• Sonuç bulunamadı

Çocuk ve ergenlerdeki aleksitimik özellikler ile kişiler arası ilişki tarzları ve problem çözme becerileri arasındaki ilişkinin incelenmesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Çocuk ve ergenlerdeki aleksitimik özellikler ile kişiler arası ilişki tarzları ve problem çözme becerileri arasındaki ilişkinin incelenmesi"

Copied!
127
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ERGENLERDEKİ ALEKSİTİMİK ÖZELLİKLER İLE KİŞİLER ARASI İLİŞKİ TARZLARI VE PROBLEM ÇÖZME BECERİLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN

İNCELENMESİ

ELİF KUYUCU

IŞIK ÜNİVERSİTESİ 2018

(2)

2

ERGENLERDEKİ ALEKSİTİMİK ÖZELLİKLER İLE KİŞİLER ARASI İLİŞKİ TARZLARI VE PROBLEM ÇÖZME BECERİLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN

İNCELENMESİ

ELİF KUYUCU

Işık Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Klinik Psikoloji Yüksek Lisans Programı, 2018

Bu tez, Işık Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü’ne Yüksek Lisans (MA) derecesi ile sunulmuştur.

IŞIK ÜNİVERSİTESİ 2018

(3)
(4)

i

TEŞEKKÜR

Öncelikle her türlü desteğiyle bu olanakları bana sunan, her daim yanımda olan ve hiçbir zaman desteğini esirgemeyen canım aileme (anneme, babama, ablam ve ağabeyime), en zor zamanlarımda da yanımda olan her zaman moral veren ve çalışmalarımı her zaman destekleyen değerli eşime sonsuz teşekkür ederim.

Bu çalışmada bana rehberlik eden, değerli bilgilerini ve tecrübelerini benimle paylaşan saygı değer danışmanım Sayın Prof. Dr. Ayten Erdoğan’a çok teşekkür ederim.

Çalışmaya başlamadan önce değerli bilgilerine başvurduğum ve her zaman tüm içtenliği ile yardımcı olmaya çalışan, konu seçiminde bana yön gösterici olan saygı değer hocam Sayın Doç. Dr. Z. Deniz Aktan’a çok teşekkür ederim.

Çalışmama destek olan, her türlü bilgi ve tecrübelerini benimle paylaşan değerli arkadaşlarım ve meslektaşlarıma sonsuz teşekkür ederim.

Çalışmamda kullanmam için ölçeklerini benimle paylaşan, sormuş olduğum tüm sorulara kayıtsız kalmayan saygı değer hocalarıma çok teşekkür ederim.

Sıkıştığım, zorlandığım veya çıkmaza girdiğim zamanlarda kendisine ulaştığım ve her zaman bana çözüm önerileri ile cevap veren, destek olan Işık Üniversitesi Klinik Psikoloji Bölümü Araştırma Görevlisi Sayın Merve Erbay’a çok teşekkür ederim.

(5)

ii İÇİNDEKİLER Sayfa No TEŞEKKÜR …………... i İÇİNDEKİLER ………... ii TABLOLAR LİSTESİ ... v

ŞEKİLLER LİSTESİ ... vii

ÖZET... viii

ABSTRACT ... ix

BÖLÜM 1... 1

GİRİŞ ... 1

1. İLGİLİ YAYIN VE ARAŞTIRMALAR ... 4

1.1. ALEKSİTİMİ KAVRAMI VE TEMEL ÖZELLİKLERİ……….. 4

1.2. ALEKSİTİMİNİN ETİYOLOJİSİ VE KURAMSAL ALT YAPISI…. 8

1.2.1.Aleksitiminin Nörofizyolojik Yaklaşım ile Değerlendirilmesi…... 10

1.2.2.Aleksitiminin Psikanalitik Yaklaşım ile Değerlendirilmesi……… 11

1.2.3.Aleksitiminin Davranışçı Yaklaşım ile Değerlendirilmesi………. 12

1.2.4.Aleksitimin Bilişsel Yaklaşım ile Değerlendirilmesi……….. 13

(6)

iii

1.3. ALEKSİTİMİNİN DİĞER PSİKOLOJİK PROBLEMLERLE OLAN

İLİŞKİSİ... 15

1.4. ALEKSİTİMİ TEDAVİ YÖNTEMLERİ……… 17

1.5. ALEKSİTİMİ İLE İLGİLİ YAPILAN ARAŞTIRMALAR………… 18

1.5.1. Yurt Dışında Yapılan Araştırmalar……… 18

1.5.2. Yurt İçinde Yapılan Araştırmalar……….. 24

1.6. PROBLEM ÇÖZME BECERİLERİ ……… 28

1.6.1. Aleksitimi ve Problem Çözme Becerileri……….. 33

1.7. KİŞİLER ARASI İLİŞKİLER……….. 34

1.7.1. Aleksitimi ve Kişiler Arası İlişkiler……… 36

BÖLÜM 2... 39 2. AMAÇ VE HİPOTEZLER……… 39 2.1. Amaç……….. 39 2.2. Temel Hipotezler ... 39 2.3. Alt Hipotezler... 40 2.4. Sayıltılar... 41 2.5. Sınırlılıklar ………. 41 2.6. Tanımlamalar ... 41 3. YÖNTEM……….. 43 3.1. Araştırmanın Modeli……… 43

3.2. Katılımcıların Demografik Özellikleri……… 43

3.3. Veri Toplama Araçları……… 45

3.3.1. Sosyodemografik Özellikler ve Veri Formu……… 46

3.3.2. Çocuklar İçin Aleksitimi Ölçeği……….. 47

3.3.3. Çocuklar İçin Problem Çözme Becerileri Envanteri……… 52

3.3.4. Kişiler Arası İlişkiler Ölçeği……… 55

3.4. Veri Çözümleme Teknikleri……… 57

BÖLÜM 3... 58

4. BULGULAR……….. 58

4.1. Araştırmada Kullanılan Ölçeklere İlişkin Betimleyici İstatistikler …… 58

4.2. Aleksitimi ile Problem Çözme Becerileri Arasındaki İlişki……… 60

4.3. Aleksitimi ile Kişiler Arası İlişki Tarzları Arasındaki İlişki…………... 61

(7)

iv

4.5. Katılımcıların Problem Çözme Becerileri Skorlarının Cinsiyete

Göre İncelenmesi……….. 65 4.6. Katılımcıların Kişiler Arası İlişki Skorlarının Cinsiyete Göre

İncelenmesi……… 66 4.7. Katılımcıların Aleksitimi Skorlarının Yaş Özelliklerine Göre

İncelenmesi……….. 67 4.8. Katılımcıların Problem Çözme Becerileri Skorlarının Yaş

Özelliklerine Göre İncelenmesi………. 67 4.9. Katılımcıların Kişiler Arası İlişki Tarzları Skorlarının Yaş

Özelliklerine Göre İncelenmesi……….... 68 4.10. Katılımcıların Eğitim Durumları (Yıl) ile Aleksitimi Skorları

Arasındaki İlişkinin İncelenmesi……… 69 4.11. Katılımcıların Eğitim Durumları (Yıl) ile Problem Çözme

Becerileri Skorları Arasındaki İlişkinin İncelenmesi……… 69 4.12. Katılımcıların Eğitim Durumları (Yıl) ile Kişiler Arası İlişki

Tarzları Skorları Arasındaki İlişkinin İncelenmesi……… 70 4.13. Katılımcıların Anne Babalarının Birliktelik Durumu ile Aleksitimi

Skorları Arasındaki İlişki……… 70 4.14. Katılımcıların Anne Babalarının Birliktelik Durumu ile Problem

Çözme Becerileri Skorları Arasındaki İlişki……….. 71 4.15. Katılımcıların Anne Babalarının Birliktelik Durumu ile Kişiler Arası

İlişki Tarzları Skorları Arasındaki İlişki………. 72 4.16. Problem Çözme Becerileri ile Kişiler Arası İlişki Tarzları Arasındaki

İlişkinin İncelenmesi……… 73 BÖLÜM 4... 75 5. TARTIŞMA………. 75 KAYNAKÇA

(8)

v TABLOLAR

Tablo 3.1: Katılımcıların Demografik Bilgilerinin Yüzdelik Dağılımı Tablo 3.2: Katılımcıların Yaş ve Eğitim Durumları Ortalamaları Tablo 3.3: Üç-boyutlu Çocuklar İçin Aleksitimi Ölçeği Uyum İndeksi Tablo 3.4: Problem Çözme Envanteri Üzerine Yapılmış Çalışmalar

Tablo 3.5: Problem Çözme Becerileri Ölçek Alt Faktörlerinin Cronbach Alpha Değerleri

Tablo 4.1: Araştırmada Kullanılan Ölçeklere İlişkin Bilgiler

Tablo 4.2: Aleksitimi Skorları ile Problem Çözme Becerileri Arasındaki Pearson Korelasyon Analiz Sonuçları

Tablo 4.3: Aleksitimi Skorları ile Kişiler Arası İlişkiler Ölçeği Arasındaki Pearson Korelasyon Analiz Sonuçları

Tablo 4.4: Cinsiyet ile Aleksitimi Arasındaki Bağımsız t Testi Sonuçları

Tablo 4.5: Cinsiyet ile Problem Çözme Becerileri Arasındaki Bağımsız t Testi Sonuçları

Tablo 4.6: Cinsiyet ile Kişiler Arası İlişki Tarzları Arasındaki Bağımsız t Testi Sonuçları

Tablo 4.7: Katılımcıların Yaş Özellikleri ile Aleksitimi Skorları Arasındaki Pearson Korelasyon Sonuçları

Tablo 4.8: Katılımcıların Yaş Özellikleri ile Problem Çözme Becerileri Arasındaki Pearson Korelasyon Sonuçları

Tablo 4.9: Katılımcıların Yaş Özellikleri ile Kişiler Arası İlişki Tarzları Arasındaki Pearson Korelasyon Sonuçları

Tablo 4.10: Katılımcıların Eğitim Durumu ile Aleksitimi Skorları Arasındaki Pearson Korelasyon Sonuçları

Tablo 4.11: Katılımcıların Eğitim Durumu ile Problem Çözme Becerileri Skorları Arasındaki Pearson Korelasyon Sonuçları

(9)

vi

Tablo 4.12: Katılımcıların Eğitim Durumu ile Kişiler Arası İlişki Tarzları Skorları Arasındaki Pearson Korelasyon Sonuçları

