• Sonuç bulunamadı

Uluslararası terörizm Fransa'yı üs edinmiş:Ermeni terörüne, Fransa'nın prim vermemesinin nedeni ve kökeni...

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Uluslararası terörizm Fransa'yı üs edinmiş:Ermeni terörüne, Fransa'nın prim vermemesinin nedeni ve kökeni..."

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

4

M illiy e t

FORUM

6 MAYIS 1984

ÖZER YELÇE—Konuyu »anıyorum çok kısa batla­

rıyla ortaya koyarsak, son zamanlarda Türkiye ile Iran­ sa arasındaki itkilerde bir tatsızlık görülüyor. Bunun ana kaynağı da genel yapı içinde Ermeni terörü... Türkiye ile Iransa arasındaki ilişkiler niçin bu hale geldi? Fransa’- nın Ermeni terörünü, dolayısıyla Ermeni toplumunu, Türkiye'yi karşısına alarak, Türkiye'yi hiçe sayarak ko­ rumasının nedenlerini ve Türkiye'nin buna karşı dış po­ litikasında ne yapmasının gerektiğini gözönüne alırsak, değerli fikirlerinizden yararlanmış olacağız. Sanıyorum sohbetin daha ilerki bölümlerinde kendi kendine konu açı­ lacaktır. Ancak temel olarak söylemek islediğim, özellikle bu son günlerde açılan Ermeni anıtının Türk-Fransız iliş­ kilerinde yarattığı tatsızlığın kökeni nedir, bundan son­ raki geleceği neler olmalıdır?

ATAÖV—Ben izninizle Fransa’yı eleştirerek söze baş­ lamak istiyorum. Bir kere 1970’lerden bu yana diplomat­ lara saldırılar ve genel olarak uluslararası terör bir artış gösteriyor. Rakamlar ortada. 1970’de 31 ülkeyi temsil eden 213 diplomat saldırıya uğramış, 1980’de 64 devlet­ ten 409 diplomat aynı tip saldırılara hedef olmuş. Hedef ülke sayısı ve rakamlar artıyor. 1968’den bu yana sadece Türkiye hedef değil. Onun için bu sorun yalnızca Türki­ ye'nin sorunu değil. Evet, konunun Türk-Fransız ilişki­ lerini ilgilendiren tarafı da var ama, bu genel çerçeveyi çizmezsek bir eksiklik kalır. 108 ülkeden diplomatlar ulus­ lararası terörizmin kurbanı olmuşlar ve bu olaylar 125 ül­ kede yer almış, gerçekten bazılarında daha fazla yer almış. Türk diplomatlarına yönelik olan olayların büyük bir kıs­ mı, yahut önemli bir kısmı Fransa’da yer almış. Fransa’­ nın bunu görmesi lâzım. Evvelâ konunun Türk-Fransız ilişkilerini ilgilendiren bir şey olmadığını görmesi gerek, yani bir uluslararası tedhiş olayı ile karşı karşıyayız. Dip­ lom atlara yönelik özel bir tehdit ile karşı karşıyayız ve Türk diplomatlarına yönelik terörizm de bunun bir par­ çasıdır. Onun için, Fransa’nın tehlikeyi böyle görmesi ye­ rinde ve gerçekçi olur. İkinci olarak bunların merkezlerinin bir dış ülkede olması, meselâ, Fransa’da yer alan 100’ü aşkın olayda eyleme kanşan teröristlerin ancak yüzde 20’si Fransız. Yani büyük bir çoğunluğu yabancı. Fransa’yı uluslararası terörizm üs edinmiş. Devletler hukukunun çoktan parçası olmuş olan birtakım kuralların iyi korun­ ması gereği yalnız bizi değil, tüm dünya kamuoyunu ilgi­ lendiren bir şey. Bir diğer nokta, Fransa’da da bu olaylar olmuş olsa bile olaylan çıkaranların Türklerden başka­ larını da tehdit etmekte olduklarıdır. Yani, eğer konu ASALA ve Türk-Fransız ilişkileri ise, örneğin 1979’da Ro- m a'da Air France ve TWA bürolarının bombalanmasın­ dan sonra yapılan açıklamada “ Fransız hükümetinden, hiçbir Ermeni evinde arama yapılmamasını, yoksa örgütlü şiddet yoluna başvuracaklarına” dair ASALA yönetici­ lerinin yaptığı açıklama aklıma geliyor. Bu demek ki, Fransa’yı da ilgilendiren bir şey olmalı. Yani bir açıdan terör, bizatihi Türkiye ile ilgili olduğu zaman bile, Fran­ sa’yı içerisine alabiliyor.

Dördüncü nokta; Ermeni tedhiş örgütleri. Dünya Er­ meni topluluğundan kopuk Ermeni ihtilâlci örgütlerinin tarihinde de gizlilik, tedhiş, terör var. Siyasî parti olarak kuruldukları zaman bile bir ihtilâl örgütü olarak çalışmış­ lar ve bunun bazı mirasını da birlikte getiriyorlar. Açık değiller, demokratik değiller, üyelere karşı sorumlu ve say­ gılı değiller, onları kimlerin seçtiği belli değil. Kendi ken­ dilerini bu göreve getirmişler ve denebilir ki, dünya Ermeni topluluğundan bu tedhiş örgütleri kopuktur, kopuk ol­ madıklarını iddia edebilecek hiçbir belge gösteremezler. Kaldı ki bu örgütlerin önemli bir kısmı kendi aralarında da anlaşmazlık içerisindedirler. Bazıları birbirlerine düş­ mandır. Şimdi bu türlü bir şeyin içerisine Fransa girer­ ken ve ondan tarafmış gibi görünürken herhalde çok dikkat etmesi lâzım. Uyanlar sadece bizden gelmiyor, yani Türkiye tarafından da gelmiyor, bizzat Fransızların uya­ nları da var.

Biz Fransa’yı eleştirirken tahminen yalnız da kalmı­ yoruz ama belki yapmamız gereken, Fransa’nın neden böyle bir kördövüşün içerisinde bize göre sağduyusunu kaybettiği, objektiflikten yoksun kaldığıdır.

Oturuma kat ilanlar (soldan sağa) Türkkaya Ataöv, Özer Yelçe, İzzettin Doğan ve Hıfzı Topuz.

Ermeni terörüne, Fransa’nın prim vermesinin nedeni ve kökeni...

"Uluslararası terörizm

Fransa'yı üs edinmiş"

bir tepki duyuyor. Bir ülkede diktatörlük rejimi kurul­ muşsa, buna karşı tepki oluyor. Yalnız hükümetin değil, halkoyuııun da tepkisi oluyor. Ama bu ırkçı bir düşmanlık değil, sadece bir rejime karşı düşmanlık oluyor. O rejim değişip de, demokratik bir düzene geçildiği zaman bunun yanı sıra halkoyu o ülkeye karşı,yani Türkiye’den bah­ setmiyorum, genel olarak o ülkeye karşı sempati duyu­ yor ve hükümetin de dış politikasında böyle bir yumuşama oluyor. Bu bakımdan dış politika ilişkileri herhalde ye­ niden gözden geçirilmelidir. Fransa ile olan ilişkilerimiz konusunda Türkkaya Ataöv’Un söyledikleri çok yerinde, çok haklı. Bilimsel alanda araştırmaları geliştirmeliyiz, ar­ şiv çalışmaları yapmalıyız, belgeleri ortaya çıkartmalıyız, ama bunları duyurmalıyız. Bunları onların anlayabilece­ ği bir dilde yayınlamadıkça o zaman bunun etkisi olmu­ yor, halkoyu oluşturmak için de başka yollara gitmemiz gerekiyor. Herhalde siz de kabul ediyorsunuz ki, bilim­ sel alanda, sosyolojik alanda birtakım çalışmaları sürdür­ memiz lâzım. Geçen gün Paris’te UNESCO’daki daimî delegemiz Büyükelçi Halûk Sayınsoy’dan halklar mah­ kemesinin toplantısıyla ilgili bir yazı kesiti aldım. Şöyle bir cümle var yazının sonunda: “Türk hükümeti sorumlu olmadığı olayların varlığını kabul etmekle saygınlığını ar­ tırır.” Bu ilginç bir şey, ben Türk hükümetinin bunu ka­ bul etmesini hiçbir zaman önermiyorum. Ama bu konuyu hiç değilse kamuoyunda bilimsel alanda deşmek, birta­ kım gerçekleri ortaya çıkartm akta yarar olacağı kanısın­ dayım. (O zaman Fransa’da da daha açık seçik bir durum ortaya çıkacaktır ve bunun çıkmasıyla Fransa’yla Türki­ ye ilişkileri daha düzenli bir duruma gelecektir sanıyorum). DOĞAN —Efendim, müsaade ederseniz, ben de bu ko­ nuda kanaatlerimi belirtmek istiyorum. Şimdi Fransa ile ilişkilerin gerginliğe varacak noktaya gelmesinde en önemli etken bence Türkiye’nin dış âlemde sergilediği görüntü­ dür. Yani dış politikaya 1980’lere kadar ciddiyet kazan­ dırmamış olması, iç politikada dış politika hakkında tamamen tezat teşkil eden partilerin siyasal iktidarı kul­ lanmış olmaları, dış politikada herhangi belirgin bir çiz­ gide gidilmiş olamaması ve güçlü bir devlet görünümünü verememesidir. Bir devletin gücü yalnız ekonomiden kay­ naklanmaz, ekonomi tabiî fevkalâde önemlidir ama, eko­ nomi güçlü olmadan da bir devletin kendisini uluslararası topluma ciddî ve güçlü bir devlet biçiminde kabul ettir­ mesi mümkündür.

Prof. Dr. Türkkaya Ataöv:

"Fransa'nın terörizmde

tehlikeyi görmesi lüzım.

Fransa'daki teröristlerin

çoğu yabana. Bu da her­

kesi rahatsız ediyor"

DOĞAN—Efendim, ben konuyu bir değişik açıdan ele almak istiyorum. Evvelâ şu bir vaka. Acaba bugün Sayın Ataöv’ün söylediği gibi, “ Fransa’nın terörü koru­ yan bir ülke görünümüne girmesi, kendisini uluslararası hukuk planında herhangi bir sorumlulukla karşı karşıya bırakır mı?” sorusunu yanıtlarken bir değişik açıdan me­ seleye bakmak istiyorum ve asıl bu sorunun yanıtını da analizi yaptıktan sonra vermek istiyorum. Nedenini şa­ yet bilemezsek, yani Türkiye’nin 1950’lerden bu yana sü­ rekli uluslararası platform larda yenilgilere uğraması, özellikle Rumların, Yunanlıların gerek Kıbrıs’ta, gerek Yunanistan’da konuyu sürekli olarak Birleşmiş Milletler önüne çekmeleri, Avrupa Konseyi önünde bir sürü da­ vaya muhatap kılmaları ve bunda Türkiye’nin başarılı ola­ mamasının nedenlerini şayet ortaya döküp analizini yapamazsak, gerek ASALA’nın, gerek başka bir örgü­ tün bugün Fransa’nın, yarın yine başka bililerinin Türki­ ye ile dış politikada göstermesi gereken itinayı göstermeyeceği ve Türkiye’yi hafife alacağını tahmin edi­ yorum. Bu nedenle evvelâ Türkiye, neden 1950’lerden bu yana dış politikada itibar kaybeden bir devlet görünümün­ dedir?

