• Sonuç bulunamadı

Osmanlı'dan Cumhuriyet'e islam alimleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Osmanlı'dan Cumhuriyet'e islam alimleri"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Şj 25 MAYIS 1987 PAZARTESİ

M il Şef döneminde

“dinî tefrikalar” Yayınla­

yan gazetelere müdahale

ediliyor ve tefrikaların

derhal kesilmesi isteni­

yordu

Y i r n ı i y e d i

A

hmed Ham di A kseki’nin 1940’lı yıllardaki Diyanet İşle­ ri Başkan Yardımcılığı dönemi oldukça sıkıntılı geçmişti. Siyasî iktidarın o dönemdeki zihniyeti de dinde reform isti­

kametinde idi. Hattâ, belki de reform ve değiştirme bir ilk merhale sayılacak; asıl

hedef, dinin cemiyet hayatından büsbü­ tün silinmesi olacaktı.

O dönemlerin dinî sahadaki icraatini anlayabilmek için, basit birkaç vesikaya göz atmak yeterlidir. Millî Şefin Matbuat Umum Müdürü (Basm-Yayın Genel Mü- I dürü) olan Vedat Nedim Tör, “ Kur’ân’- dan İktibaslar” isimli eseri neşretmesi üzerine Eşref Edip Bey’e şu resmî yazıyı l yı gönderir:

| “—Biz, her ne şekilde ve surette olur­ sa olsun, memleket dahilinde dinî neşri­ yat yapdarak, dinî bir atmosfer meyda­ na getirilmesine ve gençlik için din! bir zihniyet fideliği vücuda getirilmesine ta­ raftar değiliz.” (17 Mayıs 1942)

Birkaç yıl sonra ise, Matbuat Umum Müdür Muavini İzzettin Nişbay, İstanbul gazetelerine şu yazıyı gönderir:

‘—Gazetelerinizin son günlerdeki neş­ riyatı arasında dinden bahseden bazı ya­ zı, mütalâa, imâ ve temsillere rastl anmak­ tadır. Bundan sonra din mevzuu üzerin­ de gerek tarihî, gerek temsilî ve gerekse mütalâa kabilinden olan her türlü maka­ le, fıkra ve tefrikaların neşrinden tevak­ ki edilmesi (kaçınılması) ve başlanmış olan bu gibi tefrikaların en çok on gün zarfında nihayetlendirilmesi...” (1945)

15 Mayıs 1944’te yapılan Halk Partisi Kurultayı’nda bir rapor sözkonusu edil­ mişti. Yine o devir siyasilerinin dine ba­ kış açılarını ve dolayısıyle de Diyanet Iş- leri’nin tavır ve tutumunu anlayabilmek için, bu raporun altı maddesine bakalım:

Q Dünya işlerini din işlerinden tama- mıyle ayırmış olan bu rejimde, Diyanet İşleri Reisliği gibi bir teşküâtm yer alma­ ması.

W Kur’ân ve din tatbikatının öztürk- çe olarak tanzim ve tertibi.

Q | İbadet yerlerinin Türk geleneğine uygun bir tarza konularak halkevlerinin ibadet yeri, ibadet yerlerinin de Halkev- leri’ne benzer bir şekle ifrağı.

Q Ruhbanlığın icabı olan her şeyin si­ linmesi, ezcümle sarık, cübbe ve din tat­ bikatında kullanılan her nevi kıyafetin il­ gası.

3 1 İbadet usul ve zamanlarının tanzi­ mi.

