• Sonuç bulunamadı

Hayat ve sanat:Tevfik Fikret ve çocuklar

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Hayat ve sanat:Tevfik Fikret ve çocuklar"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Hayat ve sanat;

¿ 3

U *

Tevfik Fikret ve <

T V g ’î

Tevfik Fikretin dün yasına, ben bir küçük kapıdan, ama açılın­ ca hür ve sevinçli bir

görünümle betai başba- _____________ şa bırakan başka bir kapıdan girmeyi deniyorum. Gerçi, bu küçük kapıyı yeni itmiş olmuyorum, bilerek veya bilmeyerek, ama çok ilksel bir hazla, çocuklu ğuYi'ki ki raime ait bu kapıyı çok kere itmiş ve yine bu kapıdan çok kere yine kendime ait bir odaya, âdeta çok geniş bir dünyaya girmiştim .

Daha ilk okulda, güzel türkçeyi hecelemeye baş­ ladığım ve dilden, kendi ruhumu besleyen gıdalar elde etmeye çalıştığım o belirsiz saatlerde, kendimi çok kez, bir yaz güneşinin açıp araladığı bu kapıdan bir içli sofraya bırakmıştım. Türkçeyle ilk dil değdirdi­ ğim ve onun soîısuz lezzetini henüz tatmaya başiadı- ğım o hatırasız saatlerde, Tevfik Fikretin yemişleri, dilimizden devşirdiği o ışıklı ve tatlı yemişler ben:, içlilik ve kendi dünyam bakımından iyice doyururdu.

Bu yemişlerde çocuklar için dikilmiş küçük

fi-Yazan :

C eyhun A tu f K ansu

eşsiz ve ölümsüz türk- çe — bu kere, bizim küçük dünyamızı şa - kıyor, kendi zengin ___________________________ hâzinesi için, bizi bu ilk parıltılarla, çok ışıklı bir yıldız şölenine hazır lıyordu.

Türkçe, doğrudan doğruya baha, benim o kadar basit ve o kadar karışık çocuk ruhuma arkadaşlık edince ne kadar çok seviniyordum. Hatta, büyüklere karşı bir cins övünç duyuyordum: Öyle ya, onları o zaman, henüz benim hiç anlamadığım bir takım şair­ leri, bir takım yazarları okuyarak, türkçeyi . yalnız kendileri anlarlarmış, severlermiş ve tadarlarmış gibi haince b ir. üstünlük duyuyorlardı. Halbuki, türkçe kendi dallarından baha da, bir sevimli kiraz, dalı ayı­ rınca, bu beni övündürmez olur muydu ? Şimdi, dil içinde, kendime de, dayanmış döşenmiş bir oda bulu­ yordum. Ve, büyüklerin okudukları o sonsuz şiirlere karşı, bu. türkçenin lirik kaynağından, çok daha fay­ dalı, çok daha şifa verici bir. su içiyordum .

V a l o n i i b c i W l p r ü n ü kİ

daııların, çocuk boylarına uyarak en alt dallarına bağışladıkları o ka£b coşturan yemişleriı sevinçli hali vardı. Boyum yetiştiği içih ve kendim istediğim za­ man, gönlümce koparabildiğim için, bu yemişlerde eşsiz bir lezzet buluyor, ve, artsız arasız çocukluğumu aç bularak, güneşi yetesiye içmiş bu yemişlerle bes­ leniyordum . «. • Hürriyete, kardeşliğe ve sevgiye ait sonradan, bi­ zim bütün kişiliğimize değer veren ne kadar yüce duygu varsa,, bir ilk çekirdek gibi hep bu Tevfik Fik­ ret yemişleriyle beraber çocukluk toprağımıza düşü­ yordu ,

Tevfik Fikret'in çocukluğa ait bu küçük kapısı küçük ve sevimli bir kitapla gönlümüze açılıyordu. Şermin’den bahis açmak istiyorum. Tevfik Fikretin bir sürü dev soluklu düşünce verimleri yanında, bu küçük ve lirik soluklu kitap, bir bakımdan, Tevfik Fikrete daha ge*ıiş ve daha temiz bir dünya iştiyakı kazandırıyordu.

Otuz iki küçiik şiiri, o küçük kucağında taşıyan ve küçük bir anne kadar sevimli ve güzel olan bu kitap İtilaf adlı bir şiirle başlar .

Bu ithafın anlamı çok önemlidir. Bu ithaf (Yu- va’nın uıini mini yavrusuna) dır. Yuva, Fikretin kay­ dına göre ‘Fazıl kardeşim Satı beyin “yeni mekte­ binde,, mini minilere mahsus kısım için tercihan inti­ hap edilen güzel isimdir .