Tablo 4.13: Anne Baba Birliktelik Durumu ile Aleksitimi Arasındaki Bağımsız t Testi Sonuçları

Tablo 4.14: Anne Baba Birliktelik Durumu ile Problem Çözme Becerileri Arasındaki Bağımsız t Testi Sonuçları

Tablo 4.15: Anne Baba Birliktelik Durumu ile Kişiler Arası İlişki Tarzları Arasındaki Bağımsız t Testi Sonuçları

Tablo 4.16: Problem Çözme Becerileri ile Kişiler Arası İlişki Tarzları Arasındaki Pearson Korelasyon Analizi Sonuçları

(10)

vii ŞEKİLLER

Şekil 3.1: Çocuklar İçin Aleksitimi Ölçeği Modelinin 3 Boyutlu Çözümlemesi Şekil 3.2: 3-Boyutlu Kuramsal Çocuklar İçin Aleksitimi Ölçeği Modeli

Şekil 4.1: Aleksitimi, Çocuklar İçin Problem Çözme Becerileri ve Kişiler Arası İlişki Tarzları Besleyici İlişki Tarzı Toplam Puanlarının Birbirleri ile Olan İlişkisi

(11)

viii

ERGENLERDEKİ ALEKSİTİMİK ÖZELLİKLER İLE KİŞİLER ARASI İLİŞKİ TARZLARI VE PROBLEM ÇÖZME BECERİLERİ ARASINDAKİ

İLİŞKİNİN İNCELENMESİ ÖZET

Bu araştırmanın amacı, ergenlerdeki aleksitimik özellikler ile onların kişiler arası ilişki tarzları ve problem çözme becerileri arasında herhangi bir ilişki olup olmadığının incelenmesidir. Araştırmada katılımcılar uygun örnekleme yöntemiyle 12-15 yaş arası kız, erkek ergenlerden seçilmiş olup, 103 kişinin bulunmuş olduğu ergen grubu ile çalışılmıştır.

Araştırmada sosyodemografik özellikler ve veri formu ve “Çocuklar İçin Aleksitimi Ölçeği”, “Çocuklar İçin Problem Çözme Envanteri”, ve “Kişilerarası İlişkiler Ölçeği” kullanılmıştır. 103 kişilik örneklemdeki %56,31’i (58 kişi) kız, %45,69’u (45 kişi) erkektir. Örneklemin yaş ortalaması 13,52'dir.

Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiksel metotların (ortalama, standart sapma) yanı sıra normal dağılım gösteren değişkenlerin ikili grupların karşılaştırmasında bağımsız t testi, değişkenlerin birbirleri ile ilişkilerini belirlemede Pearson korelasyon testi kullanılmıştır.

Yapılan analizler sonucunda ergenlerin aleksitimik özellikleri ile problem çözme becerileri ve kişiler arası ilişki tarzları arasında anlamlı ilişkiler saptanmıştır (p<0.05). Ergenlerin aleksitimik özellikleri ile problem çözme becerileri arasında negatif yönlü bir ilişki bulunmuştur (r=-0,757, p<0,05). Ayrıca, ergenlerin aleksitimik özellikleri ile kişiler arası ilişki tarzlarından besleyici ilişki tarzı ile negatif yönlü anlamlı düzeyde ilişkiye rastlanırken (r=-0,276, p<0.05), ketleyici ilişki tarzı ile istatistiksel olarak anlamlı bir ilişkiye ulaşılmamıştır (p>0.05).

(12)

ix

EXAMING THE RELATIONSHIP BETWEEN ALEXITHYMIC FEATURES, INTERPERSONAL RELATIONSHIP STYLES AND PROBLEM SOLVING

SKILLS IN ADOLESCENTS

Abstract

The aim of this study is examing the relationship between alexithymic features and their interpersonal relationshıp styles and problem solving abilities in adolescents. In present study participants were selected from 15 to 12 years old male and female adolescents. A group of at least 100 people were targeted.

Participants were given sociodemographic properties form, Alexithymia Scale for Children, Problem Solving Skills Scale for Children and Interpersonal Relationship Styles Scale were used. Collected data from 103 participants were token into evaluation. %56,31 is female and %45,69 is male in the sample of 103 people. The mean age of sample is 13,52.

Pearson correlation analysis was used during the statistical analyses of the study in order to determine the relationship between variables. Independent t test was also used during the statistical analyses of the study to compare two groups which are normally distrubuted.

The results of the study put forth that there is a significant relationship between alexithymic features in adolescents and their interpersonal relationship styles and problem solving abilities (p<0.05). The relationship between alexithymic features in adolescents and problem solving abilities is negatively directed (r=-0,757, p<0,05). In addition to this, there is a statistically significant and negative correlation between alexithymic features in adolescents and nourishing relation style which is subscale of interpersonal relationship styles (r=-0,276, p<0.05). However, there is no

(13)

x

statistically significant correlation between alexithymic features in adolescents and interlocking relationship style which is subscale of interpersonal relationship styles (p>0.05).

(14)

1 BÖLÜM1

GİRİŞ

Sosyal bir varlık olan insanın yaşamını devam ettirebilmesi ve temel ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için diğer canlılarla birlikte yaşamaya ve insanlarla iletişim kurmaya gereksinimi vardır. İnsanın iletişim kurmaya olan gereksinimi kendisini diğer varlıklardan ayıran en önemli özelliklerinden biridir. Bireyin yaşamı boyunca sağlıklı ve dengeli ilişkiler kurmasında duygu, düşünce, davranış ve fizyolojik tepkilerinin birbirlerini etkileyerek oluştuğu ve bunların bir bütün olarak meydana geldiği bilinen bir gerçektir. Bu dengenin bozulması sosyal varlık olarak uyum arayışında olan insan için bir tehlikeye sebebiyet vermektedir. Bu açıdan bakıldığında, sağlıklı ve dengeli ilişkiler kurmadaki en önemli unsurlardan birisi insanın iç dünyasını yansıtan duygulardır. Çünkü duygular yaşamı her türlü etkileyebilecek, hayatın amacını, anlamını oluşturabilecek ve hayata yön verebilecek özelliğe ve öneme sahiptir. İnsan kendisinin ve başkalarının duygu ve düşünceleri fark edip onları anlamlandırarak, sözel olarak ifade etmesiyle ve kurduğu iletişimle yeryüzündeki diğer canlılardan ayrışmaktadır (Carvey ve Scheir, 1990).

Dökmen’e (2000) göre duygularımız yaşamsal varlığımızın en temel öğelerinden biridir ve organlarımızın sahip olduğu işlevler gibi duygularımızın da bir işlevi vardır. Duygularımızın bu işlevi ise çevreye ve topluma uyum sağlamak ve böylece yaşamı devam ettirebilme ihtimalimizi artırmaktır. Örneğin, bizi tehdit eden bir tehlike fark ettiğimizde yoğun bir korku duygusu hissederiz ve bu hisle beraber kaçarız.Bu kaçma davranışı bizim hayatta kalmamıza destek olur.

İnsan yaşamında bu kadar büyük öneme sahip olan duyguları fark etmek ve ifade etmek de bir o kadar elzem bir durumdur. Ancak çeşitli sebeplerden dolayı birçok insan duygularını fark etmekte ve onları karşı tarafa ifade etmekte sorunlar yaşayabilmektedir. İnsanoğlu hissetmiş olduğu duygularını fark edip onları bir

(15)

2

şekilde ifade ettiğinde büyük bir potansiyeli ortaya koymuş ve bunu başardığında “kendilik değeri” oluşmuş olur (Taylor, 1992).

Sosyal ilişkiler açısından daha doyurucu ve anlamlı bir yaşam sürdürebilmek için duygular insan yaşamında büyük bir öneme sahiptir. Bireylerin hayatında bu denli büyük öneme sahip duygular fark edilip ifade edilebilmesi açısından problem haline gelebilmektedir. Bu problem ve yetersizlikleri anlatmak adına “aleksitimi kavramı” gündeme gelmiştir. Duyguların insan yaşamında bu kadar önemli olması da duygusal problemle yakından ilgili olan aleksitiminin daha ayrıntılı incelenmesi gerektiğini ortaya koymaktadır (Koçak, 2002).

Aleksitimi duyguları fark etmede, tanımlamada ve onları diğer kişilere ifade etmede yaşanılan güçlük ve duyguları bedensel tepkilerden ayrıştırarak anlatmadaki zorluk şeklinde iki önemli eksiklikten meydana gelmektedir (Bagby ve ark., 2006). Bu kavram başlangıçta psikosomatik hastalara yönelik bir terim olarak kullanılırken daha sonradan yapılan araştırmalarla sağlıklı bireylerde de aleksitimik özelliklerin yaygın olabileceği anlaşılmıştır(Şahin, 1992).

Normal popülasyonda sağlıklı bireylerde de sıkça görülebilen aleksitimik özelliklerin günümüzde yaygınlığının hızla arttığı gözlenmektedir. Çağımızın modern toplumlarında nüfusun hızla çoğalması, gelişen teknoloji ile birlikte insan ilişkilerinin karmaşıklaşması ve insanların doyumsuzluğa doğru ilerlemesi, teknolojik alet kullanımlarının giderek artmasıyla birlikte insanlardaki aleksitimik özelliklerde artışlar olduğu gözlemlenmektedir. Ancak normal popülasyonda yaygınlaşarak devam etmesine ve toplumsal sağlığı olumsuz etkilemesine rağmen aleksitimi ile ilgili çalışmalara gerek duyulduğu açıkça görülmektedir. Ülkemizde aleksitimi ile ilgili çalışmalara ve özellikle de normal popülasyondaki bireylerle yapılan çalışmalara daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır (Koçak, 2002). Bu sebepten ötürü normal popülasyondaki bireylerle aleksitimi kavramını içeren bir çalışma yapılması bu araştırmanın en önemli gerekçesini oluşturmaktadır.

