• Sonuç bulunamadı

Ahmet Haşim ve sembolizm

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ahmet Haşim ve sembolizm"

Copied!
13
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

K O N F E R A N S L A R Seri : 1 ~ Kitap s 20

Ahmet Haşini ve

S e m b o 1 i z m

S u u t K e m a l Y E T K İ N

S iy a s a l B ilg ile r O k u lu L is a n Ö ğ r e tm e n i, A n k a r a K o n s e r v a t u a r ı E d e b iy a t M u a llim i ANKARA HALKEVİ 31 - S - 1 9 3 Q

(2)

Seri 1 — Kitap 1

Verasetin biyolojisi

Sadi Irmak Seri 1 — Kitap 2

Hukukçu gözü ile milliyetçilik ve halkçılık

Yavuz Abadan Seri 1 — Kitap 3

Cümhuriyetten sonraki para sistemimiz

Muhlis Ete Seri 1 — Kitap 4

Evlenme ve boşanma

Hıfzı Veldet. Seri 1 — Kitap 5

Basit ekincilik yapan tabiat insanları ve sapan kültürünün doğuşu

Dr. Niyazi Çıtakoğlu. Seri 1 — Kitap 6

Seri 1 — Kitap 7

Çocuk dişlerinin ehemmiyeti

Suat İsmail Gürhan,

Tarihin tarihine kuş bakışı

Dr. Şükrü Akkaya Seri 1 — Kitap 8

Seri 1 — Kitap 9

Spor - Sağlık - Kültür

Dr. Zeki Galip Yalım,

Virjil, hayatı ve eserleri

Hâmit Dereli Seri 1 — Kitap 10

Türkiyenin haricî tediye meseleleri

Dr. Refiî Şükrü Suvla Seri 1 — Kitap 11

Genetik bilgisinin biyolojik, ekonomik ve ulusal bakımdan ehemmiyeti

(3)

Seri 1 — Kitap 12 Byron ve Türkler Orhan Burian Seri 1 — Kitap 13 Sokak kazaları Dr. A. Fahri Arel Seri 1 — Kitap 14

Goethe’nin cihan edebiyatındaki şahsiyeti

Melâhat Özgü Seri 1 — Kitap 15

Kemiklerimiz, vazifeleri ve hastalıkları

Dr. Zeki Zeren Seri 1 — Kitap 16

Shaksipeare kimdir

Saffet Dengi Seri 1 — Kitap 17

Beşer ırklarının tasnifinde esaslar

Muine Atasayan Seri 1 — Kitap 18

Bugünkü Avrupa devletler manzumesinin doğuşu ve Türkiyenin bu manzumeye duhulü

Seri 1 — Kitap 19

Cemal Tukin

19 uncu asra kadar Akdenizde hâkimiyet davası

Bekir Sıtkı Baykal

Ankarada Akba, İstanbulda Ahmet Halit, Remzi, İnkilâp kitapevlerinden tedarik olunabilir.

(4)

«Halk kütlesi arasında münevverler ne kadar çok olursa olsun eğer bilgi­ sini okumak veya dinlemek yolu ile günün bilgisi seviyesinde tutmazsa hem münevverliğini kaybeder; hem de bilgisi ve görgüsü mektep sırala­ rında öğrendiklerine münhasır kala­ cağından yarı cahil olur ve irfan ha­ yatında tam cahilden daha muzır bir hale gelir.»

Bir milletin en esaslı sermayesini ve kudretini teşkil eden halk kütlesinin fikirlerini günün malûmatile tenvir etmek, bilgilerini ve görgülerini ar­ tırmak, millî vicdan ve şuurlarını fikrî malûmatla kuvvetlendirmek, hülâsa halkı bilen ,anlayan, isteyece­ ğini bilen ve istemesini bilen ve söy- liyen faal dimağlı kültürel bir ele­ man yapmak, onun insanlığının yük­ sek duygularını derinleştirerek iler­ letmek bizim için yalnız İnsanî, ah­ lâkî mücerret bir vazife değildir. Bu, memleketin müdafaasında ve milletin ilerlemesinde zarurî olan bir varlık temelidir.»

(5)

Halkın kültür ve bilgi seviyesini yükseltm ek, Kemalizm inan ve devrimini halkın içine sindirmek ödevlerinin başında ge­ len Halkevlerinde, gündelik hayatımızda daima müessir olan müsbet bilgileri öğretm ek ve yaymak için verilen konferansların yeni bir serisi olarak İstanbul Üniversitesile Ankara fakülte ve yüksek okullarındaki doçent arkadaşlarımızdan kendi ihtisasları dahilinde birer mevzu seçerek tayin edilecek zamanlarda konfe­ ranslar verm elerini C. H. P. kendilerinden rica etm işti. Hemen bütün doçentler bu daveti m emnuniyetle karşıladılar. M uvaffa­ kiyetle yürüm ekte olan bu düşüncenin m eyvelerinden biri de işte bu konferanstır.

Bu konuşmalardan yalnız o günkü dinleyebilenleri değil, bü­ tün Türk halkını ve gençliğini faydalandırmak için bunları birer broşür halinde basmayı m uvafık bulduk.

H alkevlerinin kendi faal üyeleri tarafından m uhtelif mev­ zularda verilen konferanslardan bir çoğu da elimizde bulunuyor. A yn i mevzua ait olanların arasından bir seçme yaptıktan sonra anları da aym seriler olarak bir uçtan neşşre başlıyacağız.

Aydın ve uyanık gençlerim ize bu vesile ile tekrar hatırlat­ m ayı bir zevk ve vazife biliyoruz ki, H alkevleri, hem kendilerinin yetişm eleri, hem halkı istedikleri seviyede yetiştirm eleri için her zaman açık ve hazır m üesseselerdir; bunlardan faydalanmak su- retile hem bilgilerine, hem vatanlarına hizmet etmiş olacaklardır.

(6)

T

T- <T% \

Ahmet Haşim ve Sembolizm

Haşim öleli beş sene oluyor. 1933 yılının 4 haziranında göz­ lerini çok sevdiği bu dünyanın rengine ve ışığına kapadı. Her geçen yıl, her geçen ay, hattâ her geçen gün onu zaman içerisin­ de bizden biraz daha uzaklaştırıyor. Bir gün gelecek hafızamız­ da bıraktığı lezzetli hatıralar da belki silinecek. Hayatın ve in­ sanın tıyneti bu. Onun şahsını unutacağız fakat... Burada Ha- şime ait bir hatıramı anlatmadan geçemiyeceğim:

Haşimin Parise ilk gelişinde teessüs eden dostluğumuz, Pa- rise ikinci gelişinde büsbütün kuvvetlenmişti. Hemen hemen onunla her gün beraberdim. Hiç unutmam; bir sonbahar akşa­ mı, Gymnase tiyatrosunda o zaman muvaffakiyet kazanan bir piyesi görmeğe gidecektik; fakat bilmem neden bu fikirden vaz geçmiş, Senmişelde, Sen nehri karşısında bir kahvede oturmuş­ tuk. O akşam gözlerinde derin bir hüzün vardı. Oturduğumuz iki saat zarfında iki kelime söylemedi diyebilirim. Sonra kalk­ tık, bir müddet yavaş yavaş yürüdük; Lüksenburg bahçesinin önünden geçiyorduk; havada uyuşturucu bir sıcaklık vardı. Ha­ şim, gölgesinde bir çok büyük şairleri barındırmış olan ihtiyar çınar ağaçlarına uzun uzun baktı. Sonra oradan geçen bir çifti gözlerde süzdü. Tekrar yürümeğe koyulduk. Ben de o sari sükû- ta kendimi kaptırmıştım. Sükûtu dağıtmak için bir vesile bul­ mağa çalışırken o ansızın kolumu tuttu:

— Biliyor musun, dedi. Hayatımın bugün en acıdığım sene­ leri, şiir uğrunda israf ettiğim senelerdir.

* * *

Haşim bu bedbin hükmü, saadet ve neşe içerisinde etrafın­ dan geçen çiftlere bakarak vermişti; fakat dünyanın hangi zev­ ki, hangi ânı, hangi saadeti ebedî? Her fanı şey gibi hazlara da

(7)

10

-ebediyet veren sanattan başka ne olabilir? Hasim bugün ara­ mızda yaşıyorsa, yarın da yaşıyacaksa sanatı ile, uğrunda haya­ tını israf ettiğini söyliyerek yandığı sanatı ile yaşıyacaktır. *

Bunun içindir ki, bugün burada söyliyeceklerim Haşimin fâni tarafına değil, sanatına yani, ebedî tarafına ait olacaktır. Haşimin sanatından bahsedildiği zaman Fransız sembolizmin­ den bahsetmemek mümkün olamaz. Onun sanat hayatı senbo- lizmle o kadar kaynaşmıştı. Göl saatları şairinin sanat anlayı­ şını ve sanatını kavramak için umumiyetle senbolizmden bah­ setmeyi zarurî görüyorum. Yalnız, senbolden ve senbolizmden bahsetmeden önce, bir çok asırlar ilhamını, şeklini ve ifadesini şarktan alan edebiyatımızın Tanzimat hareketi ile garba tevec­ cühünü hatırlatmak isterim.

Şarka müteveccih Türk edebiyatının manzarası:

İfade bakımından dinî, tasavvufî yazılar, methiyeler, nait- ler... şekil bakımından Arap ve Acemden intikal eden aruz vez­ ninin uzunluğuna ve kısalığına uyarak mahiyetini kaybeden bir dil.

Bu sanatın, bu sanat telâkkisinin değişmesi için İçtimaî ha­ yatta bir tahavvül lâzımdı. Fransa örnek alınarak idare ve si­ yasette yapılan ıslahatı yani tanzimat hareketini tabiatile edebî ıslahat takip edecekti. Sırasile Fransada teessüs eden edebî mes­ leklerin, romantizmin, realizmin, senbolizmin, memleketimizde aksi sadaları duyulmağa başladı. Fransada senbolizmin hâkim olduğu 1890 la 1900 arasında Servetifünunun edebiyatı yaratıcı devresini yaşamakta ve 1895 ten itibaren Tevfik Fikretin riya­ setinde romanda realizm ve şiirde parnassizm’i temsil etmekte­ dir. Fransız senbolizminin muasırı olan servetifünun edebiyatı parnasyen şiirden ileriye gidememişti. Bu hükmünü Servetifü­ nun kolleksiyonu ispat ettiği gibi, Halit Ziyanın Mavi ve Siya­ hından okuyacağım bir parça da ispat eder. Mavi ve Siyahın kahramanı (Ahmet Cemil) in endişeleri, düşünceleri ve zevk­ leri hakikatta o zamanki Servetifünun şairlerinin ve romancıla­ rının düşünceleri ve zevkleridir:

(8)

«Ahmet Cemil şairlerin hislerini âsârıbedia ile tevzin et­ meleri lâzım olduğunu biliyordu. Onun için Hüseyin Nazminin kütüphanesini hemen boşalttı: Lamartinden, Hügodan, Mu-se’den sonra gelenleri; bütün parnasyenleri, dekadanları, Sü- leymaniyedeki küçücük höcrei mesaisine taşıdı; Lökont Dölil ile, Vilye dö Lil Adam ile, Teodor dö Bonvil ile başlayan züm- rei şüera, sonra Prüdomlar, Kope’ler, Arokur’lar, Silvestir’ler, Mendes’ler; daha sonra Paul Verlen’in tohmu dehâsile yetişen­ ler, velhasıl gençler tabiî A. Lömer’in fihrisikütübünü dolduran yüzlerce ciltler takım takım elinden geçti. Ahmet Cemil bunları okudukça yarım asırlık bir zaman içinde Verlaine’e kadar fikri şiirin kesbettiği inceliklere, sanatı tasvir ve ifadenin vâsıl oldu­ ğu hurdeculuğa hayret e tti; bir vakitler mini mini penceresinin kenarında cehren, fakat komşulara işittirmekten ihtirazen oku­ yarak mestolduğu temaşaları, bir firiştenin sükûtunu, gece­ leri, şimdi birer kelime ile hiçîye mahkûm ediyor; Hügo’yu «Gözlerinde eşya ve hakayiki büyüten bir cam varmış» hükmile hakikatin fevkinde buluyor, Lamartin için «O kadar şiir ile yüklenmiş ki, ezilmiş», Muse için «Aşık şair, fakat çocuk!» di­ yordu. Bunlardan sonra erbabı sanatın kelimeye, üslûba, şekle, sanata verdikleri ehemmiyeti gördükçe; o her biri birer cevher para gibi işşlenmiş, iki mısraı için günlerce çalışılmış âsârı bediai sanatla ülfet ettikçe yapmak istediği şeyin ne müş­ kül olduğunu anlıyordu. (1)

İşte Servetifüııun ediplerinin hükümleri ve telâkkileri. Bu­ rada Verlen’den de bahsedildiğini görüyoruz; fakat bahsedilen Verlen, ilkin parnasyen bir şiir kitabı çıkaran Verlen’dir. Ser- vetifünun şairleri Halit Ziya’nm dediği gibi (kelimeye, üslûba ve şekle) ehemmiyet veren parnasyenlerden ileriye gidememiş­ ler, sadece onların devamcısı olmuşlardır. Cenaba bile pek senbolik şair denemez. Bizde senbolizmi anlayan daha doğrusu duyan ve onu hülya dolu mizacına mezcederek şahsî bir kılığa sokan şüphesiz ki, Ahmet Haşinidir.

(9)

I L

Senbolizm, senbolculuk demektir; o halde senbol nedir?

*

♦ *

Senbol beşeriyet kadar eskidir ve her tahayyül bir senbol- dür. İnsanı aslana teşbih etmek, aslanı insanın şecaatma senbol yapmaktan başka bir şey değildir. İnsan dimağı bir şeyin ma­ hiyetini, mücessem misalini görünce daha iyi anlar. Hele mü­ cerret mefhumlar maddî timsallerle insan zihnine daha vazih olarak inikâs eder. İşte bundan dolayıdır ki, bütün şairler esa­ sen senbolisttirler. Fuzuli’nin Leylâsı güzellik timsali, Mecnu­ nu da aşk timsalidir. Victor Hugo’nun, meşhur Vaterlo şiirin­ de «fira r» mefhumu maddî bir vücut haline getirmesi senbolizm yapmaktır. Alfred de Vigny (Kurdun ölümü) manzumesile stoïque bir durumu canlandırır; lâkin ta Omeros’dan Bodler’e Firdevsîden Abdülhak Hamide kadar büyük şairlerin kabul et­ miş oldukları (senbolizm) de gayet mühim bir şart vardır: Her senbolün tek bir manaya delâleti. İşte bu, eski edebiyatçıların «mecazda karinei mania» dedikleri aklî delil ile tahakkuk eder.

Bu senbolizmi her devrin ve her milletin edebiyatında bu­ labiliriz; fakat bizim burada bahsedeceğimiz senbolizm, Fran- sada 1885 senelerinde, parnasyen şiire bir reaksiyon halinde doğan ve memleketimizde en büyük mümessilini Haşimde bulan edebî meslektir.

* * *

Bir devrin felsefesi ile sanatı arasında sıkı münasebetler vardır. Parnasyen şiir nasıl pozitivizmle beraber doğmuşsa, senbolist şiir de pozitivist saltanata nihayet veren idealizm ile aynı zamanda doğmuştur. Bu idealizmi 19 uncu asrın bütün sanatlarında, W agner’in musikisinde, On dokuzuncu asır pri­ mitiflerinin tablolarında, Puvis de Chavannes gayri maddî re­ simlerinde, Rodin’in heykellerinde görmekteyiz.

Senbolizm, 1880 senelerine doğru Fransada yayılmağa başlıyan Schopenhauer felsefesinin yani her şeyin bir tasavvur, bir hayal (illusion) olduğunu iddia eden bedbin, esrar dolu felsefenin edebî ifadesidir. Derin bir (subjectivisme) e dalan

(10)

13

senbolist şairler eşyayı hülyalı ruhlarının şekil büzücü menşu­ rundan temaşaya daldılar. Parnasyenler vazih çevreli, mükem­ mel şekilli düzgün mısraların meftunu idi. Senbolistlerin elin­ de ise, mısralar rüya kapılarını açan büyülü birer altın anah­ tarı oluyordu. Rüya, edebiyata senbolizmle girdi. Bu rüya ede­ biyatında bütün bakışlar içe çevrilmiş, dışardan içimize akseden parıltıların temaşasına dalmıştır. Hangi milliyetten olursa ol­ sun, her senbolist şair Haşimin «Göl saatları» nın basma koy­ duğu şu kıtayı, kitabına bir mukaddime yapabilir :

Seyreyledim eşkâli hayatı Ben Havzıhayalin sularında Bir aksi mülevvendir onunçün Arızın bana ehcarünebatı.

