ŞAİR NİOÂR HANIM
T a n d ı r B a ş ı n d a
Doktor Ignace K u mş
70
y ıl evvel, o devrin tanınmış edikleriyle, bir
ram azan akşamı
ifta ra gittiği ŞairNigâr
an-nesinden,
tandır
başında bir T ürk masalını dinleyişini anlatıyor.
ş iz l... Çektik çarıkları, vurduk gene yo la, az demedik, uz demedik, dere, tepe düz eyledik!... Âsa kırıldı elde, çarık delindi gayri; bir de baktık ki göründü Çin Maçin Padişahının bağları...
— Arkası yok m u? diye sordum. Büyük hanım :
— Arkası m ı? işte şimdi asıl masal başlıyacak, dedi ve masal başladı:
Vaktin birinde, bir odun yarıcısı var mış, bunun bir de karısı... Bu odun ya rıcısı, gündüzleri dağa gidip odun keser, akşam üstü de kestiklerini götürüp pa zarda satarmış. O günün küçük kazan cının hepsiyle gider, bakkaldan ekmek ve nevale alır, evine getirirmiş. Karısı da onları pişirir, yerler, içerlermiş. Yemek ten sonra d a ; «Piş püf de piş püf» diye rek türkü, çalgı, oyun ile cümbüş edip vakitlerini hoşça geçirirlermiş. Gene er tesi gün olunca odun yarıcısı bermûtat dağa gider, odunlarını keser, akşam üs tü satar, parasiyle evine gene öteberi alırmış, yerler, içerler, gene oynayıp cüm büş ederlermiş... Her gün, her gece günlerini zevkle geçirirlermiş...
Günlerden bir gün, padişah geceleri mum yakmayı yasak eder. Kimse mum yakamaz olmuş I Fakat odun yarıcısının gece olunca, evinde bir değişiklik görül memiş. Gene mum yakıp, yer, içer, cüm büş eder, sonra da yatar, uyurlarmış... Bir gece padişah, tebaasının kendi buy rultusuna ne derece saygı gösterdiğini kontrol için çıkıp, kol gezmeye başlamış. Dolaşırken bu odun yarıcısının evine gei- miş. Bir aralıktan içeri bakmış ki, odun yarıcısının evi içinde bir çalma, bir oy nama var ki, deme gitsin... Padişah,
lıç karşılığında biraz yiyecek almış. Son ra da karisiyle yiyip içmişler.
Bû odun yarıcıslyle beraber gelmiş olan padişah uşağı, bunların yaptıklarım görmüş. Sabah olunca da doğru gitmiş, olanları padişaha haber vermiş. Oduncu ise, ne olur, ne olmaz düşüncesiyle tah tadan bir kılıç yapıp, kınına sokmuş. Padişah durumu işitince, verdiği k ılı cın satıldığını bir oyunla meydana çı kartmak istemiş. Şöyle bir düzen kur muş ; O devirlerde bir kimseye yeni bir rütbe verildi mi, bir suçlu adamın ba şını ona kestirirlermiş I Padişah da, adamlarına haber saldırtıp, hepsini bir yere toplatmış. Bir yandan da odun ya rıcıyı çağırtmış. Oduncu gene giyinmiş, atına binip saraya gitmiş. Padişah suç luyu meydana getirtmiş. Oduncuya d a : «Tez şu adamın başını kes!» demiş. Oduncu, bilir ki kılıcı tahta... Nasıl et s in ?... Hemen bir kurnazlık gelmiş ak lına, kılıcını kınından tutmuş: «Ey Al lahım, demiş, şu adamın günahı yok sa kılıcım tahta olsun, eğer varsa kes s in !» Bunu yüksek sesle bağırmış. Kılıcı çekmiş. Etraf bir de bakmışlar ki kılıç tahta... Oduncu, padişaha dönmüş: «Gördünüz mü sultanım, demiş, bu adamın günahı yokmuş. Kılıcım tahta oldu, gayri kesm ezi...» Padişah, odun cunun zekâsından çok hoşlanmış Ona konak ve para verip gönlünü almış. Oduncu da karisiyle, hayatının geri ka lan günlerini rahatça geçirmiş. Yolda giderlerken, fakir fukara, yo
lun sağına, soluna iki keçeli dizilip, ken disinden para istemeye başlamışlar. Odun yarıcısı da atının üzerinde elini cebine atmış, bakmış ki para yok. Bir sağına, bir soluna: «Dönüşte... dönüşte!» diye diye yoluna devam etmiş. Nihayet padi şahın huzuruna varmış, etek öpmüş. Pa dişah kendisine ne iş tuttuğunu sormuş. Oduncu da, dağda odun kestiğini, son radan bunları satıp parasiyle evine ye meklik aldığını, karisiyle birlikte yiyip içtiklerini, oynayıp eğlendiklerini söyle miş. Padişah bunun üzerine, odun yarı cısını kendisine kapıcıbaşı yaparak kendisine güzel bir de kılıç hediye et miş. Odun yarıcısı da tekrar etek öp tükten sonra atına binip, evine gelirken gene yolunun üzerine çıkan fakirler ken disinden para istemişler. Odun yarıcısı tekrar elini cebine atmış. Bakmış ki ge ne para yok. Bir sağına, bir soluna: «Size de yok... bana da yok; bana da yok... size de yo k...» diye söylene söy lene evine gelmiş.
Akşam olmuş. Karı - kocanın gene ka rınları acıkmış. Adam o gün, odun kes- meyip, vaktini sarayda geçirdiğinden para kazanamamış. K arısına: «Şimdi ne ya pacağız, demiş, sanki bu iyi mi ol du? Para yok, pul yok, ne yapalım?». K arısı: «Haydi a koca, şu kılıcı bak kala götür, karşılığında biraz yiyecek al, gel de yiyip eğlenelim» demiş. Oduncu da kılıcı alıp, doğru bakkala gitmiş. Kı
Hyiiplen bir görünüş.
T ipik e lle r i ve kaldırım ları ile eski bir İstanbul sokuğı.
Münif Paşa — Hepimiz öyle ya... Ma
sallara, hanımların ve çocukların merakı o lu r!...
Bunun üzerine Nigâr Hanımın ihtiyar validesi:
__ İşte ihtiyar kadın benim, masalları bilen de benim... dedi.
Hanım ninenin elini öpüp:
__ Öyleyse bir tandır kuralım, dedim.
Hanım nine — İyi, »ma masal söy
lemeden evvel, bir tekerlemesi v a r!... İlk önce onu dinlemelisiniz.
Misafirler — Ne i l i l — Canımıza minnet! dediler.
B e n __ Bu tekerleme dediğiniz ne gibi bir şeydir? diye sordum.
Ekrem Bey — Masalların ilk kısmı,
eğlenceli sözlerden ibaret bir başlangıç, dedi.
Bunun üzerine, hanımefendi kendisini toplıyarak :
__ İşte tandır burası olsun, dedi. Biz de yanıbaşına oturduk, dudakları na baktık. Sevincimden bayılacaktım. Va lide hanım, gülümsiyerek başladı:
__Bir varmış, bir yokmuş, Allahın ku lu çokm uş!... Evvel zaman içinde, kal bur kazan içinde, deve tellâl iken, sıçan berber iken, ben on beş yaşında iken, anamın, babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, var varanın, sür sürenin, destursuz bağa girenin hali budur hey... Yaran sefa, Bekri Mustafa, kaynadı ka fa... Ak sakal, kara sakal, pembe sakal, yeni berber elinden çıkmış bir taze sa k a l!... Kasap olsam sallıyamam satırı, nalbant olsam nallıyamam katırı, ha mamcı olsam, dost, ahbap hatırı... Bir is, benim kârım değildir. Doğru kelâm, bir
odun yarıcısı ile karısının «piş püf» oyunlarını da bir müddet seyretmiş, sonra kapıya nişan koyup ayrılmış.
Ertesi günü padişah, odun yarıcısının evine bir at ile temiz bir kat elbise gönderip, onu yanına çağırtmış. Adamlar odun yarıcısının evine gelmişler. Kapıyı çalıp, oduncuyu sormuşlar. Kadın, ko casının evde olmadığını, odun kesmek üzere dağa gittiğini söylemiş. Padişahın adamları da kalkıp dağa çıkmışlar, odun cuyu alıp getirmişler. Ona temiz elbise ler giydirip, padişahın yanına götürmek İçin yola çıkmışlar.
Geçen sayımızda, Macar âlimi ve Türk dostu Dr. Ignace Kunoş'un yazılarından yaptığımız seçmelere, Karagözden bir fa sılla devam etmiştik. Bu hafta da gene Dr. Kunoş'un kaleminden, size bir Türk masalı takdim ediyoruz. Desenler Fran
sız ressamı Theodore Cahu'ye aittir.
M
ÜBAREK ramazanın, ayın on dördü gibi, aylı yıldız lı bir gecesi idi. Kervan-i
kıran Yıldızı, gökte bir pırlanta gibi parıldıyordu. Poyraz yeliserin serin esmekteydi. Istanbuida Türk lerle meskûn bir mahallenin denize na zır bir evinde, zamanın tanınmış kadın şairi Nigâr Hanımın salonundaydık.
Bir Macar baba ile bir Türk anadan dünyaya gelmiş olan bu meşhur şaire, yaralanmış gönlünün gamını, ezilmiş kal binin feryadını, derin düşünceli şiirinin kadehine doldurarak bize beyitler oku muş ve şarkı söylîyerek piyano çalmıştı. Bu mübarek akşam, dostlarını, ahbap larını davet etmişti. Edebiyata dair ba hisler açıld ı... Edebiyat ehli Maarif Na zırı Münif Paşa, meşhur Recaizade Ek
rem Bey, beraberinde birkaç zat daha iftara başlandı.
Yemekten sonra Nigâr Hanım : __ Bu bizim Macar misafirimiz, şar kılardan ziyade halk masallarını tercih ediyor... sözleriyle maksadını açıkladı.
Ekrem Bey — Benim işittiğime göre,
masalları en ziyade bilen, en çok söy- liyen, ihtiyar kadınlardır ve onların tan dır başında söyledikleri masallar meş hurdur. Çocuk İken masalları ancak an nemden veya onun yanında olan cariye- lerden, yahut konu - komşu dişi ehlin den işittim, dedi.
gün başıma yıkıldı hamam I... Dereden siz gelin, tepeden ben; anasını siz sevin, kızını ben; sandığa Siz girin, sepete ben; tahta merdiven, taş merdiven, toprak merdiven... Tahta merdivenden çıktım yukarı; ol kızlar, andıkça yüreğim sız lar; perdeyi kaldırdım, baktım karşım da bir hanım... Şöyle ettim, böyle et tim; tabaıiınm altına bir fiske vurdum, kendisine yolu sordum I Buradan kalk tık, çektik çarıkları, vurduk yola... Az gittik, uz gittik, dere, tepe düz gittik; altı ay bir güz gittik... Bir de arkamı za baktık ki, bir arpa boyu yer gitmi
1
4
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi