SAYFA CUMHURİYET
KÜLTÜR
Büyük ozanın 97.yaşı kutlanırken, ‘20.Yüzyıl Türk şiirinde Nâzım Hikmet’ tartışılacak
Nfızmıııı Türk şiirim Irki yeri
MEMET FUAT___________________
Nâzım Hikmet. 11-12 yaşlarında kü çük bir çocukken büyükbabası Mevlevi Şair Nâzım Paşa’nın etki alanında yaz dığı ilk şiir denemelerinden biri için şöy le der:
“Ne aruzdu, ne heceydi, serbest vezin- dense haberim yoktu, uydurmaydı. Dili de öyle. Osmanlıca taklidiydi.’'
Yazdıklarının, çevresindekilerce coş kuyla karşılanması, bu küçük şiir heves lisini şiir öğrenmeye yönlendirir. Tevfık
Fikret dili (ya da sesi) yerini Mehmet Emin diline verirken, bugün okuyanlara
sanki serbest nazım denemeleriymiş gi bi gelen ölçüsüz uyaksız şiirler derlenip toparlanır, “uydurma” bir ölçüden hece ölçüsüne geçilir.
Şiir yazmaya başladıktan aşağı yuka rı dört beş yıl sonra Nâzım Hikmet temiz bir dille yazan, hem konulan, hem de söyleyişiyle hececileri izleyen genç bir şa ir adayıdır. 1918'de, on altı yaşındayken, şiirleri dergilerde, gazetelerde yayımlan maya başlayınca kısa sürede adı duyulur. 1920’de ise. Cenap Şahabettin, Celâl Sa-
hir, Hüseyin Siret, Orhan Seyfi, Yusuf Zi ya, Halit Fahri gibi çağın önde gelen şa
irlerinden oluşan bir yargıcılar kurulu,
“Alemdar” gazetesinin açtığı bir yanş-
mada, bu genç yeteneğe birincilik ödü lünü verir. Nâzım Hikmet artık özgünlü ğünü kanıtlamış olan, edebiyat dünya sında adı geçen, başarılı bir hece şairi görünümündedir. (Cimi şiirlerini Faruk Na fiz, Yusuf Ziya, Orhan Seyfi gibi ünlüle re adamakta, karşılığında bu ünlülerden de ona şiir adayanlar olmaktadır.
1921 başlarında Kurtuluş Savaşı’na katılmak amacıyla Anadolu’ya geçmek isteyen genç hececi şairler arasında onu da görürüz. Her gelmek isteyeni kabui et meyen Anadolu hükümeti, işgal altında ki bir ülkenin acılarını şiirlerinde büyük bir güçle yansıtan Nâzım Hikmet ile Vâ-
lâNureddin’in başvurularını olumlu kar
şılar; Bolu’da öğretmenlikle görevlendi rilirler. Biryandan da Kurtuluş Savaşı’nı destekleyen şiirler yazacaklardır.
Bolu'da Türk halkının, köylülerin ya şamını yakından görünce, emperyaliz me karşı büsbütün bilenirler, ayrıca din sel yobazlığın yoğun baskısını duyarlar. Moskova’ya giderken uğradıktan Ba- tum ’da. Nâzım daha Rusça bilmezken “ İzvestiya” gazetesinde gördüğü, herhal de Mavakovski’nin olan bir şiirin uzun lu kısalı dizelerine, merdivenli istifine ilgi duyar, bunun “çok iyi tanıdığı” Fran sız serbest ölçüsünden ya da Türk şiirin deki serbest müstezattan başka bir şey olduğunu sezer.
Yolda açlık bölgelerinden geçerken gözlediklerinin etkisiyle Moskova’da yaz maya çalıştığı “Açların Gözbebekleıi” şiirini hece ölçüsüne sokamadığını görün ce de, “ İzvestiya”daki şiirin biçimsel çağ rışımlarından güç alarak, daha serbest davranmayı dener. Ortaya, yer yer hece kalıplarıyla kurulmuş olsa da kurallara uy mayan, serbest bir ölçü çıkar.
İçine girdiği yeni dünyanın düşünce, duygu yükü altında bu serbest ölçüyle yazdığı şiirler birbirini izler. Aşağı yuka rı yedi yıl sonra, 1929’da ise 835 Satır ad lı kitap Türk şiirinde bir bomba gibi pat lar: “Güneşi İçenlerin Türküsü”, “Salkını-
sögüt”, “Orkestra", “ Piyer laıti”, “Ma- kinalaşnıak”, “Açların Gözbebekleıi”, “Gövdemdeki Kurt”, “Bahri Hazer”, “Yangın”, “Yanardağ”, “Sanat Telâkki
İstanbul Tevkifanesi’nden
Fevkalâde memnunum dünyaya geldiğime,
toprağını, aydınlığını, kavgasını ve ekmeğini seviyorum.
Kutrunun ölçüsünü santimine kadar bilmeme rağmen
ve meçhulüm değilken güneşin yanında oyuncaklığı
dünya, inanılmayacak kadar büyüktür benim için.
Dünyayı dolaşmak,
görmediğim balıkları, yemişleri, yıldızları görmek isterdim.
Halbuki ben
yalnız yazılarda ve resimlerde yaptım Avrupa yolculuğumu.
Mavi pulu Asya’da damgalanmış
bir tek mektup bile almadım.
Ben ve bizim mahalle bakkalı
ikimiz de kuvvetle meçhulüz Amerika’da.
Fakat ne zarar,
Çin’den Ispanya’ya, Ümit Burnu’dan Alaska’ya kadar
her mili bahride, her kilometrede dostum ve düşmanım var.
Dostlar ki bir kerre bile selâmlaşmadık
aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz.
Ve düşmanlar ki kanıma susamışlar
kanlarına susamışım.
Benim kuvvetim:
bu büyük dünyada yâlnız olmamaklığımdır.
Dünya ve insanları yüreğimde sır
ilmimde muamma değildirler.
Ben kurtarıp kellemi nida ve sual işaretlerinden,
büyük kavgada
açık ve endişesiz
girdim safıma.
Ve dışında bu safın
toprak ve sen
bana kâfi gelmiyorsunuz.
Halbuki sen harikulâde güzelsin
toprak sıcak ve güzeldir.
(1939 Şubat)
si”, “Korsan Türküsü”, “Rodos Hey ke li”, “Berkleş.”
Bit şiirlerin sunulduğu ortam, Yahya Ke
mal’e, Ahmet Haşim’e, Fecr-i Atî’ye, He-
cecilcr’e alışık, Yedi Meşaleciler’e genç yetenekler diye umutla bakan bir ortam dır.
Nâzım Hikmet bu ortama birdenbire ye ni bir şiirle gelmiş, o güne kadar şiire girmez sayılan konulan,’yılışılmış ktıraf ları alt üst eden bir serbestlikle şiirlcşti- ri vermiştir.
Böylesine aşırı bir yeniliği yadsımak istemeleri doğal olan, alışkanlıklanna ye nik ustalar bile, önlerine konan bu aykı- n güzellik karşısında olumsuz birtavırta- kınamaz, mırın kırın da etseler, genel be ğeninin baskısı altında, boyun eğmek zo runda kalırlar.
Dönemin ünlü edebiyat adamı Yakup Kadri’nin değerlendirmesi şöyledir:
“835 Satır Türk şiirindeki, hatta Türk dilindeki inkılabın ilk satırıdır. (...) O, yal nız Türk şiirinde çığır açmış bir edebiyat inkılapçısı değil, hiç görmeye alışmadığı mız yepyeni bir şair tipidir."
Dönemin en sevilen şairlerinden Ah met Haşim ise, kendi anlayışına çok uzak olan bu şiiri şöyle değerlendirir:
“ Bu vezin bildiğimiz vezinlerden değil, bu lisan şiirin bizde bugüne kadar kullan dığı lisana benzemiyor. Nâzım Hikmet Bey tarzını kendi icat etmedi, bu biçimde
şiirler şimdi dünyanın her tarafında ya zılıyor. Nâzım Hikmet Bey bu tarzı anla mış, Türkçeleştirmiş, bu iklimin topra ğında tutturabilmiş büyük bir yeni şairi mizdir. Bu şiirin eskisine nazaran ruçha- nı muhakkak. Eskiden şiir bir tek düdük le söylenirdi. Nâzım Hikmet Bey bir tek alet yerine koca birorkestra takımı vücu da getirmiş. Fakat bu zengin orkestra, yal nız marş nes inden bir takını heyecanlı havalar çalıyor.”
Yerel konularından uzak, uluslarüstü yaklaşımına, insanı soyutlayarak ele alam eğilimine karşın, aynı yıl yayımlanan ikinci kitabı Jokond ileSİ-YA-U’da, Nâ zım Hikmet’in, geleneksel şiirimizle bağ larını koparmak istemediği, bir bireşim arama özlemi içinde olduğu görülür.