1950’lerden bu yana, yani Sovyetler’in baskısı üzeri­ ne, Türkiye’nin, karakteri üzerine Batı’ya âdeta sığınmak zorunda kalmış olması, Türkiye’nin dış politikada tam a­ men rehavete gömülü bir politika gütmesi sonucunu da beraber getirmiştir. Bu anlayış, Türkiye’yi dış politika me­ selelerini önemsememeye, yeterli değeri vermemeye, bu meselelerde başarılı olmak, sonuçlar elde edebilmek için gerekli gayreti sarfetmemeye âdeta zorlamıştır. Türkiye’­ nin, Kıbrıs sorununda, Birleşmiş Milletler’de, Amerika Birleşik Devletleri’ne özellikle güvenmek suretiyle Tür­ kiye’nin aleyhinde bir karar alınmasını önlemeye çalıştı­ ğını görmekteyiz. Yani Türkiye’nin Batı’ya itaati, Batı’- ya sığınması, kendi dış politika meselelerini de özellikle Batılılara çözdürmesi gibi, dış politikada gevşekliğe sü­ rükleyen bir politikanın, bir davranış tarzının âdeta ge­ lenek haline geldiğini görmekteyiz. Türkiye hayatî olan bazı konuları âdeta başkalarına çözdürmeyi yeğleyerek.

kendisi bir gayret içine girmeyi, başarılı olmayı deneme­ miştir. Dış politikada bundan çıkan sonuç şudur: Türk dış politikasını hazırlayıp yürüten Dışişleri Bakanlığı, 1950’lerden bu yana Londra ve Zürih antlaşmaları ha­ riç, dış politikada bir başarı gösteremediği gibi, Türki­ ye’nin pasif ve kendi sorunlarının çözümünde yalnız başkalarına güvenen ve dayanan bir dış görünüm sergi­ lemiştir.

Türkiye’nin uluslararası kamuoyundaki ve devletler nezdindeki durumu, 1980’lerden sonraki silkinmeye rağ­ men henüz yeterince caydırıcılık noktasına varmamıştır.

Müsaade ederseniz, şunu da eklemek istiyorum: Tür­ kiye’nin bu görünümü cesaret verdiği yalnız yasa dışı ulus­ lararası örgütler ya da Yunanistan ve Kıbrıs Rum yöne­ timi gibi devlet niteliği taşıyan topluluklarla da ilgili değildir. Fransa şayet bir Ermeni anıtım kendi bir baka­ nının huzurunda açabiliyor ise, Lozan’dan sonra yapıl­ mış olan en büyük ve en önemli antlaşmalar olan AET antlaşmalarının en önemli ve tartışma kabul edilemeye­ cek hükümlerini bugün Türkiye’de bir Alman heyeti mü­ zakere etmek cesaretini gösterebiliyorsa, bunun altında Türkiye’nin yaratmış olduğu bir imaj vardır ve bunu da dış politikayı yönetenlerin, açıkça söylemek istiyorum, ye­ terli ihtimamı gösterememelerine ve tam bir rehavete dal­ mış olmak geleneğini yıkamamış olmalarına bağlamak istiyorum.

YELÇE—Sayın Topuz, siz uzun süre Fransa'da bu­ lundunuz. Belki Türk-Fransız ilişkilerinin bu hale gelme­ sinde de olayı yerinde yaşadınız. Sanırım bir yerde görgü tanığı olarak da olaylara değişik bir gözle bakacaksınız.

TOPUZ—Ben aşağı yukarı 25 yıl Fransa’da bulun­ dum. Ben Fransa’da bir Türk düşmanını görmedim, Fran­ sız halkı hiçbir zaman Türk düşmanı değildir. Her gittiğim yerde dostça karşılandım. Çok Fransız dostum oldu. Hep­ sinden yakınlık gördüm, hiçbir zaman Türk olduğumu söylemekten çekinmedim. Demek ki Fransa’da bir Türk düşmanının olduğunu katiyen kabul etmiyorum, halk dü­ zeyinde Türkiye ile Fransa arasında, yani Fransızlarla Türkler arasında ilişkilerin gayet iyi olduğu kanısındayım. Gelelim hükümet düzeyindeki ilişkilere. Fransa’yla ara­ mızdaki ilişkilerde de uzun zaman düşmanlık olmadı. Bi­ rinci Dünya Savaşı’ndan sonra Adana meselesi ve bütün bunlar kolaylıkla halledildi. Demek ki, Birinci Dünya Sa- vaşı’nın sonunda biz Fransa’dan bize bir hasmane tavır görmedik. Ondan sonra Hatay meselesi çıktı. H atay me­ selesinde de Fransa bize düşman olmadı. 1938’den sonra Ermeni meselesinde Türkiye ile Fransa arasındaki geri­ lim başladı. Aslında Ermeni meselesini Franstzlar çıkart­ madılar. Bunu evvelâ Çarlık Rusya ele aldı, ondan sonra İngilizler, Amerikalılar işin içine girdiler. Sonra Çarlık Rusyası’ndaki Ermeniler de birtakım eylemlere girişince Rusya bundan çekindi, Ingiltere bu işi benimsedi ama, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere bu işi Fransa’ya devretti. Fransa’ya devrettikten sonra Fransızlar benim­ sediler. Çünkü Fransa’da buradan göç etmiş Ermeniler vardı. H atta bunlardan bazıları Fransız üniformasıyla sa­ vaşa katılmışlardı ve Fransa bunların hamisi durum una geldi ama, gayet pasif bir hamilikti bu. Fazla bir kışkırt­ ma olayı olmadı ama, zamanla Fransa’ya göç eden Er­ meniler, Fransızlaştılar. Bunların sayısı 300 bin yakınlarında galiba, bunlar Fransız oldular. Fransa’da yargıç oldular, savcı oldular, radyoda, televizyonda, ba­ sında önemli görevler aldılar, parlamentoya seçildiler ve halk oyunu oluşturan durumlara geçtiler. Ermeniler bu duruma geldikten sonra Fransa'da daha aktif olmaya baş­ ladılar ama, ASALA’yla, Fransa’daki Ermenileri birbi­ rine karıştırmamak lâzım. Türkkaya’nın söylediği gibi ASALA bir azınlık. Herhalde Fransa’daki Ermeniler, ASALA’cı değil, ASALA’nın eylemlerini belki bir kısmı sempati ile izliyor, bazıları nefretle izliyor. Ama ne ol­ du? Bunları tahrik ettiler, yani iletişim araçlarını yöne­ tenler, bunları tahrik ettiler. Bunu derhal söyleyeyim, bu UNESCO’nun 1978 yılında Paris’teki genel konferansında kabul ettiği iletişim araçlarının ilkeleri konulu bildirgeye aykırı bir davranıştır. Çünkü böyle bir bildirge vardır, bu bildirge de iletişim araçlarının savaş tahrikçiliği yapma­ sını yasaklar.