İletişim insanoğlunun en önemli unsurlarındandır ancak sanayileşmenin gelişmesinden, şehirleşmenin giderek artmasından ve daha da karmaşık hale gelen ilişkilerden ötürü kendi yalnızlığına bırakılan günümüz toplumlarında iletişimin ne

(16)

3

denli önemli olduğu bir kez daha anlaşılmıştır. Günümüzde kişiler arası ilişkilerde yaşanan çatışmaların nedenlerinden birisi de duyguların fark edilip onların uygun bir biçimde ifade edilememesidir. İnsanların duygu farkındalığı yaşamadan düşünebilmesi, bir eylemde bulunabilmesi ve fizyolojik tepkilerde bulunabilmesi bütün bunların sonucu olarak iletişim ve ilişkide bulunması mümkündür. Fakat duygusal farkındalık olmadan bireyin kendi içsel dünyasının bilincinde olması, kendi istek ve duygularının farkına varması buna bağlı olarak da kendini tanıması oldukça zordur. Kendi içsel süreçlerini fark edip onları anlamlandırmakta yetersiz olan bireyin kendisiyle ilgili doğru ve sağlıklı karar vermesi beklenemez. Buna bağlı olarak da kendi dünyası ile ilgili sorun yaşayan bireyin dış dünya ile iletişim kurmada ve kişiler arası ilişkilerde sorun yaşaması muhtemeldir (Morris, 2002).

Ayrıca, duyguları tanıyabilme ve onları doğru bir şekilde ifade edebilme becerisi kişilerin karşılaşmış oldukları problemlerle baş edebilme becerisini de etkileyebileceği düşünülmüştür. Kişilerin duygularını ifade etmede zorluk yaşaması, karşılaşmış oldukları problemlerle başa çıkmada güçlük çekmeleri kişiler arası ilişkilerinin de olumsuz olmasına da sebebiyet verebilmektedir.

İnsanların problem çözme becerileri kişilerarası ilişkilerinin şekillenmesinde çok büyük bir öneme sahiptir. İnsanların hem kendileri ile hem de çevreleriyle uyumlu ilişkiler geliştirebilmesi için problem çözme becerileri yetisinin de büyük payı vardır. Bu bağlamda uygun olan ya da olmayan problem çözme yöntemleri kişiler arası ilişkilerin şekillenmesini sağlamaktadır (D’zurilla ve Nezu, 1990). Duyguları tanıyabilme ve onları doğru bir şekilde ifade edebilme becerisi kişilerin karşılaşmış oldukları problemlerle baş edebilme becerisini etkilediği bilinmektedir. Karşılaşmış oldukları olaylar karşısında duygularını ayırt edemeyen kişiler ne yapmaları gerektiği konsunda da zorluk yaşarlar. Başkalarının duygularını anlamakta zorlanan kişiler empati kurma yetisinden uzak oldukarından, bu kişilerin içerisinde bulundukları soruna da çözüm getirmekte veya yardımcı olmakta güçlük çekerler.

Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda bu çalışmada ergenlerin aleksitimik özellikleri ile onların kişiler arası ilişki tarzları ve problem çözme becerileri arasındaki ilişkilerin incelenmesi hedeflenmiştir.

(17)

4

İLGİLİ YAYIN VE ARAŞTIRMALAR

1.1. ALEKSİTİMİ KAVRAMI VE TEMEL ÖZELLİKLERİ

Başlangıçta aleksitimi kavramı kuramcılar tarafından ruh sağlığı alanında psikosomatik bir durumu ve belirtiyi anlatmak maksadıyla ortaya atılmış bir kavramdır (Blanchar ve ark., 1981). Ancak daha sonraları aleksitiminin sadece psikosomatik belirtiler gösteren hastalara özgü bir durum olmadığı, normal popülasyonda sağlıklı bireylerde de sıkça görüldüğü anlaşılmıştır. İlk olarak 1972 yılında Sifneos Avrupa’da bir konferansında bu türden duygusal problemleri anlatmak için aleksitimi kavramını kullanmıştır. Kelime anlamı olarak Yunanca’da a= yok, lexis= söz, thymos= duygu anlamına gelen sözcüklerin birleşmesiyle oluşan aleksitimi, duygudan yoksun olma anlamına gelmektedir (Sifneos, 1996). Aleksitimi kavramı Türkçe’ye “duygular için söz yokluğu” şeklinde çevrilmiştir.

Aleksitimi farkındalık (duyguları tanımlamada ve başkalarına ifade etmede güçlük) ve işlemsel düşünme (dış yönelimli düşünme ve indirgenmiş fantezi dünyası süreçleri ile kendini gösteren bilişsel stil) olmak üzere her biri iki yönlü, iki genel eksiklikten oluşmaktadır (Bagby ve ark., 2006).

Duyguları tanıma ve ifade etme güçlüklerinin yanı sıra, aleksitimik özelliklere sahip bireyler “pensee operatoire” olarak adlandırılan obsesif-somut düşünme tarzında (obsessional-concrete thinking style) görünürler ve bu sebepten ötürü kendi iç dünyalarına temas etmektense çevresel nesne ve olaylara karşı aşırı bir zihinsel meşguliyet sergilemektedirler. (Apfel ve Sifneos, 1979; M’Uzan, 1974).Dışa dönük bir ilişki tarzı geliştirmiş olan aleksitimik bireyler, çevreleriyle uyum içinde, sorunsuz ilişkiler kurabilmek için aşırı istek ve çaba gösterirler. Herhangi bir sorunla karşılaştıklarında ise, genellikle kısa yoldan çözüme gitmek isterler ve somut çözüm arayışları içerisindedirler. Çünkü mekanik ve pragmatik bir düşünme tarzına sahip

(18)

5

olan aleksitimik özellikleri olan bireyler yaşamış oldukları problemlerinin kökenine inip anlamaya çalışmak ve kendi iç dünyalarına odaklanmaktansa, yüzeysel nedenlerle meşguliyet halindedirler (Lesser, 1985; Taylor ve ark., 1991). Bununla beraber, aleksitimik özellikleri mevcut olan bireylerin hayal ve fantezi dünyalarının sınırlı (McDougall, 1982; Nemiah, 1977) aynı zamanda yaratıcılıktan yoksun ve empati yeteneklerinin de yeterli seviyede gelişmemiş olduğu belirtilmektedir (Krystal, 1979).

Şahin ise aleksitimi kavramını yalnızca “duygular için söz yitimi” anlamına gelen duygulara karşı “dilsiz” olmakla sınırlandırılmaması gerektiğini çünkü aleksitimik bireylerin ayrıca duygularına karşı “sağır” olduklarını belirtmektedir. Bu sebepten ötürü Şahin (1991), aleksitimi kavramı için “duygusal ahrazlık” tanımını meydana getirmiştir. Dökmen (2000) ise aleksitimi kavramına karşılık olarak “düşünce köleliği” ifadesini önermektedir. En basit tanımıyla aleksitimi kavramı duyguları fark

edebilme, onları tanıyabilme, birbirlerinden ayırt etme ve ifade edebilme güçlüğü olarak tanımlanan ve klinik alanda ortaya çıkmış bir terimdir (Epözdemir, 2012). Klinik tanımlamalarda aleksitimi terimi ile somatizasyonun çok önemli bir yer tutmasına rağmen yapılan araştırmalar gösteriyor ki aleksitimi ile psikosomatik belirtiler gösteren hastalar arasında doğrudan bir ilişki olmadığıdır. Bu sebepten dolayı Beach (1994) aleksitimi kavramı ile psikosomatik belirtiler gösteren hastalar arasında etiolojik bir ilişki olduğunu söylemenin mümkün olmadığını, bu ilişki için sadece bir benzerlikten bahsedilebileceğinin üzerinde durmaktadır. Bu yüzden aleksitiminin bir hastalıktan ziyade kişilerin barındırmış olduğu bir kişilik özelliği, yetersizlik olduğunu savunanlar vardır. Taylor (1984) ve Sifneos (1975) da aleksitiminin bir hastalık olmadığını daha çok kişilikle ilgisi olduğunu savunanlardandır.

Öte yandan kişilerde aleksitimik özelliklerin meydana gelmesinde sosyo-kültürel faktörlerin etkisi de önemli yer tutar. Ruesch hastalarının analitik terapi süreçlerini gözlemlerken bazı kişilerin duygularını ve problemlerini bedensel tepkiler olarak ortaya koyduklarını görmüştür. Bu kişilerin ilerleyen zamanlarda aleksitimik olarak tanımlanabileceğini söyleyen Ruesch bu bireylerin hislerini sözel ifadelerle anlatmak yerine bedensel tepkiler olarak ortaya koyduklarını ve bundan ötürü çocuksu kişilik (infantil personality) görünümüne büründüklerini anlatmıştır(Lesser, 1983).

(19)

6

Aynı şekilde, Willemsen ve arkadaşları (2008) da aleksitimiyi bir hastalıktan ziyade bir kişilik özelliği ya da kişinin kendisinde görmüş olduğu bir yetersizlik olarak adlandırmanın ve aleksitiminin boyutlarından söz etmenin daha doğru olacağını söylemektedirler. Bundan dolayı da aleksitimi bireyin duygusal işlevlerinde ve kişiler arası ilişkilerinde zorluk çekmesiyle kendini gösteren bir problemdir (Özdemir ve ark., 2011).

Aleksitimik özellikler gösteren bireylerin sahip oldukları birtakım özellikler de dikkat çekmektedir. Aleksitimik özelleri bulunan bireyler kendilerini ve duygularını ifade etmek için uygun kelimeler bulmakta güçlük çekerler, genel olarak bedensel belirtilerinden bahsederler, tekrara dayalı ve ayrıntılar içeren konuşmaları mevcut olup bu kişiler bağımlı ya da mesafeli kişiler arası ilişkilere sahiptirler (Prkachin ve ark., 2009). Bu bulgularla tutarlı olarak prototipik özellikler gösteren aleksitimik kişiler sıklıkla kaygı seviyeleri yüksek, katı ve geri çekilmiş özellikler sergilemektedirler (Haviland ve ark., 2000). Haviland ve arkadaşları (2000), prototipik aleksitimik bir bireyde, kaygı ve gerginliğin çıkış yolu olarak sözel ifadeler yerine fiziksel belirtilere döküldüğünü savunmaktadır.

Ayrıca aleksitimik özelliklere sahip bireyler diğer insanların duygularını anlayıp paylaşabilmekte yani başka bir deyişle empati kurmakta çoğunlukla güçlük çekerler (Guttman ve Laporte, 2002).

