II. ABDÜLHAMİD'E
HEDİYE EDİLEN
GÜMÜŞ MAKETLER
II. Abdülhamld'in 25. Cülûs Yıldönümü 1901 yılında büyüktö-
renlerle kutlanmıştı. Kızı Ayşe Osmanoğlu, bu vesileyle Padi
şaha, "Hükümdarlardan, tanınmış kimselerden, vükeladan,
şehzadelerden, sultanlardan, kendi bendegânından, hatta ev-
ladlarından ve hareminden dahi hediyeler geldiğini" anlatır.
Bunlar arasında, Sofya'daki imaret Camimin, İstanbul'daki III.
Ahmet Çeşmesi ile Dikilitaş'ın, İzmir Saat Kulesi'nin ve Şirket-i
Hayriyeye ait Şükran gemisinin de gümüş maketleri vardı.
Göksen SONAT
T
opkapı Sarayı, Cumhuriyetin ilânından sonra, Ata türk’ün direktifiyle 3 Nisan 1924 tarihinden müzeye dönüştü rülmüştür. Sultan II. Abdülha mid’in, Yıldız Sarayı’ndaki özel müzesinde bulunan gümüş ve bil lur kolleksiyonu da, bundan son ra, Yıldız’dan Topkapı Müzesi’ne nakledildi. Konumuzu ilgilendi ren gümüş maketler, işte bu k o leksiyonda yer alan parçalardan dır.Maketler konusunda bilgi verme den önce, Sultan II. Abdülhamid döneminin sanat faaliyetine kısa ca değinmek, ve padişahın 25. Cü lus Yıldönümü Töreni’nden sözet- mek gerekmektedir.
Sultan Abdülmecid ve Tîrimüjgân Sultanın oğlu olan II. Abdülhamid, 10 Saban 1293 (31 Ağustos 1876) -Rebîülâhır 1327 (27 Nisan 1909) tarihleri arasında saltanatta kal dr. Beylerbeyi Sarayı’nda vefat eden II. Abdülhamid, Divanyo- lu’ndaki II. Mahmut türbesinde gö mülüdür.
II. Abdülhamid, V. Murad’ın hakli üzerine, otuzdört yaşındayken, 34. Osmanlı Padişahı olarak, Topkapı Sarayı’nda düzenlenen Biat Töreni ile tahta çıktı. Ertesi gün, Beşiktaş Sarayı’nda, yeni ve daha büyük bir Biat Töreni daha yapılmıştır. Bu ikinci törene, Sadrazam, nazırlar, hükümet üyeleri, İlmîye ve cemaat temsilcileri katılmış, yeni padişa ha tebrik ve saygılarını sunmuş lardır. Bu töreni, Osmanlı İmpara torluğunun bütün kentlerinde, üç gün boyunca süren şenlikler izle miştir. Cülûs’tan (Cülûs-i Hümâ yun) bir hafta sonra, 7 Şaban 1293 (7 Eylül 1876) tarihinde, Sultan II. Abdülhamid, saltanat kayığı ile Dolmabahçe Sarayı’ndan ayrıla rak Eyüp’e gelmiş ve burada Kılıç
KuşanmaTöreni gerçekliştirilmiş- tir. Bilindiği gibi, padişahların tahta çıkışlarından sonraki 2. ve 7. günler arasında, Eyiip’de, Hazret-i Halid İbn-i Zeyd Ebu Eyyub-i Ensa- ri’nin Türbesinde kılıç kuşanma ları bir gelenekti. Bu törende, ha kana, Şeyhülislam Hayrullah Efendi tarafından Hz. Ömer’in kılı cı bağlanmıştır.
Osmanlı Devletinin yeni padişahı Dolmabahçe Sarayı’nda yalnızca yedi ay kalmıştır. Sarayın deniz kı yısında bulunuşu nedeniyle gü venlik açısından yeterli olamaya cağını düşünen Abdülhamid, 7 Ni san 1877 tarihinde, ikametgâhını Yıldız Sarayı’na naklettirmiştir. O tarihten sonra, padişahın otur duğu bölüm, Hünkâr Dairesi veya Hünkâr Sofası adıyla anılacak, Yıl dız Sarayı, aynı zamanda Devlet yönetiminin de merkezi durumu na gelecektir.
Otuzüç yıla yakın süreyle Osmanlı Tahtında kalan II. Abdülhamid, Tanzimat Devri’nin son, I. ve II. Meşrutiyet devirlerinin de ilk pa dişahıdır. Bu uzun saltanat döne mi boyunca çeşitli sanat faaliyetle
ri yaşanmıştır. Kendisi de Arapça, Farsça ve Fransızca biliyordu... Abdülhamid, Yıldız’a taşındıktan sonra, sarayın bahçelerini yeni baştan düzenletmiş ve dış bahçe ye, Çini Fabrika-i Hümayûnu’nu (Yıldız Porselen Fabrikası) kur- durmuştur. Buraya, Fransa’daki Sèvres Porselen Fabrikası’ndan ustalar ve sanatkârlar getirtilmiş tir. Padişahın Saray’da açtırdığı ti yatroya da İtalya’dan oyuncular gelecektir. Ayrıca, Saray’ın bahçe lerinde, sultan ve şehzadelerin ikâmetlerine ayrılan yeni köşkler yaptırttı.
