■ t . î f t s .
Geçmiş Zam an Olur ki..
ecse Istanbullırnun
Aslında biz onları 3 Ekim 1966
günü öldürdük. Allayıp pullayıp,
çiçeklerle donatıp, bayraklarla
süsledik onları. Gözyaşlarımız,
infazı yaparken vicdanını
bastırmak isteyen bir celladın
yalan ağlayışından farklı
değildi.
r
Kimi gün 10 para, kimi gün 30 para, kimi gün 5 kuruşa yolcu taşıyan bu tramvayların düşmanları sizce kaç paralıktır söyleyin bakalım? 5 Kuruş mu? Hayır, 5 para bile etmez, bu tarih talancıları. nce öldürüp, sonrayaşatmaya çalışan ta rih m a zoh istleriyiz biz. Seferden kaldırı lan tra m va y la rın , v in çlerle vapurlara yüklenişine o günün yetkilileri, sanki infaz emrini başkası ver miş gibi, bizimle birlikte ağla mıştı. Çiçekler, nutuklar, “seni
unutmayacağız” gibilerinden
b ir y ığ ın yalan a ğ ıtla rıy la o tramvayları depolara attılar...
Geçmişini, kilosuna üç lira bedel biçilen bir hurda yığını olarak görenlerin tramvay hat güzergahının kaldırılması sıra sındaki istimlaki ise, tam ma nası ile bir “şehir katliamı” ol du.
Karaköy meydanındaki ah
şap minareli camiyi bir gecede yok eden alçak oğlu alçak nere
de? Nerede o OsmanlI’nın im za sın ı taşıyan , Okm eyda- n ı’ ndaki birer tarih şaheseri olan menzil taşları? Otobanla rın, gecekonduların ya da çok katlı betonların ezip geçtiği İs
tanbul artık eskilerin yenilere
anlattığı bir “masal şehir” hali ne geldi.
Kadıköy Kuşdili Deposu’na
çekilen tramvayların beheri 69 bin liradan satışa çıkarılmıştı. Bu kadar büyük bir günaha, bu kadar cüzi bir bedel işte...
Kim i gün 10 para, kimi gün 30 para, kimi gün 5 kuruşa yol cu taşıyan bu tra m v a y la rın düşmanları sizce kaç paralıktır s ö y le y in b a kalım ? 5 Kuruş mu? Hayır, 5 para bile etmez, bu tarih talancıları.
H ergü n b ir p a rçasın ı aç kurtlar gibi kem irdiğim iz İs
tanbul artık “iki yaka”sı bir
araya gelmeyen öksüz ama öf k e li b ir “dün ” olarak, “bu- gün” ün yakasına sarılıyor:
“Bana geçmişimi verin, ba na geçmişimi verin...”
Bu sesi, artık “yabancı” ad dedildiğim iz, İstanbul’un her köşesinde duyabilirsiniz... Sa dece insan değil, kültür taşıyan
23 Numaralı Ortaköy -Aksaray
tra m v a y ın ın va tm a n ı C elal
Efendi, bugün Laleli’nin halini
görseydi, utancından başka bir hatta tayinini isterdi. Sirke- ci’den kalkan 15 numaralı Tak
sim ya da 12 numaralı Fatih - Harbiye tramvaylarının müm
taz yolcuları için Beyoğlu cihe ti, sadece ayakkabı değil, onea güzelliği de eskiten bir çöplük yığınıdır.
Kapkaççılara ve eli jiletli eş
cinsellere ve yollara kadar ta şan tabancalı meyhanecilere ve pezevenklere ve puştlara ve ti nercilere ve dilencilere ve ne kadar varsa, bilumum pislikle re göğüs geren bir İstanbullu olmak kolay değildir. Beyoğlu caddelerini, Galatasaray’ı, Ba-
lıkpazarı’nı gaspedip, yolları
meyhane masaları ile kapatan lara göz yumanlar, İstanbul’u kurtarmak isteyenlerle birlikte
Çiçek Pasajı’nı kapatıp, şam
panya p a tla tıyorla r. A lla y ıp pullayıp oyuncak tramvay ve rip, k a rş ılığın d a İsta n b u l’u gaspediyorlar.
işte bunlara rağmen, İstan
bul’un o muhteşemliğine yöne
lik saldırılarına direnenlerin, bu “bana geçmişimi geri ve
rin” sesini, her yerde duyabili
yorsunuz.
K o p illerin ve tin ercilerin salkım saçak asıldığı boyah de mir yığınına ne zaman baksa nız, 123 yıllık tram vay tarihi kadar, koca bir Dersaadet hüz
nü de görürsünüz. Ben Çelik Gülersoy’un “Tramvay” kitabı
nın sayfalarında sadece geçmi şe hayranlığı değil, geleceğin umutsuzluğunu da yaşıyorum.
R A Y O LM A D A N ÖNCE
Dilerseniz bu hüznü eskiye yapacağımız bir tramvay seya hati ile dağıtalım. “Societe des
Tramways de Costantinople”,
yani Tramvay Şirketi’nin Pera
Metro Han’daki merkezi umu
misine bir uğrayıp çeşitli dö nem lere ait pasoları aldıktan sonra, birinci mevkiye kurulup şöyle bir dolaşalım.
M a caristan ve A v u stu r
ya’dan getirilmiş iri yapılı “ka-
tana”yı andıran atların çektiği
bir tramvaya ne dersiniz? Ne dersiniz, bir “Vardacı”mn öy küsünü dinlemeye?
Güm bür gü m bü r b ir ses çm latırdı ortalığı “Haydaa...
Savulun... Tramvay geliyor...”
Sonra nota tanımayan borusu nu öttürür ve arkadan gelen, atların çek tiğ i tram vaya yol açardı. O zamanlar yaşasaydım ve “içinden tramvay geçen bir
aşkı” konu alsaydım, “mecbu ri” istasyonda bir lahza durup,
bu “ Vardacı” lar hakkında ah kam keserdim...
İşine “taassup” derecesin de b a ğ lı olan “V a rd a c ı”ları
Türk Spor Tarihi’ni yazarken
lisanssız ilk atletler arasında göstermiştim. Bir kere adamlar
“Tulum bacı T ak ım ı”nın en
namlıları arasından seçiliyor lar. Boy pos yerinde, bacaklar çelik adaleli, üstelik durdurak bilmeden koşabilen bu fı tarihi maratoncuları aynı zamanda a fillid ir. Karikatürist Cafer
Zorlu bana cumhuriyetin ilk
muhabbet evlerini anlatırken eski bir “Vardacı”yı dikkatime sunmuştu.
Babası Edirnekapı çevresi nin en namlı tulumbacıların dan biri olan “Arap Sadık” ilk koşu idmanlarını, şoparlığı sı-
► ►►
k i
/
5
- / / • ? ;
► ► ►
rasında Acıçeşme bahçelerine dalıp, in cir ve erik “arak la- ma” sı sırasında yapmıştı. Kızıl cık sopalı korucuların elinden kurtulması sırasında mükem mel bir kondisyon elde eden tu lumbacı Sadık, yaşı kemale er diğinde, eller üstünde tutulan ve “ adam” lığma bir nebze bile “ madam” lık karıştırmayan biri dir. Daha sonra azacak ve tene şir paklayasıca bir madamın
“kokona”sma yar olacaktır.
Tramvayın henüz gelmediği ve “tabanvay”m hakim olduğu dönemlerde cumbalı evlerin ka pı aralıkları ile kafesli pencere lerine hatunları çıkaracak ka dar “endazesi yerinde” olan ba banın, oğluna bıraktığı tek şey, işte bu soydan gelen fiziktir. Ömrünü şakşak ve şamata ile geçirmemiş “Vardaeı”lık mes leğini hekimlik ya da askerlik kadar ciddiye alarak, atlı tram vayların önünde “en hızlı” ola rak koşmuştur. Tabiri caizse, günümüzde “Hızlı Tramvay” dedikleri makina yığıntısına tur atabilecek gerçek bir “hızlı ta
banvay”.
Yokuşlu yollarda dört atm çektiği tramvayın önünde “Var
da... Varda...” diye gürlediğin
de, halk iki yana ayrılırdı. Elin deki borusu ile bayrak yarışın daki bir sporcuyu andıran bu yağız delikanlı, “tıp tıp” atan genç kız kalplerinde derin izler bırakırdı.
Startı k u vvetli “Arap Sa
dık” ın son fin işi onun hayat
kürsüsündeki yerini belirleye cektir. Tramvay Şişhane Yoku
şu başındaki ahıra geldiğinde, o
son durak falan dinlememiş ve
“faryap” Tatavla’ya devam et
miştir.
Bir sorun bakalım; “Niye?” Finişi hiç bitmeyecek sanı lan “Arap” Sadık, soluğu Agav- n i’ nin her manada muhkem mekanında almış, sanki onca koşmanın yorgunluğunu atar- casına 3 yıl da yataktan çıkma mıştır. .Halbuki o sıralarda Os
manlI İdman Cemiyetleri İtti fakı (Beden Terbiyesi Teşkilatı)
kurulmuş olsaydı, şüphesiz Se
lim Sırrı Bey (Tarcan) tarafın
dan keşfedilir, olimpiyatlara bi le gönderilirdi. Çünkü hem ko
şar, hem ağırlık kaldırırdı. “İki
elle ipe tırmanma” branşına da Yorgo Alibrantis Efendi gibi
aşina oluşu da cabası... Eh kör talih işte... Adamın tutunacak bir yeri olmadı mı, Agavni’ye tırmanmayacak da nereye tır manacak?
Atların yokuşlarda tıkanıp kaldığında tramvaya, bir omuz da yol veren Salih’in
“Erken emekli” liğine sebep,
işte uğradığı bu “iş kazası”dır.
“Gel bakim Aguş’uma” diye di
ye, A ra p ’ı neredeyse “tirit”e döndüren Agavni’yi “Tahtalı-
köy”e gönderen “Kör Mıgır”ın
falçatasıdır. Dostunun ölümü ile serbest kalan vardacı, böylece
“Hürriyetperver erkekler” ara
sında yerini alacak ve cenaze hazırlıkları sırasında evden bir kese Fransız altınını götürecek tir.
Bu çeşit, tra fiği karmaşık gönül kazaları yara bere bırak maz ama iz bırakır. Bu yüzden bacayı saran “Agavni ateşi” nin söndürülmesi ciheti ile bir baş ka kadına meyyal olunur. Yatak raundlarmda, “havlu atma” sma ramak kalan vardacmın, Emir-
ganlı Mihriban Hanım’a iltica
etm esindeki en önemli faktör aradığı tesellidir. Mihriban Ha-
nım’m ise “M ihrabı yerinde”
olup, en değme tazeleri bile ri cat ettirecek “mühimmat”a, ya ni silahlara sahiptir.
O bir koyar, Mihriban Ha
nım iki... Sermayeyi kediye de
ğil de elektrikli tramvaya yükle melerinde, Salih’in vardacılığı sırasında bu vasıtaya duyduğu merak ve aşinalık da rol oyna mıştır. Merkezi Brüksel’de olan
“Tramways Electricite Cons tantinople” şirketinin hisse se
netlerini Agavni’den götürdüğü altınlarla toplayan Vardacı Sa
lih, böylece az zamanda büyük
işler başaran ticaret erbabı ara sında yerini alır. Cafer Zorlu vardacı Salih’in yükselişinin
Karagümrük çevresinde efsane
gibi anlatıldığını söyler.
3 Eylül 1869’da Tophane-Or-
taköy hattında çift katlı olarak
çalışmaya başlayan atlı tram vaylar “Kupa, fayton ve Lando” gibi diğer vasıtalardaki ücret yüksekliği yüzünden dar gelirli lerin tercih ettiği araçlar olmuş
tu. Bir yıl içinde 3 milyon kişi nin taşındığı gözönüne alınırsa atlı tramvayların ne derece ilgi gördüğü ortaya çıkar. Atlı tram vayların alakaya mazhar olma sında tek neden sadece para de ğildir. İlk yıllarda kadın yolcu lar için özel vagonlar ayrılması da bu alakada rol oynamıştır. Daha sonra bütün tramvayların ön tarafı kırmızı perde ile bölü nerek kadınlara tahsis edilmiş ti. Eşler dahi tramvayda ayrı ay
rı oturmak zorundaydı.