Varan 3; 1+1=1 (1930); Sesini Kaybe den Şehir (1931); Benerci Kendini Niçin Öldürdü; Gece Gelen Telgraf ( 1932); Ta ranta Babu’ya Mektııplar( 1935) - kitap
lar birbiri ardına geldikçe, “Yalnız marş
nevinden birtakım heyecanlı havalar” ça-
lınmadığı, daha yumuşak, daha alçak ses li şiirlere yönelindiği, bu arada türler ara sındaki engellerin zorlandığı izlenir. En önemlisi de, soyut, uluslarüstü kişiler den, somut yerel kişilere doğru gidilmek te, toplumsalcı içerikte yeri yok sanılan bireysel duygular, insanlara özgü tutku lar bu büyük orkestrada gittikçe daha faz la yer almaktadır. Simavne Kadısı Oğlu
Şeyh Bedreddin Destam’nda (1936) ise,
Nâzım Hikmet özlediği bireşime varmış görünür. Türk şiir geleneğinin Türkçenin güzelliklerini bütünüyle kucaklayan, hem Divan şiirinden, hem de Halk şiirinden etkiler alan, çok güçlü bir “yeni” şiire ulaşılmıştır. Bu üstünlüğü tartışılmayacak,
“belirleyici” bir şiirdir. Serbest nazım yo
luna girenler birer “taklitçi” olarak kü- çümsen'iflefiedc, hedeVegeri dönülerhe- yeceği açıktır. Ne yapılırsa bu yolda ya pılacaktır.
1938’de Nâzım Hikmet cezaevine gi rer. Kitapları basılmaz olur. Şiiri ortadan kaldırılır. İstanul, Ankara, Çankırı, Bur sa cezaevlerinde geçen on iki yılını, bü yük çoğunluğu en alt tabakalardan gelen insanlarla birlikte geçirir. Artık yüzde yüz yerel, biçimsel oyunlardan uzak bir sanatçıdır. Türler arasındaki engelleri zorlama eğilimi. Memleketimden İnsan
Manzaralarında yeni birtürün ilk örne
ği denebilecek birbağımsızlığa kavuşur. (3u yüce yapıtın yanı sıra Saat 21-22 Şi
irleri, Rubailer yazılır. Cezaevi yıllan
ılın öbür ürünlerini içeren Dört Hapisa-
ııcden ise şairin belki de en güzel şiirle
rini bir araya getiren kitabıdır.
1950’de Nâzım Hikmet cezaevinden çıkar, ama şiirleri gene basılamaz. Dola yısıyla şi irimizin gel işmelerinde bir etki si görülmez.
Türkiye’den ayrıldıktan sonra, 1961 ’e
kadar, bütün dünyada tanınan bir sanat çı olarak, çok rahat davranan, kimden, ne reden gelirse gelsin, her güzelliği şiirine sokmak isteyen, bir aşama yapmaya ça lışmayan, doymuş bir şair görünümünde dir. Arada güzel şeyler yazsa da, kendi ni zorlamaz gibidir. Ama 1960’ta uza maya başlayan dizeleri, 1961 ’de “Saman
Şansı”, “ Havana Röportajı”, 1962’de “Ses ermişim Meğer”. 1963’te “Tangani- ka Röportajıyla, daha önceki yapıtları
arasında benzeri bulunmayan şiirleri ge tirir. Bunlar yalnız onun sanatında değil, Türk şiirinde biraşama sayılabilecek ya pıtlardır.
1963’te öldüğü zaman, cezaevlerinde, ya da daha sonra yurtdışında yazdıkları Türkiye’de yayımlanmış değildi. Türk şi iri 1940’larda onun 1938 öncesi şiiriyle hesaplaşarak gelişirken, Garip akımı, İkinci Yeni akımı yaşanırken, Nâzım Hik met cezaevlerinde sanatının en güçlü ürünlerini vermiş, ama yazdıkları ortaya çıkmadığı için, bu akımlar üzerinde bir etkisi olmamıştır. Ölümünden sonra ki tapları Türkiye’de de yayımlanmaya baş layınca, özellikle 1960’lann ikinci yan sında ise, Türk şiirinde birçok şeyin de ğiştiği bir gerçektir.
Bir ülkenin şiirini (edebiyatını) otuz beş yıl arayla iki kez etkileyen başka bir şa ir herhalde yeryüzünde yoktur. Dileyelim bundan sonra da olmasın.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Ta h a To ros Arşivi