Yıldız’da, Silahhane ve Marangoz hane gibi atelyelerin açılmasına da öncülük eden II. Abdülhamid’in iyi bir marangoz olduğunu ve boş zamanlarında marangoz atelye- sinde çalıştığını biliyoruz. Padişah, mevcut Osmanlı Arşivle rinin (ki bu belgeler bugün Başba kanlık Osmanlı Arşivi’nde bulun maktadır) korunmasını sağlamış, Yıldız Sarayı’nda büyük bir Kütüp hane kurdurmuştur.
Osmanlı vilayetlerinin albümleri, yine onun zamanında derlenmiş
tir. Yıldız Albümleri olarak bilinen bu belgelerin bir bölümü bugün Topkapı Sarayı Müzesi Kütüpha nesinde, bir bölümü de İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde sak lanmaktadır. Ayrıca, 1897 Harbi sonunda düzenlenen İane Sergisi için de bir albüm hazırlatmıştır. 1898 yılında açılan bu sergiye Fransa’daki Sevres Porselen Fabri kasından, Berlin Kraliyet Porselen Fabrikasından çeşitli eserler gel- I mişti. II. Abdülhamid, Yıldız Porse len Fabrikası imalatı olan en seç kin porselenleri, Osmanlı Sultan larına çeşitli yabancı devletlerden armağan olarak gönderilen eserle ri (Çin vejapon porselenleri, Avru pa porselenleri, gümüş ve billur eşyalar) Yıldız Sarayı’nda kurdu ğu özel müzesinde toplamıştı.
2 5 . CÜLÛS YILDÖNÜMÜ ARMAĞANLARI
A
bdülhamid’in 25. Cülûs Yıldö nümü, 1901 yılına rastlar. Cü lûs törenleri içinde en muhteşemi olan bu töreni, kızı Ayşe Sultan şöyle anlatm aktadır:“25. Cülûs-i Hümâyûn hazırlıkları başladı. Her taraftan babama hedi yeler takdim olundu. Gelen hedi yeler, kendi dairesi ile Küçük Ma- beyn arasında, Büyük Salon’da konuluyordu. Hükümdarlardan, tanınmış kimselerden, vükeladan, şehzadelerden, sultanlardan, ken di bendegânından, hatta evlâdla- rından ve hareminden dahi hedi yeler geliyordu. Hediyelerin üze rinde gönderenlerin isimleri, kart ları bulunuyordu. Cülûs günü sa bahleyin, babam büyük ünifor masını giyerek Şale Köşkü’ne gitti. Vükelâ, Vüzera, büyük kum an danlar, Şeyhülislam, patrikler ge lecekler, muayede-i resmiye tabri- kâtı yapılacaktı. Babamın marşı ile
Sinan’ın çözümleri, yinelenemeyecek, tek kez- lik çözümler değildi.
Sorunlara dizgesel açıdan yaklaşıyordu, önleri açık, gelişebilecek ilkeler getirebiliyordu. Çevresindeki mimarlar onun yolundan yürü yebiliyor, onu izleyebiliyorlardı.
Yolunda tek olması değil, daha çok olması önemliydi.
Sinan bir okul gibiydi.
Yapı yapma eyleminde kullandığı yol, ondan çok sonra da uzun süre kullanıldı. Yapı işlerin de, buyruklar dizisi, zamanlama, çalıştırma- ödeme kuralları açılarından oluşan yöntem, Süleymaniye’den 62 yıl sonra yapılan Sultan Ahmet Camisinin yapımında bile kullanılmış tır.
Sinan, yaşamın ayrıntılarına da değerini veren bu titiz kişiliğiyle, bu izleyen, denetleyen, dizge yi sonuna dek insanca geçerli kılan tutumuyla bir geleneğin başarılı sürdürücüsüdür. Gelenekle kuşkusuz çatışmıştır. Bu çatışmaları gene kendisi çözümlemiştir. Gerçek sanatçı ge lenekle çatışacaktır elbet. Katkılarıyla geleneği varsıllaştırmıştır.
Kendisi bir gelenek olmuştur.
Bu anlamda, bir Yunus Emre’dir. Bir Karacaoğ- lan’dır..
Baştan beri söylediğim gibi de, böyle biri olabil mek için ortamı vardır... Yeterli süresi olmuştur. Uzun yaşamını adım adım iyi kullanmayı bil miştir. Çağımızdaki piş eden oluveren mimarla ra, ozanlara, sanatçılara, uzaklardan, biryüzyıl- lık yaşamın biçimlediği yüzüyle gülümser gibi dir.