YELÇE—UNESCO’nun bu bildirgesinden sonra Fransız basın ve televizyonunun bunu yapmayı sürdür­ mesi üzerine, UNESCO’dan herhangi bir şey geldi mi?

TOPUZ—Bunu kişisel olarak söyleyeyim, UNESCO’­ nun son genel konferansı devam ederken, televizyonda

konuşmalar oldu. Ben genel konferansta söz aldım, bun­ ların aykırı olduğu belirttim. UNESCO’nun terörizm ile ilgili uluslararası bir seminer düzenlemesi söz konusu idi, bunun Türkiye’de yapılmasını istedim. Bu toplantı gele­ cek yıl Türkiye’de olacak. Şimdi biz Osmanlı Imparator- luğu’nun sorumluluğunu yüklenmiyoruz ama, birçok bakımdan Osmanlı İm paratorluğumun mirasçı siyiz. Bu miras bizi bazı konularda duygusallaştırıyor. Bu duygu­ sallığın sonucu olarak bizim başka birtakım girişimlerde bulunmamız gerekir mi, gerekmez mi, bir diyalog kur­ mamız gerekir mi, gerekmez mi, kimle diyalog kurulabi­ lir? Ben hiçbir zaman terör örgütleriyle diyaloğdan yana değilim. Bugün de Ermenileri dışarıda temsil edebilecek bir örgüt yok. Birtakım örgütler var, ben hiçbir tanesini m uhatap kabul etmiyorum. Ama devekuşu politikasıyla biz bir şey olmamış gibi başımızı kuma gömersek, hiçbir şey halledemeyiz. 52 kişi öldü, daha 500 kişi ölebilir. Te­ rörizme karşı yalnız şiddete başvurmak tek çare değil, baş­ ka yollan aramak lâzım. Bir diyalog kurmak lâzım. Bunun yollarını aramak lâzım. Kin âbideleştirilemez. 10 senedir tepki göstermedik. Tepkimiz nedir bizim? Demek ki ge­ rekeni yapamadık, bu yolla çözüm bulamıyoruz, ulusla­ rarası alanda biz küçük düşen duruma geliyoruz. Bunu önlemek için başka yollar aramak lâzım, belki böyle bir diyalog bunun çözümü olur.

Ozal'ın demecini ben gayet olumlu buldum. Diyor ki: “ Soğukkanlı olmak mecburiyetindeyiz. Fransa’yla zaten gerginleşmekle olan ilişkilerimizin daha gerginleşmeme­ sini dilerim.” Fransa’da parlamento ile ilişkileri düzen­ leyen bakanın davranışı da ilginç. O da, “ 1915’teki olaylardan bugünkü kuşakları sorumlu tutmayı Fransa reddeder” diyor. Bu çok olumlu bir şey. Bizim sorumlu olmadığımızı kabul ediyor, sonra, “ Ermeni toplumunun manevî çıkarlarına zarar verebilecek her türlü terör eyle­ mini Fransa şiddetle kınar” diyor. Yani “ ASALA’yı kınar” diyor. Demek ki, hem "Türkiye sorumlu değildir" diyor, hem, “ Terörizmi Fransa kınar” diyor. Bu ılımlı bir yaklaşım, bu yollarda birtakım girişimleri sürdürmek, diyalog aram akta yarar olduğu kanısındayım.

HIFZI TOPUZ: " lO yıldır

tepki göstermedik. De­

mek kİ. gerekeni yapma­

dık. Uluslararası alanda

biz küçük duruma geliyo­

ruz"__________________ ___ _______

DOĞAN—Ben Sayın Topnz ile bazı konularda, beni bağışlasınlar, mutabık olamıyorum. Çünkü Türkiye, ge­ rek maddî, gerek manevî sorumluluğun hesabım Lozan’da vermiştir ve o sayfayı kapatmıştır. Kendileri bir sosyolog gözüyle meseleye bakıyorlar, yani hukuksal planda bazı meselelerin kapanmasının, sosyolojik planda da kapan­ ması anlamına gelmediğini ve bu meseleyi konuşmadık­ ça bir noktaya varılamayacağını da söylüyorlar. Onun için moral sorumluluğun deşilmesinde fayda olduğunu, yani o meselenin tartışılmasında fayda olduğunu söylüyorlar. Ama ben aynı kanıda değilim. Yani Türkiye’de bugün esa­ sen bu meselenin samimiyetle ortaya atıldığı kanısında de­ ğilim. Bu mesele yine Batı ile Doğu’nun büyük güçlerinin Osmanlı im paratorluğu döneminde olduğu gibi, yaratıp Türkiye’nin başına belâ etmeye çalışmakta mutabık kal­ dıktan bir sorundur, özü itibanyla OsmanlIlar döneminde

bir savaş olmuşsa, savaşın içerisinde birtakım şeylerin ol­ ması, savaşın tabiatı gereğidir.

ATAÖV—Efendim, müsaade ederseniz, ben konuşan iki arkadaşımın söylediklerinde mutabık olduğum birçok şeyi ön plana çıkararak bazı eklemeler yapmak istiyorum. Bir defa, uluslararası ilişkilerde aşağı yukan genel bir ku­ raldaki tüm devletlere tehlike herhangi bir yönden gele­ bilir. Hele süre çok uzarsa, bizim kendi yakın geçmişimizde olduğu gibi, dost ve müttefik denilen dev­ letlerle de birtakım anlaşmalanmız olmuştur ve daha ile­ ride de olabilir, koşullar değişir, dostlar da değişir. Neden ötürü Fransızlarla ilişkilerimiz, bu sorundan, böylesine boyutlara ulaştı, bunun hakkında söylenecek çok şeyler var.

özellikle 1877 ve ’78 savaşından sonra, ama ondan da önce, hatta Haçlı seferlerine kadar götürerek Ermeniler­ le Fransızların bir karşılıklı çıkar arayışı içerisinde olduk­ larını söyleyebiliriz. Y abancılara, M üslüm anlara terkedilmiş bu topraklarda Hıristiyan devletleri de kuru­ labileceği fikri o zaman cazip gelmiş, hatta, Anadolu bi­ le gözden çıkarılmış.

Ermenilerin tarihteki ilişkilerinde görüyoruz ki, Fransa-Ermeni ilişkileri kesintisiz bir dostluk çağı değil. Ama ortak çıkar arayışı içerisinde ve bu arayış bulundu­ ğu zaman birbirlerine epey yardım etmiş olan iki tane helk gibi gözüküyor. Birbirlerine acımasız davrandıkları, da­ ha doğrusu Fransızların zaman zaman Ermenilere karşı Katoliklik, Gregonyanlık farkından ve bazı başka fark­ lardan ötürü acımasız davrandıklarını da görüyoruz. 1635 gibi çok eski bir tarihte Ermenilere Fransa’da ticaret yap­ ma hakkı verilmiş, Napolyon bile onlardan yararlanm a­ yı düşlemiş. Onun emriyle Paris’te bir Ermeni çalışmaları kürsüsü kurulmuş.

Fransız ihtilâlinden çok sonra Fransız-Ermeni ekono­ mik ilişkileri kökleşmiş.

Hâlâ daha soykırımda ısrar etmek yalnız Türklere kar­ şı bir düşmanlık değil, aynı zamanda Ermeni anıtına karşı da bir düşmanlıktır. Çünkü bizim birbirimizden nefret et­ memiz için nedenler yavaş yavaş ortadan kalkıyor ise, bu yalnız Türkler için sevindirici bir şey değil,Ermeniler için de sevindirici bir şeydir. Yani Sayın Topuz, biraz evvel, Türklerle Fransızlar belirli noktalarda anlaşabilirler ve da ha yakın bir yere gelebilirler dediklerivakit bu, benim içinde son derece sevindirici bir şey, çünkü ben devamlı onları bu yüzden eleştirmek istemiyorum ve bir düşmanlık da gütmüyorum, yani çıkış yollan olması benim tercih ede­ ceğim bir şeydir. Bu sözlerle belirtmek istediğim şudur: Fransızlar için de, başkaları için de, Türk kaynakları son derece önemlidir. Bunlardan gereği gibi yararlanamıyor­ lar. Yalnız Fransızlar değil, bazı başka yabancılar da ya- ı arlanamıyor. Hiç Türk kaynaklarına bakmadan Ermeni sorununda Türkiye aleyhine birkaç tane kitap yayınlamış olan Batılılar var. Bunu Türkler ve Ermenilerin söz ko­ nusu olmadığı başka bir konuda yapmış olsalar o kitap­ lar bir tane satmaz ve hiç itibar görmez, son derece sert eleştiriler alır. Sadece metot yönünden sert eleştiriler alır, fakat nedense bu konuda bir hoşgörü ile karşılaşıyorlar.

YELÇE—Efendim, son olarak kısa bir nokta var de­ ğinmek istediğim, sanırım bunu kamuoyu da merak edi­ yor. Bugünkü durumda Fransa, Ermenileri korumayı neredeyse resmen devlet politikası haline getirmiş. Ancak gördüğümüz kadar 350 bin Ermeni, çok büyük bir oy po­ tansiyeli de vermiyor. Bugün bir yönetimi başa getirecek kadar bir güç değil. Örneğin Amerika’da, Yunan lobisi var, Rum lobisi var. Bunlar bir yere kadar yönetimleri etkileyebilecek güçte. Fakat benim gördüğüm kadarıyla Fransa’da böyle bir potansiyel yok. Yani Fransa'nın ge­ nel nüfus yapısı içinde 350 bin kişinin çok fazla etken ol­ maması gerekir. Fakat bu korumanın devlet politikası haline gelmesini nasıl izah edebilirsiniz?

TOPUZ—Haklısınız ama, bu 350 bin kişi halkoyu oluşturabilecek mevkilerde, durumlarda. Basında, tele­ vizyonda, mecliste bunların etkinlikleri var. Türkiye de­ min çok haklı olarak vurguladığınız gibi, sağlam bir dış politika izlediği zaman, ülkenin saygınlığı oluyor ve sö­ zünü geçirebiliyor. Bunun Fransa’da çok örneklerini gör­ düm. Büyükelçilerimiz, dışişleri bakanlarından yahut müsteşardan randevu istemişlerdir, haftalarca randevu ve­ rilmemiştir, günlerce gidip gelmişlerdir ve karşılarında mu­ hatap bulamamışlardır. Türkiye’de güçlü bir dış politika olmadığı zaman bunun tepkisi böyle oluyor. Fransa bizi önemsemiyor, şoven ve gayet duygusal bir tutum u var. Halk genellikle bir ülkede baskı rejimi olursa buna karşı

Doç. Dr. izzettin Doğan:

"Bu mesele Batı İle Doğu'-

nun büyük güçlerinin ya­

ratıp Türkiye'nin başına

bela etmeye çalışmakta

mutabakata vardıkları

bir konudur"__________________

Fransa ile özel olarak ilişkilerin nasıl yürütülmesi ge­ rektiğine gelince, bence genel olarak Türkiye’nin dış po­ litikasında iki yöntemi benimsemek lâzım. Bir tanesi uzun vadeli önlemlerle ilgili, diğeri kısa vadeli. Bu kısa vadeli önlemlerin içerisine Türkiye-Fransız ilişkilerinde takınıl- ması gereken tavırlar girmektedir, uzun vadede ise kad­ roların gözden geçirilmesi, tutarlı bir dış politikanın uygulanması ve fevkalâde güçlü olabilecek bir karşı pro­ paganda mekanizmasını harekete geçirebilmektir. Fran­ sa’nın hareketine hem siyasî, hem hukukî, hem de İktisadî yollardan karşılık vermek imkânı vardır. Siyasî yollardan birincisi. Birleşik Milletler Güvenlik Konseyi’ne ve Ge­ nel Kurulu’na gidip kınanması istenebilir.

ikinci siyasî ve yarı hukukî diyebileceğimiz yol, Av­ rupa Konseyi’ne Fransa’yı götürülebilmelidir.Yani hep on­ lar mı Türkiye’yi götürmelidir? Hep Türkiye mi haksızdır? Götürebileceği, dayanabileceği hükümler vardır. Avru­ pa Konseyi İnsan Hakları Antlaşması’nın 24. maddesi ve Avrupa Konseyi bizatihi statüsünün başlangıcı bu imkânı Türkiye’ye tanım aktadır. Yani bu devletler, bedelini or­ tak değer hükümlerini paylaşan devletler ile Avrupa Kon- seyi’ni kuranlar ve bunlar kendi aralarında gittikçe sıklaşacak ilişkileri kurmak üzere bir araya gelmişlerdir. Oysa Fransa’nın tutumu gittikçe sıklaşmak yerine, bu iliş­ kileri zayıflatacak bir tavır ve davranıştır. Bu açıdan in­ san Hakları Komisyonu’na götürebilir ve bunun da gerekçeleri insan Haklan Komisyonu önünde tartışılabi­ lir. Fransa’da yaşayan insanlann da Ermeni teröründen zarar görmesi halinde Mitterrand hükümeti, İnsan Hak­ ları Komisyonu’nun ve Konseyi’nin ve Divam’nm yetki­ lerini kabul ettiği için Türkiye, Fransız hükümetini komisyona ve dolayısıyla onun aracılığıyla divan önüne kadar götürebilir. O bomba koyma hadiselerine, Fran­ sa’dan tatmin edilemezler ise, Fransa’nın kendisini yete­ rince güvenlik önlemleri alamamış olması nedeniyle ve antlaşmayı ihlâl kabul ederek Türk vatandaşlarının Fran­ sa’yı insan H aklan Komisyonu’nun önüne götürmeleri olanağı vardır. Fakat asıl bizim kamuoyunun, hatta ba­ ğışlasınlar ama, bizim hemşerilerin de gözünden kaçan bir olay var. O da bizim Dışişleri devletler hukukuna da­ yanmayı pek aklından geçirmez. Çünkü o biraz yorucu bir iştir, ciddî bir iştir. Düşünmezler, oysa Türkiye bu­ gün Fransa’yı Uluslararası Adalet Divanı önüne götüre­ bilir, bunun dayanağı, “ Korfıı olayıdır” . Korfu olayı, Arnavutluk ile Ingiltere arasında ikinci Dünya Savaşı’n- dan hemen sonra meydana gelen bîr olaydır. O olayda divanın verdiği ve bugün divanın müstakâr sürekli içtiatı haline gelmiş bulunan bir ilke vardır. Bu ilke, içtiatına göre, “ Hiçbir devlet, kendi egemenlik alanı içerisinde bu­ lunan bir yerde, başka bir devlet aleyhine faaliyette bu­ lunulmasına müsaade edemez, ederse tazminat yoluyla mükellef olur.” Nitekim Arnavutluk ile İngiltere arasın­ da geçen olayda Arnavutluk kıyılarına daha önce de, Ar- navutluk’un haberi olduğu varsayımı ile gömüldüğü iddia edilen mayınlara İngiliz savaş gemileri gidip çarpmış, ölen­ ler olmuştur. Gemiler yara almıştır. Amavutluk’un bu ma­ yınların denize gömülü olduğunu bildiği konusu ispat edilememiştir. Ama divan demiştir ki, madem ki, kara- sulanndadır, binaenaleyh, Amavutluk’un egemenlik alanı altındadır, oradaki tehlikelere de Arnavutluk sorumludur, denmiştir.

Fransa resmen kendi bakanı aracılığıyla ya da onun huzurunda bir kin anıtını, hakikaten bir tahrik anıtını di- kebilmekte ve böylece Türkiye’ye karşı hasmane duygu­ ların, belirli bir uluslararası toplumun, belirli bir kesiminde de olsa, gelişmesine önayak olmaktadır. Şimdi bu Fran­ sa’nın uluslararası planda, uluslararası hukuk açısından sorumluluğunu doğuran bir olaydır ama, Türkiye ciddî bir devlet görünümünde ise ve öyle olduğuna inanıyorum, bu mekanizmaları harekete geçirmelidir.

YELÇE—Çok teşekkür ederim.

B asın .M ltte rran d h ü k ü m e tin i suçluyor

E r m e n i lid e r i T o r a n y a n :

' T a h r a n d a k i s o n s a ld ır ıla r ın

iy i b i r z a m a n d a y a p ıld ı ğ ın d a n k u ş k u l u y u z ”

A

LFORTVILLE kentindeki bombalama dizisinin yankıları sürerken, şimdi de olayların ar­ dındaki siyasî anlama da eğilen gözlem­ ciler A nkara-Paris ilişkileri çerçevesindeki uzantıya da değinmeğe başladı.

örneğin, Fransa’nın ünlü I.e Mon­ de gazetesi 5 Mayıs tarihli sayısının bi­ rinci sayfasındaki “ Ermeni aleyhtarı sulkastler: Hükümete bir meydan okııma" başlıklı “ bilanço" türü yazı­ sında, "Fransa, Türkiye ve Ermeni toplumu arasında üçlü bir dos>a” dan söz etmekte.

■eurent Greilsamcr başlıklı yazıda, durumun tahlili dört noktada ele alı­ nıyor: “ Fransız-Türk ilişkilerinin bo­ zuluşu", “ Fransa'da Tiırk aleyhtarı Ermeni terörizminin İlerleyişi", “ Fran­ sız aleyhtarı bir Ermeni terörizminin doğuşu" “ Bir Türk karşı terörizmi var­ sayımı".

I.e Monde bu konularda geçmiş olayların bir anımsatmasını yaparken,

MİŞEL PERLMAN PA R İS

bir “ Türk karşı terörizmi” nin varol­ duğuna dair “ hiçbir kanıtın bulunmadığını” yazarak şunları ekle­ mekte: “ Polis tahkikattan da, şu ve­ ya hu Ermeni aleyhtan suikastta, kendi toplumlarını seferber etmek üzere, Er­ meniler tarafından düzenlenmiş olabi­ leceğini bile ortaya koymuştur” .

Gazete bununla birlikte, "Fransa’­ daki İrmem hinalannı hedef almış tüm eylemlerin aynı nitelikte olmadığını" da belirtip, "Ermenilere karşı hakkaniyet isteği ve onların davasına sahip çıkan terörist grupları tecrit etmek amacı ile, Fransız hükümeti Ermeni soykınmının tanınmasını istemeğe devam etmekte­ dir".

Öte yandan, sağ eğilimli gerek “ te Figaro", gerekse “ Le Quotidien de Paris” gazeteleri, Alfortville olayının yanı sıra Fransa'da terörizm konusu­ nu da genel bir açıdan inceliyor.

Le Figaro, genelde, Fransa’da te­ rörizmin "kangren" aşamasına vardı­ ğını yazarken, "ağırlama ülkesi" ilkelerinin iyi uygulanmadığı görüşün­ de. “ Terörizm F ransa’yı kana buluyor” diyen gazete, şiddet eylem­ lerinin hem iç, hem de dış problemler düzeyinde kendisini gösterdiğini belir­ terek, “ Böylesine Mr durum rastlantı sonucu değildir", diye yazıyor.

"Bu, büyük ölçüde, sosyalistlerin iktidara gelişinden heri terörizmle mü­ cadelede uygulanan politikanın bir so­ nucudur", diyen Le Figaro, çeşitli "çelişkiler"i vurgulayarak şunları ek­ lemekte: “ Bu çelişkilerin esiri olduğu sürece, hükümet iç veya uluslararası ol­ sun, terörizmi venmek şansına sahip değil".

“ Terörizmin hükümete meydan okuduğunu" da ifade eden gazete, Türkiye’nin Alfortville olayı ile ilgisi

bulunmadığı yolundaki açıklamasına yer verirken, Türkiye’nin "Paris'e karşı olası önlemler "ini belirtip, “ Ankara’­ nın tehditleri"nden söz ediyor.

Yine sağ eğilimli Le Quotidien de Paris, Dominique Jamet imzalı ve "Rüzgâr eken..." başlıklı yorumunda, Ermeni toplumunun "heyecan ve öf- kesl” ni anlayışla karşıladığını belirtti. Sonra, "Kimliği bilinmeyen karşı terö­ ristlerin milliyet ve nedenlerinin şüphe götürmediğini” de öne sürüp,yMfort- villc’deki anıtı “ tahrik edici" olarak ni­ telemekte.

Yazar ayrıca, "birbirini izlemiş” Fransız hükümetlerinin, ülkede "Ge­ cikmiş ve şüpheli bir F.rmeni milliyet­ çiliğinin cesaretini kırmak” üzere hiçbir girişimde bulunmamalarından yakın­ dığı gibi, "resmî Fransa"nın ve “ özellikle" Ermeni halkının çok sayı­ da oturduğu iki kentte milletvekili se­ çilmiş, polisle ilgili, "başlıca iki sorumlu” nun (Gaston Dcffcrre ve Jo­ seph Francesehi) bu görevi

Ustlcndiğin-den beri, “ Demagoji veya sorumsuzluk yüzünden, görev başında­ ki bazı bakanlar, müttefik, dost ve alın­ gan, bildiğim kadarıyla, savaş halinde olmadığımız bir ülkeye karşı, düşman­ ca davranışlarını siirdürmeselerdl, — Türk faşistleri— topraklarımızda hiç­ bir zaman masum insan kanı dökmezdi" diyor.

Aynı gazetede, "Alfortville suikast- leri, Türkiye’de alkışlar” manşeti al­ tında olaya ilişkin çeşitli tepki ve bilgilere yer verilirken, sol eğilimli Li­ beration gazetesi de, Ankara çıkışlı özel bir haberine, “ Alfortville'de Ermeni aleyhtan bombalar, Türk kamuoyunun Fransa aleyhtarı patlaması" başlığını atarak, "Bu arada, Ermeni problemin­ deki Fransız tutumu, Türkiye’de Fran­ sa’ya pahalıya maloluyor", demekte. Gazeteye göre, “ Resmî olmamakla bir­ likle, ekonomik boykot fiilen vardır. Yıllardan beri, hiçbir Fransız kurulu­ şu Türkiye’de önemli bir sipariş elde edememiştir” .

“ Ermeni Ulusal Hareketi” lideri Ara Toranyan, seçilen hedefler açısın­ dan son Tahran saldırılarını tamamen desteklediklerini, genel olarak Türk diplomatlanna yönelik her türlü saldırı­ yı dünyanın neresinde olursa olsun be­ nimsediklerini söyleyerek, "Ancak bazı iç sorunlarımız nedeniyle, özellikle de Tahran rejiminin niteliği ve Hnmeyni ile Ermeni ulusu arasındaki güç den­ gesi açısından, son saldırıların iyi bir zamanda yapıldığı konusunda kuşku­ larımız var" dedi.

Toranyan, haftalık Nokta dergisin­ de yayınlanan bir Türk gazeteciyle yap­ tığı röportajda Türkiye’deki Frmcni- lerin baskı altında tutulduğunu iddia etti.

Ermeni sorununun çözümü için si­ lahlı mücadele yönteminin doğruluğu­ na inandıklarını açıklayan Toranyan, silahlı mücadelenin artık Ermeniler açı­ sından meşru bir yöntem haline geldi­ ğini söyleyerek, bu silahlı eylemlerin hedefinin sivil Türk halkı olmadığını.

hedeflerinin Türk devlet mekanizma­ sına karşı olduğunu da sözlerine ekle­ di. Toranyan ayrıca, bundan sonra

ekonomik çıkarlara saldırabilecekleri- ni, örneğin Türk gemilerini batırabile- ceklcrini de öne sürdü.

ışık Yönder toprağa verildi

İran'da Ermeni teröristleri tarafın­ dan geçtiğimiz hafta öldürülen işada­ mı Işık Yönder'in cenazesi, dün düzenlenen askerî bir törenle Zincirli- kuyu Mczarlığı’nda toprağa verildi.

Geçtiğimiz cumartesi günü Tah- ran'da vurulan ve girdiği komadan kur­ tarılamayarak hayatını kaybeden Işık Yönder için düzenlenen askerî törene

E r m e n i a n ı t ı n a

v MİLLİYET HABER MERKEZİ Paris’teki Ermeni anıtının açılma­ sına yurt düzeyinde tepkiler sürerken, Samsun Ticaret ve Sanayi Odası Yö­ netim Kurulu, Fransa’nın Ankara BU- yükelçiliği’ne gönderdiği telgrafta, Fransa hükümetinin beynelmilel terö­ ristlere yataklık ederek kazanacağı hiç­ bir şeyin olmadığı belirtildi.

İstanbul Vah Yardımcısı Haşan Ali özer. Harp Akademileri Komutanı Or­ general Recep F.rgun, Kuzey Deniz Sa­ ha Komutanı O rgeneral Orhan Karabulut, İstanbul Belediye Başkanı Bedrettin Dalan ve İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Yiğit ile Iran ve Pa­ kistan başkonsolosluğu yetkilileri de katıldılar.

t e p k i l e r s ü r ü y o r

Konya Valiliği ile çeşitli kuı oluşlar da, Fransa Cumhurbaşkanı, Başba­ kanı ve Ankara BUyükelçiliği’ne gön­ derdikleri telgraflarla anıtın açılışını protesto ettiler.

Diyarbakır’da ise kişi ve kuruluş­ lar gönderdikleri telgraflarla Ermeni anıtının açılışını kınadılar.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Fransa tarihinin çevreye en büyük zarar veren deniz kazası davasında petrol devi Total suçlu bulundu.. Frans ız mahkemeleri, 1999'da meydana gelen Fransa tarihinin çevreye en

Tasarı, göçmenlere, Fransa'ya gelmeden dil ve uyum sınavından geçme, aile getirebilmek için asgari ücretin 1.5 katını kazandığını ve geniş konutta kaldığını kanıtlama,

Türkiye’de kadınlar işgücü piyasasına katılsalar bile gerek toplumsal ve kültürel değerler gerekse hane içinde cinsiyete dayalı iş bölümü ve ataerki yapının

Bu itme gücü ancak yüz milyonlarca dolara mal olan pahalı la- zerler kullanarak, hatta daha da paha- lı tekniklerden yararlanarak, örneğin kontrolsüz füzyon yoluyla ya da

Vemalwada° Aka ÍJáth's iKodapqal /.. THE NIZAM OF HYDERABAD AND

He increased the collection wich finds from numerous excava­ tions he made, the most noteworthy being the Sidon sarcophagi discovered in 1887, which was one on

Edip Cansever çok yıllar önce şöyle yazmıştı: “Bu yorgun, bu üzünçlü yüreği / Benim değilmiş gibi, benim değilmiş gibi / Kimse görmeden şöyle bir yol

Yapılan araştırmada sınıf öğretmeni adaylarının çevre eğitimi özyeterlik algı ölçeğinden aldıkları puanların ortalamalarından elde edilen verilere göre;