Aleksitimi duyguları tanıma ve ifade etme güçlüğünün yanı sıra bir duygunun doğal yüz ifadesindeki görüntüsündeki yetersizlikle de alakalıdır (Lane ve ark., 1996). Wagner ve Lee, 2008 yılında kadınlarla yapmış oldukları bir çalışmada pozitif duygunun yüze yansıması ile aleksitiminin duyguları tanımlamada güçlük alt boyutu arasında negatif yönde anlamlı bir ilişki saptamışlardır. Bu çalışmaya göre kişinin aleksitimik özellikleri arttıkça ve özellikle aleksitimi duygusal farkındalık düzeyi arttıkça kişi yaşamından kesitler anlatırken yüzündeki pozitif duygu ifadesi azalmaktadır. Öte yandan, aleksitimik özelliklere sahip bireyler görsel-duygulanıma ait bir uyaranla karşılaştıklarında da performanslarında düşme gözlemlenmektedir

(Şenkal ve Palabıyıkoğlu, 2015). Mesela bu bireyler aynı zamanda üzüntü, öfke,

korku gibi belirli olumsuz duyguların yüz ifadelerini doğru bir şekilde tanıma ve ayırt etmede de güçlük yaşamaktadırlar (Prkachin ve ark., 2009).

(20)

7

Ayrıca aleksitimiyi ölçen ölçekler incelendiğinde aleksitimi pozitif duygulanım öz-bildirim ölçümleriyle negatif, negatif duygulanım öz-öz-bildirim ölçümleriyle ise pozitif yönde bir ilişki içindedir (Lundh ve Simonsson-Sarnecki, 2001). Başka bir deyişle aleksitimik skoru yüksek olan bireyler daha çok utanma, korku, öfke gibi olumsuz duygulanım belirtileri gösterirken, aleksitimi ölçeğinden daha düşük puan alan bireyler sevinç, mutluluk, paylaşım, sakinlik, rahatlama gibi olumlu duygulanım belirtileri göstermektedirler. (Lundh ve Simonsson-Sarnecki, 2001).

Aleksitimi kavramı için farklı faklı görüşler ortaya atılsa da Lesser (1981) ve Taylor (1977) aleksitimiye ait özellikleri dört ana başlık altında incelemenin mümkün olduğunu belirtmişlerdir. Bu özellikler:

 Duyguları tanımlamada ve diğer insanlara ifade etmede güçlük,  Duygular ile bedensel duyumları birbirinden ayırt etmede güçlük,  İşlemsel düşünme, hayal kurmada, düşlemde yetersizlik,

 Çevresel uyarana bağlı dış merkezli bilişsel yapı.

Duyguları tanımlama, söze dökme ve ayırt etme güçlüğü aleksitimik bireylerin en belirgin ve en önemli özelliklerindendir (Lesser, 1981; Willemsen ve ark., 2008). Aleksitimik bireyler hissettiklerinden bahsetmek istediklerinde çoğunlukla “rahatlama veya rahatsız olma” gibi basit ifadelere başvururlar ya da “gevşeme veya gergin olma” gibi bedensel tepkilerde bulunurlar (Lesser, 1981).

Ayrıca aleksitimik bireylere yaşadıkları olumsuz bir olayla ilgili ne hissettikleri sorulduğunda duygularını birbirinden ayırt etmekte zorluk yaşadıkları görülmüştür (Koçak, 2002). Örnek verilecek olursa bu bireylerin yaşanılan olayla ilgili korkmuş mu, üzgün mü, aç mı, öfkeli mi veya utanmış mı oldukları konusunda karmaşık hissettikleri gözlemlenmiştir (Koçak, 2002). Sonuç olarak aleksitimik özelliklere sahip bireylerin gündelik yaşamdaki asıl problemleri hem duyguları ile düşüncelerini hem de duyguları ile bedensel tepkilerini birbirinden ayırt etmede ve bunları ifade etmede zorluk yaşamalarıdır (Koçak, 2002).

(21)

8

İşlemsel düşünme; insanoğlu sorunlarının temeline inerek problemlerin neden kaynaklandığını derinlemesine inceleyerek araştırma ve çözüm bulma yoluna başvururlar. Ancak aleksitimik özellikli bireylerde durum böyle değil aksine onlar daha çok kısa yoldan çözebilecekleri somut yollar düşünmektedirler (Koçak, 2002).

Aleksitimik bireyler yetişkinlikte hayal kurma becerisinden yoksun, duygudan uzak, renksiz, cansız ve yoğun olmayan fanteziler kuran bireyler olarak gözlemlendiklerinden bu bireylerin “hayal kurmada ve düşlemde kısıtlılık” yaşadıkları söylenebilir (Lesser, 1981; Taylor ve ark., 1988). Bu özellikleri dolayısıyla aleksitimik özellikli bireyler yaratıcı olmakta güçlük çeken, duygudan yoksun, donuk, incelikten uzak davranışları olarak ve sıkıcı olarak algılanmaktadırlar (Koçak, 2002).

Uyarana bağlı dış merkezli bilişsel yapı yine aleksitimik özellikleri barından bireylerin son özelliğidir. Aleksitimik bireylerin özlerinde dış gerçekliklere yönelmiş bir bilişsel stil gösterme yaklaşımları mevcuttur (Franz ve ark., 2008). Koçak (2002) da çalışmasında aleksitimik bireylerin kişiler arası ilişkilerine iç etkenlerin yani duyguların yerine dış uyaranların yön verdiğini belirtmiştir.Söz konusu çalışmada bu kişilerin hayatlarına dış kontrollerin yön veriyor olması başlarına gelen olaylar ile ilgili çevresel beklentileri ve ayrıntıları önemsemeleriyle ilişkilidir.

1.2. ALEKSİTİMİNİN ETİYOLOJİSİ VE KURAMSAL ALT YAPISI

Aleksitiminin neden kaynaklandığına dair çeşitli fikirler bulunmasına rağmen, aleksitiminin kaynağı kesin ve net olarak bilinmemektedir (Joukamaa ve ark., 2003). Yapılan araştırmalar ve incelemeler araştırmacıları bazı fikir birliklerine itmektedir. Aleksitiminin kökeninde, gelişim dönemlerine saplanma, patolojik savunma mekanizmaları, sosyal ve kültürel faktörler, bilişsel çarpıtmalar, bilinçdışı çatışmalar ve erken dönem örseleyici yaşantılar gibi birçok neden sıralanabilmektedir. Bu sebeplerden ötürü aleksitimik özelliklere sahip bireylerin duygularını diğer insanlara sözel olarak aktarmakta zorluk yaşadığı düşünülebilir (Gucht ve Heiser, 2003). Bazı araştırmacılar ise psikolojik travma ya da erken dönem anne-bebek ilişkisindeki aksamalardan dolayı çocukluk çağında ortaya çıkmış olan olumsuz ilişki ve olayların aleksitimiye sebebiyet verebileceğini belirtmişlerdir (Montebarocci ve ark., 2004).

(22)

9

Başka bir deyişle, duyguyu tanımak ve onları ifade edebilmek aile, içinde bulunulan çevre ve çocukluk çağı travma geçmişiyle ilişkili olduğu görülmüştür (Montebarocci ve ark., 2004).

Son yirmi yıldır aleksitimi kavramı, duyguların bilişsel değerlendirmesinde özgül bir rahatsızlık olarak karakterize olmuş, ayrı bir kişilik yapısı olarak değerlendirilmektedir (Nemiah, 2000). Fakat daha sonradan ortaya atılan birincil ve ikincil aleksitimi terimleri ve bu iki kavram arasında farklılıkların olması etiyolojik faktörlerin de araştırılmasını hızlandırmıştır (Sifneos, 1996). Bu noktada, Freyberger (1977) tarafından yapılan çalışmalar da aleksitimik özellikli bireylerdeki dalgalanmayı gözler önüne sermiş ve aleksitiminin farklı bakış açılarıyla ele alınabileceği fikrini gündeme getirmiştir.

Freyberger (1977) birincil aleksitimiyi, bireyin içsel duygusal süreçlerini tanımlama ve onları ifade etmede güçlük çektiği, aynı zamanda da en düşük düşlem yaşamına sahip olduğu, dışsal ve bedensel uyaranlara odaklandığı bir kişilik özelliği olarak tanımlamıştır. İkincil aleksitiminin ise acı verici duygulanımlara karşı bir savunma mekanizması gibi devreye giren daha çok dissosiyasyona benzeyen, stresli durumlara karşı bir tepki olarak ortaya çıktığı öngörülmektedir (Simha-Alpern, 2007). Bu şekilde bakıldığında ikincil aleksitiminin daha çok travmatik geçmişle ilişkili olduğu düşünülmektedir. Bu sebepten ötürü Sifneos (1996) ikincil aleksitiminin erken bebeklik dönemde karşılaşılan travmatik yaşantılar gibi psikososyal faktörler sonucu ortaya çıkmış olabileceğini söylemektedir. Grabe ve arkadaşlarının yapmış oldukları çalışma da (2000) Sifneos’un söylemleri ile tutarlılık göstermekte ve ikincil aleksitiminin travmatik öykülere duygusal bir tepkime olarak ortaya çıktığını göstermektedir.Bununla bağlantılı olarak Grabe ve arkadaşları (2000) çalışmalarında bireylerin önceden sahip olduğu aleksitimik özelliklerin, travmatik yaşantıya verdikleri duygusal stres tepkilerini en aza indirgediğini ve dolayısıyla işlevsel olmayan baş etme stratejilerine yol açtığı sonucuna varmışlardır. Evren ve arkadaşları (2012) tarafından yapılan çalışmada da çocukluk çağı travmatik öyküleri bulunan ve bu sebepten dolayı psikolojik olarak problem yaşayan bireylerin, aleksitimiyle ve aleksitiminin boyutlarıyla ilişkili olan olgunlaşmamış savunmaları kullanma olasılıklarının daha yüksek olduğu bulunmuştur.

(23)

10

Aleksitimi kavramı nörofizyolojik yaklaşım, psikanalitik kuram, sosyal öğrenme, davranışçı, gelişim ve bilişsel yaklaşımlar açısından ele alınabilmektedir.

1.2.1. Aleksitiminin Nörofizyolojik Yaklaşım ile Değerlendirilmesi

Aleksitimiyi fizyolojik temellere dayandıran ve bu kavramı nörofizyolojik yaklaşım ile ele alan çeşitli araştırma ve açıklamalar mevcuttur. Yapılan çalışmalarda

1komissürotomili* hastalarının aleksitimik özelliklere sahip oldukları gözlemlenmesi

sonucu aleksitimik bireylerin de sağ ve sol yarım küreleri arasında bağlantı kopukluğuna dair iddialar ortaya atılmıştır (Hoppe ve Bogen, 1977). Bununla bağlantılı olarak beyin yarım kürelerinin bağlantı noktası olan korpus kollasumun kesilmesiyle yapılan çalışmalarda bu kişilerin yoğun olarak somatik yakınmalar gösterdikleri görülmüştür. Nemiah (1975)’ın hipotezine göre aleksitimik bireylerde psikoz hastalarının tersine limbik sistemden neokortekse ulaşmak üzere harekete geçen duyusal uyaranlar neokortekse ulaşıp bilinçli duyusal yaşantılara dönüşememektedir. Sifneos (1996) da bu durumu duyguların yitimi olarak ele almaktadır.

Kaplan ve Wogan, 1977 yılında yapmış oldukları çalışmada aleksitimik özellikli bireylerin aynı zamanda psikosomatik hastalık geliştirmeye yatkın olmalarının nedenini beyinin sağ yarım hemisferdeki aktivite eksikliğinden olabileceğini ileri sürmektedirler. Bu çalışma ile bağlantılı olarak Fricchione ve Howaniztz (1985) de yapmış oldukları çalışmada sağ veya sol el tercihine göre insanları karşılaştırdıklarında sadece sağ elini kullanan kişilerin, sol elini veya her ikisini kullananlara kıyasla aleksitimik özelliklerinin daha yoğun olduğunu bildirmişlerdir.

Lane ve arkadaşları (1997), deneysel araştırmalarında beynin ön bölgesinin duyguları işleme koyma ve tepki göstermede önemli bir işleve sahip olduğunu bulmuş ve aleksitimik bireylerde bu bölgeye ilişkin bir işlev bozukluğu olabileceğine vurgu yapmışlardır.

1

* Kan akımının rahatça sağlanması için zarar görmüş bir kalp kapakçığının kesildiği ameliyat (Sağlık Terimleri Sözlüğü).

(24)

11

Öte yandan, rüyaların da bir kişinin sembolleştirme becerileri hakkında bilgi verdiği bilinmekte ve aleksitimik bireylerin rüyalarının da uyanıklıktaki düşüncelere benzerlik gösterdiği izlenmiştir (Taylor, 2000).

Analitik işlemler gerektiren, mantık ve matematik gibi bilişsel görevler üzerine uzmanlaştığı beynin sol yarım bölgesi, aleksitimik bireylerde de uzmanlaşmanın bu bölgede yoğunlaştığı, bundan dolayı da hayal yaşantısı sınırlı ve katı düşünce yapısı geliştiği açıklaması yapılmaktadır (Burges ve Simpson, 1988).

Hem aleksitimik hastalar hem de sağlıklı bireylerle yapılan çalışmalarda, aleksitiminin sağ ve sol beyin yarım küreleri arasında duyu motor bilginin çift taraflı aktarımında bir eksiklikle ilişkili olabileceği ifade edilmiştir.

1.2.2. Aleksitiminin Psikanalitik Yaklaşım ile Değerlendirilmesi

Freud, bir uyaranın sözel yollarla ifade edilebilmesi için bilinçaltından bilinç düzeyine gelmesi gerektiğini söylemektedir. Bilinçaltına alınan uyarıcılar da belli bir süre sonra duygu, çatışmaya vs. neden olurlar ama bilinçli olarak algılanıp ifade yolu bulamazlar. Bilinçaltında kalan uyarıcılar, ifade edilemeyen duygu ve çatışmalar beden diliyle ifade bulurlar. Bu yönden bakıldığında bu durum aleksitimik özelliklerle benzerlik göstermektedir (Stoudemire, 1991).

Psikanalitik kuramın, aleksitimiyi ele alışı psikosomatik hastalıklara olan yaklaşımı ile benzerlik göstermekte ve erken dönem yaşantılara odaklanmaktadır. Wolf (1977)’a göre, erken çocukluk döneminde bireyin duygusal yönden kendini ifade edememesi, ebeveynleri tarafından oyunculuğu reddedilen, duygu ve fantezilerini pekiştirmek yerine bunları paylaşmaları engellenen çocuklar zamanla duygusuz iletişim kurarak sahte bir benlik geliştirirler. Çocuğun duygusal alanına yapılan bu baskı ilerleyen zamanlarda duyguları tanıma, ayırt etme ve ifade etmeye güçlüğü çekmesine sebep olacaktır. Yapılan çalışmalar psikosomatik hastaların ebeveyn tutumlarının çoğunlukla ya aşırı koruyucu ya da reddedici olduğunu bize göstermektedir (Koçak, 2002).

(25)

12

Ebeveynlerin çocuğa sunmuş olduğu çevre ile çocuğun duygusal iletişim becerilerinin geliştiği, iletişim erken dönemlerde bedensel ifadelerle gerçekleşiyorken zamanla gelişim göstererek sözel ifadelere dönüştüğünü ve sağlıklı bir biçimde gelişen bu sürecin ailenin sunmuş olduğu zengin ortam ve uyaranlara bağlı olduğu belirtilmektedir (Krystal, 1979). Duygusal iletişimin gelişim sürecindeki aksaklıklar süreci olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Aleksitimik özelliklere sahip bireylerin de bu gelişim sürecinde aksaklıklarla karşılaşmış ya da olumsuz olaylarla karşılaş olabilecekleri belirtilmiştir. Hayal ve fantezi eksikliği, özgünlük ve kendine bakım yoksunluğu gibi niteliklerle aleksitimi, travma kaynaklı güçlük, gerileme ya da gelişimsel gerilik olarak ifade edilebilir.

Erken dönemdeki anne çocuk ilişkisindeki aksamalar çocuğun içsel şemalar oluşturma ve düşlem kurmada güçlüklere neden olabileceği öne sürülmüştür (McDougal, 1982). Erken yaştaki anne-çocuk ilişkilerindeki bozukluklar benliğin gelişmesini güçleştirecek, içsel süreçlerin sözel olarak ifade edilebilmesini zorlaştıracak ve bu da aleksitimik özelliklerin oluşmasına temel olacaktır (Epözdemir, 2012).

1.2.3. Aleksitiminin Davranışçı Yaklaşım ile Değerlendirilmesi

Davranışçı modele göre, süregelen bir eğitim ve öğrenme sürecinin sonucunda insanların davranışları meydana gelmektedir. Birey normal ve anormal bütün davranışlarını öğrenme sonucu sergilemektedir. İnsanların bulunmuş oldukları çevre onların davranışlarını şekillendirdiği gibi duygularını dile getirmeyi de yani iletişim becerilerinin gelişmesine de olanak sağlamaktadır.

Lesser (1985) farklı kültürlerde farklı özelliklerin görülebileceğini belirtmekle birlikte yapmış olduğu çalışmada gelişim göstermemiş ve düşük sosyo-ekonomik düzeye sahip toplumlarda aleksitimik insanların daha fazla olduğunu söylemektedir.

İnsanların iletişim becerileri sosyal çevrede ve aile ortamı içinde öğrenme ve model alma yöntemiyle gelişmektedir (Stoudemire, 1991). Aile içerisinde duyguları baskılanan, açıkça dışa vurmasına izin verilmeyen çocuklar duygularını bedensel ifadeler ile dile getirmeyi öğrenmiş olup “hasta” rolünde iletişim kurmayı

(26)

13

seçeceklerdir. Bu durum da çocuklarda aleksitimik özelliklerin oluşmasına sebebiyet verecektir.

1.2.4. Aleksitiminin Bilişsel Yaklaşım ile Değerlendirilmesi

Duyguların ifade edilebilmesinde aynı zamanda bilişsel süreçlerin de önemi vardır. Biliş, duygu, fiziksel durum ve düşüncelerle birlikte dünyayı algılama ve yorumla şekli olarak ifade edilmektedir. Bilişsel yaklaşımın en önemli öncülerinden olan Beck (1195) psikolojik problemlerin iç ve dış dünyadan gelen sinyallere karşı çarpıtılmış ve işlevsel olmayan düşüncelerin neden olduğunu belirtmektedir.

İnsanların temel düşünceleri, inançları ve bunlara bağlı olarak çıkarım ve genellemeleri yaşamın erken dönemlerinden itibaren gelişmeye başlar ve içinde bulunulan çevre de buna katkı yapar. Genellemeler kişilerin algılarına anlam yüklemede kullandıkları şemaları oluşturur. Bu şemalar ise zaman zaman işlevselselliğini yitirmiş bir şekilde gelişebilir. Bilişsel çarpıtmaların da aleksitimik özelliklere sebep olduğu görüşü ortaya atılmaktadır. İnsanlar öğrenme süreçlerinde bazı durumları sakıncalı, kaygı verici veya hatalı olarak nitelendirme eğiliminde olabilirler. Örneğin duyguların ifade edilmesini tehlikeli olarak kodlayan bir birey zarar görme içeriği olan şemalar oluşturmuş olacaktır. Bu şemalar duygularla alakalı işlevsel olmayan, gerçeği yansıtmayan düşünceleri ve bilişsel çarpıtmaları içerecektir. Bu çarpıtmalar aleksitimik özellikleri mevcut bireylerde özellikle “duyguların paylaşılması ayıptır”, “terslenirim”, “duygularımı saklamak zorundayım”, “başıma bir iş gelebilir”, “kimse beni sevmez” şeklinde olabilmektedir. Bu süreçler sonucunda oluşan otomatik düşüncelere bağlı olarak kişi duygularını fark edip birbirinden ayırt etmekte ve bu duyguları ifade etmekte zorluk yaşayabilir. Lazarus (1982), duyguların oluşumuna bilişsel değerlendirmelerin sebep olduğunu belirtmektedir. Bilişsel değerlendirmenin en basit şekli, dil gelişiminin öncesi ve bilinç dışı iken, gelişmiş biçimi sözel ifadelerle anlatım bulur ve bu durum bilinçlidir. Martin ve Phil (1986) aleksitimi kavramını bu görüşü dayanak alarak açıklamaktadır. Aleksitimik bireylerde bilişsel değerlendirme en alt düzeyde ve tamamen simgesel olmayan bir şekilde oluşmaktadır. Strese bağlı bedensel rahatsızlıklar meydana geldiğinde aleksitimik kişiler içerisinde bulunmuş olduğu

(27)

14

durumu tam olarak fark edememekte, o ana eşlik eden duyguları deneyimleyememekte, stres yaratan durumlardan da kaçınamamaktadır (Ebeling ve ark., 2001). Yapılan çalışmalar da bu görüşü desteklemektedir (Posse, 2002).