Burada, Satı beyle Fikreti birleştiren çok aydınlık bir çizgi üzerine düşüyoruz, tik defa bu çizgi üstün­ de çocukluk çağma ait bir eğitim düşüncesi yeşerme­ ye başlar. Bu zamana kadar, bütün bir imparatorluk sınırı içinde ilk öğretim,büyüklerin tasarladıkları ve büyüklerin yaşadıkları bir hayat yönünden ele almı­ yordu: Büyükler, yalnız ohlar, kendi fikirleri ve kenid denemeleriyle, çocukluk çağı üzerine yükleniyorlar, bu eskimiş ve bozulmuş yaşama yüküyle, Çocuktuk" çağım kendi örneklerine benzetebilmek için korkupç bir şekilde eziyorlardı.

Satı bey’le beraber, çocukluk çağının ayn ' bir eğitim yöntemiyle ayrı bir yaşama havası içinde eğitilip yetiştirleceği düşüncesi, çok geri eğitim ve öğretim yapımızın içine girer. îşte burada Fikret, ilk defa Türk edebiyatında, bu hamleyi tamamlar . Türk edebiyatı o aha kadar ne söylemişse hep, büyü­ müş, erginleşmiş, hayatın bütün uzuvlarını yoklamış insanlar için söylemiştir. Bu edebiyat, korkunç bir yaşlılık edebiyatıyatıdır: Hayatın gerisine çekilmiş ve, hayat iştiyakı bakımından vaktmdan önce yaşlan­ mış bir efendiliğin edebiyatı!

Bu gençlik edebiyatı değildir, dilih bütün hücre­ leri, bu edebiyatta, son yaşama ölçüsüne erişmişler- j dir, hayatın tam tükeneceği sınırda, dil, bu edebî höc- : re, birdenbire uyanır ve bütün canlılığını bu fani da­ kika için harcıyarak o dakikayı ölümsüz yapar. Ger­ çekten ne aşk, ne tabiat, ne dünya, ne toütüh zengin­ liği ile insan yaşayışı, ne hürriyet, ne kardeşlik, ne vatan sevgisi, bizim o büyük bahçeli edebiyatımızda, gençliğe ait hiç bir çiçek taşımaz .

Çocukluk ve, bu küçük ama defineli çağ, büsbü­ tün unutulmuş, dilin efendileri tarafında* karanlığa itilmiş ve çocukluk, öylece gıdasız ve güneşsiz bırakıl­ mıştır. Yüzyıllarca eğitim ve öğretim yapımızın ço­ cukluğa ettiği haihliği bir yönden Satı bey, vefalı bir düşünceyle önlerken, Tevfik Fikret, işte, Türk edebi­ yatında, Türk dilinin çocuklardan esirgenmiş hazine- sihi bereketli bir pınar yolu ile, çocukluk çağma açı­ yordu .

Bu ithaf şiiri, çocukluğumda söylediğimiz bir şar­ kıydı. İçime sonsuz bir lirizmle çarpar, ve beni kim­ sesiz çocukluk günlerimde baştanbaşa doldururdu. Ha­ lk Ankarada bir ilkokulda, bu şarkıyı bir sürü çocukla beraber söylediğimiz saatleri hatırlıyorum;

Haydi yuvana, yavrucak; O marifet yuvasıdır,

O fazilet yuvasıdır. Orda fikrin uyanacak; Orda kanat açacaksın. Yükseklere uçacaksın.'

Bu şiirin büyüsünü şu anda, benim duyduğum hazla tadabilmek için, bu şarkıyı hiç olmazsa bir kere söylemiş olmak gerekirdi. Hele çocukluk günlerine ka­ rışmış o bînbir hatıra içihden bu şarkı, kardeşliğe ait bir musiki gibi sızıp gelirse, insan, kendi küçük dünyasını kurduğu o hür ve o kadar açık günleri bütün saatleriyle son ölçüsüne kadar yaşar.

Biz ö b ü rleri ezberliyorduk, böyleee dil, türkçe

-Yaşatırsak, biz o yaşar,... Yaşasın ta haşre kadar!

Bu mısraları okurken ben. büyüklerin hiç bir

zaman duyamıyacağı çok ayrı bir haz, çok ayrı bir gözyaşı ve sevinç lezzeti duyuyordum .

Fikretin “Papatya,, şiirini, ömrüm oldukça Sev­ meliyim .

Bu, ancak ve yalnız benim çocukluğum için ya­ zılmış bir şiirdi. Bu basit şiir üzerinde çocukluk çağı­ na ait o örtüyü kaldırınca, bilirim, geride, şiirin zen­ gin yapısıha uygun hiç bir şey kalmaz. Ama, türkçe. benim türkçem, benim çocuk gönlümün taze ve özlü dili, bu papatyada, bir bahar tarlası gibi çiçeklenmiş dur-*”' .

Rüzgâr eser: gâh o yana, Gâh bu yana, hep beraber, Dalga dalga eğilirler; Ferah verirler insana

Güler yüzlü papatyalar, . Altın gözlii papatyalar .

¿(ütün bıı şiirler bana yalnız bir okuma crersi boyunca değip geçmiyordu, çok daha yaşayışlı bir şekilde, bu şiirler, hana tatil günlerinde daha çok dokunuyordu. Kırlarda, ve boydan boya tabiatın bağ­ rında geçen çocukluk günlerimde, artık bu şiirler, be­ nim için tekrarlanması sesevinç veren arkadaş adlan gibi oluyorlardı.