¡ 3 Diyanet İşleri Reisliği yerine, Dil Kurumu’na benzer bir teşkilât ikame edi­ lerek din teşkilâtının devlet bünyesinden çıkarılarak millete mal edilmesi.

ncmanlı’dalL-

nunluıriyej

®

İslâm Âlimleri

Yazan:

Vehbi

MıMıltTOl

Ahm ed Ham di Akseki (3)

Dine yönelik baskı

ve saklınlar artıyor!..

| Ahmed Hamdi Akseki’nin Di­ şi yanet işleri başkan yardımcı­ sı olduğu günlerde bir başba­ kan, M eclis kürsüsünden

“ Din zehirdir” diyor. Millî Şef

İnönü ise 1950’deki Taksim mitinginde “ Din, medenî ha­

yat yaşamaya mâni bir ze­ hirdir" diye konuşuyordu. İnö­

nü'nün bir başka başbakanı da “Halkın kafasından din

fikrini sümek için bize bir otuz sene daha lâzım” diyor­

du

i işte böyle bir dönemde yuka­

rıd a n gelen aykırı fikirlerin önündeki en önemli engel Ah­ med Hamdi Akseki idi. Bilhas­ sa Kur’ân'ın Türkçe tercüme­ siyle namaz kılınması gayret­ leri karşısında Hoca’ nın isa­

betli müdahaleleri olmuştur Hacı Cemal Öğüt ve Ahmed Hamdi Akseki, Kore şehitleri için Süleymaniye’de okunan mevlitte.

Yine o dönemde bir başbakan Meclis kürsüsünden “ Din, zehirdir” diyebilmiş;

Millî Şef İnönü ise, 1950’deki Taksim mi­ tinginde, “ Din, medenî hayat yaşamaya mani bir zehirdir” diye konuşmuştu. İnö­ nü’nün bir başka başbakanı da, “ Halkın kafasından din fikrini silmek için bize bir otuz sene daha lâzım” diyordu.

İşte böyle bir dönemin Diyanet İşleri Başkam olan Ord.Prof. Şerafettin Yalt- kaya, yukarıdan gelen aykırı fikirleri uy­ gulamaya koymakta önemli bir engelle karşılaştı. Bu engel, yardımcısı Ahmed Hamdi Akseki idi. Bilhassa Kur’ân’ın Türkçe tercümesiyle namaz kılınması ça­ lışmaları sırasında Aksekili Hoca’nın isa­ betli müdahaleleri olmuştur. Diyanet Re­ isi Şerafettin Yaltkaya’nın kendisinden bu konuda bir rapor istemesi üzerine, Akse­ kili Hoca yüz sayfa kadar tutan çok de­ ğerli bir ilinî araştırma yapmıştır. Bu ra­ poru alan Diyanet Başkanı itiraz mecali bulamamış, fakat bu kıymetli araştırma­

yı da gizli tutmuş ve açıklamamıştır. O günden bugüne hâlâ gün ışığına çıkma­ mış olan bu değerli hatıranın yayınlanma­ sını Hoca’nın değerli varislerinden ısrar­ la istirham ederiz. Aksekili bu kitabım in­ celemesi için eski Şeriyye Vekili Mustafa Fehmi Efendi’ye de vermişti. Mustafa Fehmi (Gerçeker) Hoca, çok beğendiği bu eser için manzum bir takriz (övgü) yaz­ mıştır:

Hamd-i bihad Huda-yı lemyezele Nazm-ı Kur’ân’a verdi kudsiyet. El sürer pâk olanlar ancak ona Lâfzı, mânâsı istiyor hürmet Pâk ve saf olmayanlar alamaz Lütf-ı mânâyı remz-i Kur’ân’da Kendi zu’munca Türkçe Kur’ân’la

Türkçe Kur’ân mı var behey şaşkın? Rabbim etsin bu kurretü’l aynım, Kulu Hamdi ile daima şadan İsteriz biz çoğalsın emsali Amin, amin bi hürmeti’! Kur’ân...

BİTMEYEN BASKILAR

Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren söylentisi kulaktan kulağa dolaşmaya başlayan Türkçe Kur’ân’la ibadet mese­ lesi sürekli gündemde tutulmuştur. Bu ba­ kımdan da Diyanet mensuplarının, özel­ likle de başkanlarının en netameli meş­ galesi bu iş olmuştur. Ezanın ve cuma hutbelerinin Türkçe’leştirilmesiyle başla­ yan, daha sonra ise, namazda tercüme Kur’ân okutma faaliyetleriyle kendini gösteren bu anlayış, ikinci Diyanet İşleri Başkanı zamanında da (1941-47) yeniden hararetle ele alınmıştır. Fakat Şerafettin Yaltkaya’nın gırtlak kanserinden vefatı üzerine tekrar yarıda kalmıştır.

Aslında, o dönemlerde Diyanet’e yapı­ lan baskılar sadece ibadet dilinin Türkçe olması konusuna da inhisar etmiyordu. Vaiz ve hatiplerin hükümetin prensiple­ rine ters düşmemesi, mümkün mertebe suya sabuna dokunmadan, dini, Allah ile kul arasındaki bir vicdan işi olarak

an-3. DİYANET İŞLERİ BAŞKANI

OLDU

Sevinsin Müslümanlar kim Diyanet Makamı buldu hakkıyle reisin. O cay-i mu’tena fahreyle elbet Henüz gördü liyakatli celisin.

★ ★ ★

Edip tevfîkini, Yarab, zahiri Onun sa’yiyle kıl İslâm’ı i’lâ. Resul-i Ekrem olsun destgiri Şereflensin onunla Şer ti garra.

YARIN'

BASKILBR YUMUŞUYOR

I

latmalan isteniyordu. Bilhassa Ramazan^ larda geçici olarak camilerde görevlendi­ rilen konuşmacılar için, saded haricine çıktıkları hakkmda şikâyetler yağıyor, bir­ çok kimse de konuşmaya cesaret edemi­ yordu.

Bu baskılar çeşitli yollarla daha son­ raki yjllarda da devam etmişti. Diyanet zaman zaman yoğun baskılara maruz kal­ mıştır. Bunlara tipik bir örnek olmak üze­ re, Prof. İlhan Arsel’in, 7 Şubat 1969 ta­ rihli Cumhuriyet’te yayınlanan şu satır­ larına bakalım:

‘—Eğer Diyanet Başkanlığı, şeriatte mevcut haram ve yasaklarla vatandaşın karşısına dikilmeye kalkışacak olursa, bu takdirde Türk’ün çağdaş ve medenî (ve Atatürkçü) yaşantılarını tüm olarak de­ ğiştirmesi ve çöl Arabfnınkine benzer düzene alışmaya çalışması zarurî olacak­ tır... Bu çok tehlikeli bir yoldur. Ve ken­ dilerini Anayasa kayalıklarına çarpmak ve zinde kuvvetlerin altında ezilmek gibi sonuçlara götürür.”

Yine aynı basımn, keçisi çalman müf­ tü haberini, “ Müftü keçi çaldı” diye ver­ mesi çok meşhur bir çarpıtmadır. Bu ko­ nuda verilebilecek olan yüzlerce misal, Diyanet’in ne türlü bir baskı altında tu­ tulduğunu gayet açık göstermeye yetecek acı belgelerdir.

Şerafettin Yaltkaya’nm ölümü üzerine (1947) Ahmed Hamdi Akseki Türkiye Cumhuriyeti’nin 3. Diyanet İşleri Başkam

oldu. Belki de, o devir idaresinden bek­ lenmeyen bir seçim olduğu için, Ahmed Hamdi’nin Diyanet Reisi olması büyük bir sevinç meydana getirdi. Profesör Kâ­ mil Miras, bu sevinci şöyle ifade eder:

li—Cumhuriyet devrinin üçüncü Di­ yanet İşleri Reisi olan Hamdi Akseki, res­ mî hayatı, İlmî kıymeti ve yüksek karak­ teri itibariyle hiç şüphesiz birincisidir... İl­ me, fazilete ve kazandmış hakka hürmet eden kadim dostum Başbakan Recep Pe- ker’i bu isabetli seçiminden dolayı hür­ metle takdir eder, yeni Diyanet İşleri Re­ isimizi tebrik eylerim.”

Tahir’ül Mevlevi (Olgun) da sevincini tarih düşürerek manzum seslendirir:

★ ★ ★

Dese pek doğrudur, Hamdi-i fazıl: Riyaset mevkii çoktan yerimdi. Gelip bir valıy-i dil, tarihi oldu: Verildi müstahikka hakkı şimdi. (1366)

.

...

...

...

...

...

(2)

nsmanlı’da!L

.

C u m h u r ív ^ l e

İslam Alim ler i

Yazan:

Vehbi

MİMıltflTl

A h m e d H a m d i A k s e k i (4)

M ı ıızerinneB baskılan

IVMinusatmava calsiiw

| D i y a n e t ’te başkan yardım cısı olduğu günlerde, Ü * Necip Fazıl Kısakürek’ln “ Bu m akam da bu

şartlarda bulunm aktansa, kanalizasyon ■am eleliği yapıp sırtınızda necaset (pislik) taşım ayı tercih etm ez m iydiniz?” şeklindeki

ağır sorusuna Ahm ed Ham di Akseki şöyle cevap verir: “ H akkınız var. A ncak ben, daha

fazla fenalığa mani o lm ak için bu m akam da oturuyorum ”

D

emokrat Parti'nin doğuşu

milletin dilini çözmüştü.

Din hizmetleri ve din

eğilimi konusundaki

şikâyetler bitmiyordu.

Vatandaş “Cenazelerimizi

yıkayacak adam bulamıyoruz”

diye feryat ediyordu

Y i r m i s e k i z

A

hmed Hamdi Hoca’mn net İşleri Başkam olduğu dö­Diya­ nem, eskiye nisbetle din hiz­ metlerinde daha yumuşak bir devir oldu. Türkiye’nin çok partili rejime adım atmasıyla

yakından ilgili olan bu yumuşama döne­ minin dine ve diyanete bakan taraflarını

devrin Millî Eğitim Bakam olan Prof.,

Tahsin Banguoğlu’ndan dinleyelim: “ 1946 seçim kampanyasından çoklukla seçilip gelen CHP milletvekilleri bozuk­ tular. Parti ilk defa milletten bir zılgıt ye­

miş, sarsılmıştı. Üstelik seçim muallel

(kusurlu) idi. Bazı vilayetlerde yapılan se­ çim hileleriyle muhalefetten hiç değilse 60 kadar milletvekilinin haklan yenmişti. Bu da memleket ölçüsünde tepkiler yaratmış­ tı. Uzun bir tek parti devrinin biriktirdi­ ği hoşnutsuzluk yaygındı. Dili çözülen milletin bütün şikâyetleri ortaya dökül­ müştü. Ama denebilir ki, halkın bir nu­ maralı yakınması din hizmetleri ve din öğretimi bahsindeydi. Vatandaş “ Ölü yı­ kayacak adam bulamıyorum” diyordu.

Şikâyetler asılsız değildi. O tarihte bu hizmetler büsbütün sahipsiz kalmış görü­ nüyordu. Camiler, mescitler bakımsız, ta- mirsizdi. İmam hatip mektepleri kapatıl­ mış, uzun yıllar din adamı yetişmez ol­ muştu. Beş on âyet ezberleyen, din ada­ mı geçiniyor, bunlara da “ hedeme-i hayrât” adı veriliyordu. Bir ara bunların aylıklarının 10 lira olduğunu biliyorduk, llâhiyat Fakültesi kaldırılmış, vaiz, müf­ tü seviyesinde mü’mine yol gösterecek kimse bulunmaz olmuştu. Nihayet uzun yıllardan beri okullarımızda din öğreti­ mi yoktu.

