TÜRKIYE'DE ~LK BEGL~KLER VE KAB~LEW S~YASi
B~RL~KLER~N ORTAYA ÇIKI~I
(1071-1175)
M. SA~D POLAT
Gokebelerin hakimiyetini esas alan tarihçiler, M. S. 1000-1500 aras~n~~ "göçebe imparatorluklar ça~~" olarak nitelendirir'. Gerçekten bu dönemde göçebeler o kadar geni~~ bir co~rafyaya yay~ld~~ ki, meskûn dünyada neredeyse ayak basmad~k yer b~rakmad~lar. Bat~~ Asya2 ve Bat~~ Asya'n~n en uç uzant~s~~ olan yar~mada da bundan yo~un olarak etkilendi. Burada ya~anan de~i~im öylesine dikkat çekiciydi ki, bir süre sonra yar~mada Latinler taraf~ndan Tur-kia (Turcia) olarak adland~r~ld~~ 3. Dolay~s~yla bu co~rafyan~n tarihinde, gö-çebe ve yangögö-çebe hayat süren Türkmenler ve onlar~n olu~turduklar~~ siyasi birlikler gözard~~ edilemeyecek kadar önemli bir yere sahiptir.
Halbuki ah~tlagelmi~~ (conventional) tarih yaz~m~nda göçebelere yer yoktur, bu yüzden onlar tarih d~~~d~r. Yerle~ik zihniyetin mensuplar~~ onlar-
William McNeill, The Rise of the West: A History of the Human Community, Chicago, 1963, 484-562; Jerry H. Bentley, "Cross-Cultural Interaction and Periodization in World History", American Historical Review, 101 (1996), 766.
2 Bat~~ Asya: Bu çal~~mada, Ural Da~lar~, Ural Nehri, Hazar Denizi ve güneyde Basra
Körfezi'ne do~ru çizilecek hatt~n bat~s~~ ve Basra Körfezi'nden Akdeniz'e kadar olan hat ile Ege, Marmara, Karadeniz ve Kafkas Da~lar~~ aras~ndaki kalan bölge Bat~~ Asya olarak tan~mlanm~~t~r. Bu co~rafi tan~mlamay~~ yaparken yard~mlar~n~~ esirgemeyen co~rafyac~~ Prof. Ramazan Özey ve Dr. Cemalettin ~ahin'e te~ekkür ederim.
3 Yar~madada Türklerin ya~ad~~~~ yerler için -bugünkü ad~na da ilham kayna~~~ olmu~-Turkia (Turda) tabirinin ~lk kez 1143'te bir Haçl~~ kroni~inde kullan~ld~~~na ~ahit oluyoruz (Odo of Deuil. De profectione Ludovici VII in orientem, trans. Virginia Gingerick Berry, New York, 1948, 86). Bu isme daha sonraki Latin kaynaklar~nda da rastlanmaktad~r (Friar William of Rubruck, "The Journal of Friar William of Rubruck 1253 to 1255", Contemporaries of Marco Polo, ed. Manuel Komroff, New York, 1928, 54; Simon de Saint-Quentin, Histoire des Tartares, pub. Jean Richard, Paris, 1965, 37. Ayr~ca ~u çah~maya da bkz. Elizabeth A. Zachariadou, Trade and Crusade, Venetian Crete and the Emirates of Menteshe and Ayd~n (1300-1415), Venice, 1983, 3-5). Buna binaen bu çal~~mada yar~maday~~ adland~r~rken, Türk göçIeri öncesi için "Küçük Asya" ad~n~, Türk gokleri sonras~~ için de, baz~~ tarihçilerin benimsedi~i fakat o dönemde Türklerin ya~ad~~~~ yerleri ifade etmeyen "Küçük Asya" ve "Anadolu" adlar~~ yerine (F. Taeschner, "Anadolu, Anatolia, Asia Minor", The Encyclopaedia of Islam, I, 461), ideolojik bir anlam yüklemeksizin "Türkiye" ad~~ kullan~lacak ve bununla da s~n~rlar~~ daha geni~~ olan bugünkü "Türkiye" de~il, dar anlam~yla o dönemdeki "Türkmenlerin ya~ad~klar~~ yerler" kastedilecektir.
62 M. SAID POLAT
dan söz etmek zorunda kald~klar~ nda ho~nutsuzluklar~ n~, kulland~ klar~~ kü-çümseyici ifadelerle her f~ rsatta dile getirirler. Bu tav~ r klasik gelene~in ta-kipçisi baz~~ Modern tarihçilerde de görülmektedir. Selefleri gibi onlar da "medenilik" ve "terakkryi as~ l, göçebeli~i ise bir zamanlar ya~anm~~, pek de önemsenmeyecek, dolay~s~yla fazla da üzerinde durulmamas~~ gereken bir "evre" olarak görmektedir. Fakat ah~~lagelen (convention)in hilafina, dö-neminde cereyan eden bu oldukça önemli siyasi ve içtimai de~i~imi fark eden ~bn Haldun, göçebeleri ve göçebeli~i nazariyesinin tam ortas~na yerle~-tirmi~tir4. Klasik gelene~in bir mensubunun tefekküründe göçebelerin bu denli önemli bir yeri i~gal etmesi, ancak onlar~~ yak~ ndan gözlemleme imkan~~ buldu~u "göçebe imparatorluklar ça~~ nda ya~am~~~ olmas~yla aç~ klanabilir. Yerle~iklerin burun k~v~ rd~~~~ göçebeleri tarihin konusu yapan ~bn Haldun-'un, onlarla ilgili gözlem ve tespitleri Türkmen tarihi çal~~malar~~ için de e~siz bir bilgi hazinesidir.
Günümüzde ise tarih yaz~ m~ndaki yeni aç~ l~ mlarla birlikte, kitabi
gele-nek taraf~ndan "iptidai varl~klar" olarak tan~ mlanm~~~ göçebelere, onlar~n za-viyesinden yakla~an ve yerle~ik toplumlarla ili~kiye girdiklerinde büyük me-deniyetler kurabildiklerini ortaya koyan oldukça önemli çal~~malar yap~lmak-tad~r. Türk tarihçili~inin ise bu de~i~im rüzgar~ ndan etkilendi~ini ~imdilik söyleyemiyoruz. Bu yüzden Fuad Köprülü, göçebeleri Türk tarihinin ayr~l-maz bir "parças~" olarak gören ilk ve tek Türk tarihçisi olarak kald~6. Onun bu "dikkat çekmesine ra~men her nedense, göçebeli~in en yo~un olarak ya-~and~~~~ Osmanl~-öncesi Türkiye tarihi ile ilgili yaz~ lm~~~ ve daha sonraki tarih-çilere yön vermi~~ önemli eserlerin birço~unda göçebelik üzerinde yeterince
4 ~ bn Haldun, Mukaddime, haz. Süleyman Uluda~, ~stanbul, 1988, I, 412 vd.
5 Bkz. Franz Oppenheimer, The State, New York, 1926. Oppenheimer'in bu eseri Türk-çeye de tercüme edilmi~tir: F. Oppenheimer, Devlet, çev. Alaeddin ~enel, Yavuz Sabuncu, ~stanbul, 1997; Richard Thurnwald, Die menschlif:he Gesellschaft in ihren ethnosociologischen
Grundlagen. Berlin, 1935, IV; Wolfram Eberhard, "Nomads and Farmers in Southeastern
Turkey Problems of Settlement", Oriens, VI/1 (1953), sa. 3249; W. Eberhard, Conquerors and
Rulers, Social Forces in Medieval China, Leiden, 1965.
