• Sonuç bulunamadı

Doğumunun 100. yılında Yakup Kadri Karaosmanoğlu:Sanatçı hür bir insandır

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Doğumunun 100. yılında Yakup Kadri Karaosmanoğlu:Sanatçı hür bir insandır"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

D

o ğ u m u n u n

100. YILINDA YAKUPKADRİKARAOSMANOĞLÖ

ERDAL ÖZ

Sanatçı hür bir insandır

Jules Romains'den yola çıktı — Yakup Kadri Karaosmanoğlu, “Panora-

ma”yı yazma fikrini Fransız yazar Jules Romains’den aldığını belirtiyor. Ünlü romancımız, “Panorama” adlı yapıtında, Fransızların “Nehir Roman” dedik­ leri teknikten yararlandığını vurguluyor.

3 —

— Fecri Âti’ye yalnızca dil so­ runu yüzünden girmediğinizi söy­ lediniz. Bir başka amacınız var­ dı, değil mi?

— Vardı efendim. Şu amacımız vardı: Meşrutiyet inkılabı olmuştu o sıralarda. Havada durmadan dolaşan birtakım şeyler böyle. Edebiyatı, sanatı politikaya karış­ tıran birtakım adamlar. Bize, ah­ lak, hürriyet, bilmem ne gibi şey­ lerin hizmetinde olmamız gerek­ tiğini söylüyorlardı. Biz de buna karşı diyorduk ki: Sanatçı hür bir insandır, yaratıcı bir insandır, bir­ takım şeylerle onun elini kolunu bağlamak olmaz ve bunu da şu formülle belirtiyorduk: “ Sanat

şahsi ve muhteremdir” . Yani sa­

nat, birtakım sanat dışı sorunla­ rın hizmetine giremez. Bizim ilk ortaya attığımız görüş budur.

— Yani sanatın bireyci oluşu­ nu savunuyordunuz.

— Evet, birinci oluşunu kabul ediyoruz.

— Sanat sanat içindir mi?

— Sanat her şeyin fevkindedir, yani bütün sorunların, bütün da­ vaların üstündedir ve sanatın bi­ ricik davası güzelliktir. Ne iyilik, ne doğruluk, ne şu, ne bu, ama güzelliktir. Sanatın hedefi güzel­ liktir.

— Yazdığınız romanlarda kro­ nolojik bir sıra izlediğiniz görü­ lüyor. Genellikle...

— Bir kronolojik sıra izleme­ dim ben. Sonradan böyle söyledi­ ler. Onun da sebebi şudur: İlk yazdığım roman Nur Baha’dır. (1922) Aşağı yukarı Abdülhamit döneminde geçiyor. Ondan son­ ra yazdığım kitap Kiralık Konak’- tır. (1922). Biliyorsunuz o da Meş­ rutiyet döneminde geçer. Ondan sonra Sodom ve Gomore (1928), o d a Mütareke döneminde geçer.

Ha, Meşrutiyet döneminde geçen

romanlarımdan biri de Hüküm Gecesi’dir (1927). Bir tür krono­ lojik seyirle böyle Yaban’a (1932) doğru geliyorum. Ama

Yaban’-B ize ahlak, hürriyet gibi

şeylerin hizmetinde

olmamız gerektiğini

söylüyorlardı. Biz de

buna karşı diyorduk ki:

Sanatçı hür bir insandır,

yaratıcı bir insandır,

birtakım şeylerle onun

elini kolunu bağlamak

olmaz- Yani sanat,

birtakım sanat dışı

sorunların hizmetine

giremez.

dan sonra...

— Bir geriye dönüş var.

— Geriye dönüş de değil. Yani bunu isteyerek yapmadım. Hiçbi­ rini kendime bir hareket hattı çi­ zerek yazmış değilim. Bu, bizde- ki eleştirmecilerin bana verdikle­ ri, kendiliklerinden verdikleri bir sıfattır. Kronolojik bir sıra izle­ miş dediler. Bir romancı gider, ge­ lir. Ne bileyim... Meselâ Bir Se-

rencam’da (1913) benim ortaya

koymak istediğim şey şudur: Ki sizler için çok yabancı birtakım tiplerdir onlar: Jöntürkler vardı o zamanlar. A vrupa’nın kayıtsız şartsız hayranıydılar. Bunlar hep A vrupa’ya kaçarlardı, bu ülkede oturulmaz diye Avrupa’ya kaçar­ lardı. Tabii bir hürriyet, bir bil­ mem ne davaları da vardı, ama bunlar son derece belirsiz birta­ kım şeylerdi: İşte, Meşrutiyet ol­ sun, şu olsun, bu olsun gibi. Ama asıl bunlarda bir Avrupa aşkı var­ dı. Çünkü sürekli yabancı eserle­ ri okurlardı, kafaları onlarla dol­ muştu. Bütün güzelliklerin, iyilik­ lerin, erdemin, her şeyin merkezi A vrupa’dır, Avrupa ülkeleridir onlara göre. Ve tip olarak onlar­ dan birini seçtim, onu işte Fran­ sa’ya götürdüm. Bir Serencam’- da onun Fransa’da gördüklerini, hayal kırıklıklarını anlatıyorum.

— Her romanınız, sanki bir bü­ tünün parçalan gibi.

— Öyle mi düşünüyorsunuz? Bir Nur Baha’yı bütün bu roman­ ların arasına sokamazsınız.

— Evet, o ayrı.

—Nur Baba, bir bütünün içine

girmiyor.

— Evet.

— O girmiyor. Sonra son ro­ manım olan Hep O Şarkı (1956), girmiyor. Değil mi? Bir Sürgün de (1937) girmez. Bir dereceye kadar, öyle değil mi?

— Geri kalanları?

— Geri kalanları, evet, bir bü­ tün sayılabilir. Panorama’lar (1953-54) da dahil olmak üzere, öbürleri bir bütün oluşturabilirler.

— Bu bütünlüğü önceden dü­

şünmüş müydünüz?

— Düşünmemiştim.

— Balzac gibi. Jnles Romains gibi.

— Jules Romains gibi düşün­

düm. Zaten Jules Romains ver­ miştir bana o fikri, Panorama’yı yazma fikrini bana veren odur; Jules Romains’den aldım. Les

Hommes de Bonne Volonte diye

bir dizi kitabı vardır. Şey diyor­ lar, “ nehir roman” diyorlar şimdi ona Fransızlar. Nehir gibi, yani sürekli akan bir şey. O fikri Ju­ les Romains’in bu Les Hommes

de Bonne Volonte adlı kitabından

almışımdır. Yani, nasıl diyeyim, tekniğini. Panorama’mn tekniğini ondan almışımdır.

— Önceleri bireyci bir anlayışı savunduğunuz halde, sonraları toplumcu bir anlayışa yöneliyor­ sunuz.

— Evet.

— Yaşadığınız siyasal olayların bunda etkisi oldu mu?

— Efendim, ben bir fikir ada­ mı olarak, yalnızca edebiyatla uğ- raşmamışımdır. Genç yaşımdan beri elime geçen felsefe, bilim ki­ taplarını, hukuk kitaplarım bile durmadan okumuşumdur. Ve bu kitapları okurken, çok genç oldu­ ğum için, çeşitli filozofların, çe­ şitli fikir adamlarının etkisi altın­ da kalıyordum. Bu etkilerden beni Balkan Savaşı kurtarmıştır. Bu­ gün bunun etkisi altında, yarın şu­ nun etkisi altında derken, birden­ bire Balkan Savaşı koptu; Balkan Savaşı felaketi koptu. Ve bir memleket davası içinde olduğumu o vakit hissettim. Yanı demek ki ondan sonraki hayatım artık ki­ taplardan çıktı. Doğrudan doğru­ ya memleketin hayatına karıştım. Ferdiyetçiliğimi (bireyciliğimi) o vakit kaybettim; anlatabiliyor muyum, ferdiyetçiliğimi o vakit kaybettim, yani ferdiyetçiydim, ama ondan sonra tamamıyla ce- miyetçi (toplumcu) oldum. Beni cemiyetçiliğe yönelten de memle­ ketin başına gelen bir büyük fe­ laketti

— Romanlarınızda dil, yenileş­ me çabalarının gerisinde kalıyor.

“ — Nasıl?

— Sizin yazdığınız dönemlerde, Türkçenin yabancı sözcüklerden arınmasını isteyen birtakım yazar­ lar var. Sizin o Fecri Âti dönemi­ nizde bir Ömer Seyfettin var.

— Evet.

— Ziya Gökalp var.

— Evet.

— Daha sonra bir Ataç var.

— Var. Evet.

— Onların kavgasına katılma­ dığınız görülüyor.

— Evet.

— Neden?

— Evet. Çünkü yazarken ben bir dil temrini yapmıyorum. Dil temrini yapmak istemiyorum. Be­ nim anlatm ak istediğim bir... bir konu vardır. Benim için ilk hedef odur. O konuyu anlatırken, bu kelime öztürkçe midir, değil mi­ dir diye düşünmek kaygısı arka­ da kalıyor. Benim önde giden he­ defim, ön hedefim bir şeyi anla­ tabilmek hedefidir.

— Bakın, Ömer Seyfettin’in yürüttüğü dil kavgası için şunları söylemişsiniz bir zamanlar:

— Ne demişim?