Lane ve Schwartz’ın (1987) geliştirmiş oldukları Bilişsel Gelişim Modeli’nde Piaget’in düşüncelerinin etkisi vardır. Bu modele göre bilişsel değerlendirmelerin duygusal uyarılmaların öncesinde gerçekleşen bir süreç olduğu ve duyguların gelişiminde önemli bir yeri olduğu söylenmektedir. Gelişimsel süreçte bilişsel değerlendirmeler yapısal farklılıklara uğradıkça duyguların da yapısında değişimler gerçekleşmektedir. Aleksitimik bireylerde bilişsel gelişim sürecinde duygularının ayrışmadığı, hislerin sözel ifadeler yerine bedensel tepkilerle anlatım bulduğu en alt basamaklarda takılıp kalındığını ileri sürmüşlerdir. Bu nedenle aleksitimik bireyler en basit bilişsel şemaları kullanan, bilişsel gelişimleri kısıtlı bireyler olarak adlandırılır. Duygularını fark etmekte zorlanır ve basit somatik tepkilerle ortaya koyarlar.

1.2.5. Aleksitiminin Sosyal Öğrenme Yaklaşım ile Değerlendirilmesi

Sosyal öğrenme yaklaşımına göre insanlardaki aleksitimik özellikler içinde bulunulan çevrenin, sosyo-kültürel ortamın öğrenme üzerindeki etkisi ile oluşmaktadır. Yaklaşıma göre çocuğun gelişimsel sürecinde aile içersinde, bulunduğu çevrede duygu ve düşüncelerini özgürce ifade etmek yerine onları saklamayı, bastırmayı veya bedensel yollarla ifade etmeyi öğrenmesi aleksitimik özelliklerin oluşumuna zemin hazırlamaktadır.

Duyguların ifade edilmesinde ve duyguların açığa çıkarılmasında yani aleksitimik özelliklerde kültürler arası farklılıklar mevcuttur (Lesser, 1985). Buna göre duyguların sözel olarak açıkça ifade edilmesini sağlıklı ve doğru bir davranış olarak gören batı kültürüne karşı, duyguların açığa vurulması bazı doğu kültürlerinde uygun bir davranış olarak görülmemektedir. Yine bu görüşle paralel olarak kimi araştırmacılar eğitim, sosyo-ekonomik düzey, sosyal köken gibi etkenlerin aleksitimiyi etkilediğini belirtmektedir (Pierloot ve Vinck, 1977).

(28)

15

Psikosomatik hastalarla yapılan psikoterapötik görüşmelerden elde edilen verilerin incelendiği bir çalışmada Borens ve arkadaşları (1977) sosyo-kültürel özelliklerin düşük olduğu yerde yetişmiş, düşük eğitim ve gelir düzeyine sahip kişilerin yüksek sosyal sınıftan gelen ve eğitim düzeyi yüksek kişilere oranla daha fazla aleksitimik özellikler gösterdikleri belirtilmektedir. Öte yandan Levant’ın (1992) ortaya atmış olduğu “Normatif Erkek Aleksitimisi” (Normative Male Alexithymia) kavramı ile aleksitiminin cinsiyet rolleri ile ilişkili olabileceği söylenmektedir. Bu kavrama göre erkeklerin kadınlara kıyasla daha fazla aleksitimik özellikler geliştirebileceği ve erkeklerde oluşabilecek bu durumun sosyal gelişim sürecinde öğrenilen bir durum olduğu, geleneksel maskülen yaklaşımın yetişkin yaşamdaki aleksitimik özelliklerin temeli olduğunu iddia etmektedirler (Levant ve ark., 2009).

1.3. ALEKSİTİMİNİN DİĞER PSİKOLOJİK PROBLEMLERLE OLAN İLİŞKİSİ

Aleksitimiye başlangıçta psikosomatik hastalıkları (Nemiah ve Sifneos, 1970; Sifneos, 1973; Gücer, 1992; Şahin, 1991; Yemez, 1991), somatik yakınmaları ve kronik ağrısı (Epözdemir, 2005; Mendelson, 1982; Shipko, 1982b) olan bireylerde sık rastlanmışsa da sonraki çalışmalar, aleksitiminin, travma sonrası stres bozukluğu (Henry ve ark., 1992; Krystal, 1979; Sondergaard ve Theorell, 2004), depresyon (Wise ve ark., 1988; Gürkan, 1996; Honkalampi ve ark., 1999; Lehtonen ve Viinamaki, 2000; Saarijarvi ve ark., 2001; Motan ve Gençöz, 2007), ve alkol-madde bağımlılığı (Evren ve ark., 2009; Evren ve ark., 2008; Rybakowski ve Ziolkowski, 1990; Taylor ve ark., 1990) olan kişilerde de görüldüğü bildirilmiştir.

Yukarıda da belirtildiği gibi aleksitimi sadece psikosomatik bozukluklara değil, aynı zamanda pek çok psikiyatrik bozuklukla birlikte de görülebilmektedir. Öyle ki, çeşitli şikayetlerle farklı uzmanlık alanlarındaki doktorlara başvuran ve\veya ruh sağlığı uzmanlarına giden\ yönlendirilen kişilerin yaklaşık % 35’inde klinik açıdan aleksitimik belirtilere rastlanmıştır (Lesser ve Lesser, 1983). Öte yandan yapılan çalışmalar, aleksitimiye normal örneklemde de rastlandığına işaret etmekte (Parker ve ark., 1989; Levant ve ark., 2009); ancak normal popülasyondaki yaygınlığın kinik örnekleme göre çok daha düşük olduğu bildirilmektedir (Fernandez ve ark., 1989; Şahin, 1991; Türk, 1992; Yemez, 1991). Örneğin, Amerika’da geniş bir üniversite

(29)

16

öğrenci grubu ile yapılan araştırmada, erkeklerin % 8.2’sinde, kızların % 1.8’inde, genel toplamda ise yaklaşık %5 oranında aleksitimik özelliklerin bulunduğu rapor edilmektedir (Blanchard ve ark., 1981). Laos’un (1995) yaptığı başka bir çalışmada ise, bu oran artmaktadır. Bu çalışmaya göre, aleksitimin genel populasyonda % 23, öğrenci populasyonunda ise %17 olduğu ifade edilmektedir. Ülkemizde yapılan yaygınlık araştırmalarında ise bu oranın daha da yüksek olduğu görülmektedir. Örneğin, 234 deneğin katılımı ile gerçekleştirilen, Gürkan (1996) psikiyatrik bozukluğu olan kişiler, psiko-somatik hastalar ve normal bireylerle yaptığı karşılaştırmalı çalışmasında, aleksitimin en sık psikiyatrik grupta (%67.9) gözlendiği, bunu psikosomatik hastalıkları olan bireylerin izlediği (%57.7), kontrol grubundaki normal bireylerin ise, klinik populasyona kıyasla daha düşük bir oranda seyretmekle birlikte % 38.5 gibi görece yüksek bir oranda aleksitimik özellikler gösterdiği bulgusuna ulaşmıştır. Bu bulgularla paralel olarak, Şahin’in (1991) yaptığı bir başka araştırmada ise, normal örneklemde aleksitimi sıklığının % 30 oranında seyrettiği bildirilmektedir.

Herman (2007), aleksitimik özelliklere sahip bireyler ile travma sonrası stres bozukluğu yaşayan bireyler arasında benzerlikler olduğunu söylemektedir. Aleksitiminin psikiyatrik bozukluklarla olan ilişkisi çeşitli çalışmalarla incelenmiştir. Örneğin yakın zamanda yapılan çalışmalar aleksitiminin yalnızca psikosomatik bozukluklarla değil aynı zamanda diğer psikiyatrik bozukluklarla da ilişkili olduğunu göstermiştir (Ertekin ve ark., 2015). Fakat aleksitimi ile ilgili yapılan çalışmaların çoğu erken dönem travmaları ile ilişkili olduğu dikkat çekmektedir. Usta ve arkadaşları (2015), şizofrenik sürecin gelişimi ile aleksitimi arasındaki bağlantıyı araştırmışlardır. Söz konusu araştırmada şizofrenide aleksitimiyle kötü gidişin yaşam kalitesinde bozulmayla ilişkisi saptanmıştır. Bu çalışmalar aynı zamanda Sifneos’un (1973) aleksitimi için duyguların söz yokluğu ifadesinin travmatik yaşantıya maruz kalan kişiler için de uygun olduğunu ortaya koymaktadır (Taylor ve ark., 1997).

Yapılan çalışmalarda çocukluk çağı istismarı bildiren yetişkinler arasında aleksitimiyi araştıran çalışmalara çok fazla yer verilmediği görülmektedir. Ancak, çocukluk çağı duygusal istismarının aleksitimi gelişimi ile ilişkisini inceleyen bir çalışmada, aleksitimik özellikler gösteren grupta göstermeyen gruba göre duygusal

(30)

17

istismar bildirim oranının daha yüksek olduğu bulunmuştur (Evren ve ark., 2009). Diğer yandan söz konusu çalışmada maruz kalınan istismar türü sayısı ile aleksitimi ölçeği alt boyutları arasındaki ilişkiler de incelenmiştir. Buna göre birden fazla kez istismara uğramış kişiler aleksitimi ölçeğinin özellikle duyguları tanımlama alt boyutundan daha yüksek skor almışlardır. Benzer bir çalışmada istismar geçmişi ile aleksitimi gelişimi arasındaki ilişki incelenmiştir. Söz konusu çalışmanın bulguları incelendiğinde çocukluk çağı duygusal ihmal yaşantısı ile aleksitimi arasında pozitif yönde anlamlı bir ilişki bulunmuştur (Aust ve ark., 2012). Başka bir deyişle çocukluk çağı duygusal ihmalinin yetişkinlikte aleksitimi gelişimi için önemli bir rolü olduğu saptanmıştır.