Ama ne var ki, bu atlar gide rek güçlerin i kaybedecek ve yerlerine yenileri alınmadığın dan “atlı tramvay” hızından kaybedecekti. Yarım asra yakla şan hizmetleri ile İstanbul imti hanında sınıfta kalmayan ilk tramvaylar, 20 Şubat 1994’de raylarını elek triklilere bırak mıştı.
Mevcut hat sayısına yenileri ekleniyor ve böylece daha engin
bir hat sayısına ulaşılıyordu. İlk zamanlar tramvaylar için durak yoktu. Müşteriler o günün elve ren koşulları içinde evlerinin önünde iniyordu. Daha sonra
“Mecburi” ve “ihtiyari” durak
larla ehl-i keyiflerin saltanatına son yeriliyordu. Küçük yaşımda
“ihtiyari”nin ne olduğunu ya-
kalıyam am ış ve bu sözcüğü
“ihtiyar” sözcüğü ile eş tutmuş
tum.
Balkan Savaşı ile Harbi-i Umumi (Birinci Dünya Savaşı)
döneminde tramvaylar bir kur tarıcıdır. Lastik ve benzin yok luğundan araçlar kullanılamaz durum a düşecek ve im dada
“vatman” yetişecektir. Şehre
mini Vekili Bedri Bey’in 20 Şu bat 1914’de dualarla yola koydu ğu tramvaylar, ilk hasılatlarını
Donanma Cemiyeti’ne bırak
mıştı.
Tramvaycılar gayet şık kıya fetle dolaşır, bizden önceki ço cuklar onları ya mareşal ya da m iralay sanırdı. Fransız tipi şapkasında sırmadan üç şerit ta şıyan başkontrol ile vatman, ço cuklar için “büyük adam”dı.
Tram vay tarihinde büyük çapta kazalar görülmez. Birkaç vakanın en önemlisi sayılan Şiş
hane kazasında, tramvayın ray
dan çıkması bir kişinin ölümü ne, 20 yolcunun da yaralanması na sebep olmuştu. Tramvayları incelerken, her zaman hatırla nacak bir başka “vukuat” ile karşılaşırız. 16 Teşrinisani (Ka sım) 1924 tarihli gazetelerin yaz dığına göre bilet parası yüzün den çıkan bir anlaşmazlık, öğ rencilerin tramvay şirketini bas malarına sebep olmuştu. Öğren ci indiriminin uygulanmaması ve ülke içinde yabancı şirketle rin varlığını sürdürmesi direni şin asıl nedeniydi. Üniversiteli gençler bu durumu protesto et mek amacıyla, idarenin bulun duğu Metro Hanı’na yürümüş tü. Olay 2 öğrencinin yaralan ması ile sonuçlanmıştı.
Zaman zaman grevlere ve diğer engellere rağmen şirket m ü cadelesin i sürdürecekti. Cumhuriyet döneminde tram va y ağı daha gen işlem işti. Tramvayların kalkış saatlerinde en ufak bir sektirme olmazdı. Değil dakika, saniye oynamazdı hareketlerde. Mesela 1948 kış tarifesinde 5.58 kalkışını görebi lirdiniz. Altı değil, beş ellisekiz.T.
Bir de tarifeye saygı vardır. Tesbit edebildiğim en erken saat 5.38 ile Aksaray-Yedikule tram vayına ait bulunuyor. Bebek-Be-
şiktaş tramvayı da 24.18 ile gece
rekortmenidir.
Tarih dizisini Bedir Yayınla- rı’nda, ustalığına yakışır biçimde hazırlayıp, telvesi yerinde bir kahve lezzeti ile bize sunan Mid-
hat Sertoğlu “İstanbul Sohbet leri” kitabında, geçmişin son ta
nıklarını bize getiriyor... Bütün şehri onun yaşadıklarıyla dolaştı ğınızda hemen anlıyorsunuz, tü kenenin sadece tramvaylar olma dığını. Ha sahi, siz “İstanbul Canavarı” fil m ini görmüş mü y d ü n ü z ? Ü z ü l m e y i n şim di görü yorsunuz işte..
Ergun HIÇYILMAZ
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi