CUMHURİYET
16 EKİM 1976
SANAT - EDEBİYAT
Yaşar Kemal'e sabah erken gidecektim. Son ra günün programı değişti, öyleye doğru ulaş
tım Basınköy’e. Dairesinin bulunduğu blok’un
taflanlı kapısının önünde, güneşte, Thilda’mn
çok sevdiği küçük kedilerden biri uyuyordu. Ge çenlerde ölen dostum Mustafa Baydar'ın kapısı nın önünden geçerken hafifçe burkuldum. Sanki o an kapıyı usulca aralıyacak, gözlüklerinin ar dından ürkek bir selâm verecek gibiydi. Yaşar Kemal’in kapısını Thilda açtı.
Tahmin ettiğim gibi sofra hazırdı. Alabalık.. Kente çok sık İnmeyen, kalabalığa çok karışma
yan Yaşar Kemal’in evinde o batılılara ya da
katı burjuvalara özgü kapalı, İçsel hava yoktur. Evdeki her ayrıntı ya doğanın bir parçasıdır, ya da doğaya, başka insanlara, dostlara birer atıf tır. Sofrada dağ sularının alabalığı, kapı önün de kediler, içerde bazan bir kuş, bazan bir çi çek, duvarda dünyanın dört bucağından dostla
rın gönderdiği fotoğraflar, desenler, kitaplar,
çam sakızı çoban armağanları. Evin içi doğa
nın, çok sevdiği Menekşe semtinin, Kadirli'si
Anavarza’sı, Paris’i, İsveç’i Ue dünyanın bir de vamı sanki. Aydınlık, açık...
Biraz oracıkta konuştuk. Nasü çalıştığından, yürümeyi niçin sevdiğinden, yeni romanlarından:
— Çalışma düzenim yok gibi blrşey. Adına dü
zen diyebilirsek bir takım huylar var. Roman
larımı nasıl hazırladığımı bilirsin. Örneğin bu
sabah bile düşünüyordum. Beş cilt olarak dü
şündüğüm bir romanım var. 19 yaşında Abidin
Dlno’yu tanıdım. O yıllarda kendi kendime hep bir soru sorardım, «N iye bu koskoca zengin dün ya üstünde bütün romnatarın kahramanları, ana tipleri İnsan?» Elbette insan bütün bu yeryüzü nün odağı. Ama başka şeyler de var yeryüzünde, insanın bağlı olduğu, İnsanla lçlçe olan başka şeyler de var. örneğin doğa var. İnsanı nasıl do ğamn bir parçası olmaktan kurtarabiliriz? İnsanı
soyutlayıp bütün doğa ilişkilerinden ayırmak
mümkün değil
Her şeye açık bir yazar var karşımda. He
yecanı, coşkusu, İri gövdesi, büyük yüreği ile. Arkadaşları İçin koşan, halkı İçin çırpman, yok- olan bir insan karşısındaymış gibi kahrolan bir yazar. Soruyorum;
— Kişilik olarak benefi misin?
— Bencilim ama her insan bencildir. Hani
içten konuşmak için söylüyorum bunu. Ama ben
cilliğimin içinde çevre daha çok ağır basıyor.
Ağaç, su, bulut, çiçek, renk, örneğin son zaman larda bir huyum oldu. Yeşil çimenin karşısında durup saatlerce ona bakmak. Sonra birden far
kına vardım. Deliliğe mi gidiyoruz nedir? Bir
denizin karşısında oturup günlerce seyretmek İs tiyorum.
Seyrederken müthiş bir tad alıyorum. Benim
demek İstediğim o değildi. Demin başladığım
yere döneyim. 19 yaşındayken, pirinç tarlalarının
su bekçisiydim. İnsan niye bir romanın ana
kahraman olsun da bir doğa parçası olmasın? O gün bugündür, yani 30 senedir falan, kafamda Savrun suyunun trajedisini yazmak isteği var. Benim çok sevdiğim bir su. Kıyılarında büyü düm, İlk yüzmeği o sııda öğrendim, ilk alaba lığı o suda tuttum. İlk çiçeği orda kokladım. Biiyük bir şiiri vardı Savrun’un. Sonra müthiş aydınlık bir suydu. Toros’tan gelen ve çakıl taş larını İzleyerek giden dünyanın en aydınlık su yuydu. Bu suyun da İnsanlar gibi büyük bir trajedisi vardı. Çünkü bu sudan yüzlerce dönüm lük bir pirinç tarlası sulanıyordu. Bataklık ya pıyorlardı sulanan tarlayı. Bu bataklıktan do layı insanlar ölüyordu ve o suyun da an» ka nalı ölüyordu. İçindeki balıklar, kaplumbağalar ölüyordu. Savrun yöresinde o trajediyi yaşaya
rak yürüyorduk. Daha yazmadım 19 yaşından
beri düşündüğüm bu romanı. Beş cilt olacak.
-iOu m> . •
Sabah erken gelebilseydlm birlikte yürüsüşe çıkacaktık Yaşar Kemal’le. Menekşe kıyılarının balıkçıları, Florya sırtlarının kuş avcısı çocuk ları. bu ünlü yazarı sık sık yürürken görürler.
Saatlerce yürüdüğü oluyor bazan Yaşar K e
mal'in. Başka merakları var mı diye soruyo rum. «Hayır, diyor gülerek. .Yürümek de bir merak olmasa gerek. Öyle özel meraklarım ola cak kadar lüks değilim.,.. Thilda gülerek atılı yor oradan. «Son aylarda bir merakı var. Tek
ne. Marmarisll dostlan ona bir küçük tekne
armağan ettiler. Aylardır onunla uğraşıyor vakit buldukça...«
Hemen ayaklandı Yaşal Kemal »kalk» dedi,
•teknenin yanma iniyoruz.. Menekşe’ye Pehli
van ustanın yanma yollandık. Yolda ilk sorumu yanıtlıyor:
— Yazmaya nasü haşlıyorum? Başlangıç be nim için çok zor oluyor. Örneğin şu anda hikâ yeye başlıyorum. «Kırmızı Sakallı Topal Karın ca.» Karıncalar hakkında bir çocuk romanı. Gün lerdir Menekşe’vle Yeşilyurt arasında yürü ba bam yürü. Düşünerek. Sadece başlangıç zor o- luyor. Başladıktan sonra da parça parça yazı yorum. Bir bölüm yazıyorum, öbür bölümü yü rüyerek düşünüyorum. Yani ana çizgiyi yıllarca, vıllarca düşünüyorum. O yöre insanlarını en in
ce ayrıntısına kadar İnceliyorum. Örneğin bir karınca yuvası görüyorum. Şimdiye kadar gör
düğüm hiç bir karınca yuvasına benzemiyor.
Karıncalar başta türlü girip çıkıyor. Davranış ları başka türlü. Geçen yıl bir karınca yolu gör
düm. Hiç o kadar uzun karınca yolu görme
miştim. Kavak ağacından ormana kadar uzanı yordu. Nedir bu diye düşündüm. Ormanda çam
kozalaklarından tohumlar dökülüyor. Belki o
tohumlar, karıncaların yolunu öylesine uzatı
yordu. Dünyada her gün yepyeni birşey oluşmu yor belki. Âma insan her gün yeni bir şey gö rüyor, bulabiliyor.
Yürüyerek göl kıyısına geldik. Menekşe’de onu taramayan yok. Zaten hiç bir yerde hemen hemen, Yaşar Kemal tanınmadan dolaşamıyor. Bir kaç gün öncesini düşünüyorum. Aceleyle İs viçre’ye yolladığımız Ece Ayhan’ı uğurlamak İçin havaalanmdaydık. Formalitedeki bazı eksiklik ler yüzünden önde Yaşar Kemal, arkada Prof. Cevat Çapan, Doç. önay Sözer, Arif Çağlar, Do ğan Türker, ben, alanda koşturup duruyorduk. Uçağın kalkma saati gelmişti. Vali Şentürk son anda hızır gibi yetişip gerekli emri vermeseydi hasta ozan’ın yaşamı tehlikeye girecekti. O te lâş içinde salondaki yabancı turistlerden iki ka dın çığlıklar atarak Yaşar Kemal’e koştular. El lerindeki uçak biletlerini imzalatmak istiyorlar
dı. Güçlükle kurtuldu Yaşar Kemal onlardan.
Az ötede bir mahpusane arkadaşı, bir köşede duran şoför... Herkes tanıdıktı. Göl kıyısında
en İyi dostu balıkçı Pehllvan’m evine geldik.
Pehlivan, Yaşar’la bir fotoğrafını çektirdi. Peh livan gökyüzüne sert bir şekilde bakıyordu. Ya- şar’ın da öyle bakmasını İstedi. Motoru bir tür lü takılamayan küçük Marmaris teknesini aldık.
Çekmece'ye doğru yollandık yedekte. Herşeyle
ilgileniyordu Yaşar Kem al
— Anlattığın her olayın günlük yaşamında
belirli bir yeri var
— Şöyle oluyor. Blrşeyi yaşamadan gerçeği yazmak mümkün değil. Yaşadın mı unutman ola naksız oluyor. Y’aşamadan blrşey yapmak müm kün değil. Meselâ balıkçılarla röportaj yapıyorum.
Diyarbakır ovasında toprağından atılmış köy
lüyle röportaj yapıyorum, biç not almadan. Çün kü ben Çukurova’da toprağından atılmış köylü lerle yaşamıştım. Kaçakçılar çocukluğumdan bil diğim bir konuydu, yaşamıştım. Onlarla birlikte yeniden iiç ay yaşayınca bütün sorunları yaşa mış oluyorum ki, not almanın gereği kalmıyor. Bunun dışında ben yazı çalışması yapmak İste
mem. Örneğin Sovyetler Birliği’ne gittim. İki defa. İkişer ay kaldım. Bulgaristan’da bir ay kal dım. Ama tek satır yazmadım. Yaşamına gire medim, ne İngiltere’nin r,r Sovyetler Blrliğl’nln.
Yaşamına giremediğim sevi de yazmam. Uçan
bir martının, çağlayan bir denizitv renk değişti ren denizin, hışırdayan ağaç yapraklarının, esen
yelin, gördüğün yıldızların, kelebeğin, kuşun,
karıncanın, bütün bu anlık düşünceni besleyen
Y aşar
K em al
Onat KUTLAR
Sanatçının
24 saati
şeylerin etkisi yar yazıda. Bunları kestiğin ma man düşünce yeteneğini de yitirirsin zaten. Yani güncel yaşamının dışında kalmıyorsa, arkadaşla rın, doğa, İnsanlar, tam tersine yazına yardımcı olur. Meselâ senin buraya gelmen benim düşün
cemi kesmiyor. Sen gittikten sonra bir miktar
daha yardım ediyor bana. «Hücredeki insan»,
düşüncesi yanm olan insandır. Hastalıklı düşün cedir. Ancak doğayla, ayrıntılarla arkadaşlıklar^ la yaşayarak düşünülür.
Çekmece boğazının hışırdayan sularına baka rak daldı bir Yaşar Kemal. Aklım Savrun suyu na takılmıştı. Sordum:
— Şimdi Savrun’da yaşamadığına göre bu ro manı hazırlarken orayı yeniden tanımak gerek miyor mu?
— Sadece Savrun’u yaşamış olsaydım yalın, tek düze bir roman olabilirdi. Göksu kirden oluş muş gibi akıyor. Suların trajedisini gördüm. Son ra Türkiye’deki bütün ormanları dolaştım. Or manların durumunu gördüm. Selleri gönlüm, yok olan sulan gördüm, örneğin Menderes’in kayna ğım gördüm. Tıpatıp. Savrun’un kaynağına ben ziyor. Sularla zenglnieştlm. Sonra yakasını bırak mış değilim. Ben birkaç senede bir Savrun’u gör
meye giderim. Romana başlamadan önce bütün düşlerimi yenilemek, tazelemek için. Elbette be
nim inancım şu ki insan gerçeği düştür, düşü
gerçektir. Yani, bir sınırsızlığı vardır. Romanla rıma efsane dememin nedeni buydu. Yanlış an ladılar bunu. «Masalcı, Yaşar Kemal masal yazı yor» diye küçümsendim. Oysa roman yaşamın ve düşlerin bir birikimi, bireşimidir. Gerçeklik ve onu yaşamak, kahvede insanların konuşmalarım teyp gibi kaydetmek değildir. Gogol’un «Ölü Can- lan»m al. Balzac’ı al. Benim yaşam dediğim in san benliğinin, insan kafasının, duygularının zen ginleşmesidir. Sonsuz zenginliğine, sonsuz çeşitli
liğine varmak doğanın—
Konuşmamız denize yakın bir ırmak gibi ge nişliyor, zenginleşiyordu. Sandal, Çekmece kıyı sına yanaştı. Motosikletli bir genç geldi koşarak...
Gürledi Yaşar Kemal:
«İsmail usta bir bak bakalım şu bizim İşe..» Onlar tekneyle uğraşırken ben izin İstedim. «Dur» dedi Yaşar Kemal. «Burada araç bulamaz
sın. Seni şu caddeye kadar götüreyim.» Ama
gitmesine gerek kalmadı. Bir taksi durdu önü müzde. Sarışın, bıçkın, yakışıklı bir delikanlı ba
şım uzattı: «Yaşar abi bir emrin var mı?»
Az sonra ona elimi
sallıyordum.-EVİN İÇİ
DOĞANIN ÇOK
SEVDİĞİ
MENEKŞE
SEMTİNİN,
KADIRU'Sl,
A N A V A R IA ’Sl
PARiS'l*
İSVEÇ'İ
İLE
DÜNYANIN
BİR
DEVAMI
SANKİ.
AYDINLIK,
A Ç IK ,
Taha Toros Arşivi