SİNAN’IN YAPILARINDA ORTAK ÖZELLİKLER
S
inan’ın yapılarını değil bir bir anlamak, sa yıp dökmek bile zor. Dile kolay, 84 cami, 57 medrese, 51 mescid, 7 Kur’an okulu, 22 türbe, 17 halk mutfağı, 3 sayrılar evi /hastahane/, 5 su yolu, su kemerleri, 8 köprü, 18 kervansaray, 35 saray, 8 mahzen, 46 hamam, sayısız çeşme, sebil vb.Ama bunları gözden geçirdiğimizde, en saygı değer yönlerinden birini saptayabiliriz. Hem de en büyüğünden en küçüğüne tüm yapılarında: Sinan, halkından, halk yapı geleneklerinden kopuk değildi.
Örneğin, günümüzde, kamu yapılarıyla halkın yapıları arasında uçurumlar var. Bu nedenle Si nan’ın yukarıda değindiğim yönünü kavramak önem kazanıyor.
Sinan’ın yapıları da halk yapı sanatı örnekleri gibi tutumludur.
Hem de ne açıdan bakılırsa bakılsın... Kullanım açısındanvda, uzun yaşamlı oluşları açısından da...
Sinan’ın yapıları da halk yapı sanatı yapıtları gi bi, içten dışa davranış yöntemiyle oluşmuştur. Önce içte işlev çözümlenmiştir.
Önemli olan kişilerin gereksinimlerini karşıla maktır.
Sinan’ın yapılarında içle dış tam uyuşum için dedir... Onun da biçimleri, halk yapı sanatında olduğu gibi, işlev için gerekli oylumun, eldeki teknik olanak ve gereçlerle düzenlenmesi sonu cu kendiliklerinden ortaya çıkar. Şu biçimde bir yapı yapayım diye yola çıkmaz. Biçimciliğe hiç düşmez.
Sinan’ın yapılarında, taşıyıcılar, taşınanlar açıkça görülür. Her şeyi, ağırlık akışlarını apa çık görürsünüz. Bu size güven verir. Tüm yapı lar içtenlik taşır.
Sinan’ın yapıları da halk yapı sanatı ürünleri gi bi doğaya sonuna dek saygılıdır... Sinan, bütün bunlardan öte, her yerde “insan” kalmayı bile- bilmiştir. Bireyi hiç unutmamış, bireyin ezilme sine göz yummamıştır. Bireyin mutluluğunu göz ardı eden büyük düzenlerin düştüğü temel çelişkiye düşmemiştir.
Sinan’ın belki de en önemli bir yönü de geleceğe açık oluşudur. Çağının, yaptıklarının, becerile rinin sonuna dek bilincindedir.
Gereksiz, ikiyüzlü bir alçakgönüllüğe düşmez. Ama geleceğe inanmaktadır. İnandığı için de saygı duyar. Gelecek karşısında gerçekten al çakgönüllüdür.
Resimlerini çizip yapımlarını gerçekleştirdiği yapıtları için şöyle diyor:
“Dünya durdukça bunları görecek beğendi kişi lerin çabamın ciddiyetini göz önünde tutarak insaf ile bakacaklarını, hayırlı dualarla anacak larını umuyorum.”
Sinan gelecekte insanların daha ilerlemiş ola cağına inanıyor. Onlardan, geri dönüp baktıkla rında, kendisini yargılarken anlayışlı olm aları nı diliyor.
Bu gerçekten ilerlemeye açık olan kişinin özel liğidir... Onlar için dünya durduğu yerde dur maz. İnsanlık hep ilerler... Her şey bir gün aşılır... Onun yapılarını ondan dört yüz yıl sonra de mirli betonla yinelemeye kalkışanları, tıpkı dört yüz yıl önceki biçimlerle yapı yapanları düşü nün bir de...
Sinan böyle kişileri kınamaz mıydı?
Ayrıca, ne yazık ki, bütün bunların böyle oldu ğunu bile bugün yurdumuzda anlatmak gereki yor. Sinan’ı her yerde her olanakta iyice açmak, göstermek, tanıtmak gerekiyor.
Mimarlık bir yönüyle bütün öteki sanatlardan ayrılır... Örneğin resim, yontu, müzik bir işveren olmadan da yapılabilir. Oysa mimarlık, işveren olmadan yapılamaz... Mimar Sinan ona iş veren toplumla var olmuştur. Ve bu toplumu en bü yük yetkiyle simgeleştirmeyi bilmiştir. Mimar Sinan yeryüzü uygarlık geçmişinde, in sanlığın ortak sofrasına en büyük katkılarımız dan biridir. O bütün yönleriyle yalnız bizim de ğil, tüm insanlığın malıdır. Çünkü insanlık onunla, onun katkılarıyla varsıllaşmıştır. *
Sinan önce işlevleri çözümlüyordu, “biçim'i
değil. Biçim özden doğuyordu..
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi