CUMHURİYET/8
SAİT FAİK VE ARKADAŞLARI
S İ İ H \ TANJU U ' f
Attilâ İlhan: “Onun en son arkadaşı benim!”
*■ %$§:
BİR ÖYKÜCÜ, BİR O ZAN — Türk şiirinin kuyumcularından Beh çet Necatigil (sağda) ve Türk dilinin büyük ustalarından Sait Faik, Asmahmescit 'teki Elit Pastanesi'nde. Açık kaldığı sürece sanatçı uğ rağı olan Elit, Sait Faik 'in de “müdavimi ’' olduğu Beyoğlu köşele- rindendi. (Fotoğraf: A RA GÜLER ARŞİVİ)
Nisuaz’da ya da
Baylan’da
Sait’le düş
oyunu oynarlar:
“Seninle
atlamışız
vapura, ver
elini Marsilya!
Dalmışız
Canebiere’deki
sinemalardan
birine...”
B irgiin A tlilû
İlh a n a , k7.ş y o k
lan senin o
A m a d k a p ıd a n
çık tı, d a m ın
d u v a rın a sırtım
ve rip hir cu va ra
y a k tı9 diye y a za n
to p lu m c u la rın d a
dem işti.
— a —
Attilâ İlhan, “ Onun en son
arkadaşı benim” der. Sait’in ölümünden önceki yakın yıllar da hep birbirlerini aramışlardır. Kim erken davranmışsa, Nisu- az’a bir bakar. Yok’sa, “ Bay- lan’dadır” der. Oradadır.
Sait kahvenin kapısından gü lerek girer. Selâmı patlatıp ma saya çökerken, koltuğunun al tındaki gazeteleri ve Yenice pa ketini masanın üzerine fırlatır. Gözlüğünü hangi cenabete koy duğunu iç ve dış ceplerinde uzun uzun aranır. Patlak, soluk ma vi kirpiksiz gözlerinde hem mu zip bir ışıltı, hem günah, ayıp, ya sak, lanetli bir iş yapmış gibi bir tedirginlik vardır. Ceplerinin bi rinden yıpranmış bir sarı defter çıkarır. Eski harflerle iri iri, sey rek seyrek yazılmış son hikâye sini okumanın hazırlığıdır bu.
“ Vaktin var mı lan” der. Attilâ
o yıllar Paris’ten yeni gelmiş, St. Michel üstündeki kahvelerdeki hayatı aşağı yukarı İstanbul’da da kurmuştur. Nisuaz’da veya B ayün’da, Dupont kahvesin deymiş, Cafe Lutece’deymiş gi bi bohem hayatın keyfini sür mektedir. O sıralar Mecidiye- köy’deki evde midir, yoksa Şiş- li’de Bahçeler Sokağı’ndaki apartmanda mıdır, her neyse, evi o dönemin genç sanatçıları ile
dolup taşmadadır. Ferid Edgü’-
ler, Fikret Hakan’lar, Metin
Erksan’lar, Asaf Çiyiltepe’ler, Yılmaz Gruda’lar, Demirtas
Ceyhun’lar, Demir Özlü’ler, Or
han Duru’lar, Güner Sümer’ler, Ahmet Oktay’lar, Attilâ’nın kız- kardeşi Çolpan İlhan filan ner- deyse bir tarikat kurmuş gibidir ler. Yaş ortalaması o tarihte 25’in biraz üzerindedir. Sait ise hem yaşça, hem sanatıyla olgun luk dönemindedir. Kırk beşlik bir hikâye ustası ile içli dışlı ol mak Attilâ’nm hoşuna gider. Sa it’e gelince, Paris’ten edebiyatın
taze bilgilerini getiren ve kendi
siyle her konuda özgürce konu şulup tartışılabilen bu genç şair, bulunmaz bir nimettir.
“ Alemdağda Var Bir Yılan”
-daki hikâyelerdir o sırada yaz dıkları. Sait, yirmi yıla varan hi kâyeciliğinin öyle bir aşamasına gelmiştir ki, bir duyguyu, bir dü şünceyi saf bir özgürlükle yazı ya geçirememek, dinsel ahlâkın ~_ve toplumsal değer yargılarının yasaklarını aşamamak, onu çıl dırtmaktadır. Onun için hikâye lerini önce Atfilâ’ya okuyor.
Onun üzerindeki etkilerini ölçü yor. Attilâ, Sait’in o kadar kork tuğu, uzak kalmak istediği
“ Toplumcu Gerçekçilerdendir ama, onda, öbürlerinde gördü ğü “ güdümlü” , “ özgürlükler den fedakârlığa hazır” siyasal tutumun olmayışı, ya da bunu
hiçbir zaman üste çıkarmayışı
Sait’i rahatlatmaktadır. Özgür lük, Sait’in tek gıdasıdır. Ona is tendiği kadar “ senin düşündü ğün özgürlük yoktur” densin,
Sait her zaman kolayca sahip olabildiklerini yitirmek kaygısı na ve korkusuna düşebilir.
At-tilâ’ya: “ İş yok lan senin o (Amad gapıdan çıhtı, damın du varına sırtını verip bi cuvara yahtı) diye yazan gerçekçi top lumcularında..” der. Attilâ’da
oturur, Sait’e toplumculuğun bir
reçete değil bir yöntem olduğu nu, kendisinin de reçetecilerden
hoşlanmadığını uzun uzun anlat maya çalışır. Fazla da ileri git mez. Çünkü Sait’in teorilerden sıkıldığını, edebiyatta bile teori den söz açıldı mı, kaçacak yer aradığını bilir.
Yaşar Nabi, “ Alemdağda Var Bir Yılan” daki hikâyeleri oku
yup da “ basarım” dediğinde,
Sait şaşırmıştır. Kuşkusu vardı. Bu hikâyelerin ahlâk, terbiye, gelenek adına reddedilebilece- ğinden korkuyordu. Herkes “ Bu Panço da kim?” diye soracaktı. Genç bir marangoz’a, Yani Us- ta ’ya karşı gösterilen ilgi ve be
lirtilen duygular; bir yalnızlık is terisinden çok, cinsel bir tutku ya benzeyen coşkun seslenişler;
kadın ve erkek diye ayırmadan insanın insana en büyük aşkla bağlanması, bütün bu insanı alt üst eden ilişkiler, acaba kıyamet koparmayacak mıydı?
BİR Z A M A N E ERMİŞİ - Ba zı yakın dostlarının gözünde Sait Faik bir zamane ermişidir. Dış görünüşüyle tanımayanlara bir balıkçı, bir boyacı, bir emekli memur, bir sarhoş, bir aylak gi bi gelebilir. Ama onun en büyük özelliği 24 saatini bir edebiyat adamı olarak yaşamasıdır. (F otoğraf: A R A GÜL E R ARŞİVİ)
Sait, Attilâ Ilhan’la son hikâ yeleri üzerine konuşurken -duy duğu özgürlük tadını başkaları da alsın diye çırpınıyordu. Bu ta dı ilk kez, Fransa’da öğrencilik yıllarında André Gide’i okuyup tanıyınca almıştı. Gide’in en do kunulmaz konuları özgürce ele
alıp bütün sosyal değer yargıla rına meydan okuyuşu, sadece in sana inanması ve onun katıksız özgürlük hakkını savunması Sa it’i büyülemişti. 1940’lı yıllarda hâlâ notlar, anılar, romanlar ya
yınlayan bu 70’lik “ müthiş”
Fransızı, Sait sonraları ne kadar
çok kendine benzetirdi! Gide’in
yüzü ve fiziği de şaşılacak ölçü de kendisini andırıyordu. Bütün alnı açık bırakan dökük saçları, gözlükleri, ince solgun yüzünde ki kederli ciddiyet, giyinişinde ki derbederlik, geniş kenarlı şap kalardan hoşlanması, hali vakti yerinde bir aileden gelmesi, din dar bir anne, bütün bunlar Sa
it’te hoş duygular uyandırıyor du. André Gide, geçen yüzyılın son on yılından başlayıp yüzyı lımızın ortalarına kadar genç ku şakları etkilemişti. Sait de etkili olmak istiyordu. Bütün o şöhret
ten kaçar, övülmekten sinirlenir görünüşün altında; sevilmek, saygı görmek, önde tutulmak, unutulmamak kavutları ve tedir ginlikleri yatardı.
Düş oyunu
Aralarında bir düş oyununa girişirler.
“ Yine bir yerlere gitme tutku su sarmış seni Sait! Hadi var mı sın?”
“ Ne iyi olurdu b e..” “ Seninle atlamışız güdük ba- calı 22 bin tonluk bir Italyan ge misine, senin o ‘Marsilya Lima nı’ hikâyendeki turistler gibi şeh re dağılmışız..”
“ Canebière'dcki sinemalarda kinıbilir ne filmler oynuyor- dur!”
“ Madem istiyorsun, gireriz birine. Ama 6.45 ekspresiyle Pa ris’e gitmek de var. Quartier La tin’de Zazou’lar arasına karışır, onlar gibi cafe-creme ve Gaulo ise cigarası içeriz.”
“ Yaşşa lan, kalk hadi.”
Bir tramvaya atlayıp şıngır mıngır Beyoğlu’na gelirler. Sa it’in görmediği bir film bulup si nemaya dalarlar. Biraz sonra
Attilâ bakar Sait’in gözleri düş müş, yüzü alacakaranlıkta bir yaprak gibi rüzgâra kapılmış git miş. Acaba Sait, Türkçesi ve Er- menicesi bol sokaklardan mavi keten elbiseli insanların arasın dan geçip dar bir sokağa mı sap mıştır? Sokakta polisler, serse riler, masum gözlü kötü insan lar ve sahra kokulu, kum tane cikleri dolu Mistral mi vardır yi ne? Ve Sait, ışıklı dar bir sokak ta, dişlerinde güneş pırıltıları yansıyan esmer bir kızın, bir şar kı gibi içe işleyen Marsilya şive siyle kulağına söylediklerini din leyerek, Güzel Alpler Oteli'nden içeri mi girmektedir?
“ Hadi gidiyoruz, film bitti” , der Attilâ.
“ Nasıl bitti lan? Kız ne oldu, kız?”_______________________
Y arın : Sirozlu G ünler
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi
* 0 0 1 5 0 7 8 5 4 0 0 6 *