• Sonuç bulunamadı

Keşke yazar olabilseydim

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Keşke yazar olabilseydim"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

16 HAZİRAN 2000 CUMA CUMHURİYET

KULTUR

kultur(«cumhuriyet.com.tr

M îna Urgan için asıl marifet küçük mutluluklarla yetinm ek ve tat alabilm ekti

Sosyalizm inancıyla yaşadı

K ültür Servisi - “ Bu kadar acı

görü-B

'eni ayakta

tutan asıl inanç,

sosyalizm inancı.

Bence bu

felaketlere onun

için göğüs

gerebildim.

Yobazlığa

karşıyım, ırkçılığa

karşıyım,

gericiliğe

karşıyım.

İnsanların

sömürülmesine ve

savaşa karşıyım.

Sosyalizmden,

sevgiden,

kardeşlikten,

aydınlıktan

yanayım.

B

'u toplumda

büyük mutluluklar

yok. Kişisel

mutlulukların

peşinden koşmak

ayıp. Böyle bir

toplumda ben

mutluyum demek

için küçük

mutluluklardan tat

almak gerekiyor.

yorsun, hâla yaşıyorsun. Kişisel acılar­ la başedebiliyorum. .Ama toplumsal fe­ laketler, depremler, savaşlar, etnik ça­ tışmalar, polisim izin tutumu... Bunlar beni mahvediyor. Yaşamaktan bıktım ve utanıyorum . Biraz ayıp oldu bu ka­ dar çok yaşamak.«”

84 yaşında yitirdiğimiz Ingiliz Ede­ biyatı profesörü, yazar, çevirmen IVBna Urgan, yaşama keyfi ve felaketlerle artık ‘başa çıkam ıyordu’. Artık kendi için kitap okumak istiyordu. Anlatma­ dıkları için hiç pişman değildi. Çok az vakti vardı ve bu vakti de klasikleri tekrar okuyarak geçirmek istiyordu.

‘Delikanlı babam ' dediği babasını iki yaşındayken yitirdi Mîna Urgan. Babası Tahsin N ahit, edebiyatımızın Fecr-i Ati adlı kuşağından şair ve ya­ zardı. Çok ilginç bir kişiliği olan an­ nesi Şefıka H anım hiç okula gitme­ miş. Kitabında son derece zarif, alım­ lı, karizmatik bir kadın olarak tanım­ lar annesini: “Ç ok güçlü bir kişiliği var­ dı. A nnem bir fenom endi. Şefika solcu değildi am a ilericiydi. Gerçekten Kema­ list’ti. D evrim leri içtenlikle benim se­ mişti, hiçbir solcu yanı yoktu. İnanm ış bir M üslüm andı, am a ilericiy d i B ir gün dem edi ki, nam az kıl, ibadet e t A m a benim ateist olm am a üzülürdü. Bu kadar baskın bir karakterin yanın­ da hiç ezilm eden büyüyebilm em i, Şe- fika’ya bağlı bir m ucize olarak görü­ yorum.”

öğretmenlik bir tutkuydu

Kocasını kaybeden anne, Mîna Ur­ gan dört yaşındayken ikinci evliliğini ünlü yazar Falih Rıfkı Atay ile yapar. Falih Rıfkı, küçük Mîna’ya baba yok- luluğunu hissettirmez, 15 yaşına dek büyütür. Bir süre Nötre Dame de Si- on’da, yani Fransız Kız Lisesi’nde oku­ yan yazan, üvey babası oradan alır, Arnavut köy'deki Amerikan Kız Kole- j i ’ne yazdınr.

Mîna Urgan bu okulu bitirdikten sonra İngiliz Edebiyatı bölümü he­ nüz kurulmadığı için İstanbul Üniver­ sitesi Edebiyat Fakültesi Fransızca Bö- lümü’ne girer.

1935 ’ten sonraki on yıl İstanbul Üni­ versitesinde öğrenim görmek büyük bir şanstı. Hocalar Almanya ve Avus­ turya'dan gelip Türkiye’ye sığman ün­ lü profesörlerdi, “bütün öğretim kad­ rosu m ükem m eldi.”

Edebiyat alanmda çığır açmış ünlü profesörlerden önce Alman Leo Spit- zer, sonra Eric Auerbach hocası olur.

“Spitzer’in bana yaptığı asıl büyük iyi­ lik, ö ğretm en lik k onusunda verdiği ipuçlarıydı. Ders verm ek için kürsüye çıkm anın, biraz da sahneye çıkmaya benzediğini ondan öğrendim . Bu

hoca-• Belleksiz bir toplum olmamızı önlemek için, herkesin anılarını yaz­ masını yararlı buluyorum.

• Gençliğimde de yaşlılığımda da küçük çocukları özellikle bebekleri tutkulu bir sevgiyle sevdim. Otuzu­ na doğru, bu sevgi fena halde yoğun­ laştı. Çocuk istiyordum. Ama evlen­ meden çocuk istediğim için, ortada bir sorun vardı. Evliliğe kesinlikle ya- naşamıyordunı. Evliliğin bana çok zoı gelmesinin nedeni, yalnız yaşamak­ tan hoşlanmamdı. Monogam bir in­ sandım, yani tekeşliliğe inanıyor­ dum, ama o tek eşle aynı evde otur­ maya gönlüm razı değildi.

•K en d in i öldürmek kolaydır. An­ lık bir cesaret meselesidir sadece. Asıl zor olan yaşamaktır. Bunca fe­ laket arasında, fakat rezil olmadan ya­ şamak gücünü bulm aktır asıl zor olan. Bu gücü artık bulamayan ihti­ yarların ya da umarsız hastaların öl­ melerine yardım etmeli. Hipokrat yemini doktorların elini kolunu bağ­ lıyor. Bu yemin sorgulanmalı.

• Ötenaziye inanan ender hekim­ lerden biri olan yakın dostum Pro­ fesör Gencay G ürsoy’a çoktan vasi­ yet ettim bunu.

• Dil bilenlerin çeviri yapmaları aynca yerinde olur. Ben de çok çe­ viri yaptım; ama ihtiyarlığımda de­ ğil, genç ve orta yaşlıyken. Çünkü an­ neme, dadıma ve daha sonraları iki çocuğuma bakmak durumunda oldu­ ğumdan, üniversiteden aldığım ma­ aş dışında biraz para kazanmam ge­ rekiyordu. Çevirilerle kazanıyordum bu parayı. Emekli olmadan önce, an­ cak çeviri yapabiliyordum. Canımın istediği kitapları yazmak için gerek­ li araştırmalara verecek vaktim yok­ tu. Dersleri hazırlamak, sınav kâğıt­ larını ve tezleri okumak, idari işler­ le ilgili çeşitli toplantılara gitmek zorundaydım. Ancak kitapsız pro­ fesör olmak suçlamasından kurtul­ mak için, üç dört kitap yayımlamış­ tım. Emekliye ayrıldıktan sonra ca­

nın öğrencisi olm ak, her bakım dan mutluluktu.”

Spitzer’in sayesinde girdiği öğret­ menlik mesleğini tutkuyla sürdüren Mîna Urgan için “öğretm enlikten vaz- geçm ek yaşam dan vazgeçmekti” . Anı­ lan da öğretmenliğinin bir devamıydı. Anı kitabında sevdiği saydığı dostla- nm n yanı sıra sevmediklerinden de

sö z «deri1 A hm et Hâişfnl Yhfiytı Kİ;-* mal, Halide Edip, Necip Fazıl, Cevat Şakir, Abidin Dino, Sabahattin Eyu- boğlu. Vedat Günyol, Halet Ç am bel,

Güzin Dino, M ehm et AH Aybar, Be­ llice Boran, Aliye Berger, Cevat Şakir,

Füreya. Cahit Sıtkı, O rhan Veli, Me­ lih Cevdet. Oktay Rıfat, Aziz Nesin Abı- din Dino, Neyzen Tevfik, Sabahattin Eyuboğlu. Akşit Göktürk. O ğuz Atay,

Ece Ayhan...

1939’da Ingiliz edebiyatı doktorası yapması için Fransa’dan hükümet

bur-mmm istediği gibi çalışabilmek, ih­ tiyarlığımın nimetlerinden biri oldu. Sevgilim Thom as M oore üstüne kü­ çük bir kitap, Shakespeare ve H am ­ let üstüne kalın bir kitap, beş ciltlik bir İngiliz Edebiyatı Tarihi, Virgi­ nia W oolf ve D. H . Law rence üstüne iki inceleme yazmaya vakit buldum ihtiyarlığımda.

• İngiliz edebiyatıyla ilgili zarar­ sız kitaplar yayınlayan bir kocakan, sekseninden sonra ortaya çıkıyor. ‘Ben bir komünistim' diyor, ‘ben tannta- mmazım' diyor; ‘ben zenginleri sev­

m em ' diyor, ‘yaptığı iş ne olursa ol­ sun, herkesin eline aynı miktarda pa­ ra geçmeli’ diyor. Kocakan,

toplulu-su verilir. 9 ay sonra savaştan dolayı İs­ tanbul’a döner. 1940 yılında Edebiyat Fakültesi'nin yeni kurulan Ingiliz Ede­ biyatı Bölümü’nde asistan olur. Bölü­ mün başına getirilen Halide Edip Adı- var ile uyumlu bir işbirliği içinde ça­ lışamaz. “ Halide Hanım, aklın alm a­ yacağı kadar bilmiyordu, çünkü oku­ mazdı. Dediği dedikti. Yani hayatım, otıun asistanıyken 10 yıl, zehir oldu. Bu ara Fransa’ya gittim.”

‘Sosyalizmden yanayım'

Solcu olduğunu her zaman açıkça söyleyen Mîna Urgan, politik eylem­ lerin içinde de bulunur. Kitabında 27 Mayıs 1960 Devrimi’nin ilk günlerin­ de görüp yaşadıklarını anlatırken “ilk otuz gün bir ihtilal havası içinde öyle coşku dolu günler yaşadık k l mutluy­ duk” der. 12 Mart 1971 ve 12 Eylül

mumuzun damarına basacak laflar ediyor boyuna. Buna karşılık, kadın ya da erkek, genç ya da yaşlı, çok ki­ tap okumuş ya da çok az kitap oku­ muş bir yığın insan, o kocakarıya te­ lefon ediyor, mektuplar gönderiyor. Kendilerini onunla özdeşleştirip ‘Biz de tıpkı sizin gibiyiz’ diyorlar. ‘Yolu­ muzu aydınlattınız' diyorlar. ‘Bunla­ rı yazdığınız için size teşekkür ederiz’

diyorlar. Daha çok yaşayıp daha çok yazması için dua ediyorlar dinsize...

• Ne roman ne de öykü yazabilir­ dim, çünkü ben yazar değilim. Yazar yaratıcıdır. Ben ise anılarını anlatan bir öğretmenim. Asıl istediğim, ya­ ratıcı bir yazar olmaktı. Ne kadar güç

1980 darbeleri günlerinde yaşadığı olaylara da yer verir kitabında, yorum­ lar ve eleştirilerle.

“ Elizabeth Devri Tiyatrosunda Soy­ tarılar” konulu teziyle 1947’de doçent oldu. Aktör ve şair Cahit Irgat ile ev­ lenir, iki çocuğu oldu. Genç yaşta yi­ tirdiği oğlu şair Mustafa Irgat ve oyun­ cu Zeynep Irgat. Evlenmek üzere de­ ğil, çalışmak için yetiştirilen Mîna Ur­ gan, özel yaşamım ‘teşhir etm eyi’ hiç doğru bulmadı.

1962’de Türkiye işçi Partisi’ne üye oldu. Demokrat Parti hükümetince pro­ fesörlüğü engellendi. 27 Mayıs’tan he­ men sonra profesör olan Urgan, üç ay sonra 147’lerle birlikte ‘kom ünist’ ol­ duğu gerekçesiyle üniversiteden atıl­ dı. Daha sonra yeniden İstanbul Üni­ versitesi Edebiyat Fakültesine giren Ur­ gan, 1977’ye kadar İngiliz Dili ve Ede­ biyatı bölümünde öğretim üyeliğini

birşey olduğu, yazarların ne kadar acılar çekerek yazdığı biliniyor. Keş­ ke öğretmen ya da edebiyat uzmanı olacağıma yazar olabilseydim. Genç­ ken çaba gösterip yazar olacağıma, ye­ nildim ve edebiyat öğretmeni oldum. • Birçok gazeteci köşelerinde ki­ tabı anlattı. Ama salt edebiyatla meş­ gul olanlar hiç söz etmeyip görmez­ likten geldiler. Çok satıyor diye hor gördüler. Belki yazarlarımız çok sa­ tan kitabı pek sevmiyorlar. Bu kadar satması onların gözünde sanki bir ‘ayıp' oldu. Edebiyat eleştirmenlerinin kitabımı eleştirmesini istiyorum. Çünkü bence bu kitapta eleştirilecek çok şey var.

sürdürdü. ÖDP’nin, Sosyalist Birlik Partisinin kurucu üyesi olan Mîna Ur­ gan, ÖDP’den milletvekili adayı da ol­ du.

1974’te bir kongre için gittiği Ame­ rika’da soğutmadan dolayı rahatsızla­ nıp, sesini yitirir, ders veremez duru­ ma gelir. Geçirdiği ameliyattan sesine yemden kavuştuğunda ders verme tut­ kusunun biçimi değişir, sözlü tutkudan yazılı tutkuya dönüşür. 1977’de emek­ li olunca Shakespeare, sonra da 5 cilt edebiyat tarihi yazar.

1993 ’te ‘ Virglna W o o lf ile Altın Ki­ tap Ödülü, 1995 ’te Sedat Simavi Vak­ fı Onur Ödülü, 19 9 6’da Edebiyatçılar Demeği Onur Ödülü aldı.

1998’de yayımladığı ‘B ir D inozo­ run A n ıla n ’ ile en çok okunan yazar­ lar arasına girdi. Ayşegül Y ü k se lin ta­ nımıyla, “ Bir D inozorun A n ıla n ” if­ lah olmaz bir hümanistin, inanmış bir toplumcunun, ele avuca sığmaz bir ya- şamseverin gözlüklerinden, insana, topluma ve Türkiye Cum huriyetinin 75 yıllık öyküsüne ışık tutar. “Yobaz­ lığa karşıyım, ırkçılığa karşıyım , geri­ ciliğe karşıyım , tn sa n la n n söm ürül­ m esine ve savaşa karşıyım . Sosyalizm ­ den, sevgiden, kardeşlikten, aydınlıktan yanayım.”

Deniz, şiir ve yemek

‘Kom ünist, ta n n tanını az’ bir bilim insanı ve Türk aydını olarak Atatürk Türkiyesi’nde yetişmiş olmamn mut­ luluğunu, hep umuda taşıdı. “U m u­ dum , Cum huriyetin ilk kuruluş gü n le­ rini yaşam aktan geliyor. C um huriyet ilan edildiği vakit ben yedi yaşındaydım, çocuktum am a kavrıyordum. Ben atı­ lı m lar sırasında anladım ki ütopyalar gerçekleşebiliyor. O günler çok umut­ lu g ü n lerd i Yıkılm ış, ekonom ik açı­ dan perişan olm uş, işgal altında itiba­ rını yitirm iş bir devletten C um huri- yet’e ulaştık. Bir m ucize oldu. Türki­ ye, o zam an bağım sız ve onurlu bir mem leketti. Ben bunu yaşadım . O nun için bu düşüncelere her zaman inandım.”

1999’da ‘B ir D inozorun G ezileri’

nde ise doğa, deniz tutkusunu, oku­ mak ve yazmak tutkusu, Anadolu’yu, ‘Mavi Yolculuk’u, Bodrum’u, Avrupa ve Amerika gezilerini, damak zevki­ ni, sigara tiryakiliğini, rakıya sempa­ tisini anlattı. “ Bir tek iyi şiir yazmayı bunca cilt kitaba tercih ederdim ” diyen Mina Urgan, şiir ve yemeğe tutkundu.

T h om as M alory, H enry Fielding, Balzac, Aldous Huxley, G raham Gre­ ne, William Golding, John Galsworthy, H erm an M elville ve Shakespeare den çeviriler yapan Mîna Urgan’m, “ Ede­ biyatta Ü topya K avram ı ve Thom as M oore” , ‘Shakespeare ve H am let’, İn­ giliz Edebiyatı Tarihi (5 Cilt), ‘Virgi­ nia Woolf’, ‘D.H .Lawrence’ isimli in­ celeme kitapları bulunuyor. Çeviri ki­ tapları arasında ise ‘Tom Jones’ (H.Fi- elding), ‘Sineklerin Tanrısı’ (W.Gol- ding), ‘Ses Sese K arşı’ (A.Huxley),

‘Otuz Yaşındaki K adın' (H.Balzac) ve

‘TroUos ile Kressida’ (Shakespeare) yer alıyor.

‘Yağlılık mutlu bir dönem*

Anılarının ikinci cildi “Bir D inozo­ run G e z ile r in d e son söz olarak “Bu dinozor, öyle bir yaşa geldi ki artık, bunca genç, bunca çocuk ölürken, da­ ha fazla yaşamak biraz ayıp gelmeye baş­ ladı ona. İsteği, çevresine ve kendisine bir başbelası haline gelm eden, bu dün­ yadan göçüp gitmek. Kalanlara sonsuz sevgiler” diyen Mina Urgan, küçük mutlulukların doğru dürüst değerlen­ dirilirse, aslmda büyük, hem de çok bü­ yük mutluluklar olduğunu yazdı bu kitabında. Yaşlılık mutlu, gençlik ise mutsuz dönemdi onun için. “Gençler, köpekler gibi m utsuz!”

“E y okuyucu!... M utsuz olm ak bir m arifet değildir. Çektiğin a cıla n göz­ ler önüne serm ek, büyük kişisel m ut­ lulukların peşinden koşm ak ayıbından vazgeçip, k ü çü k m utluluklara sığın­ m ak, onlarla yetinm ektir asıl m arifet”

Yaşamına dönüp baktığında ise hep bu küçük mutluluklara sarılmıştı: “Be­ nim büyük felaketlerim oldu. A nne bir kardeşimin, Halil’in akıl hastalığı. Çün­ kü o benim oğlum du bir bakım a. On­ dan yedi yaş daha büyüktüm . O ğlu­ mun ölüm ü. M utsuz evlilik yaşam ım . Başka birtakım felaketlerim oldu. Am a m esleğim de çok m utluydum , yani sev­ diğim işi yapıyordum. Çünkü çok az in­ san sevdiği işten para kazanabiliyor. Beni ayakta tutan asıl inanç, sosyalizm inancı. Bence bu felaketlere onun için göğüs gerebildim. Bu toplum da büyük m utluluklar yok. Böyle bir toplum da ben m utluyum dem ek için küçük mut­ luluklardan tat alm ak gerekiyor. M e­ sela gece çok üzüntülüyken, Gökova’da bir köyde uyuyamıyordum. Bunaldım. Bir kaval sesi duydum . İnşaatlarda ça­ lışan bir işçi sabahın dördünde kaval ça­ lıyor. Sanki um ut verm ek, sen yaşam a­ ya, um utlu olm aya devam et dem ek için çalıyor. K üçük m utluluklar dedi­ ğim bunlar.«”

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

 Arş.Gör., İstanbul Aydn Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyat Bölümü, İstanbul/TÜRKİYE, serdargurcay@aydin.edu.tr.. Evliyâ ÇELEBİ,

Bolum genel olarak Ingiliz Filolojisi üzerine kurulu olduğu icin sadece Ingiliz Edebiyati dersleri verilmiyor. Dolayisiyla Hacettepe’deki gibi bir donemde dört

Bu meyanda dergâhın tarihçesinin yanı sıra, aralarında Kemâl Ahmed Dede, Doğânî Ahmed Dede, Sabûhî Ahmed Dede, Câmî Ahmed Dede, Nâcî Ahmed Dede, Nesîb Yusuf Dede,

O anda beklide hüzünlenip, kızıp içimizden bir şeyler söylüyor veya küfrediyoruz ve aciz kaldığımız, bir şey yapamadığımız için kendi kendimize kızıyoruz..

On gün sonra bizi okullara götürürler.Bir grubu eski okullara bir grubu da yeni okullara götürüyorlardı.Burada esirken Türk gazetecileri bizi Rum sanıp

Gruplarda ve sayfalarda yapılan paylaşımlar analize tabi tutularak gerçekleştirilen paylaşımlarda Hacı Bektaş Veli menkıbeleri, kerametleri, ziyaret ritüelleri,

Fen - Edebiyat Fakültesi Ortak Dersi Kimya

diğerlerinden