Hayal havuzunun sularına akseden bu parıltılar. Her şeyi aynı müsavi ışık altında bulunduran açık bir lisanla, her dü­ şünceye her hisşe elverişli olan kalıplaşmış kelimelerle ifade olunamazdı. Bu parıltılar için gayri maddî denecek esiri mısra­ lar, fısıltıya benzeyen büyülü mısralar; yalnız kulağa değil doğrudan doğruya ruha hitap eden mısralar ; gölge dolu senbol- lerle his ve hayalimizde ürpermeler uyandıran bir nevi güftesiz beste lâzımdı. Bu ise Haşimin Piyale mukaddimesinde dediği gibi «sözden ziyade musikiye yakın bir lisanla ancak mümkün olurdu». İşte (Sagesse) şairi Paul Verlaine’in (şiir sanatı) isimli manzumesinde:

De la musique avant tsute chase !

derken bu telâkkiyi anlatmak ister. Her şeyden önce musikî ara­ yan şiirin, musiki gibi müphem ve telkinkâr olması, onun gibi mana ve hayal kapılarını ardına kadar açması tabiidir. André Gide bu telâkkiyi şu cümle ile gayet güzel hülâsa eder : «Sanat­ kâr evi yapmalıdır, ev güzel olduktan sonra kiracı bulur».

Demek oluyor ki, şiirde birçok manalar vardır ve bu mana­ lardan hiç biri yekdiğerine nisbeten daha doğru ve daha yanlış değildir. Her okuyucu bir şiiri şahsî temayüllerine, hayal zen­ ginliğine ve ihtizaz kabiliyetine göre anlar ; buna anlar bile

(11)

de-mek güçtür, sadece duyar. Yine Haşimin ifadesile : «E n güzel şiirler manalarının kariin hayalinden alan şiirlerdir». Şiirde gaye, (antipoétique) bir vüzuhla mümkün duyuşların zengin­ liğini yok etmemektir. Bu ise ancak atmosfer yaratmak, çok vazih konturları gölgelemek, karartmak, silmekle olur. Bu aydın gölge, sentaksın bağlarını keserek, cümleyi parçalıya- rak, kelimelerin ananevi bağlarını altüst ederek, gramerin ve kullanışın vücuda getirdiği tedaileri bozarak, elde edilir. Sen- bolistler daha ileriye gittiler : Mademki kelime grupları, hâiz oldukları manadan müstakil olarak, bir senbol kıymeti alabili­ yor, saklı bazı müraseleyi uyandırabiliyor ; elbet ki mısra yalnız müziği ile - mânâdan müstakil olarak - şiir heyecanlaı ı uyandıracaktır. Böylece senbolistler yalnız aynı lıassaya ait imallar arasında uzak münasebetler tesis etmekle kalmadılar; muhtelif hasselerin imajları arasında müraseleler de tesis etti­ ler. Burada, her şiir bahsinde olduğu gibi bir kerre daha Bod- ler’i nasıl hatırlamamak? Senbolistlerden önce:

Comme de longs échos qui de loin se confondent, Dans une ténébreuse et profonde unité,

Vaste comme la nuit et comme la clarté,

Les parfums, les couleurs et les sons se répondent. diyerek senbolizmin estetiğini tesbit etmiştir.

Haşimin şiirlerinde bütün bu saydığım vasıfları buluruz. Haşimin şiirleri birer rüya parçasıdır. O şiirlerde kokular renk­ lerle, renkler seslerle konuşur. Karanlıklarda, ay ışıklarile yıka­ nan sessizliklerde duyulan bu konuşma, yalnız ruha hitap eden bir fısıltıya benzer. Bu fısıltı o kadar gölgelere karışmıştır ki, duymak için evvelâ gözleri gölgelere alıştırmak mecburiyetin­ deyiz

Haşimin «altun gözlerinin halkalarında» titreyen tabiat, bir peri masalını hatırlatır: o, yeşil suları, gümüş kıyıları, kızıl ha­ vaları, kanlı bülbülleri, leylekleri, siyah kuşları bize rüyada gi­ bi seyrettirir.

(12)

istekle-rinden dolayı Haşim hayatı daima karanlık ve yarı karanlık görmeğe alışmıştı.

Melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz;

diyen Haşimin melâlini hayata olan sonsuz sevgisinde, tatmin edilemiyen arzularının coşkunluğunda aramalıdır. Melâl ve ne­ ticesi olan inziva Haşimin ruhuna sinmiş silinmez renklerdi:

Bir öyle höcreye benzer ki ömrümün kederi, Gübaru ye’sü fena sinmiş orda elvana, Emel, heves, bırakılmış sükûtü nisyana.

Her büyük şairde olduğu gibi Haşimde de realiteden, rea­ litenin bayağılığından kaçmak, ideal, muhayyel bir beldeye sı­ ğınmak isteyen bir ruh vardı: Haşim hemen bütün şiirlerinde daima tahayyül ettiği (o belde) nin iştiyakı ile yanar, mecruh gönlüne sessizliği orada arar:

O belde?

Durur menatıkı duşizei tahayyülde? Mai bir akşam

Eder üstünde daima ârâm; Eteklerinde deniz

Döker ervaha bir sükûnu menam.

Haşimin bütün hayatı bu hayal-hakikat trajedisine sahne olmuştur. Şiirleri bu trajedinin izlerini taşır.

* * *

Senbolizmin mühim icatlarından biri de serbest nazımdır. Nazmı derunî ritme uydurmak endişesinden doğan ve Fransada Jules Laforgue, Gustav Kahn gibi mahir sanatkârlar bulan ser­ best nazım, Haşimin elinde harikulâde bir musiki ve évocation vasıtası olmuştu. Haşim en güzel senbolik şiirlerini bu nazım tekniği ile yazmıştır diyebiliriz. Ruhu gibi dağınık olan bu na­ zımla şifasız melâlini, bize duyurmağa çalıştı ; fakat ıstırap onu yoğurdukça sanatı da olgunlaşıyordu.

Haşimde (Syrtes)lerin senbolizminden (Stances) lerin clas- sicismine geçen Moréas gibi, hayatının son demlerinde yeni bir

(13)

16

(classicisme) e yaklaşmıştı. Şu son manzumesi bu olgunluk dev­ resinin son bedbin bir meyvasıdır:

TAHATTÜR Bir acem bahçesi: bir seccade, Dolduran havuzu ateşten bade! Ne kadar gamlı bu akşam vakti: Bakışın benzemiyor mutade!

Gök yeşil, yer sarı, mercan dallar. Dalmış üstündeki kuşlar yade. Bize bir zevki tahattür kaldı,

Bu sönen, gölgelenen dünyade.

İşte son devrenin olgun, klâsik Haşimi.

Ölümü onu susturmamış olsaydı, kim bilir, o, ruhumuza da­ ha neler fısıldayacaktı?

Senbolizm hakkında, senbolizmi hisli ve hülyalı şahsiyetin­ de eriten Ahmet Haşim hakkında söyliyeceklerim bunlardır. Haşimin sanatı ideal bir sanat mı? örnek tutulacak bir sanat mı? Bu suale cevap vermek için şu hakikati daima göz önünde bulundurmalı: sanat bir mizaç ve şahsiyet meselesidir. Ayni mi­ zaçta olanlar ayni sanatı kendilerinden benimserler. Ayrı mi­ zaçta olan kimselere de ayni sanatı ideal sanat olarak göster­ mek boştur. Yüksek şahsiyetlerin ifadeleri olan sanatlarda aşa­ ğılık ve yukarılık değil, ancak başkalık mevzuubahs olabilir. Haşimin şiiri, diğer şiirlere benzemiyen, başka bir şiirdi. Bede­ ninin, ruhunun, hülâsa şahsiyetinin ifadesi olan ışık ve gölge do­ lu bir şiirdi. Maziye gömülen sevdiklerimizin seslerini andıran bir şiirdi. Böyle bir şiir - zevke, mizaca, anlayışa göre - ya sevi­ lir; ya sevilmez. Fakat; sevilmese bile hürmete lâyıktır; çünkü hayatını sanata bağışlayan bir şahsiyetin ifadesidir.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Please list the surgical techniques used for root coverage in key features and clinical effectiveness.. Please list the types of maxilla sinus lifting procedure and their

Result(s): Of 342 women with pathology-confirmed fibroids who were included in the study, 108 received myomectomy only (group I), and 234 underwent the uterine depletion

Güven (2013) ilkokul öğretmenlerinin okul müdürlerini öğretimsel lider olarak algılama düzeyleri ile mesleki tükenmişlikleri arasındaki ilişkiyi incelediği

Çağdaş Türk resminin öncülerinden olan Dino'nun başlıca yapıtları: (Resim) Esrarkeşler, Parmak istifleri, İkinci Dünya Savaşı, işkence, Atom Korkusu, Uzun

Attilâ İlhan ve Savaş Ay’ın şiir kasetleri arasında ne fark var.. Bir yanda “Ben Sana Mecburum” diyen

NADİR NADİ — Cumhuriyet kurulduğu zaman ben henüz onbeş yaşındaydım ve babam daha önce, Yenigün'ü çıkardığı için ve Yenigün de cok başarılı bir

Öğretim elemanlarının derslerinde sanat ve bilim iliĢkisine yer vermesinin nedeni olarak farklı malzeme ve teknoloji kullanımı doğrultusunda değerlendiren 4

[r]