Hürriyetin ilk filizi de, iik önce, çok küçük yaş­ larda ezberlediğim ve söylediğim zaman delice bir coşkunluğa kapıldığım ayrı bir şiirde, Fikretin “Kuş­ larla,, şiirinde beliriyordu:

Kuşlar uçar;

Ben koşarım: — v- - .o : Onların kanatları var.

, . Benim kanadım kollarım.

Kuşlar kanadını çırpar, ' t

Ben de kolumu sallarını. . Uçun kuşlar, uçun kuşlar; Hepinizle yarışım var!

* * *

l/ Ç lö K l f Ç i a r

Ben de koştum , Koştum yarı yola kadar; Ta önüme bir uçurum Çıtkı, orda kaldım uaçar. Yoo, çekemem öyle kurum! isterseniz, haydi tekrar Yarışırız... uçun kuşlar!

Gerçekten burada, ne kadar hüzün iTu.vduğw,u itiraf etmeliyim. Ben, bu varışı hiç kaybetmek iste-' miyordum, ama Fikret, çocukluğuma böyle isyahlı bir hüzün karıştırıyordu. Çocukluğumda bu hüzün çok gerçekçi bir izlenime dayanıyordu: Ben çevik ayakla rımla niçin kuşları geçemiyor muşum ?

Ah, bütün hüznüm, hep böyle tabiate ait bir lî'U- zündü . Şimdi, insan hürriyetinin, insan yaşayışının çok saf bir işlenişi olan bu şiirdeki, o espirit’Ii hüznü seziyorum.

Bu hüzün, şimdi artık, dış dünyadan ve uzviyeti­ min o kadar bereketli yaşadığı c çocukluk sıhhatinden çok, daha derinlerden, nsanlığm acı çektiği bir deh­ lizden geliyor .

Böyleee ben, çocukluğumun acılı ve sevinç!: daki­ kalarını kurmuş Tevfik Fikreti nasıl bırakabilirdim, O, ama, yalnız bu anda da kalmıyor, çok daha, iteri gidiyor, adeta geleceğin çocukluk çağlarına ışıklı bir ok atıyordu. Sabah oradaydı. O çağdaydı. Çocuk­ luk çağmdaydı. Bu taze uzviyet, -ve bu kölelik ve kö­ tülük tanınmamış hazineli ruh, bu baştan başa çocuk­ luk, işte ancak, bu çağdan yeini bir insan dünyası gelişebilirdi. Ve burada Tevfik Fikret, yalnız çocuk­ luğumu değil, bütün gençliğini, bütün ömrümü besle- yecek kadar imanlı konuşuyordu.

Bu iman halkasıdır ki, çocukluğumun vefalı şai­ rini, Tevfik Fikreti, bir, başka Fikret’e gençliğimin ve hürriyet aşkımın Tevfik Fikret’ine ölümsüz bir yı dız ışığıyle bağlıyordu.

• 0 , 1 ^ C v Ç l c r

Tulü-i haşre kadar sürmez; akıbet bu ser Bu mai gök size bir gün açar, melûl olmı Hayata neşe güneştir, melal içinde beşer. Çürür bizim gibi.. Siz. ey fezayı ferdamı Küçük güneşleri artık birer birer uyanın Küçük güneşler! Yani çocuklar! Yani, biı bitmez tükenmez tazeliği!

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Preoperatif ve postoperatif trombosit agregasyonu epinefrin testi için grafik Preoperatif dönemdeki ristosetin ile yapılan agregasyon testi sonuçlarında gruplar arasında anlamlı

Çalışma sonucunda, (1) öğretmenlerinin okul müdürlerine güvenmelerinin; öğretmenlerin okul müdürünün, yeterli, etik davranan ve öğretmene destek davranışı

Necmettin Erbakan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Halk Sağlığı Anabilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi Büşra GÖNENÇ SOLSUN‟un “Aksaray Üniversitesi

[r]

Yazısında Stalin’in öldüğü gün olan 5 Mart 1953 gününün Sovyetler’de yarattığı ruh durumuna değin­ dikten sonra Nâzım’ın 1951 ’in ortalarında Moskova’ya

Somyada kımıltısız yatan ka­ fa ninenindi: «Padişahımız ikin di divanından sonra Belgrad’a dönmüştü. Odanın içinde bir boydan öbür boya konsol denli

Dolayısıyla ana çekirdekte ve ikincil çekirdek- te bir sızıntı olsa bile, binanın basıncı dış basınçtan daha düşük olduğu için hava sadece içeri sızar, dışa-

Deyimini din ve devlet ay rılığında bu­ lan laiklik, milli ordu, eşitlik ve özgürlük, Fransız Devrimi’nin gözbebeği olan bu kavramlar, bugünkü Türkiye’de günde­