerini kamusal alanda kulla-nılacak diller olarak saptamamaktadır. Bu düzenlemeye ilişkin istisna Lozan Antlaş-ması hükümleri ile getirilmiştir. Azınlık statüsüyle belirlenen Rumlar, Ermeniler, Yahudiler'in dillerine ilişkin özgürlükleri "gerek özel gerekse ticari ilişkilerinde, din, basın ya da her çeşit yayın konularıyla açık toplantılarında dilediği dili kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama konamaz" ibaresi ile korunmuş olmaktadır. Türkçe'den farklı dillere sahip yerel etnik toplulukların var-lığına karşılık, Türkiye Cumhuriyeti sınır-ları içerisinde farklı bir azınlık statüsü sap-tanmamıştır. Yazar'a göre bu, Türkiye Cumhuriyeti'nin hakim milletten bir ulus yaratma projesinin nihai bir sonucudur. Dil ulusal kimliğin kurulmasında temel fonksiyona sahip araçlardan biri olarak ay-nı zamanda farklı etnik grupların Türkleş-tirilmesi amacına da hizmet etmiştir. -'.

Müslüman unsurlar içerisinde farklı dillere ilişkin bir politika düzenlemesi özellikle Türk Ocakları'nın kongrelerinde temel gündem konularından biri olmuş-tur. Arap, Rum, Çerkez, Boşnak, Arnavut, Kürt vb grupların kendi dillerini konuşma alanları her ne kadar kendi özel alanların-da ise de, bu kullanım biçiminin bir cema-at duygusunu güçlendirerek, ulusal kimli-ğe ilişkin tehdit oluşturabileceği endişesi sürekli tekrarlanan ve önlem alınması ge-rektiren bir konu olarak belirginleşmiştir. Özellikle Darülfünun Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti tarafından başlatılan "Vatandaş; Türkçe Konuş" kampanyası yazılı pankartlar şeklinde kamusal me-kanlara asılmıştır. Günün medyası tara-fından da desteklenen kampanya başlan-gıçta gayrimüslim azınlıkları hedeflemek-le birlikte giderek Müslüman grupları da içermiştir. Yazarın aktardığı örnekler arasında özellikle İstanbul, İzmir Belediyeleri'nin Türkçe'den başka bir dil-le müşteri çağıran seyyar satıcıların cezalandırılması kararları dikkate değer-dir. Yazar 14 Haziran 1934 tarihli İskan Kanunu'nun da göç ve nüfusla ilgili ol-duğu kadar asimilasyonla ilgili de bir kanun olduğunu söylemektedir. İskan Kanunu farklı dil topluluklarının iskan esaslarını da ayrıntılı bir biçimde düzen-lemiştir. "

Dil planlaması çerçevesinde eğitim kurumları da kitapta incelenmiştir.

(9)

Cum-.". '£'•',.'•'&': ^ '

Timisi- Türkiye'de Ulusçuluk ve Dil Politikaları • 139

huriyet döneminde bir yandan Türkçe eğitim veren okulların sayısı artırılırken, diğer taraftan farklı dillerde eğitim yapan cemaat ve yabancı okullarını denetim al-tına alınmıştır. Ancak Türkçe dışındaki Müslüman grupların dillerinin eğitim kurumlarında okutulmasına ilişkin yay-gın bir tartışmanın varolmadığı görül-mektedir. Anadil olarak Türkçe dışında herhangi bir dile ilişkin bir tanımlama yapılmazken, Türkçe yabancı okullarda zorunlu dersler arasında okutulmuştur.

Kitabın dördüncü bölümünde ayrıntılı biçimde ele alınan bir diğer konu Güneş Dil Teorisi'dir. 1936 yılında toplanan III. Türk Dili Kurultayı'nda ayrıntılı biçimde tartışılan ve benimsenen bu teori Türk Tarih Tezi ile ilişkili olarak bütün dillerin kökeninin Türkçe'den türediğine ilişkin bir sonuç ortaya koymaktadır. Yazar bu tezin giderek dilde sadeleştirme hareketine yaptığı etkiyi analiz etmek-tedir. Bütün diller eğer Türkçe'den türemişse sadeleştirme gibi bir girişime neden ihtiyaç duyulacaktır?.

Yazar kitapta Türkiye'de Tanzimat'la başlayan ve Tek Parti Dönemi'nin sonuna kadar geçen tarihsel süreç içerisinde ulusal kimlik ve dil ilişkisi açısından üç temel eğilimin mevcut olduğunu söy-lemektedir. Bunlar, 1. Tanzimat dönemi, yazı dilinde sadeleştirme döneminin baş-langıcı; 2. Jön Türk dönemi, dile dayalı yeni bir ulusal tahayyülün yaratılmaya

çalışıldığı dönem, 3. Cumhuriyet dönemi, Osmanlı nüfus bakiyesinin dil aracılığıyla Türkleştirilmeye çalışıldığı dönemdir.

Tanzimat dönemi matbaanın yaygın olarak kullanımı ile birlikte bu tek-nolojinin gereksinim duyduğu yeni bir yazı diline geçilmesini zorunlu kılmıştır. Giderek yaygınlık kazanan günlük basın için de sadeleştirilmiş bir yazı dili önemli hale gelmiştir. Yazı dilinin sadeleştiril-mesi bürokrasinin bir gereği olarak belir-ginleşirken, yurttaşla iletişim kurma gereksiniminin de bir sonucudur. : . ; Tanzimat dönemiyle birlikte başlayan ve Jön Türk dönemiyle belirginleşen "yeni bağlarla birbirine bağlı bir halk" yaratmak fikri Osmanlıcılık olarak başlamış, Jön Türklerle birlikte Türklük üzerine bir vur-guyla devam etmiştir. Türkiye Cum-huriyeti ise siyasal bir yurttaşlık anlayışını benimsemekle birlikte dil, Türk ulusu yaratmanın bir aracı olarak görülmüştür. Yazara göre Kemalist ulusçuluk, alt kim-likler canlılığını sürdürdüğü sürece ulusal bir kimliğin yaygınlaştınlamayacağı var-sayımına dayanıyordu. Bu anlamda iki-dillilik ya da çok-iki-dillilik bir sorun olarak algılanmıştır. Dilde maddi planlama ulusal kimlikle birlikte Batı uygarlığını benimseyecek bir zihniyetin yerleştiril-mesini hedeflemiştir. Bu çerçevede dil devrimi ile birlikte yeni Latin alfabesinin kabulü aynı zamanda Osmanlı mirasını geride bırakıp yeni bir Cumhuriyetin

(10)

140 • iletişim : araştırmaları

geleceğini kurmada önemli bir adım ol-muştur. ": .'••'• ••!»*" "'.'-'

Genel olarak bakıldığında kitabın dört önemli katkısından sözetmek olanaklı görünmektedir.

-Öncelikle kitap Türkiye Cum-huriyeti'nin ulus-devlet olma sürecinde dilin işlevinin bir analizidir. Bu süreci Anadolu Türk Beylikleri'ne kadar götüren bir tarihsel analiz Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerini birbiriyle iliş-kiselliği açısından ele almaktadır. Bu an-lamda Türk tarihine ilişkin bütünlüklü bir perspektifi okura sunmaktadır.

İkincisi ulus-devlet sürecinin bir inşa olduğunu ve bu inşanın unsurlarının da tarihsel ve toplumsal koşulların bir işlevi

olduğunu göstermektedir. Selçuklu, Os-manlı, Türk kimliklerinin içerikleri kimi zaman dinsel, kimi zaman etnik, kimi zaman coğrafi, kimi zaman ise dilsel or-taklıklar üzerinden doldurulmaktadır.

Üçüncüsü kitap ulus-devlet sürecinde iletişim araçlarının biçimlendirici etkisini ortaya koymaktadır. Osmanlı'da dil tartış-maları ve dilde sadeleştirme gündelik gazetelerin ortaya çıkması ve yaygın olarak okunabilmesi arzusunun bir sonucu olarak hareketlenmiş ve bu süreç ulusal bir resmi dilin ortaya çıkmasını zor-lamıştır. ":;,••';

Son olarak AB uyum süreciyle birlikte ortaya çıkan anadil tartışmaları ve bu alanda politika üretmek için bütünlüklü bir perspektif ortaya koymaktadır.

Referanslar

Benzer Belgeler

increase, as does the input voltage of the inverter at the output, until the transistor M4 enters the linear operation region and decreases its drain current. The voltage

158b Department of Physics and Astronomy, York University, Toronto ON, Canada 159 Institute of Pure and Applied Sciences, University of Tsukuba, Ibaraki, Japan 160 Science

By keeping the yields of the other background processes constant and normalizing the total expected background to the data, a scale factor of 0.9 for the Z ð→ ν¯νÞ þ jets

32(a) Institute of High Energy Physics, Chinese Academy of Sciences, Beijing; (b) Department of Modern Physics, University of Science and Technology of China, Anhui; (c) Department

Stepanov Institute of Physics, National Academy of Sciences of Belarus, Minsk, Belarus 91 National Scientific and Educational Centre for Particle and High Energy Physics, Minsk,

Stepanov Institute of Physics, National Academy of Sciences of Belarus, Minsk, Belarus 91 National Scientific and Educational Centre for Particle and High Energy Physics, Minsk,

63 Department of Physics and Astronomy, Iowa State University, Ames IA, United States of America 64 Joint Institute for Nuclear Research, JINR Dubna, Dubna, Russia. 65 KEK, High

63 Department of Physics and Astronomy, Iowa State University, Ames IA, United States of America 64 Joint Institute for Nuclear Research, JINR Dubna, Dubna, Russia. 65 KEK, High