Şj 25 MAYIS 1987 PAZARTESİ
M il Şef döneminde
“dinî tefrikalar” Yayınla
yan gazetelere müdahale
ediliyor ve tefrikaların
derhal kesilmesi isteni
yordu
Y i r n ı i y e d i
A
hmed Ham di A kseki’nin 1940’lı yıllardaki Diyanet İşle ri Başkan Yardımcılığı dönemi oldukça sıkıntılı geçmişti. Siyasî iktidarın o dönemdeki zihniyeti de dinde reform istikametinde idi. Hattâ, belki de reform ve değiştirme bir ilk merhale sayılacak; asıl
hedef, dinin cemiyet hayatından büsbü tün silinmesi olacaktı.
O dönemlerin dinî sahadaki icraatini anlayabilmek için, basit birkaç vesikaya göz atmak yeterlidir. Millî Şefin Matbuat Umum Müdürü (Basm-Yayın Genel Mü- I dürü) olan Vedat Nedim Tör, “ Kur’ân’- dan İktibaslar” isimli eseri neşretmesi üzerine Eşref Edip Bey’e şu resmî yazıyı l yı gönderir:
| “—Biz, her ne şekilde ve surette olur sa olsun, memleket dahilinde dinî neşri yat yapdarak, dinî bir atmosfer meyda na getirilmesine ve gençlik için din! bir zihniyet fideliği vücuda getirilmesine ta raftar değiliz.” (17 Mayıs 1942)
Birkaç yıl sonra ise, Matbuat Umum Müdür Muavini İzzettin Nişbay, İstanbul gazetelerine şu yazıyı gönderir:
‘—Gazetelerinizin son günlerdeki neş riyatı arasında dinden bahseden bazı ya zı, mütalâa, imâ ve temsillere rastl anmak tadır. Bundan sonra din mevzuu üzerin de gerek tarihî, gerek temsilî ve gerekse mütalâa kabilinden olan her türlü maka le, fıkra ve tefrikaların neşrinden tevak ki edilmesi (kaçınılması) ve başlanmış olan bu gibi tefrikaların en çok on gün zarfında nihayetlendirilmesi...” (1945)
15 Mayıs 1944’te yapılan Halk Partisi Kurultayı’nda bir rapor sözkonusu edil mişti. Yine o devir siyasilerinin dine ba kış açılarını ve dolayısıyle de Diyanet Iş- leri’nin tavır ve tutumunu anlayabilmek için, bu raporun altı maddesine bakalım:
Q Dünya işlerini din işlerinden tama- mıyle ayırmış olan bu rejimde, Diyanet İşleri Reisliği gibi bir teşküâtm yer alma ması.
W Kur’ân ve din tatbikatının öztürk- çe olarak tanzim ve tertibi.
Q | İbadet yerlerinin Türk geleneğine uygun bir tarza konularak halkevlerinin ibadet yeri, ibadet yerlerinin de Halkev- leri’ne benzer bir şekle ifrağı.
Q Ruhbanlığın icabı olan her şeyin si linmesi, ezcümle sarık, cübbe ve din tat bikatında kullanılan her nevi kıyafetin il gası.
3 1 İbadet usul ve zamanlarının tanzi mi.
¡ 3 Diyanet İşleri Reisliği yerine, Dil Kurumu’na benzer bir teşkilât ikame edi lerek din teşkilâtının devlet bünyesinden çıkarılarak millete mal edilmesi.
ncmanlı’dalL-
nunluıriyej
®
İslâm Âlimleri
Yazan:
Vehbi
MıMıltTOl
Ahm ed Ham di Akseki (3)
Dine yönelik baskı
ve saklınlar artıyor!..
| Ahmed Hamdi Akseki’nin Di şi yanet işleri başkan yardımcı sı olduğu günlerde bir başba kan, M eclis kürsüsünden
“ Din zehirdir” diyor. Millî Şef
İnönü ise 1950’deki Taksim mitinginde “ Din, medenî ha
yat yaşamaya mâni bir ze hirdir" diye konuşuyordu. İnö
nü'nün bir başka başbakanı da “Halkın kafasından din
fikrini sümek için bize bir otuz sene daha lâzım” diyor
du
i işte böyle bir dönemde yuka
rıd a n gelen aykırı fikirlerin önündeki en önemli engel Ah med Hamdi Akseki idi. Bilhas sa Kur’ân'ın Türkçe tercüme siyle namaz kılınması gayret leri karşısında Hoca’ nın isa
betli müdahaleleri olmuştur Hacı Cemal Öğüt ve Ahmed Hamdi Akseki, Kore şehitleri için Süleymaniye’de okunan mevlitte.
Yine o dönemde bir başbakan Meclis kürsüsünden “ Din, zehirdir” diyebilmiş;
Millî Şef İnönü ise, 1950’deki Taksim mi tinginde, “ Din, medenî hayat yaşamaya mani bir zehirdir” diye konuşmuştu. İnö nü’nün bir başka başbakanı da, “ Halkın kafasından din fikrini silmek için bize bir otuz sene daha lâzım” diyordu.
İşte böyle bir dönemin Diyanet İşleri Başkam olan Ord.Prof. Şerafettin Yalt- kaya, yukarıdan gelen aykırı fikirleri uy gulamaya koymakta önemli bir engelle karşılaştı. Bu engel, yardımcısı Ahmed Hamdi Akseki idi. Bilhassa Kur’ân’ın Türkçe tercümesiyle namaz kılınması ça lışmaları sırasında Aksekili Hoca’nın isa betli müdahaleleri olmuştur. Diyanet Re isi Şerafettin Yaltkaya’nın kendisinden bu konuda bir rapor istemesi üzerine, Akse kili Hoca yüz sayfa kadar tutan çok de ğerli bir ilinî araştırma yapmıştır. Bu ra poru alan Diyanet Başkanı itiraz mecali bulamamış, fakat bu kıymetli araştırma
yı da gizli tutmuş ve açıklamamıştır. O günden bugüne hâlâ gün ışığına çıkma mış olan bu değerli hatıranın yayınlanma sını Hoca’nın değerli varislerinden ısrar la istirham ederiz. Aksekili bu kitabım in celemesi için eski Şeriyye Vekili Mustafa Fehmi Efendi’ye de vermişti. Mustafa Fehmi (Gerçeker) Hoca, çok beğendiği bu eser için manzum bir takriz (övgü) yaz mıştır:
Hamd-i bihad Huda-yı lemyezele Nazm-ı Kur’ân’a verdi kudsiyet. El sürer pâk olanlar ancak ona Lâfzı, mânâsı istiyor hürmet Pâk ve saf olmayanlar alamaz Lütf-ı mânâyı remz-i Kur’ân’da Kendi zu’munca Türkçe Kur’ân’la
Türkçe Kur’ân mı var behey şaşkın? Rabbim etsin bu kurretü’l aynım, Kulu Hamdi ile daima şadan İsteriz biz çoğalsın emsali Amin, amin bi hürmeti’! Kur’ân...
BİTMEYEN BASKILAR
Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren söylentisi kulaktan kulağa dolaşmaya başlayan Türkçe Kur’ân’la ibadet mese lesi sürekli gündemde tutulmuştur. Bu ba kımdan da Diyanet mensuplarının, özel likle de başkanlarının en netameli meş galesi bu iş olmuştur. Ezanın ve cuma hutbelerinin Türkçe’leştirilmesiyle başla yan, daha sonra ise, namazda tercüme Kur’ân okutma faaliyetleriyle kendini gösteren bu anlayış, ikinci Diyanet İşleri Başkanı zamanında da (1941-47) yeniden hararetle ele alınmıştır. Fakat Şerafettin Yaltkaya’nın gırtlak kanserinden vefatı üzerine tekrar yarıda kalmıştır.
Aslında, o dönemlerde Diyanet’e yapı lan baskılar sadece ibadet dilinin Türkçe olması konusuna da inhisar etmiyordu. Vaiz ve hatiplerin hükümetin prensiple rine ters düşmemesi, mümkün mertebe suya sabuna dokunmadan, dini, Allah ile kul arasındaki bir vicdan işi olarak
an-3. DİYANET İŞLERİ BAŞKANI
OLDU
Sevinsin Müslümanlar kim Diyanet Makamı buldu hakkıyle reisin. O cay-i mu’tena fahreyle elbet Henüz gördü liyakatli celisin.
★ ★ ★
Edip tevfîkini, Yarab, zahiri Onun sa’yiyle kıl İslâm’ı i’lâ. Resul-i Ekrem olsun destgiri Şereflensin onunla Şer ti garra.
YARIN'
BASKILBR YUMUŞUYOR
I
latmalan isteniyordu. Bilhassa Ramazan^ larda geçici olarak camilerde görevlendi rilen konuşmacılar için, saded haricine çıktıkları hakkmda şikâyetler yağıyor, bir çok kimse de konuşmaya cesaret edemi yordu.
Bu baskılar çeşitli yollarla daha son raki yjllarda da devam etmişti. Diyanet zaman zaman yoğun baskılara maruz kal mıştır. Bunlara tipik bir örnek olmak üze re, Prof. İlhan Arsel’in, 7 Şubat 1969 ta rihli Cumhuriyet’te yayınlanan şu satır larına bakalım:
‘—Eğer Diyanet Başkanlığı, şeriatte mevcut haram ve yasaklarla vatandaşın karşısına dikilmeye kalkışacak olursa, bu takdirde Türk’ün çağdaş ve medenî (ve Atatürkçü) yaşantılarını tüm olarak de ğiştirmesi ve çöl Arabfnınkine benzer düzene alışmaya çalışması zarurî olacak tır... Bu çok tehlikeli bir yoldur. Ve ken dilerini Anayasa kayalıklarına çarpmak ve zinde kuvvetlerin altında ezilmek gibi sonuçlara götürür.”
Yine aynı basımn, keçisi çalman müf tü haberini, “ Müftü keçi çaldı” diye ver mesi çok meşhur bir çarpıtmadır. Bu ko nuda verilebilecek olan yüzlerce misal, Diyanet’in ne türlü bir baskı altında tu tulduğunu gayet açık göstermeye yetecek acı belgelerdir.
Şerafettin Yaltkaya’nm ölümü üzerine (1947) Ahmed Hamdi Akseki Türkiye Cumhuriyeti’nin 3. Diyanet İşleri Başkam
oldu. Belki de, o devir idaresinden bek lenmeyen bir seçim olduğu için, Ahmed Hamdi’nin Diyanet Reisi olması büyük bir sevinç meydana getirdi. Profesör Kâ mil Miras, bu sevinci şöyle ifade eder:
li—Cumhuriyet devrinin üçüncü Di yanet İşleri Reisi olan Hamdi Akseki, res mî hayatı, İlmî kıymeti ve yüksek karak teri itibariyle hiç şüphesiz birincisidir... İl me, fazilete ve kazandmış hakka hürmet eden kadim dostum Başbakan Recep Pe- ker’i bu isabetli seçiminden dolayı hür metle takdir eder, yeni Diyanet İşleri Re isimizi tebrik eylerim.”
Tahir’ül Mevlevi (Olgun) da sevincini tarih düşürerek manzum seslendirir:
★ ★ ★
Dese pek doğrudur, Hamdi-i fazıl: Riyaset mevkii çoktan yerimdi. Gelip bir valıy-i dil, tarihi oldu: Verildi müstahikka hakkı şimdi. (1366)
.
...
...
...
...
...
nsmanlı’da!L
.
C u m h u r ív ^ l e
İslam Alim ler i
Yazan:
Vehbi
MİMıltflTl
A h m e d H a m d i A k s e k i (4)
M ı ıızerinneB baskılan
IVMinusatmava calsiiw
| D i y a n e t ’te başkan yardım cısı olduğu günlerde, Ü * Necip Fazıl Kısakürek’ln “ Bu m akam da bu
şartlarda bulunm aktansa, kanalizasyon ■am eleliği yapıp sırtınızda necaset (pislik) taşım ayı tercih etm ez m iydiniz?” şeklindeki
ağır sorusuna Ahm ed Ham di Akseki şöyle cevap verir: “ H akkınız var. A ncak ben, daha
fazla fenalığa mani o lm ak için bu m akam da oturuyorum ”
D
emokrat Parti'nin doğuşu
milletin dilini çözmüştü.
Din hizmetleri ve din
eğilimi konusundaki
şikâyetler bitmiyordu.
Vatandaş “Cenazelerimizi
yıkayacak adam bulamıyoruz”
diye feryat ediyordu
Y i r m i s e k i z
A
hmed Hamdi Hoca’mn net İşleri Başkam olduğu döDiya nem, eskiye nisbetle din hiz metlerinde daha yumuşak bir devir oldu. Türkiye’nin çok partili rejime adım atmasıylayakından ilgili olan bu yumuşama döne minin dine ve diyanete bakan taraflarını
devrin Millî Eğitim Bakam olan Prof.,
Tahsin Banguoğlu’ndan dinleyelim: “ 1946 seçim kampanyasından çoklukla seçilip gelen CHP milletvekilleri bozuk tular. Parti ilk defa milletten bir zılgıt ye
miş, sarsılmıştı. Üstelik seçim muallel
(kusurlu) idi. Bazı vilayetlerde yapılan se çim hileleriyle muhalefetten hiç değilse 60 kadar milletvekilinin haklan yenmişti. Bu da memleket ölçüsünde tepkiler yaratmış tı. Uzun bir tek parti devrinin biriktirdi ği hoşnutsuzluk yaygındı. Dili çözülen milletin bütün şikâyetleri ortaya dökül müştü. Ama denebilir ki, halkın bir nu maralı yakınması din hizmetleri ve din öğretimi bahsindeydi. Vatandaş “ Ölü yı kayacak adam bulamıyorum” diyordu.
Şikâyetler asılsız değildi. O tarihte bu hizmetler büsbütün sahipsiz kalmış görü nüyordu. Camiler, mescitler bakımsız, ta- mirsizdi. İmam hatip mektepleri kapatıl mış, uzun yıllar din adamı yetişmez ol muştu. Beş on âyet ezberleyen, din ada mı geçiniyor, bunlara da “ hedeme-i hayrât” adı veriliyordu. Bir ara bunların aylıklarının 10 lira olduğunu biliyorduk, llâhiyat Fakültesi kaldırılmış, vaiz, müf tü seviyesinde mü’mine yol gösterecek kimse bulunmaz olmuştu. Nihayet uzun yıllardan beri okullarımızda din öğreti mi yoktu.
işte bu bahiste 1946 seçimlerinden son ra CHP Meclis Grubu ürkmüş, âdeta pa niklemiş görünüyordu. Mutlaka bir şey ler yapılmalıydı. Yoksa millet rey verme yecekti. ilk teşebbüs Meclis’teki eski din adamlarından geldi. Başta Raif Hoca, Fa- tin Hoca, Rasih Hoca ve onlara katılan
Hamdullah Suphi Bey ve arkadaşları bir kanun teklifi getirdiler. Burada din eğiti minin idamesiyle birlikte medreselerin ye niden açılması yönünde hükümler vardı. Millî Eğitim Komisyonu’nda teklif ihti yatla karşılandı. Görenek oydu ki, bu öl çü ve nitelikte bir tasarı ancak
“ yukarıdan” gelebilirdi. Komisyonda ga liba benden başka teklifi görüşmeye ya naşan yoktu. Oysa bu bahiste Cumhur başkanı suskundu. Recep Peker hükümeti ise zaten demokrasiye, dolayısıyla bu tür lü tedbirlere taraftar değildi.
Ancak grupta rahatsızlık artıyordu. Çünkü Demokrat Parti Meclis’te üzeri ne varmamakla beraber halk arasında bu konuda geniş tahrikler ve vaitler yapmak taydı. Nitekim ezam yeniden Arapça oku tacaklarını daha seçimlerden önce vaadet- mişlerdi. Mesele Halk Partisi Divanı’na götürüldü. Orada başlıca münakaşa “Dîn eğitimini lâiklik prensibi ile nasıl telif ede riz?” dâvâsıydı. Ben de anlatmaya çalış tım ki bizde diyanet hizmetleri fiilen dev letin elinde kalacaktı, nitekim kalmıştı. Dinî eğitim de bu hizmetlerdendir. Aslın da ise bu yolda şimdiye kadar laiklik na mına yapılan tatbikat yanlış olmuştur. Di
van esasta mutabık kaldı ve din eğitimi işine parti meclis grubunca bir şekil ve rilmesini uygun buldu.
Reşat Şemsettin Sirer ilk işi olarak din dersleri için bir kitap yazıdırdı. Fakat or talık öyle bir bulanık hava içindeydi ki bunu yazan komisyon işin içine biraz dev rimcilik, biraz da dervişlik karıştırmıştı. Galiba içinde Pir Sultan Abdal’dan şiir ler de vardı. Bu, Diyanet İşleri’nde ve il gili çevrelerde tepki uyandırdı. Hulâsa din eğitimi tatbikatı gecikiyordu.
İkinci Haşan Saka kabinesinde Millî Eğitim Bakanı bendim. Dâvâyı baştan be ri takip etmiş olmakla birlikte benim de yenmek zorunda olduğum güçlükler var dı. Grup kararlarından ikisi, ilâhiyat fa kültesi kurulması ve türbelerin açdması hakkında kanunlar çıkarmak lâzımdı. Öbür ikisi, din dersleri konması ve imam- hatip okulları açdması hususlarının mev cut kanunlarla ve bakanlık yetkisi ile ba şarabilecektim. Kitap yazdırmak da za man alacaktı. Hatınmdadır, Sayın İnö nü bu bahiste hiçbir şey konuşmuyordu.
Diyanet İşleff Başkam ranmetli Ham di Efendi ile görüştüm:
—Hocam bu kitaptan sen yazacaksın,
dedim.
—Nasıl kitap istiyorsunuz? diye sordu.
—Dinde inkılâp olmaz. Biz vaktiyle nasıl okuduksa öyle dedim. Ve ilâve et tim, yalnız mezhep aynlıklanna girmeye lim ve hurafeye yer vermeyelim.
Hoca:
—Tabiî, öyle olur, dedi ve yardımcı bir heyetle kitapları yazmaya koyuldu. Biz de Meclis’e kanun tasarıları şevkettik ve ha zırlıklara giriştik. Şimdi sıkıştırılıyorduk. Bir gün İbrahim Arvas Meclis kürsüsün den sesleniyordu:
—Haşan Bey, Haşan Bey sen bu Ban- guoğlu’nu buradan al. İpe un seriyor. Ona başka bakanlık ver.
Bu arada hükümet istia etti. Şemsettin Günaltay hükümetinde de ben Millî Eği- tim’de kaldım. Kaydetmeliyim ki, baş bakandan ciddî yardımlar gördüm. Kitap işi gecikiyordu. Şemseddin Bey göründü ve kitaplar geldi. Çok güzel kitaplardı.
Bastırıp dağıttık. Kanunlar da çıkmıştı,
övle ki 1949 yazında her konuda ders yılı
için hazırlıklarımız tamamdı.
Din dersleri için tamimler yaptık. Bun lar ihtiyarî olacaktı. Ancak ihtiyar, çocu ğun velisine aitti. Çocuğunun din dersi ne girmesini istemeyen ana baba okula bu yolda bir mektup yazmalıydı. Hatırlanın, neticede bana yalnız Ankara Ünvirvesi- tesi profesörlerinden birinin Türkiye öl çüsünde bir tek mektubunu getirmişler di.”
HACCA ÖPEMEDİ
Ahmed Hamdi Hoca’nın, Diyanet iş leri Başkanlığı sırasında yazdığı “ İslâm Dini” isimli eser, defalarca basılmış, bu güne kadar 1.5 milyon tiraja ulaşmıştır/ Yine bu dönemde öğretmen ve öğrenci ler için açıklamak din derslerinin birinci ve ikinci kitapları ile “ Namaz Sûreleri nin Türkçe Tercüme ve Tefsiri” ni yazdı.
★ ★ ★
Hamdi Hoca, 1950 yılında hacca git mek istedi. Hattâ bazı hazırlıklarını da yaptı. Durumu bildirmek ve veda etmek üzere devrin Cumhurbaşkanı İnönü’yü ziyaret etti. İnönü, Hoca’nın haccmı bir yıl tehir etmesini istedi. Çünkü, o sene se çim senesi idi. Böyle bir durumun kendi leri aleyhine kullanılabileceğini söyledi. Tabiî Hoca da hac yolculuğunu ertelemek zorunda kaldı. Tüm o sıralarda da, Diya net İşleri Başkanlığı’na ilk defa olmak üzere resmî bir makam arabası verilmiş ti. Bunun üzerine Hoca’mn hemşehrisi olan merhum Serdengeçti Osman Yüksel, “ Serdengeçti” dergisinde kendine has-
nükteli üslûbuyla bir yazı yazdı. Bu ya zıda, ona, “Allah’ın emri mi mühim, İnö- nü’nünki mi?” “Allah gel diyor, İnönü gitme diyor, siz hangisine uyacaksınız?”
diye soruyordu. “ Hem de Azraille anlaş manız mı var ki seneye gideceğinizi söylüyorsunuz” diyordu. Zaman zaman Hoca’mn evine misafir olan o günlerin üniversite öğrencisi olan Osman Yüksel,
Hoca tarafından çok sevilmesine rağmen,
onu iyice hırpalıyordu. Hoca müsa mahalı ve mütevazı idi. Serdengeçti de onun bu vasfım bildiği için olacak şiddet le yükleniyor ve soruyordu: “ Hoca Efen di, Sırat Köprüsü’nü sana verilen bu ma kam arabasıyla mı geçeceksin? Bırak
bunlara uymayı!”
Rahmetli Serdengeçti’yi Allah konuş turmuş... Çünkü Hoca, 1951 yılına tehir ettiği haccmı maalesef eda edememişti.
DOM DOM KUBŞUNLARI
Merhum Serdengeçti, sadece Hoca’ya değil, en ufak bir hatasından dolayı baş ka sevdiklerine de zaman zaman böyle hücumlarda bulunurdu. Öyle günlerden birinde, çok sevdiği Haşan Basri Çantay Hoca’yı ziyaret eder. O ziyaret sırasında, Hoca, Serdengeçti’nin çok etkilendiği bir misal vererek, hizmet etmek isteyen şah siyetlere çatmamasını; asıl hıncını inanç sızlara, vatan ve millet düşmanlarına yö neltmesini ister. Der ki:
‘—Bizim Balıkesir köylerinde yaban domuzu avlarlar. Bunun için, yerleşmiş bir usul ve işbölümü vardır. Bir köy silâh bakımını yapar, bir başkası domuz için özel dom dom kurşunu hazırlar, bir di ğeri av köpeklerini besler, yetiştirir, ba zıları gözcülük yapar. Sürek avı başladı ğında herkes pürdikkat sadece domuz vurmanın peşindedir. O sırada avlamayı en çok sevdikleri bir hayvan önlerine çık sa bile kimse dönüp bakmaz ve ona dom dom kurşunu atmaz. Çünkü, bu kurşun sözgelimi tavşan için değü, domuz için dir. Eğer bu domuz için hazırlanmış olan kurşunu biri tavşana atarsa büyük bir suç işlemiş sayılır.
Oğlum Osman, sen de dom dom kur şununu bizim tavşanlarımıza atma!”
AĞLATAN KOKUŞMA
Ahmed Hamdi Hoca, 10 Aralık
1950’de İstanbul Süleymaniye Camii’nde
Kore Şehitleri için okutulan tarihî mev litte çok heyecanlı bir konuşma yapmış tı. Bu konuşması çeşitli dillere de çevri
lerek bütün dünyaya nakledildi. Kore’de Mehmetçik’in gösterdiği büyük başarının sırrını tarihimizin derinlikleride aramak gerektiğini açıklayan Hoca, birçok tari hî örneklerle cemaati ağladır:
‘—15 bin kahraman ile 300 bin düşma na saldıran ‘Nefsimi Allah yolunda feda edip ecir (sevap) bekleyeceğim. Şehit ol mak saadetine erişebilirsem, bu toz yığı nından teşekkül eden kabrim cennettedir. Eğer galip olursam, ne bahtiyarım ki, bu günüm dünden hayırlı olarak geceye gir miş olurum’ diyen Alparslan’daki kan ve ruh da işte bu ruhtur.”
Birinci Cihan H arbi’nde Bağdat cep hesinde Yüzbaşı Muzaffer Bey, üstün düş man kuvvetleriyle savaşırken yaralamp düşüyor. Artık Muzaffer Bey son nefes lerini yaşıyor ve konuşamıyor. Bu anda cebinden bir zarf çıkanp kanı ile bir ta rafına, “ Kıble ne tarafta?” yazıyor. Kah raman erler bunun ne demek olduğunu anlayarak hemen onu kıbleye çeviriyor lar. Bundan sonra zarfın öbür tarafına, “ Bölük savaştan yılmasın, intikamımı al sın. Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne M uham m eden abdühû ve Resûlühû” yazarak ruhunu Rabbi’ne tes lim ediyor.
...Peygamber Efendimiz de şehitliğin ne yüksek bir mertebe olduğunu şu müba rek sözleriyle anlatmışlardır: “ Ne olay dı, hak yolunda, Allah yolunda şehit olaydım, tekrar dirilip tekrar şehit olay dım.” * * ★ ■*
Bu konuşmasından bir ay kadar sonra makamında hastalandı. Üç gün hasta yat tıktan sonra, 9 Ocak 1951’de vefat etti. Garp ve Şark kültürüne vukuf peyda ede rek 50 âdet eser veren bu değerli âlimi miz için Bekir Sıtkı Sancar şu tarihi dü şürmüştür:
‘Ircıî’ fermanı geldikte Diyanet Başkanı Azm-i ukba eyledi mağfur ola, mesrur ola _ Kudsiyan cevherle tanzim ettiler tarihini Akseki Hamdi Efendi’nin durağı nur
ola. (h.1370) ★ ★ ★
Vefatından üç gün sonra, merhum Ne cip Fazıl, Büyük Doğu’da, şu enteresan yazıyı yazmıştı: “ Diyanet işleri Reisi Ak- sekili Ahmed Hamdi vefat etti. Allah rah met eylesin! Kendisinin rejim boyunca gelmiş geçmiş bazı ekfer diyanet veya di- naet reislerinden olmadığını, buna rağ men birçok zaaflarla dolu bulunduğunu birkaç kere kaydetmiştik. Her fert için azamî nailiyet payesi olan asgarî mü’min sıfatıyle bu zata rahmet niyaz ederken, gelecek nüshalarımızda onun şahsiyeti hakkında bazı şeyler neşredeceğimizi bil diririz.”
Ahmed Hamdi Aksekili’nin asgarî mü’min sıfatını göstermekte şu levha pek mânâlıdır:
Bir gün Necip Fazıl Kısakürek, Diya net işleri Reis Muvini bulunduğu sıralar da, ona şöyle dedi:
—Bu makamda, bu şartlarla bulun maktansa, kanalizasyon ameleliği yapıp sırtınızda necaset (pislik) taşımayı tercih etmez miydiniz?
Ö vakit Ahmed Hamdi sapsarı olmuş ve Necip Fazıl’a şu cevabı vermişti:
—Hakkın var! Ben, daha fazla fenalı ğa mani olmak için bu makamda oturu yorum!
BİTTİ
Kişisel Arşivlerde ıstanDUi Beneği Taha Toros Arşivi