1.4. ALEKSİTİMİ TEDAVİ YÖNTEMLERİ

Aleksitimi ile ilgili teröpotik yaklaşımlar ele alındığında en dikkat çekici tartışma konusu içgörü yönelimli terapilerin faydası ile alakalıdır. Birtakım araştırmacı ve klinisyene göre dinamik yönelimli terapilerin aleksitimik bireyler için uygun değildir ve aleksitimik bireylerin, aleksitiminin doğası gereği dinamik terapileri yarıda bırakma ihtimalleri daha yüksektir (Freyberger, 1977; Krystal, 1979; 1982\83; Nemiah, 1977; Sifneos, 1973). Bu görüşe katılmayan diğer grup araştırmacı ve klinisyenler ise aleksitimik bireylerin terapiden faydalanabilmesi için en önemli faktörün terapist ile kurulan ilişki olduğunu belirtmektedir (Wolf, 1977; Stephanos, 1975). Dinamik terapilerin yanı sıra davranışçı yöntemler (Taylor, 1984b; Sifneos, 1975), destekleyici terapiler (Freyberger, 1977; Krystal, 1979; 1982\83), grup terapileri (Apfel ve ark., 1977; Ford ve Long, 1977; Wolf, 1977; Von Rad ve Rüppel, 1975) ve hipnoterapi (Schraa ve Dicks, 1981) gibi yöntemlerin aleksitimik bireylerde faydalı olabilecek tedavi yaklaşımları olduğu belirtilmektedir.

Aleksitimik özellikler sergileyen kişilere ilişkin terapi yöntemleri birbirinden farklı görüşleri içermesine rağmen klinisyenlerin çoğu aleksitimik bireylerin tedavisinin hem danışan hem de terapist açısından zor bir süreci içerdiğini söylemektedir (Şaşıoğlu ve ark., 2014). Ancak, bilişsel davranışçı terapinin ve grup terapisinin aleksitimi düzeyinde önemli bir düşüş sağladığına yönelik bulguların var olması bu alana yönelik çalışmaların daha da artırılması gerektiğini gündeme getirmiştir (Spek ve ark., 2008; Beresnevaite, 2000; Groot ve ark., 1995).

(31)

18

1.5. ALEKSİTİMİ İLE İLGİLİ YAPILAN ARAŞTIRMALAR 1.5.1. Yurt Dışında Yapılan Araştırmalar

Yurt dışında aleksitimiye ilişkin birçok çalışma bulunmaktadır. Söz konusu araştırmalar aleksitimi kavramının sıkça tartışıldığı dönemle paralel olarak en çok psikosomatik hastalarla yapılmış olmakla birlikte zaman içinde diğer psikiyatrik hastalar ve normal popülasyonda da yapılmıştır. Çalışmanın bu bölümünde yurt dışında yapılan çalışmalara yer verilecek ve tarihsel sıralamalarla beraber içeriklerine göre gruplanarak anlatılmaya çalışılacaktır.

Psikosomatik hastalarla yapılan çalışmada aleksitimik bireylerin çoğunun nevrotik hastalardan farklı olarak duyguları sözel olarak ifade etmekte zorlanırlar (Ruesch, 1948). Aynı şekilde MacLean (1950)’ da psikosomatik hastaların duygularını ifade etmede zorluk yaşadıklarını ifade etmektedir. Nemiah ve arkadaşları da (1970) yine psikosomatik hastalarla yapmış oldukları çalışmada bu hastaların duygularını fark etme ve ifade etme güçlükleri olduğunu, kendilerini ifade ederlerken içsel uyaranlar yerine dışsal uyaranlara odaklandıklarını belirtmişlerdir. Cooper (1984) aleksitimi ile somatik belirtileri değerlendirmeye almış ve yapmış olduğu çalışmada aleksitiminin bedensel şikayetlerle ilişkili olduğunu ayrıca aleksitiminin kadınlarda daha sık görüldüğünü bildirmiştir.

1968 yılında Krystal post travmatik stres bozukluğu yaşayan kişilerle yapmış olduğu çalışmada bu kişilerin aynı zamanda duyguları tanıma ve açıklamakta güçlük yaşadıklarını, düşlem ve fantezi yaşamlarında da eksiklik olduğunu belirtmiştir. Post travmatik stres bozukluğu yaşayan kişilerde görülen bu belirtilerin aynı zamanda madde bağımlılarında da görüldüğünü aktarmaktadır. Daha sonraları Sifneos (1972) bu özellikleri “aleksitimik özellikler” olarak tanımlamıştır.

Borke (1971)’nin 3-6 yaş arası Amerikalı ve Çinli çocuklarla empati gelişimi üzerine yapmış olduğu çalışması üç yaş civarında olan çocukların mutlu ve mutsuz ifadeler arasındaki farkı fark ettikleri fakat kızgınlık, korku, üzüntü gibi duyguları çocukların sonradan öğrendiklerini bize göstermektedir. Öte yandan empati gelişimi açısından Amerikalı ve Çinli çocuklar arasında bir fark görülmemiştir.

(32)

19

Aleksitimi kavramı üzerine yapılan çalışmalar daha çok somatik hastalarla olsa da ilerleyen zamanlarda normal popülasyonda da aleksitimik özellikler incelenmiş ve bazı değişkenlerle arasındaki ilişkiler incelenmiştir. Loas 1995 yılında normal örneklemle aleksitimi kavramını incelemiş ve üniversite öğrencileriyle üniversite okumayan 446 kişiye Toronto Aleksitimi Ölçeğini uygulamıştır. Normal popülasyonda aleksitimi yaygınlığını %23, öğrenci grubunda ise %17 olarak bulmuştur. Aynı şekilde Montreul ve Pedinelli 1995 yılındaki öğrenciler ve normal örneklemle olan çalışmalarında öğrencilerin %6,8’inde aleksitimik özelliklerin var olduğu bulgusuna ulaşmışlardır.

1998 yılında Parker ve arkadaşlarının normal örneklemle aleksitimi ölçeği uygulayarak yapmış oldukları çalışmada normal popülasyonda aleksitimik özelliklerin yaygınlığını %18,8 olarak bulmuşlardır. Blanchard ve arkadaşları (1981) aleksitimin psikometrik belirtilerini ölçme üzerine yapmış oldukları çalışmada 230 üniversiteli gençle çalışmış ve erkeklerin %8,2’sinde kızların ise %1,8’inde aleksitimik özelliklere rastlandığını belirtmişlerdir. Jokuama ve arkadaşları (1996) yaşları 50 ve üzeri olan normal Fin örneklemi ile yaptıkları çalışmada aleksitimi yaygınlığını %34 olarak bulmuşlardır. Ancak Jokuama ve arkadaşları bu sonucun beden sağlık algılamasındaki yetersizlikle alakalı olduğunu yaşın, evlilik durumunun, sosyal statünün ve yaşanılan çevrenin bunda etkisinin olmadığını ifade etmişlerdir. Kokkonen ve arkadaşları (2001), 5593 gibi geniş bir normal örneklemle yaptıkları çalışmada erkeklerin %9,4’ünde kızlarınsa %5,2’sinde aleksitimik özelliklerin var olduğunu belirtmişlerdir. Benzer şekilde Mattila ve arakadaşları (2006) da geniş bir normal örneklem ile çalışmış (N=5454) ve alekstiminin normal popülasyondaki yaygınlığını %9,9, erkeklerde %11,9 ve kızlarda %8,1 olarak bulmuşlardır.

Öğrenim düzeyininaleksitimi yaygınlığını ne yönde etkileyeceğine ilişkin çalışmalar yapılmış ve farklı sonuçlara ulaşılmıştır. Bu çalışmaların bazılarında aleksitimi ile öğrenim düzeyi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmazken (Kyrstl ve ark. 1986; Martin ve Pihl, 1986; Sifneos, 1979), öğrenim düzeyi ile aleksitimi durumu arasında negatif yönlü bir korelasyon olduğunu söyleyen çalışmalar da (Mattila ve ark. 2006; Kokkonen ve ark. 2001; Faryna ve ark. 1986; Rodenhauser ve ark. 1986) vardır.

(33)

20

Aleksitimi ile sosyo-ekonomik düzey arasındaki ilişki de incelenmiştir ve yukarıdaki çalışmalarla benzer şekilde iki değişken arasında anlamlı bir ilişki olmadığını söyleyen çalışmalarla (Martin ve Phil, 1986; Bagby ve ark. 1986) birlikte aleksitimik özelliklerin sosyo-ekonomik düzeyin yükselmesiyle azaldığını belirten çalışmalar da (Kokkonen ve ark. 2001; Smith, 1983; Blanchard ve ark. 1981) mevcuttur.

Aleksitimi ile yaş arasındaki ilişkiyi sorgulayan çalışmalarda ise yaşın artmasıyla beraber aleksitimik özelliklerin azaldığını söyleyen çalışmaların (Kench ve Irwın, 2000; Morrison ve Pihl, 1989) yanı sıra tam tersi olarak iki değişkenin birlikte azalıp birlikte arttığını söyleyen çalışmalar (Pasini ve ark. 1992) da vardır.

Aleksitiminin farklı kişilik özellikleri ve psikiyatrik belirtilerle ilişkili olduğu normal örneklemlerle yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. Martin ve Phil’in 1986 yılında normal örneklemle yapmış oldukları çalışma aleksitimik özellikleri yüksek olan kişilerin aynı zaman da kaygı düzeylerinin de aleksitimik özellikleri düşük olan kişilere göre daha yüksek olduğunu ve çeşitli stres tepkileri sergilediklerini göstermiştir. Taylor ve arkadaşları da (1992) normal popülasyonda yaptıkları çalışmada aleksitimik özelliklere sahip kişileri daha fazla bağımlı, düşük egolu, düşüncesizce hareket eden, kaba davranışlar sergileme eğilimi yüksek olan bireyler olarak değerlendirmiştir. Benzer olarak Mattila ve arkadaşları da (2006) aleksitimik özellikler ile depresif belirtiler arasında pozitif bir ilişki olduğunu ifade etmişlerdir.

Snell ve arkadaşları 1989 yılında üniversite öğrencileri ile duyguları ifade etme üzerine yaptıkları çalışmada kızlar ve erkeklerin kişisel duygularını hemcinslerine daha çok anlattıkları ayrıca her iki grup da kişisel duygularını babalarından çok annelerine açtıklarını ifade etmiştir.

Aleksitimik özellikler ile aile içerisindeki farklı değişkenler arasındaki ilişkilerin incelendiği çalışmalar da vardır. Söz konusu çalışmalar yine tarihsel sırasıyla aşağıda paylaşılmıştır.

Duyguların açıkça paylaşılmadığı, vurgulanmadığı ortamlarda yetişen bireylerin ilerleyen zamanlarda duygularını ifade etmede spontan olamadıkları ve duygularını açıkça ifade etmekte güçlük yaşadıkları belirtilmektedir (Halberstad, 1986).

(34)

21

Papini ve arkadaşlarının 1990 yılında 12-14 yaşları arasındaki ergenlerle yapmış oldukları çalışmada kızların erkeklere kıyasla kişisel duygularını aileleriyle ve arkadaşlarıyla daha çok paylaştıklarına ve yaş durumu ile duygu paylaşımı arasında da pozitif bir ilişki olduğuna dair bulgular elde etmişlerdir. Yaşı küçük olan bireyler duygularını daha çok aileleri ile paylaşırken büyük olan bireyler arkadaşları ile paylaşmayı tercih etmektedir. Duyguların aile bireyleri ile paylaşılmasında aile içi ilişkilerdeki açıklık, başarı ve aile üyeleri bağlılığının etkili olduğunu ifade etmişlerdir.

Boyatzis (1992), yaşları 3 ile 5 arasında değişen okul öncesi eğitim gören çocuklarla yüz ifadelerini tanıma becerileri üzerine çalışma yapmıştır. Bu çocuklara kızgın, korkmuş, mutlu, tiksinmiş, üzgün, sürpriz gibi çeşitli duyguların yer aldığı fotoğraflar göstermiştir. Çalışmanın neticesinde kızların duyguları tanımada erkeklere göre daha başarılı oldukları ve her iki grupta da duyguları tanıma ve ifade etme becerisinin yaşla arttığı belirtilmiştir.

Dunn ve Brown (1994), yetişkinlikte duyguları anlamada zorluk çeken bireylerin olumsuz duygulara daha fazla odaklanan aile ortamında yetiştiklerini ifade etmişlerdir.

Lumley ve arkadaşları 1996 yılında yapmış oldukları çalışmada aleksitimik özelliklerin oluşumunda ailenin önemine sıkça vurgu yapmışlardır. Çünkü üniversite öğrencileriyle yapmış oldukları çalışma sonucunda olumsuz aile örüntüleri ile aleksitimi arasında anlamlı ilişki saptamışlardır. Duyguları tanıma güçlüğü, ailenin genel patolojik özellikleri ve duygusal katılım güçlükleri ile duyguları ifade etme güçlüğü ise aile içi tüm olumsuz örüntülerle pozitif ilişki içinde ele alınmıştır.

Benzer şekilde Fukunishi ve arkadaşları da (1997), üniversiteye devam eden Japon öğrencileriyle çalışmış ve annenin sağlamış olduğu bakım ve desteğin aleksitiminin özellikle duyguları ifade etme güçlüğü alt boyutu ile negatif yönde ilişkili olduğunu bulmuşlardır. Yani annenin bakım ve desteği arttıkça çocukların duygularını ifade etme güçlükleri azalmaktadır.

(35)

22

Carpenter ve Addis (2000), depresif bireylerin başa çıkma becerilerini araştırdıkları bir çalışmada aleksitimi ile çevresindeki insanlardan (arkadaş veya ebeveyn) yardım isteme davranışı arasında negatif yönlü bir ilişki saptamışlardır.

Kench ve Irwin (2000), aleksitiminin gelişiminde rol oynayan faktörleri inceleyen çalışmalarında özellikle çocukluk dönemindeki çevresel faktörlere, aile çevresine dikkat çekmişleridir. Üniversite öğrencileri ile gerçekleştirdikleri çalışmaya göre çocukluk dönemindeki ailesel faktörlerin ilerleyen zamanlarda aleksitimik özelliklerin gelişmesinde ve ilerlemesinde etkili olduğu yönünde sonuçlara varmışlardır.

Langevin ve Hare (2001), erkek ergenler ile yapmış oldukları çalışmada aleksitimi ile psikopati arasındaki ilişkiyi incelemişlerdir. Yapılan çalışma sonucunda aleksitiminin psikopatik özellikler ile pozitif ancak sembolize etme kapasitesile negatif yönde bir ilişki olduğu saptanmıştır.

Ebeling ve arkadaşları (2001), hasta bir ergen grubuyla yaptıkları çalışmada aleksitimik özelliklere sahip ergenlerde somatik bozuklukların yanı sıra başka türlü psikolojik sıkıntıların da olduğuna dikkat çekmişlerdir. Bu grubun okulda akran ilişkilerinde sıkıntılar yaşadıkları bazılarının aile içerisinde şiddete maruz kaldıkları ifade edilmiştir. Katılımcıların ebeveyn özelliklerine bakıldığında bu kişilerin de duygularını ifade etmede yetersiz oldukları, travmatik deneyimlere sahip oldukları belirlenmiştir. Bu çalışmada aleksitimi ve somatizasyon bir nevi baş edilmesi zor duyguları yansıtma biçimi olarak ele alınmıştır.

Suslow ve Junghanns (2002), ise aleksitimik özelliklere sahip kişilerin duygusal durum içersinde iken karar vermelerinde ve duygularını ifade etmede güçlük yaşadıklarını söylemişlerdir.

Aleksitimi skoru yüksek olan bireylerin aynı zamanda yüksek somatik kaygı ve psikasteni, aşırı derecede bir hassaslık ve düşük sosyal beceri puanına sahip olduklarını söyleyen Posse (2002), aleksitiminin şüpheci kişilik özellikleri ile ilişkili olduğunu söylemektedir.

(36)

23

Hund ve Espelage (2005), geniş bir kadın üniversiteli grupla (N=589) aleksitimi ve çocukluk dönemi istismarı, yeme bozukluğu arasındaki ilişkileri incelemişlerdir. Söz konusu çalışmada yeme bozukluğu ile çocukluk dönemi istismarı arasında doğrudan bir ilişki saptanamazken, aleksitimi ile her iki değişken arasında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde ilişkiler bulunmuştur.

Parker ve arkadaşları (2005), geniş bir üniversite öğrencisi grubu (N=707) ile yapmış oldukları çalışmada aleksitimi ile akademik başarı arasındaki ilişkiyi incelemişlerdir. Çalışmanı sonucunda akademik başarı ile aleksitimi arasında pozitif bir ilişki saptamışlardır. Parker ve arkadaşları bu durumu stresli yaşantı durumunda duygulanım düzenleyebilme yönünde değerlendirmişlerdir.

Zimmerman (2006), yaşları 14 ile 18 arasında değişen 36 suçlu ve suçlu olamayan iki ergen grubun aleksitimik özelliklerini ve aile yapılarını incelemiştir. Çalışmasının neticesine göre aleksitimik özelliklerin ve dağılmış aile özelliğinin çocuk suçluluğunda yordayıcı bir etkisi söz konusudur.

Rick ve Vanheule (2006) alkol bağımlısı hastalardaki aleksitimi ile algılanan ana baba ilişkileri ve yetişkin bağlanma biçimleri arasındaki ilişkiyi incelemiştir. Aleksitimik özellikleri yoğun bir biçimde sergileyen kişilerle yapılan bu çalışmada kaçınan bağlanma biçiminin aleksitimik özellikler açısından anlamlı olduğu saptanmıştır. Aleksitiminin duygusal, bilişsel ve sosyal tüm yönlerinin yetişkin bağlanma tarzları ve algılanan ana baba tutumları açısından anlamlı olduğu belirlenmiştir. Aleksitiminin bilişsel düzeyindeki özelliklerinin özellikle baba ile yakın bir ilişkinin bulunmaması ve kaçınan bağlanma tarzı ile ilişkili olduğu belirlenmiştir.

Burba ve arkadaşları (2006), yaşları 12 ile 17 arasında değişen somatoform ağrı bozukluğu bulunan ergenlerle yaptıkları çalışmada %59 oranında aleksitimik özelliklere sahip kişiler saptanmıştır. Bu grup kontrol grubu ile karşılaştırıldığında somatoform ağrı bozukluğu bulunan ergenlerin yaşıtlarına göre daha fazla aleksitimik ve kaygı özellikleri gösterdikleri bulunmuştur.

Şekil

Tablo 3.1: Katılımcıların Demografik Bilgilerinin Yüzdelik Dağılımı
Tablo 3.2: Katılımcıların Yaş ve Eğitim Durumları Ortalamaları
Tablo 3.3’te görüldüğü üzere 3-boyutlu çocuklar için aleksitimi modeli GFI ve AGFI  gibi uyum indeksine göre uyum için gerekli minimum yeterliğe ulaşılmıştır (&gt; .90)
Şekil 3.1: 3-Boyutlu Çocuklar için Aleksitimi Ölçeği Modeli Çözümlemesi
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

Millî şuur tam bir derecede tecelli ederse, gelecek devirlerde yaratacağımız İstanbul semtlerinin üslûbu, rengi, havası, eski İstanbul’daki kadar güzel olur.” (Beyatlı

Ersoy (2013), tarafından yapılan çalışmada 06.12.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6360 sayılı “On Üç İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Altı İlçe Kurulması

like antibodies and show amazing versatility according to other bio-recognition components. Aptamers can be contemplated to recognize amino acids, peptides, proteins and

MRI images were evaluated in terms of the signal of the anterior subcutaneous adipose tissue, cystic lesions related to bursitis, patellar and/or trochlear chondropa- thy, medial

Müjde Ar ve Uğur Yücel gibi izleyicilerin sevdiği ünlü kişileri konuk edecek olan Gülriz

Tablo 5’teki bilgilerden, Türkçe-matematik puanı ile öğrenci alan programlarda ÖSS sayısal bölümü puanının ÖYS matematik ve sosyal bilimler testi puanlan için

In this context the 1997 Lisbon Recognition Convention and pan- European transparency tools like the European Credit Transfer and Accumulation System (ECTS) and the Diploma

Araştırmamın ikinci ve en önemli kısmında ise; Hürriyet, Zaman ve Cumhuriyet gazetelerinin 1 Ocak- 31 Aralık 2003 ve 1 Ocak- 31 Aralık 2008 yıllarında kadına yönelik