O SM AN PEHLİVAN
Altmışından sonra bile saz çatınabiliyor amma, adamın biraz da sözü geçse, başını sokacak bir kulübeciği olsa...
ORLUDA otomobilden iner inmez başı boş b ir seyyah gibi, kolları mı sallaya sallaya, rastgele bir yola sap mış, sağa sola bakm a bakm a y ürü y o r dum.
Kapısının dışındaki davul zurna su - sunca, bahçesindeki bando ötmeğe baş layan, b ayraklarla süslenmiş b ir beyaz yapının önünde durdum .
— Belediye seçiminin son günü de... dediler.
Bando davulcusunun, dışarıdaki ra k i binin g u ru ru na kıyasıya savururcasm a indirdiği tokm ağın son hom urtusile bu fasıl da bitince, birden, derin b ir sessiz lik içinde kaldım ve b ir davetsiz m isafir edasile belediye dairesine dalarak ağır ağır basam akları tırm anm ağa koyul - dum.
G örünm iyen yukarıdan, tertem iz bir suyun şıpır şıpır damlayışı gibi, b ir sazın baygın ahengine uyan, içten gelen b er rak b ir ses k a tra k a tra süzülüyordu.
Y anık yanık söylesen Dizinde dinlesem ben,
Geniş sofadaki kalabalık, yaklaştığım ın farkına bile varm adı. Herkes, kendi ken dini dinler gibi, kendinden başkasını görm üyor gibiydi...
Kapıya yaslandım ve doya doya din - ledim:
Başından varsa geçen B ir tarafa yaz Avşem Ayşem Ayşem güzel Ayşem Y anık Ayşem. Ayşem.. Ayşem. Geçsem sevda bağından
Şu içsem ırm ağından Tel istiyor saçından Elimdeki saz Ayşe
Odanın loş köşesinde bâlâ parm akları tellerde ve bası sazına eğik, donup kalmış gibi duran. Tanburacı Osman Pehlivandı.
— M erhaba Pehlivan..
— M erhaba hem şerim ... Bak hemse - rim diyorum, insan hele gurbette, m em leketlisini bir bakışta nasıl da tanır.. Y e min ederim ki İstanbuldan geliyorsun.
__ Fak at burası İstanbulun b ir ma
-hailesi sayılır, o kadar yakın... Neden gurbet kadar uzak göründü sana.
—■ Kadıköyde büyüdüm ve ihtiyarla dım. O radan uzaklaşınca her yer bana gurbet gibi gelir...
— Neden ayrıldın öyleyse?
— Sazımı kaptım çıktım yollara.. K ır gınım biraz da..
— Kime kırgınsın, İstanbula mı? — Radyoya... Şikâyet eder d u rursu - nuz, yine sever misiniz o radyoyu?
— Ne yaptılar sana Pehlivan?
— Keyfimi kaçırdılar, kalbimi kırdılar.. — Sebep
— M ırın kırın ederek beni taklide yel tenenleri baş sedire geçirdiler de bana «haftada bir gel. yeter» dediler.
Derdini fazla deşm ekten çekinerek bahse başka b ir yol açmak istedim.
— Kaç senedir çalarsın?
— 93 de Tırnavadan m uhacir gelmiş Kadıköye yerleşmişiz. M uhacirliğin bo yun büküklüğü, gamı geçip de köye alı şınca Fenerbahçe çayırına dadandım. R üştiye talebesi idim. M ektepten çıkınca soluğu çayırda alır, ben akıldaki kafa - darlarla pehlivanlığa özenirdik. İşte o sıralarda b ir de saza heveslendim ve tam elli iki yıldır bu h e
vesim geçmedi. — K im seden ders falan aldın mı?
— H üdayınabit der ler ya.. İşte o cins
-tenim. Amma kulağım çok kuvvetlidir. Bayırda bir köylü şarkı söyler, şöyle ya nından geçer, kulak kabartırım , pek ol mazsa «yavrum ne güzel söylüyorsun, tek rar eder misin» derim. Bu ikinci dinleyiş, beni yüzde yüz o şarkıya sahip kılar.