işte bu bahiste 1946 seçimlerinden son­ ra CHP Meclis Grubu ürkmüş, âdeta pa­ niklemiş görünüyordu. Mutlaka bir şey­ ler yapılmalıydı. Yoksa millet rey verme­ yecekti. ilk teşebbüs Meclis’teki eski din adamlarından geldi. Başta Raif Hoca, Fa- tin Hoca, Rasih Hoca ve onlara katılan

Hamdullah Suphi Bey ve arkadaşları bir kanun teklifi getirdiler. Burada din eğiti­ minin idamesiyle birlikte medreselerin ye­ niden açılması yönünde hükümler vardı. Millî Eğitim Komisyonu’nda teklif ihti­ yatla karşılandı. Görenek oydu ki, bu öl­ çü ve nitelikte bir tasarı ancak

“ yukarıdan” gelebilirdi. Komisyonda ga­ liba benden başka teklifi görüşmeye ya­ naşan yoktu. Oysa bu bahiste Cumhur­ başkanı suskundu. Recep Peker hükümeti ise zaten demokrasiye, dolayısıyla bu tür­ lü tedbirlere taraftar değildi.

Ancak grupta rahatsızlık artıyordu. Çünkü Demokrat Parti Meclis’te üzeri­ ne varmamakla beraber halk arasında bu konuda geniş tahrikler ve vaitler yapmak­ taydı. Nitekim ezam yeniden Arapça oku­ tacaklarını daha seçimlerden önce vaadet- mişlerdi. Mesele Halk Partisi Divanı’na götürüldü. Orada başlıca münakaşa “Dîn eğitimini lâiklik prensibi ile nasıl telif ede­ riz?” dâvâsıydı. Ben de anlatmaya çalış­ tım ki bizde diyanet hizmetleri fiilen dev­ letin elinde kalacaktı, nitekim kalmıştı. Dinî eğitim de bu hizmetlerdendir. Aslın­ da ise bu yolda şimdiye kadar laiklik na­ mına yapılan tatbikat yanlış olmuştur. Di­

van esasta mutabık kaldı ve din eğitimi işine parti meclis grubunca bir şekil ve­ rilmesini uygun buldu.

Reşat Şemsettin Sirer ilk işi olarak din dersleri için bir kitap yazıdırdı. Fakat or­ talık öyle bir bulanık hava içindeydi ki bunu yazan komisyon işin içine biraz dev­ rimcilik, biraz da dervişlik karıştırmıştı. Galiba içinde Pir Sultan Abdal’dan şiir­ ler de vardı. Bu, Diyanet İşleri’nde ve il­ gili çevrelerde tepki uyandırdı. Hulâsa din eğitimi tatbikatı gecikiyordu.

İkinci Haşan Saka kabinesinde Millî Eğitim Bakanı bendim. Dâvâyı baştan be­ ri takip etmiş olmakla birlikte benim de yenmek zorunda olduğum güçlükler var­ dı. Grup kararlarından ikisi, ilâhiyat fa­ kültesi kurulması ve türbelerin açdması hakkında kanunlar çıkarmak lâzımdı. Öbür ikisi, din dersleri konması ve imam- hatip okulları açdması hususlarının mev­ cut kanunlarla ve bakanlık yetkisi ile ba­ şarabilecektim. Kitap yazdırmak da za­ man alacaktı. Hatınmdadır, Sayın İnö­ nü bu bahiste hiçbir şey konuşmuyordu.

Diyanet İşleff Başkam ranmetli Ham­ di Efendi ile görüştüm:

—Hocam bu kitaptan sen yazacaksın,

dedim.

—Nasıl kitap istiyorsunuz? diye sordu.

—Dinde inkılâp olmaz. Biz vaktiyle nasıl okuduksa öyle dedim. Ve ilâve et­ tim, yalnız mezhep aynlıklanna girmeye­ lim ve hurafeye yer vermeyelim.

Hoca:

—Tabiî, öyle olur, dedi ve yardımcı bir heyetle kitapları yazmaya koyuldu. Biz de Meclis’e kanun tasarıları şevkettik ve ha­ zırlıklara giriştik. Şimdi sıkıştırılıyorduk. Bir gün İbrahim Arvas Meclis kürsüsün­ den sesleniyordu:

—Haşan Bey, Haşan Bey sen bu Ban- guoğlu’nu buradan al. İpe un seriyor. Ona başka bakanlık ver.

Bu arada hükümet istia etti. Şemsettin Günaltay hükümetinde de ben Millî Eği- tim’de kaldım. Kaydetmeliyim ki, baş­ bakandan ciddî yardımlar gördüm. Kitap işi gecikiyordu. Şemseddin Bey göründü ve kitaplar geldi. Çok güzel kitaplardı.

Bastırıp dağıttık. Kanunlar da çıkmıştı,

övle ki 1949 yazında her konuda ders yılı

için hazırlıklarımız tamamdı.

Din dersleri için tamimler yaptık. Bun­ lar ihtiyarî olacaktı. Ancak ihtiyar, çocu­ ğun velisine aitti. Çocuğunun din dersi­ ne girmesini istemeyen ana baba okula bu yolda bir mektup yazmalıydı. Hatırlanın, neticede bana yalnız Ankara Ünvirvesi- tesi profesörlerinden birinin Türkiye öl­ çüsünde bir tek mektubunu getirmişler­ di.”

HACCA ÖPEMEDİ

Ahmed Hamdi Hoca’nın, Diyanet iş­ leri Başkanlığı sırasında yazdığı “ İslâm Dini” isimli eser, defalarca basılmış, bu­ güne kadar 1.5 milyon tiraja ulaşmıştır/ Yine bu dönemde öğretmen ve öğrenci­ ler için açıklamak din derslerinin birinci ve ikinci kitapları ile “ Namaz Sûreleri­ nin Türkçe Tercüme ve Tefsiri” ni yazdı.

★ ★ ★

Hamdi Hoca, 1950 yılında hacca git­ mek istedi. Hattâ bazı hazırlıklarını da yaptı. Durumu bildirmek ve veda etmek üzere devrin Cumhurbaşkanı İnönü’yü ziyaret etti. İnönü, Hoca’nın haccmı bir yıl tehir etmesini istedi. Çünkü, o sene se­ çim senesi idi. Böyle bir durumun kendi­ leri aleyhine kullanılabileceğini söyledi. Tabiî Hoca da hac yolculuğunu ertelemek zorunda kaldı. Tüm o sıralarda da, Diya­ net İşleri Başkanlığı’na ilk defa olmak üzere resmî bir makam arabası verilmiş­ ti. Bunun üzerine Hoca’mn hemşehrisi olan merhum Serdengeçti Osman Yüksel, “ Serdengeçti” dergisinde kendine has-

nükteli üslûbuyla bir yazı yazdı. Bu ya­ zıda, ona, “Allah’ın emri mi mühim, İnö- nü’nünki mi?” “Allah gel diyor, İnönü gitme diyor, siz hangisine uyacaksınız?”

diye soruyordu. “ Hem de Azraille anlaş­ manız mı var ki seneye gideceğinizi söylüyorsunuz” diyordu. Zaman zaman Hoca’mn evine misafir olan o günlerin üniversite öğrencisi olan Osman Yüksel,

Hoca tarafından çok sevilmesine rağmen,

onu iyice hırpalıyordu. Hoca müsa­ mahalı ve mütevazı idi. Serdengeçti de onun bu vasfım bildiği için olacak şiddet­ le yükleniyor ve soruyordu: “ Hoca Efen­ di, Sırat Köprüsü’nü sana verilen bu ma­ kam arabasıyla mı geçeceksin? Bırak

bunlara uymayı!”

Rahmetli Serdengeçti’yi Allah konuş­ turmuş... Çünkü Hoca, 1951 yılına tehir ettiği haccmı maalesef eda edememişti.

DOM DOM KUBŞUNLARI

Merhum Serdengeçti, sadece Hoca’ya değil, en ufak bir hatasından dolayı baş­ ka sevdiklerine de zaman zaman böyle hücumlarda bulunurdu. Öyle günlerden birinde, çok sevdiği Haşan Basri Çantay Hoca’yı ziyaret eder. O ziyaret sırasında, Hoca, Serdengeçti’nin çok etkilendiği bir misal vererek, hizmet etmek isteyen şah­ siyetlere çatmamasını; asıl hıncını inanç­ sızlara, vatan ve millet düşmanlarına yö­ neltmesini ister. Der ki:

‘—Bizim Balıkesir köylerinde yaban domuzu avlarlar. Bunun için, yerleşmiş bir usul ve işbölümü vardır. Bir köy silâh bakımını yapar, bir başkası domuz için özel dom dom kurşunu hazırlar, bir di­ ğeri av köpeklerini besler, yetiştirir, ba­ zıları gözcülük yapar. Sürek avı başladı­ ğında herkes pürdikkat sadece domuz vurmanın peşindedir. O sırada avlamayı en çok sevdikleri bir hayvan önlerine çık­ sa bile kimse dönüp bakmaz ve ona dom dom kurşunu atmaz. Çünkü, bu kurşun sözgelimi tavşan için değü, domuz için­ dir. Eğer bu domuz için hazırlanmış olan kurşunu biri tavşana atarsa büyük bir suç işlemiş sayılır.

Oğlum Osman, sen de dom dom kur­ şununu bizim tavşanlarımıza atma!”

AĞLATAN KOKUŞMA

Ahmed Hamdi Hoca, 10 Aralık

1950’de İstanbul Süleymaniye Camii’nde

Kore Şehitleri için okutulan tarihî mev­ litte çok heyecanlı bir konuşma yapmış­ tı. Bu konuşması çeşitli dillere de çevri­

lerek bütün dünyaya nakledildi. Kore’de Mehmetçik’in gösterdiği büyük başarının sırrını tarihimizin derinlikleride aramak gerektiğini açıklayan Hoca, birçok tari­ hî örneklerle cemaati ağladır:

‘—15 bin kahraman ile 300 bin düşma­ na saldıran ‘Nefsimi Allah yolunda feda edip ecir (sevap) bekleyeceğim. Şehit ol­ mak saadetine erişebilirsem, bu toz yığı­ nından teşekkül eden kabrim cennettedir. Eğer galip olursam, ne bahtiyarım ki, bu­ günüm dünden hayırlı olarak geceye gir­ miş olurum’ diyen Alparslan’daki kan ve ruh da işte bu ruhtur.”

Birinci Cihan H arbi’nde Bağdat cep­ hesinde Yüzbaşı Muzaffer Bey, üstün düş­ man kuvvetleriyle savaşırken yaralamp düşüyor. Artık Muzaffer Bey son nefes­ lerini yaşıyor ve konuşamıyor. Bu anda cebinden bir zarf çıkanp kanı ile bir ta­ rafına, “ Kıble ne tarafta?” yazıyor. Kah­ raman erler bunun ne demek olduğunu anlayarak hemen onu kıbleye çeviriyor­ lar. Bundan sonra zarfın öbür tarafına, “ Bölük savaştan yılmasın, intikamımı al­ sın. Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne M uham m eden abdühû ve Resûlühû” yazarak ruhunu Rabbi’ne tes­ lim ediyor.

...Peygamber Efendimiz de şehitliğin ne yüksek bir mertebe olduğunu şu müba­ rek sözleriyle anlatmışlardır: “ Ne olay­ dı, hak yolunda, Allah yolunda şehit olaydım, tekrar dirilip tekrar şehit olay­ dım.” * * ★ ■*

Bu konuşmasından bir ay kadar sonra makamında hastalandı. Üç gün hasta yat­ tıktan sonra, 9 Ocak 1951’de vefat etti. Garp ve Şark kültürüne vukuf peyda ede­ rek 50 âdet eser veren bu değerli âlimi­ miz için Bekir Sıtkı Sancar şu tarihi dü­ şürmüştür:

‘Ircıî’ fermanı geldikte Diyanet Başkanı Azm-i ukba eyledi mağfur ola, mesrur ola _ Kudsiyan cevherle tanzim ettiler tarihini Akseki Hamdi Efendi’nin durağı nur

ola. (h.1370) ★ ★ ★

Vefatından üç gün sonra, merhum Ne­ cip Fazıl, Büyük Doğu’da, şu enteresan yazıyı yazmıştı: “ Diyanet işleri Reisi Ak- sekili Ahmed Hamdi vefat etti. Allah rah­ met eylesin! Kendisinin rejim boyunca gelmiş geçmiş bazı ekfer diyanet veya di- naet reislerinden olmadığını, buna rağ­ men birçok zaaflarla dolu bulunduğunu birkaç kere kaydetmiştik. Her fert için azamî nailiyet payesi olan asgarî mü’min sıfatıyle bu zata rahmet niyaz ederken, gelecek nüshalarımızda onun şahsiyeti hakkında bazı şeyler neşredeceğimizi bil­ diririz.”

Ahmed Hamdi Aksekili’nin asgarî mü’min sıfatını göstermekte şu levha pek mânâlıdır:

Bir gün Necip Fazıl Kısakürek, Diya­ net işleri Reis Muvini bulunduğu sıralar­ da, ona şöyle dedi:

—Bu makamda, bu şartlarla bulun­ maktansa, kanalizasyon ameleliği yapıp sırtınızda necaset (pislik) taşımayı tercih etmez miydiniz?

Ö vakit Ahmed Hamdi sapsarı olmuş ve Necip Fazıl’a şu cevabı vermişti:

—Hakkın var! Ben, daha fazla fenalı­ ğa mani olmak için bu makamda oturu­ yorum!

BİTTİ

Kişisel Arşivlerde ıstanDUi Beneği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Bir müddet sonra, vaktiyle şeyhi Yûsuf el- Hemedânî’nin vermiş olduğu bir işaret üzerine irşad makamını Şeyh Abdülhâliḳ-ı Gucdüvânî’ye bırakarak

Gamze gibi bakışlar âşığı öldürürken; la’l renkli dudaklar ise, âb-ı hayat gibi dirilticidir.. Bu bakımdan

Hoca Ahmed Yesevî’nin öküzünün parasını vermeyenlere ısrarlı, bor- cunu hatırlatan bakışlarıyla ilgili söz (muhtemelen Hoca Ahmed Yesevî’nin öküzü gibi

Bu zaman zarfında kültür varlıklarından sorumlu olan Maarif Vekâleti ve Vakıflar Umum Müdürlüğü başta olmak üzere Belediye, İl Özel İdaresi,

İntihar Vak’alarının ‘Hikâyesi’: Müntehirin Mahremiyeti-nin Sınırları Bir  intihar  hikâyesini  resmî  evrak  ya  da  gazeteden  okurken   ma

Bunun için aile içerisinde güven ve sadakat eğitiminin çocuklar da değer ve iman odaklı olarak öğretilmesi gerekir. İslam'da servetierin emanet

radan dünyanın en meşhur ro­ mancılarından biri olan Colette ilk aşk randevusunu bu kahveha­ nede vermiş, şöhretli ressam Tou louse - Laııtrec her akşam

Şiirleri ve türküleri okurken bir anda onun görkemli sesinden dinlediğimiz ezgilerin kaynağına iniyoruz; yazılarını ve söyleşileri okurken de.