— “Türkçe bizim için ekmek ve su kabilinden hayati bir madde değil, bu toplum içindeki mevcu­ diyetimizin sebep ve hikmetidir.” Böyle demişsiniz.

— Evet.

— Yani o dönemde sizin Türk­ çe konusunda korkunç bir titizli­ ğiniz var. Sonra da bu Türkçe işi­ ne herkes karışmamalıdır diyor­ sunuz. Bir kelime değiştirileceği zaman içim gider diyorsunuz. Yanlış bir şey yapdabilir, bu yüz­ den ben hemen almam yeni bir sözcüğü diyorsunuz.

— Evet, o da var, o titizliğim de var.

— Bir Ömer Seyfettin’in yap­ tığı, bir Ataç’ın yaptığı ve bir de sizin tavrınız var.

— Şimdi efendim, benim adım

“ nesirci”ye çıkmıştı, roman yaz­

madan önce. Ben nesirciyim, ger­ çekten böyleyim. Üsluba son de­ rece önem veren bir adamım. Bu ne demektir? Cümlelerimde ben ahenge büyük önem veririm, ahenk denilen şeye. Armoni deni­ len şeye önem veririm. Kendime göre benim derin bir armonim vardır. Bir cümleyi yazarken ken­ di armonime göre yazarım ben. Benim kendi bestem vardır. Ben o bakımdan, yazarken, bazı keli­ meleri atarım, bazı kelimeleri alı­ rım. Ancak, dil olayında ayrıca bir Yakup Kadri vardır ki, o ede­ biyatçı Yakup Kadri değildir. Çünkü dil olayı, bir edebiyat olayı değildir, ayrı bir şeydir o. Dil ko­ nusunda titizim, çünkü néologis­

me denilen şeyler, yani yeni uydu­

rulan kelimeler ehlin bünyesine karışmcaya kadar beklemem ge­ rek benim. Çünkü ben her şeyden önce bir yazarım. Değil mi? Ya­ zarım ben, edebiyatçıyım. Bir dil denemesi yapan adam değilim ben. Bir romancıyım. Bir sanat­ çıyım. Onun için dili, dil konusu­ nu ayrı bir tarafa bırakırım, ede­ biyat konusunu ayrı bir tarafa. İyi sordunuz, bu dil konusunda beni kaygılandıran şey, öztürkçe kul­ lanacağım diye yapılan kakafonik cümlelerdir.

S İ K E C E K

YAŞAR KEMAL YAKUP KADRİ’Yİ ANLATIYOR

f f

Yabarı’da

onunla

birliğim

Ben bir köylüyüm. Ben köyden çıkmış bir yazarım.

Yaban’da Yakup Kadri ile

birliğim. Sanıyorum ki Yaban, böyle yukarıda kalan bir tip değil. Yaban, yazarın kendisi de değil. Yaban’daki tip Yakup Kadri olamaz. Köye girmek istemeyen, onların koşullarına girmek istemeyen, girmeyi beceremeyen bir insan tipidir Yaban. Yakup Kadri isteseydi Türk köyünün içine girerdi; isteseydi demeyeyim, girmiştir Yakup Kadri! Girmeseydi, Yaban’daki o tipleri, Yaban gibi bir romanı yazamazdı.

Yakup Kadri — 1939'dan bir portre.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

İhsan Râif Hanım’ın Hayatı ... BÖLÜM Eserlerinden örnekler ... 68. A ) Gözyaşları Kitabından Alman Şiirler

Ken­ dini dışarda tutmasını, kendini bile dışardan gözlemesini bilmiş.” (s. Benzerlik, Akın’dan yararlandığım düşüncesi­ ni doğurur muydu? Bu

tohumlarından elde edilen keten tohumu yağı, katlanabilir akıllı telefon ekranlarında hâlihazırda kullanılan cama alternatif olarak başvurulan yüksek

Veri setini toplamak ve daha kesin sonuçlar elde etmek için yemek tarifinde bulunan bileşenlere dayalı bir prosedür öngören araştırmacılar orijinal tarifte

Ayrıca üretilen protez hayvan için uygun değil- se ona daha fazla acı verebiliyor hatta daha ağır sa- katlıklara da

Bu çalışmada, genel anestezi altında sol taraf endoskopik sinüs cerrahisi yapılırken, hastanın sağ gözünde pro- pitozis gelişen ve anesteziden uyandırılma sonrası göz

Yahya Kemal gibi bir türlü kitap haline getiremediği şiir­ lerini sonunda bu yakınlarda Yeditepe yayınları arasında bas­ tırmıştı.. Huzur adlı romanından

Böylece daha yoğun ama başka özellikleri bakımından girdiyle tıpatıp aynı olan bir çıktı dalgası oluşur.. Madde dalgası yükselticisindeyse, atomlar için üç farklı