— Neden hep hazindir, yanıktır sesin? — D uym adan söylemem de ondan o- lacak.. Hele beni dinliyenlerin de ayni duygu ile m ütehassis olduklarını sezince içim yanar ve u nu tu ru m dünyayı, ge - çerim kendimden..
— Radyoda söylerken seni dinliyenleri görm üyrsun, o zam an keyfin kıt m ıdır?
— Ne zam an radyoda söylemeğe git sem yakın arkadaşlarım dan birkaçı da m utlaka beraber gelir ve karşım da o tu ru rlar. O zaman beni evlerinde dinliyen, yüzlerini görmediğim insanları h atırla mam bile. Şöyle kirpiklerim in arasından arkadaşları b ir süzerim, ondan sonra o- lanca aşkımla başlarım ...
__ Elli iki yıldır çalıyor, söylüyorsun. Ne kazandın b u işten?
— Sade kazanm ak için çalsaydım, belki benim de başımı sokacak b ir k u lü bem olurdu. Fakat ben onu düşünm em i şim. Hoş, şimdi yaş altmış beşi bulup da ben, d ar dünyada bir sazımla başbaşa kalınca, m ükm- mel bir tanburacı olacağıma orta bir pehlivan olmadığıma bin d e fa pişm an oldum amma, elden ne gelir.
Ve k ır bıyıklarını koparırcası na b ü ktükten sonra, ancak işi- tilebilen b ir sesle: Kandemir
No: 37
Tanburacı Osman
Pehlivan
— Baş tarafı 12 inci sayfada — — K ırkından değil, altm ışından sonra bile saz çalm ıyor amma, insanda ne elen se edebilecek kuvvet, ne de ayakta du rabilecek derm an kalıyor hemşerim.
— Ö m rün uzun olsun dilerim, fakat bu milli sazı çalanlar arasında senden sonra gelenler kim lerdir dersin?
Koskoca radyo idaresi «Korkma, himayemdesin» dediği bana, haftada be şer liradan sadaka gibi ayda yirm i lira verirse, arkam dan gelecek babayiğit kim olabilir?
— Kaç plâğm var?
— Bir zam anlar D arülelhanda idim. O rada iken doldurduğum uz yirm i iki plâkta ismim yoktur. Sonraları adımı ve rerek doldurduklarım beş, altı plâktır.
— O nlardan çok para aldın mı? Boşluklara bakarak, acı acı güldü:
. . O kadar çok ki, koyacak y er bu lam adım da çaldırdım!.
Ve yerinden doğrularak, kollarını açtı: — Allah aşkına, bırak şu para lâfım hemşerim!..
— Peki, tatlı tarafına gelelim; en çok sevdiğin hava hangisidir?.
Hiç nazlanm adan iskemlesine ilişti ve sazını kucaklayarak, okumağa başladı:
Oduncular dağdan odun indirir Gözüm yaşı değirmenler döndürür Bu dert beni iflah etmez öldürür. Ötme de bülbül mezarımın taşında Hem askerlik, hem yar sevdası
başımda Mezarımı derin kazm, dar olsun Etrafında lâle sünbül bol olsun Benim yâıim şu cihanda bir olsun
Sazım bir kenara koyarken, bana dön dü:
— Şu anda en çok sevdiğim budur. Yarın, kimbilir hattâ iki saat sonra bir başkasıdır belki. Vakıa sevmediğim bir havaya ne elim varır, ne dilim. Fak at bugün içim titreye titreye, iştiha ile tek ra r tek ra r okuduğum bir şarkıya yarın doymuş olursam, nağmeye aç gönlüm bir başka hava tu ttu ru r... Ve bu, böyle gi der, elli küsu r yıldır olduğu gibi...
Kandemir
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi