SAYFA CUMHURİYET
8
PAZAR KONUKLARI
Karikatüristler,ya da B
u
I
m
Ali’nin Don Kisot’lan
SU N U Ş: Ülkemizde karikatürün tarihi oldukça
eskilere dayanıyor. Osmanlı İmparatorluğu nun son
dönemlerinden itibaren gazetelerde, dergilerde
karikatürler yayınlanmaya başlanmış. Cumhuriyet
döneminde de karikatüre olan ilgi giderek arttı. H atta
sadece karikatürlerin yayımlandığı dergiler büyük rağbet
gördü. Bu dergilerin en önde gelenlerinden birisi de Yusuf
Z iya O rtaç’ın çıkardığı Akbaba ydı. Akbaba,pek çok
karikatürist yetiştirdi. Bunların en tanınmışlarından biri de
şu anda Türk karikatürcülerinin duayeni sayılan Necmi
Rıza Ayça. Profesyonel olarak karikatür çizmeye
1930 ’larda, Akbaba dergisinde başlamış. Yıllarca bu
alanda çalışmış, uzmanlaşmış. M eralSim er ise A y ç a y a
kıyasla ‘ ‘daha yeni ’ ’ bir karikatürcü ve çizgi film yapımcısı.
Simer, karikatürcü olarak işe başlamış, ama sonunda çizgi
filmde karar kılmış bir kişi. Kendisini bu alan üzerinde
geliştirmiş. Bu iki sanatçıyla Türkiye’de karikatür sanatını
ve sorunlarını konuştuk.
Söyleşi Leyla Tavşanoğlu K onuklar Necmi Rıza Ayça
Karikatürist
Meral Simer
çizgifilm yapımcısı
Necmi Rıza Ayça
1914'te Yugoslavya'nın P iritine kentinde doğdu. Ailesiyle birlikte 1920’de İstanbul’a göç etti. İstanbul Erkek Lisesini bitirdikten sonra Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümünde yüksek öğrenimini tamamladı. 1936 yılında Akbaba Dergisi'nde karikatür çizmeye başladı. Akbaba nm dışında, çeşitli dönemlerde Yedi Gün, Pardon, Şaka, Papağan dergilerinde çalıştı. Bugün Türkiye 'deki karikatüristlerin duayeni durumunda. Ayça, “Benim 250 tane torunum var. Hepsiyle de gurur duyuyorum " diyor.
M eral Simer
1948 İstanbul doğumlu. Sultan Selim Kız M eslek L isesini bitirdi. Lise öğreniminin son yılında çizeıliğe başladı. İlk karikatür lerini 1969’da çizdi. Aynı y ıl çizgi film çalışmalarına başladı. Çeşitli ulusal, uluslararası yarışmalarda ödüller aldı. “Bahar Nasıl Tamam Oldu?" adlı ilk kısa film ini 1972 yılında yaptı. Eserleri ile çeşitli yarışmalara katıldı. Üsküp’te birincilik ödülü
aldı. Ayrıca Bulgaristan ’da ve Akşehir'deki yarışmalarda dereceye girdi. Simer, karikatürde birikimin gerekliliğine değindi.
arikatür çizmeye ne zaman başladınız?
AYÇA - Ben iki kez dünyaya geldim. İlki Yu goslavya’da, şirin Piriştine kasabasında. Yıl 1914. İkinci dünyaya gelişim Babıâli Caddesi, Vi layet Konağı karşısında ufak, iki katlı, san bir binada oldu. Bu san binada Akbaba gazetesi çıkıyordu. İkinci doğuşum ebeli oldu. Ebem de Yusuf Ziya Ortaç’tı. (Akbaba dergisinin sahibi.) Gel zaman git zaman, 22 yıl birlikte çalıştık. Bu 22 yıl Akbaba’nın kapak resimlerini hep ben çizdim. îçerki sayfalara da bazen kadınlı, bazen de politik karikatürler çizerdim. Ama genelde hiç değişmeden 22 yıl kapak resmi çizdim.
-İlk karikatürünüzü ne zaman çizdiniz? Konusu neydi?
AYÇA - Benim gençliğimde Kumkapı’da evler vardı, oralarda aileler otururdu. Karikatürün konusu şöyle: Dar bir sokak... Dar sokağın kenannda ahşap bir ev... Evin balkonundan 120 okkalık bir Madam Sürpik aşağı doğru sarkmış. Balkonda kuş kafesi, sar dunya saksıları var... Sokaktan afili, başında balık tablası, tablanın ortasında bir terazi, ayağındaki yemenilerinin arkası basılmış bir balıkçı geçiyor. Madam Sürpik balıkçıya sesleniyor: “Balukçı, ba- lukçı, haluklar tazedir?” Balıkçı cevap veriyor: “Canlı canlı Ma dam.” Madam Sürpik de diyor ki: “Zo, sen de canlısın, ama taze deyilsin.”
Ben bu karikatürü Akbaba’ya götürdüm. O zaman bir merdiven çıkıyorsunuz. Sağ tarafta
b u oda. O rh a n Şeyh O r-
hon’un. Sol tarafta da Yu- suf Ziya Ortaç’ııı odası.
Çekinerek karikatürü ver
dim. Yusuf Ziya kaşlarını kaldırarak karikatüre şöyle bir baktı, sonra “ Bak, Seyfı, delikanlı ne yapmış," dedi, Orhan Seyfı’ye verdi. O da be ğendi. Sonra, “Senin adın ne?” dediler. “Benim adım Necmi, efendim,” yanıtını verdim. O zaman Rıza, soyadı... “Sen ne ya parsın? ” diye sordu Yu suf Ziya. “İstanbul Lisesi’ni bitirdim,” de dim. “Peki, karikatürünü çok beğendik. Bundan sonra senden haftada iki kez karikatür istiyoruz” diye kararını açıkladı. “Hay hay, efendim, teşek kür ederim,” diyerek oda dan çıktım. Merdivenleri öyle bir inişim var ki, gör meyin. Düşünebiliyor musunuz? Akbaba’da ka rikatürlerim çıkacak. Ka natlanmış gibiyim. Sonra merak etmeye başladım, “Acaba bu adamlar kari katüre ne verecek?” diye... Yıl 1936... Bir hafta geç tikten sonra karikatürüm Akbaba’da çıktı. Artık o karikatürü kimlere gös termedim ki... Görmeyen kalmadı. İlk karikatürü me karşılık verdikleri para 50 kuruş oldu.
-Peki 50 kuruşun alış gü cü ne kadardı?
AYÇA - Söyleyeyim. O dönemde Vilayet’in karşısında, sahibi Arna vut olan Fettah Lokantası vardı. Oradan Orhan Ural’la (ünlü karikatürist) dört kap yemek getirtir dik. Adam başına 18 ku ruş öderdik. 18 kuruşla iyice karın doyuruluyor du. Demek ki Yusuf Zi- ya’rim karikatür başına takdir ettiği 50 kuruş iyi paraydı. Kalan 32 kuruş ları biriktiriyoruz, Hafta sonunda Beyoğlu’na gi
dip eğleniyoruz. Müşterileri Alınanlardı. Orhan’la (Ural) öyle süfli meyhanelere hiç gitmezdik. Bu 22 yıl devam etti. Arada bazı kop malar oldu tabii,Çünkü Yusuf Ziya’nın eli biraz sıkıydı. Benim bu kopmalarım hep para yüzünden oldu. Ya paranızı alamıyorsunuz, ya noksan alıyorsunuz, sonra da ayrılıyorsunuz.
Babıâli o zaman küçük bir yerdi. Benim Akbaba'dan ayrıldığımı Sedat Simavi (Erol ve Haldun Simavi’nin babası. Hürriyet gazete sinin kurucusu) işitti. İki gün sonra evime mektup geldi, “Necmi Rıza, seninle görüşmek istiyoruz” diye. Kalktım, BabIâli’ye indim. O zamanlar Vilayet’in karşısında ahşap bir konak vardı. Şimdi orada Görsel Yayınlar var galiba. Sedat Simavi’nin o dönem sahip olduğu Yedi Gün ve Karikatür dergileri o binada çıkardı. Konakta odasına girdim, “Necmi Rıza, niye ayrıldın Akbaba'dan?" diye so runca, “Efendim, paramı alamıyorum,” yanıtını verdim. Bunun üzerine Sedat Simavi şöyle dedi:
“A, Necmi Rıza, niçin paranızı vermiyor? Bu Yusuf Ziya da ne para canlısıdır!” Daha sonra da iç sayfalara dilediğim konularda iki karikatür yapacağımı, bunun dışında da Yedi Gün'de çıkacak yazılardan ikisini bana eve vereceğini, bunları benim okuyup yazı lara resim yapacağımı söyledi. İslediklerini kabul ederek bunları beş gün sonra getireceğimi söyledim. Beş gün sonra gittim. Sedat Simavi sordu: “Necmi Rıza, Yusuf Ziya’dan tıc alıyordun?" Kari katür başına elli kuruş aldığımı söyledim. Bana, “Sana karikatür
başına bir lira vereceğim” dedi. Bir-iki yıl kadar Sedat Simavi’yle çalıştım. Sonra, biliyorsunuz Babıâli Caddesi’nden aşağı inerken baktım karşıdan Yusuf Ziya geliyor. Çok iyi konuşmasını bilen bir insandı. Ağzından bal akardı. Beni görünce, "Vay, Necmi Rızacığım, nerelerdesin? Seni o kadar göreceğim geldi ki. Vallahi geceleri rüyalarıma giriyorsun. Seni adım adım takip ediyorum. Akbaba’dan uzaklaştıktan sonra senin çizgilerinde bir değişiklik oldu. Necmi Rıza yapma. Sen Akbaba’da doğdun. Akbaba seni doğurdu. Sen en iyisi oradan ayni. Sanatında da aşağı doğru iniş başladı,” dedi. O zaman gencim tabii. Onun en yaldızlı konuşması na dayanamadım. Simavi’ye aynldığımı bildirdim.
-Akbaba ’da o sefer kaç yılçahştım z?
AYÇA - Akbaba’da bu kez iki-üç yıl çalıştım. Sonra yine aynı şekilde danlmalar oldu. Tekrar Sedat Simavi beni çağırdı. Birkaç kez böyle oldu. Hatta bir gazeteci kız bana şöyle bir soru sormuştu: “Sedat Simavi her seferinde sizi nasıl geri alıyor?", "Valla, alıyor, bir şey de söylemiyor,” dedim. Sonunda Akbaba bitkisel hayata girdi. Aziz Nesin'i darılttı, Turhan Selçuk’u danlttı. Semih Balcıoğ- lu’m danlttı. Beni danltamazdı, çünkü sakalı elimdeydi. Kapak resmini ben yapıyordum. Yabancı dergilerden eski karikatürleri makaslayıp Akbaba’nm arka sayfasına koyardı.
-Daha sonra siz ne yaptınız?
AYÇA - Akbaba, ben aynldıktan beş yıl sonra kapandı. Orada İdare Müdürü Ahmet Koçar vardı. "Necmi Ağabey, ben bir gazete çıkarmayı düşünüyorum. Bu adamla (Yusuf Ziya Ortaç) anlaşma ya imkân yok. Bütün sinir sistemim bozuldu. Arada bir bana yardım eder mi sin?” dedi. “Sen parayı bul, gazeteni çıkar. Ben de bu radan aynlınm,” dedim. Gerçekten de bir ay sonra parayı bulduğunu söyledi. Hürriyet gazetesinin karşısında bir hanın en üst katım tuttuk. Yalnız bu arada, “Ahmet Bey, ma dem ki yeni bir şey çıkarı yoruz. Sana bir tavsiyem var. Ben iki Fransız, iki Al man, iki de İtalyan mizah dergisi alacağım. Bu altı mizah dergisini yere serip karşılarına geçerek 45 da kika seyredeceğiz. Hangisi nin biçimi, hangisinin mi zanpajı güzel, hangisinin bize benzemeyen tarafları var, bunlara bakacağız. Ezbere bir şey çıkarma yalım,” dedim.
Bana dergileri alacağım, üç gün sonra da beni ara yacağını söyledi. Gerçek ten de üç gün sonra telefon çaldı. Bana aldığı dergile rin hiçbirinin boyutlarını beğenmediğini söyledi. Bu sefer ne oldu? Çıkardığımız Papağan dergisi bir Akbaba kopyası oldu, Necmi Rıza da Ak- baba’nm kapak ressamlığı ndan Papağan’m kapak ressamlığına transfer edil di. İlk defa güzel kadın re simleri yaptık. Bu, klişe masrafları nedeniyle biraz pahalı oluyordu. Bunun üzerine, kalktık, Semih Balcıoğlu’ndan rica ettik. Başladık biz de yabancı dergilerden makaslamaya. Oldu Akbaba’nın kötü "bir kopyası. İlhan Selçuk’a “Başmakale yazar mısın?” diye rica ettim. “Yazarım, ama imza atmam,” dedi. “Niye imza atmazsın?” diye sorunca, “Çünkü ben Cumhuriyet’İe anlaş malıyım,” yanıtını verdi. Böylece imzasız yazdı. Ad nan Veli’ye, Ümit Yaşar’a yazmalarını rica ettik. Çıktığımızda kadromuz çok kuvvetliydi. Paramız da vardı. Papağan bir süre sonra giderek zayıfladı. Beş yıl dayandık. Beş yıl sonra kapatmak zorunda kaldık.
-Siz bugün Türkiye’deki karikatürcülerin duayenisiniz...
AYÇA - Evet, en yaşlı karikatürcü benim. Necmi Rıza karika türcülerin en yaşlısı olduğuna, bizim Karikatürcüler Derneği’nin de 250 üyesi olduğuna göre demek ki benim 250 tane torunum var.
-Böyle dinç katmayı neye borçlusunuz?
AYÇA - Öncelikle Batı’da gözümü açtım. Sonra, yaşamım bo yunca benden yaşlı kişilerle arkadaşlık etmedim. Batı’ya açık pen ceremi de hiçbir zaman kapatmadım. Çizdiğim tipler, özellikle kadın tipleri Batı’dan aldığım kültürün ürünleridir.
-özellikle çizdiğiniz kadın tipleri dikkat çekerdi. H atta o döneme göre oldukça erotik konular seçerdiniz. Çoğunlukla kadın resimleri çizmenizin nedeni nedir?
AYÇA - Bunu ben de hep kendi kendime sormuşumdur. Sanı yorum Piriştine’deki yıllarımın etkisi var bunda. Dört-beş yaşla rındayken Piriştine'de piyasaya çıkan Yugoslav subayların yan larındaki kadınlan hayranlıkla izlerdim. Hem çok güzel, hem çok şık kadınlardı bunlar.. Üzerlerindeki elbiseler vücutlanna yapışmış olur, bütün vücut hatlarını ortaya çıkarırdı. Sonra bcıı kendi istedi ğim gibi çizdim. Cemal Nadir’i, Ramiz’i hiç taklit etmedim, Ya bancı karikatüristleri çok izlerdim.
izim m erakınız nasıl başladı? Daha sonra nasıl gelişti?
SİM ER - Çocukluğumdan merakım vardı. Ben kız meslek lisesini bitirdim. Resme karşı orada bir eğilimim oldu. Çok severek çalışıyor dum. Okul bitmeden bir resim atölyesine gir dim. Yaz tatilinde oldu bu. Boya, çizgi kokusu nu aldım. Sonra sonbaharda okulun», açıldı. Okulu bitirdikten sonra yeni atölyede çalışma ya başladım. Bu nedenle de üniversiteye gitme dim. Atölyede Ali Ulvi, Tonguç Yaşar, Yalçın Çetin ortaktı. Boya ile başladım. Asetat üzerine çini mürekke biyle de çalışıyordum. Sonra ara resim yaptım. Hepsi aşama aşama oldu. Kamerada tek kare çekim yaptım. Yavaş yavaş gelişerek öğrenmeye başladım. Bu arada boş da durmuyor, ka rikatür çiziyordum. O konuda da epeyce destek gördüm.
-H angi dergide çizdiniz?
SİM ER - İlk karikatürüm 1970 yılında A kbaba’da yayı mlandı.
-O zaman kaç para alm ıştınız?
SİM ER - Hiç para almadım. O zaman Vedat Saygel’le konu şup anlaşmıştık. Daha sonra çizmeye devam ettim. Yarışmala ra katıldım. Amatörlükten profesyonelliğe geçiş yıllanmdı. H atta A kbaba’da ilk ka
rikatürüm yayımlanı rken Zeki Beyner’in yazısında tanıtıldım. Ya vaş yavaş benimle birlik te karikatürüm de geliş meye başladı. Sergilere katıldım. Bunlar hem uluslararası, hem ulusal nitelikteydi. Karikatür lerim albümlerde de yer aldı. Ama kişisel bir al büm hazırlamadım.
-Neden tek kareden çok kareli bir çahşm aya geçti niz? Bunu niçin tercih e tti niz?
SİM ER - Daha önce de söylediğim gibi ben zaten ortamın içindey dim. Başlangıcım hem karikatür, hem çizgi film. Ekonomik durum söz konusuydu. K arikatür çizgisinde para kazan mam olanağı zayıftı. Bu alanda ise çalışıyorum, hem öğreniyorum, hem üretiyorum, karşılığında da karnımı doyuracak kadar para kazanıyo rum. Burada ortamını buldum, götürüyorum. K arikatür için belki de mücadele vermek zorun da kalacağım. Bir gazete de ya da dergide yer al mak zorunda kalacağım. Ben olayın içinde ya şadığım için böyle bir ge rek duymadım. Çünkü zaten çizgiye emek veri yorum. Çizgiden kop muş değilim. K arikatür lerimi .de arada yapıyo rum. Çizginin içinde olunca ikisi de kendili ğinden bir arada gidiyor. Arada yorgunluklar da oldu. Çizgi filmin sürekli çalışması belki yorgun luktan da getiriyor. Bu, ülkemizde çok gelişmiş bir olay değil. Bu işin üzerine fazla düşen kim se yok. Y ardımcısız kala biliyorsunuz. Her işi ken
diniz yapmak zorundasınız. Tabii bu insanı yıpratıyor ya da yoruyor. Ama sonunda iş ortaya çıkınca büyük bir mutluluk duyuyorsunuz.
K arikatür ve çizgi film aynı anda yürüyor. Ama bir dala ağırlık verirken diğer dalı biraz gevşek tutmak zorunda kalıyor sunuz. Tabii ki ikisi aynı anda aynı ağırlıkla yürüyemiyor.
- Tek bir kare çizm ek ne kadar zaman ahr? Bir çizgi film için ne
kadar zaman gerekir?
SİM ER - Tek bir kare belli bir bilinç, belli bir duyarlılık sonu cu yaratılıyor. Onunla bütünleşmek gerek. Ama o konsantras yon olduktan sonra da onun yaratılması o kadar kolay bir şey değil. Belli birikimler sonucu yaratılıyor. Buna bir gün gibi bir süre veremezsiniz. O, sizde bir yaşam biçimi oluyor. Ya şadığınız her olay yarın çıkmayabilir, ama birikimi bir ay sonra çıkar, yüz sene sonra çıkabilir. Çünkü siz o olayı yaşıyorsunuz. Strese giriyor ya da coşuyorsunuz. Bunun sonucu tepki olarak bir çizgi bende mutlaka çıkacaktır. Yani tek karenin çalışması da uzun birikimler sonucu oluyor.
Çizgi filmde de aynı olay geçerli. Yalnız onun senaryosu var. Şimdi çalıştığımız film yarım saatlik. Aşağı yukarı altı ay sü rüyor üzerinde çalışmak diyelim. Yarım saatlik bir film için bu
yine de kısa süre oluyor.
-Ç izgifibn çalışm alarınızı ve çizim lerinizi hangi kuruluşlara ya p ı yorsunuz?
SİM ER - Bu yıl bizim Çizgi Filmciler Derneği kuruldu. H ü kümetin kültür politikası bize bir yaklaşım getirdi. Bu son çalı şmamızı Kültür Bakanlığı’na yapıyoruz. Bu işi yedi kişi üstlen miş durumda. Bizim çalışmalarımız kabul görürse devam ede cek. Şimdilik sadece K ültür Bakanlığı’na çalışıyoruz.
lö z e l kuruluşlardan hiç te k lif geldi mi?
SİM ER - Özel kuruluşlardan bir çağrı ya da talep yok şimdi lik. Bundan sonraki aşam alarda tabii ki demeğin çaba göster mesi gerekecek. “ Birlikten kuvvet doğar” düşüncesiyle bundan sonraki çalışmalar iyi olacak sanıyorum.
-Ç izgifilm çahşm ası arasında birden bir esin kaynağıyla tek kare
karikatürle ilgilendiğiniz de oluyor mu?
SİM ER - D aha öncede dediğim gibi etkilenme ve belli bir bi rikim sonucu karikatür çıkıyor ortaya. D aha yeni böyle bir şey oldu. Çevre, hava kirliliği sürekli konuşuluyor. Sorumlu bir kişi olarak bu kadar çok konuşulan bir konuyla ilgili topluma bir şey sunmak istiyorsunuz. Bu çizgi filme çalışırken doğa yıpranı yor, çevre kirleniyor diye düşünüyordum. Birden esinlendim, ortaya bir şey çıktı. Zaten bu olayları yaşar, bunları konuşurken bir espri tarafını görüyorsunuz, şakasını yapabiliyorsunuz.
Geçen gün alışverişe çıktım. Bağdat Caddesi’- nde belediye büyük, be ton çiçeklikler koymuş. Bir de afiş var, “ Doğayı sev, yeşili koru” diye. O beton saksıların içinde bir avuç yeşillik. Şimdi ben bu betonların içindeki o bir avuç yeşili mi koruya cağım? Hemen ayaküstü onun esprisini buluyorsu nuz. Yeşili koru, am a o saksıda yeşil kalmamış zaten.
-A kbaba’mn dışında hangi dergilerde karikatür çizdi- niz?
SİM ER - Çarşaf, Çivi. Ayrıca Cumhuriyet ve Vatan gazetelerine de çiz dim.
Bir çalışma ortaya çıkınca dergilere, yarış malara gönderiyorum.
-Bugüne kadar hangi ser gilere y a da yarışm alara katılthm z?
SİM ER - Yugoslavya’ da Üsküp Y anşm ası’na iki kez katıldım. İtalya’ da, K anada’da yarışma lara katıldım. Sonra Ulu sal Akşehir Nasreddin Hoca K arikatür Yarı şması var... Polonya’ya karikatür göndermiştim. O, bir dergide yayı mlandı. Bir-iki de ödü- lümvar... -Nerelerden alm ıştınız bu ödülleri? SİM ER - Ü sküp’te ikincilik ödülü almıştım. Bulgaristan’daki bir yarı şmadan, bir de Akşehir’- denödüllerimvar.
-S iz doğm a büyüme İstan bullusunuz. Bilindiği gibi Çevre sağhğına karşı da çok duyarbstm z. S iz İstan bul’da hangi 10 yılh k dö nemde yaşam ak isterdiniz?
SİM ER - Doğum yılım 1948. İstanbul’da doğu mumdan 20 yaşıma ka dar olan dönem çok güzeldi. Evimiz ahşap ve bahçeliydi. Ç o cukluğum çok sağlıklı geçti. Hep toprak ve bitkilerle oynadım. Hayvanlan, bitkileri sevmem hep bir yaşam biçimi. Çünkü ço cukluğumdan beri onlarla haşır neşir oldum. Gerçi 20 yaşı mdan sonra İstanbul iyice bozuldu. Ama bir süre daha İstanbul yine keyifliydi. Bir de başka bir şey var. Daha o yıllar insan iliş kileri bozulmamıştı. Pek çok kişide am atör ruh hakimdi. İnsan lar işlerini severek, bir şeyler öğrenmek, kendilerini geliştirmek için yaparlardı. Ama o dönemler geçti. Koşullar çok değişti. Bugün ağırlık kazanan, “ben işimi yaptım, oldu” zihniyeti. İstanbul’un büyük bir Türkiye metropolü olması insanların ya şama bakışlarını, yaşam biçimlerini, değer ölçülerini ve yargı larını değiştirdi. Büyüme, göçler, kişiler arasındaki iletişimler, ilişkiler, çelişkileri birdenbire değiştirdi. Belki sonuçta bu do ğaldı. Ama Önemli olan: çevreye dikkat etmemiz, elbirliğiyle çalışmamız, aynı bilinci taşımamız. Evet, bir arada çoğalıyoruz, ama birbirimizi nc derece etkileyebiliyoruz, ne derece uyarabili yoruz, ne derece bilinçlendirebiliyoruz? Bilinçli insanların azınlıkla kalması, bilinçsizlerin ise pervasızca ortada dolaşma ları çelişkileri getiriyor. Bunda hiç kuşku yok. Kişisel çıkarları hiçbir zaman ön planda tutmamak gerek diye düşünüyorum.
Pencerem
Batıya açıktı
^ İki kez doğdum. İkinci
doğuşum Akbaba’da oldu.
Ebem ise Yusuf Ziya
Ortaç’tı. Cemal Nadir’i,
a
Ramiz’i hiç taklit etmedim.™
K arikatür
birikim ister
6
Başlangıcım hem karikatür,
hem çizgi film. Ekonomik
durum söz konusuydu.
Karikatür çizgisinde para
kazanmam olanağı zayıftı.™
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Ta h a To ro s Arşivi