6 O, çal~~malar~ nda daha çok Osmanl~~ Devleti'nin olu~umunu haz~rlayan siyasi, iktisadi ve toplumsal faktörler üzerinde durarak Osmanl~~ Devleti'nin olu~umunda etkin olan Türkmen kabilesi ve onun men~ei üzerinde odaklanm~~~ ve bu vesileyle de di~er Türkmen kabilelerini ara~t~rma konusu etmi~tir. Dolay~s~yla 1175 öncesi göçebe Türkmen kabileleri ve siyasi birlikler üzerinde fazlaca durmam~~ur bk.z. M. Fuat Köprülü, "Osmanl~lar~ n Etnik Men~ei Meseleleri",
Belleten, 28 (1943), sa. 219-313; F. Köprülü, "Kay Kabilesi Hakk~ nda Yeni Notlar", Belleten, 31
TÜRKIYE'DE ~LK BEGL~K LER 63
durulmam~~, göçebeler yerle~iklerin dünyas~~ içinde kaybolup gitmi~ ti'''. Türkmen tarihiyle müstakil olarak ilgilenen Faruk Sümer ise kaynak yöne-limli çal~~mas~nda klâsik anlat] (narradve)'mn d~~~na hiç ç~kmam~~ur8. Köp-rülü ve Sümer'den sonra, tasvni (descriptive) çal~~malar~yla Küçük Asya'daki göçebele~me (nomadization)'ye dikkat çeken Vryonis, seleflerinin gelene-gine uyarak göçebeleri "medeni yap~p tahrip eden" unsur olarak göstermeye devam etmi~~ ve bunu yaparken de göçebe ve göçebeli~in ne oldu~u üzerinde hiç durmam~~urg.
Ihtisas tart~~malar~~ bir kenara b~rak~lacak olursa, ah~ilagelmi~~ tarih ya-z~m~nda Osmanl~-öncesi Türkiye tarihi denilince ilk önce "Selçuklu Devleti Tarihi" akla gelmektedir: 1071 y~l~~ Türklerin yar~madaya giri~i, 1075 Türkiye Selçuklu Devleti'nin "kurulu~u",'° Sultan Keykubâd ile ba~layan "ikbal devri" ve onun ölümünden sonra gelen "duraklama" ve daha sonra "çökü~~ devri". Bilhassa, çok önemli olmas~na kar~~n, bugüne kadar kaynaklar~n yetersizli~i mazeret gösterilerek, 1071-1175 tarihleri aras~, özel birkaç çal~~ma d~~~nda 7 Bkz. Osman Turan, Selçuklular Zaman~nda Türkiye, ~stanbul, 1993. Hatta al~~~lagelmis
tarih yaz~rn~n~~ tenkit edip "alternatif tarih" yapt~klar~n~~ iddia eden eserler dahi bu konuyu bir bütün içinde ele alabilmi~~ de~illerdir bkz. Türkiye Tarihi, Osmanl~~ Devletine Kadar Türkler, haz. Ümit Hassan; Halil Berktay; Ayla (Mekan, ~stanbul, 1990, I. Di~erlerinden farkl~~ olarak Claude Cahen, ilk devirler için farkl~~ bir yakla~~m sergilemi~, ilk kez Türkiye'yi bir bütün olarak ele alarak al~~~lagelen'in d~~~ na ç~km~~t~r. XII. yüzy~l~n sonlar~na kadar gerçek bir devleeten sözedilip edilemeyece~i hususunda ku~kular ta~~d~~~~ hissini veren Cahen, bu konuda fazla detaya girmekten kaç~nm~~ur. Onun eserinde de Türkmenlere özel bir bölüm aç~lmam~~~ olsa da onlar hakk~nda "belgeler dahilinde" oldukça önemli bilgiler verilmi~tir Uz. Claude Cahen, 12 Turquie pri•-ottomane, Istanbul-Paris, 1988. Bunlar~n d~~~ nda, yerli ve yabanc~~ tarihçiler taraf~ ndan yap~lm~~~ -do~rudan veya dolayl~~ olarak Türkmen göçlerinin hemen sonras~ ndaki Türkiye tarihiyle ba~ka çal~~malar~n da oldu~unu belirtmek gerekir. Bunlar yeri geldikçe dipnotlarda zikredilecek, fakat kapsaml~~ historiogralik analizleri bu çal~~man~n s~n~rlar~n~~ a~acak~~ için ba~ka bir çal~~maya b~ralulacakur.
8 Faruk Sümer, O~uzlar (Türkmenler), ~stanbul, 1992 [ilk bask~~ 19671. Ayr~ca bu
çal~~mas~ndan önce kaleme alm~~~ oldu~u bir makalesinde ise, ilk göçIerde Küçük Asya'ya gelen Türkmenlerin yan~nda çok say~da yerle~ik Türkün göç etti~ini ve asl~nda Türkmenlerin göçebe olmad~klar~n~~ ispat etmeye çal~~~rken, adeta onlar~~ yerle~ikli~in içine hapsetmi~tir bkz F. Sümer, "Anadolu'ya Yaln~z Göçebe Türkler mi Geldi?", Belleten, 96 (1960), 567-94.
9 Sp. Vryonis Jr., The Decline of Medieval Hellenism in Asia Minor and the Process of Islamization from the Eleventh through the Fifteenth Centu~y, Berkeley, 1971; Sp. Vryonis, "Nomadization and Islamization in Asia Minor", Dumbarton Oalcs Papers, 29 (1975), ss. 41-71.
°° "Türkiye Selçuklu Devleti'nin kurulu~" tarihi olarak 1075'i kabul etmeyen tarihçiler de vard~r, geni~~ bilgi için bkz. ~brahim Kafeso~lu, "Anadolu Selçuklu Devleti Hangi Tarihte Kuruldu", Istanbul Üniversitesi Tarih Enstitüsü Dergisi, 10-11 (1979-1980), 20-8. Ayr~ca bu konuda bkz. Erdo~an Merçil, Müslüman-Türk Devletleri Tarih, Ankara, 1991, 105; Cahen, La Turquie, 12-3.
64 M. SA~D POLAT
henüz etraf~~ bir ~ekilde incelenmemi~tir. Nitekim uzun örnürlü olmamakla birlikte, en az Selçuklular kadar önemli bir siyasi birlik olan Dani~mendliler ile ilgili Türkçe müstakil bir çal~~ma hala yap~labilmi~~ de~ildir. Söz konusu döneme ili~kin çal~~malarda, Türkmenlerin yar~madada olu~turdu~u siyasi birliklerin her biri, yeterince bilinemedi~i için toplumsal yap~dan tecrit edi-lerek ele al~nm~~t~r. Amaçlar~~ sadece yüzey dalgalar~n~~ resmetmek olan mü-elliflerin kaleme ald~~~~ eserleri tek dayanak kabul eden kaynak yönelimli bu çal~~malar, öncekiler gibi sadece yüzey dalgalar~n~~ resmetmekle yednmi~ler-dir. Meseleler her defas~nda farkl~~ aç~lardan yeniden ele al~nmad~~~, be~er bilgisindeki aç~l~mlardan yeterince yararlan~lmad~~~~ sürece, hep bir önceki-nin tekrar~~ gelene~i, genç nesil tarihçilerin elini kolunu ba~layarak yeni so-rular sorup, cevaplar önermelerine engel olmakla kalmayacak, geçmi~~ tasav-vurumuz anlams~z malC~mat y~~~n~n~n cenderesinden hiçbir zaman kurtula-mayacakur.
Osmanl~-öncesi Türkiye tarihinin ilk dönemleriyle, yani Türkmenlerin göçünden hemen sonraki dönemle ilgili çal~~malara genel olarak bak~ld~ -~~nda, bu co~rafyada ortaya ç~ km~~~ siyasi birlikler ve bunlar~n yap~ lanmalar~~ üzerinde yeterince durulmad~~~~ görülecektir. Bu yüzden çal~~mam~zla, söz-konusu meselelerle ilgili yeni sorular sorup cevaplar önererek, mevcut görü~-lere mütevaz~~ bir katk~~ amaçlanmaktad~r.
Mesela, "Navekiyye Türkmenlerrnden Kutalm~~~ o~lu Süleyman,12 let kurarken" nas~l bir zihniyete sahipti? "Selçuk soyundan gelmek" bir "dev-let kurmak" için yeterli miydi? Yar~madada ortaya ç~kan siyasi birlikler ger-çekten batiasya gelene~i'ne göre mi te~kilatlanm~~t~? Göçebe Türkmenlerin yo~unlukta oldu~u ve beg'ler hiyerar~isinin hüküm sürdü~ü bir toplulu~a ald~rmadan, bauasya gelene~i'ne göre bir "devlet kurmak" mümkün müydü? Me~ruiyetini göçebe Türlunenlerden mi yoksa yerle~ik ahaliden mi al~yordu? E~er batiasya gelene~i'ne göre te~kiladanm~~~ ve me~ruiyetini yerle~iklerden alan bir devlet idiyse, Türkmenlerin buna kar~~~ tepkisi ne olmu~tu? ~ayet bu yap~~ bauasya gelene~i'ne uymuyorsa Süleyman ve haleflerinin sultan unva- 11 Mo~ol istilâs~ na kadar Türkiye'nin iktisadi ve içtimai yap~s~~ üzerine yapt~~~m doktora
çal~~mas~nda (M. Said Polat, Mo~ol ~stilas~na Kadar Türkiye Selçuldular~'nda ~çtimai ve iktisadi Hayat, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Türkiyat Ara~t~rmalar~~ Enstitüsü, 1998), sözkonusu eksiklik bir ölçüde giderildi~i için, burada o çal~~mada esaslar~~ konmu~, fakat üzerinde detayl~~ bir ~ekilde durulmarm~~ siyasi te~ekküller farkl~~ cephelerden ele al~nacakt~r.
12 S~ bt ~bnü'l Cevzi, "Mir'âtü'z-zaman fi tarihil-âyan (Kay~p Uyünü't-tevârih'ten
TÜRKIYE'DE ~LK BEGL~K'LER 6.5
n~n~~ kullanmas~ n~~ nas~l de~erlendirmek gerekir? Ayr~ca yeni te~ekkül etmi~~ bu siyasi yap~ya hangi zihniyet hâkimdi? Yerle~ik zihniyet mi yoksa göçebe zihniyet mi? Göçebe zihniyet hâkim idiyse, bu hâkimiyet ne zamana kadar devam etti ve ne gibi de~i~imler geçirdi? Selçuknâme yazar~~ ~bn Bibi (öl. 696/1296'dan sonra) eserinde 588/1192 öncesi olaylar~na neden yer ver-memi~ti? Gerçekten söyledi~i gibi daha önceki döneme dair yeterince bilgi bulamam~~~ mi, yoksa o dönemdeki göçebe zihniyetin hâkimiyetini farketrni~, fakat yerle~ik zihniyetin kat~~ bir mensubu oldu~u için kendine ula~an bilgi-leri kayda de~er bulmayarak eserine almam~~~ m~yd~? Bu ve bunun gibi daha cevaplanamam~~~ pek çok soruyu s~ralamak mümkündür. Bu çal~~mada, 1071in hemen akabinde olu~an siyasi birliklere genel olarak de~inildikten sonra, di~erlerine nazaran uzun ön~ürlü oldu~u, üzerinde daha çok durul-du~u için, tipik hususiyetlerini de resmetrnek maksad~yla, a~~rl~kl~~ olarak Selçuklu örne~i üzerinde durulacak ve yeri geldikçe bu sorulara da cevap ve-rilmeye çal~~~lacakt~r.
~/ tutmak için sürekli bat~ya do~ru hareket eden Türkmenler, XI. yüzy~ -l~n ba~~ndan itibaren de Küçük Asya'ya ak~nlar düzenlemeye ba~lad~ ". Ke~if mahiyetindeki ak~nlar 1071 y~l~na kadar artarak devam etti. Bu ak~nlarla bir-likte yar~madaya Türkmen ailelerden s~zmalar da oldu". Bu s~zmalar 1071 Malazgirt Sava~~n~n kazan~lmas~ndan sonra büyük bir göç dalgalas~na dö-nü~tü. 1080 y~l~na gelindi~inde ise ba~~nabuyruk begler idaresindeki Türk-menler yar~madan~n neredeyse tamam~n~~ ele geçirmi~ti".
Yerle~ik ve gelenekçi zirai bir topluma, töre'ci ve pragmadst büyük bir göçebe kitlesinin dahil olmas~yla birlikte, yar~madan~n göçebele~me süreci tamamlanm~~~ oldu. E~er bu gelenler say~ca az olmu~~ olsayd~, kendi dünyala-r~na çekilecekler, belki de zaman içersinde yerle~iklerin aras~nda eriyip gide-ceklerdi, fakat böyle olmad~. Çünkü yar~mada, yerle~ik nüfusun eritebilece-~inin çok üzerinde bir Türkmen kitlesinin göçüne maruz kalm~~t~. Mevcut
13 ~. Kafeso~lu, "Do~u Anadolu'ya ~lk Selçuklu Ak~n~~ (1015-1021) ve Tarihi Ehemmiyeti", 60. Do~um Y~l~~ Münasebedyle Fuad Köprülü Arma~an~ , ~stanbul, 1953, 259-274.
14 Mült~-imin Halil '(inanç, Türkiye Tarihi, Selçuklular Devri, ~stanbul, 1944, 36 vd; C.
Cahen, Türklerin Anadolu'ya ~lk Giri~i (XI. Yüzy~l~n ~kinci Yar~s~), çev. Ya~ar Yücel; Bahaddin Yediy~ld~z, Ankara, 1992; Ali Sevim, Anadolu'nun Fethi, Selçuklular Dönemi, Ankara, 1993.
15 F. M. Brosset, Histoire de la Göorgie depuis l'antiquitö jusqu'an XIXe siöcle,
Saint-Petersburg, 1849-58, I, 346-9, 359; Anna Komnena, Alexiad, çev. Bilge Umar, ~stanbul, 1996; Urfal~~ Mateos, Vekayi-nâmesi (952-1136) ve Papaz Grigor'un Zeyli (1136-1162), çev. Hrant D. Andreasyan, Ankara, 1987, 155-6; Turan, Türkiye, 37 vd.
66 M. SAID POLAT
yap~lar çok geçmeden altüst oldu". ~lk önce gayrimüslim ahali sindirildi. Küçük çapl~~ direnmelerle kar~~la~salar da güçsüz, itaate dünden raz~~ ve her istediklerini yapurabilecekleri bir toplum ile kar~~~ kar~~ya olan Türkmenler, kendilerini bu topraklar~ n tek hâkimi olarak görmeye, y~llarca cendere içinde ya~aman~n öfkesini ç~karmaya ba~lad~lar. Bu zihniyet yar~madan~n ne-redeyse her yerine hâkim oldu. Bizans'~n ayakta tutmaya çal~~t~~~~ merkezi, kat~~ bürokratik yap~~ buna uzun süre dayanamad~~ ve kendili~inden çözüldü. K~sa sürede yeni yap~lar~n ne~vünema bulabilece~i uygun bir zemin olu~tu. ~~ te bu toplumsal ve siyasi de~i~im dönemi, yani 1071-1175 aras~ , Türkiye Ta-rihi aç~s~ndan yerle~iklerin sindi~i, yerle~ik zihniyetin hakim konumdan mahk~lm konuma geçti~i, buna kar~~n göçebe zihniyetin hakim oldu~u, ~bn Haldun'un tabiriyle "bedevilik/beclavet", ba~ka bir ifadeyle de "kabileci-lik/tribalism" devri olarak adland~rabilir.
Bu dönemin en belirgin hususiyeti göçebeler ve göçebelik gözden kaç-t~~~~ için, Küçük Asya'ya ilk göçlerde gelen Türklerin yerle~ik mi göçebe mi oldu~u meselesi tarihçiler aras~ nda uzun süre polemik konusu olmu~tur. Baz~~ tarihçiler, bunlar~n hemen hepsinin göçebe oldu~unu savunurken, buna kar~~n baz~lar~~ da yerle~iklerin ço~unlukta oldu~unu iddia etmi~tir 17. Daha önce de belirtildi~i gibi bu tart~~malar~n temelinde, göçebeler hakk~n-daki bilgi eksikli~i ve yerle~iklerin onlar~~ "tekâmül etmemi~" insanlar olarak tan~mlamas~~ yatmaktad~r. Çok iddial~~ olmamak kayd~yla, ufkumuzu geni~le-tebilecek yeni hipotetik de~erlendirmeler eksik bilgilerimizi ve pe~in hü-kümlerimizi bir daha gözden geçirmemize vesile olabilir. Bunun için önce göçün niteli~ine k~saca temas etmek gerekiyor: Yerle~ikler gönüllü göçe hiç-bir zaman meyilli de~ildir, yerlerini yurtlar~n~~ ancak bask~ya maruz kald~kla-r~ nda terkederler. Göçebelerle yerle~iklerin birlikte göç etmeleri ise hayat tarzlar~n~ n farkl~l~~~~ sebebiyle neredeyse imkans~zd~ r. Daha önce göçebe iken yerle~ikli~e geçmi~~ ve bask~lar kar~~s~ nda tekrar göçebe hayata dönmü~~ aileler ancak göçebelerin göçüne kat~labilirler. ~ç Asya'dan ç~k~p bat~ya
Vryonis, The Decline, 69 vd.
17 Küçük Asya'ya Türk göçIeri üzerine kapsaml~~ bir çal~~ma henüz yap~labilmi~~ de~ildir.
1071 öncesi bir kenara b~ rak~lacak olursa, 1071 sonras~~ Türkmen ve Türk göçü üzerine bugüne kadar birçok spekülâsyon yap~lm~~t~r. A~a~~~ yukar~~ üzerinde ittifak edilen görü~~ ise yar~ madamn 1071'den itibaren iki büyük göç dalgas~na maruz kald~~~d~r. Bu göç dalgas~n~ n ilkinde daha çok göçebe ve yar~göçebe Türkmenler, ikinci göç dalgas~nda ise yerle~ikler gelmi~tir. Bu kitlesel göçlerin XIII. yüzy~l~ n ilk yar~s~ n~ n sonlar~ na do~ru kesildi~i tahmin edilmektedir (Polat, 58 vd.). K~~. Sümer, "Anadolu'ya Yaln~z Göçebe Türkler mi Geldi?", ss. 567-594.
TÜRK~YE'DE ~LK BEGL~K'LER 67
do~ru hareket eden göçebe Türkler, uygun yerlerde konaklaya konaklaya yollar~na devam etmi~lerdir. Hatta baz~~ önemli ~ehirleri hâkimiyetleri alt~na alarak civar~nda uzun süre konuçland~klar~ndan yerle~ikli~e meyilli unsur-lar~, bilhassa elit'i yerli ahali ile kayna~arak göçten kopmu~tur. Yerle~iklerin kabul etmedi~i, fakir ve güçsüz büyük kitleler ise nevzuhur liderlerin pe~inde göçe devam etmi~lerdir. Böylece göçebeler her konuçlanmada, bünyelerin-deki yerle~ik hayata yatk~n unsurlar~~ kaybetmi~tir. Bunun en yo~un ya~and~~~~ yer de iran co~rafyas~~ olmu~tur. Türkmen elit'inin önemli bir k~sm~~ burada yerle~mi~~ ve ilk kabilevi siyasi birlik de burada te~ekkül etmi~tir. Yerle~ikleri rahats~z eden, ço~unlu~u fakir ve güçsüz zümreler ise Küçük Asya'ya sevke-dilmi~tir. Fakat ~ss~z, geni~~ otlaklar~n sundu~u zenginlikler ve ilk ak~nlar s~ra-s~nda yap~lan ya~ma" sayesinde bu fakir ve güçsüz Türkmenlerin ço~u k~sa
18 Ya~ma kelimesi, Türk Dil Kurumu sözlü~ünde çapul ve talan anlam~nda Farsça as~ll~~ bir kelime olarak kaydedilmi~tir (Türkçe Sözlük, haz. Hasan Eren; Nevzat Gözayd~n; ~smail Parlaur; Talat Tekin; Hamza Zülfikar, Ankara, 1988, II, 1578). Muhammed Muin ise haz~rlad~~~~ Farsça sözlükte bu kelimenin Türkçe oldu~unu, bir Türk kabilesinin ismi olarak kullan~ld~~~~ gibi talan anlam~na da geldi~ini belirtmektedir (Muhammed Muin, Ferheng-i Farisi, Tahran, 1360 h.~., IV, 5258). A. ~nan kelimenin, etraf~na bask~ nlar düzenleyen Ya~ma kabilesinin isminden geldi~ini dü~ünmektedir. Kelimenin tarihi ise ancak XII. yüzy~la kadar götürülebilmektedir (Abdülkadir ~nan, "Han-~~ Ya~ma Deyiminin Kökeni", Makaleler ve incelemeler, Ankara, 1987, I, 646). Burada, etimolojik tetkiki ehline b~rakarak, göçebelerin s~ k s~ k ba~vurdu~u ya~ma'n~n mahiyeti üzerinde biraz durmak gerekiyor. Tarihi metinlerdeki malümata göre üç tür ya~ma'dan söz edilebilir; birincisi göçebelerin, üzerinde hakimiyet kuracaklar~~ yerle~ik ahaliyi sindirmek ve itaate zorlamak maksad~yla yapt~~~~ ya~ma (O~uz Destan~, haz. A. Zeki Velidi Togan, ~stanbul, 1982, 27-8), ikincisi göçebelerin, büyük bir buhran ve karga~a içine dü~tü~ünde yapt~~~~ ya~ma (bkz. dipnot 24) üçüncüsü ise bunu kendine i~~ edinmi~~ göçebe ailelerin yapt~~~~ ya~ma. Her ne kadar ya~ma yerle~iklerce talan ve tahrip ile e~~ anlaml~~ ise de, çad~rdan (XI. yüzy~lda kenç liyii, hanlar~n dü~iinlerinde veya bayramlarda ya~ma edilmek üzere kurulan sofra) saraya ta~~nan bir toy(l~ân-~~ ya~mâ/ya~mah toy) olmas~ na bak~l~rsa, göçebe Türk toplumunda ya~ma kelimesine hiç de olumsuz bir anlam yüklenmedi~i görülür (~nan, "Han-~~ Ya~ma', I, 646-8; ~. Kafeso~lu, Sultan Meliksah Devrinde Büyük Selçuklu imparatorlu~u, ~stanbul, 1953, 137, dipnot 3). Geçmi~te kelimenin kazanm~~~ oldu~u anlamlar~~ teferruauyla bilmemekle birlikte, anlam~n~n bugünkünden daha geni~~ oldu~u rahatl~kla söylenebilir. Nitekim Türkmen kabileleri nezdinde oldukça önemli bir yeri olan ya~mah toya itibar sahibi begler davet edilirken gözden dü~mü~~ begler ça~r~lm~yordu (Dede Korkut Kitab~, haz. Muharrem Ergin, Ankara, 1994, I, 243-4). Anla~~lan o ki ya~ma göçebe Türklerde iç dayan~~may~~ kuvvetlendiren önemli bir ritiieldi. Türkmenler hakk~ndaki bilgimiz yerle~iklerin verdikleriyle s~ n~rl~~ oldu~undan bu kelimenin bugünkü anlam~, yerle~iklerin bu kelimeye yüldedi~i anlamla sinirli kalm~~t~r. Bütün bunlara ilaveten s~rf yerle~iklerce yap~ld~~~~ için me~ru kabul edilen, sava~ta kar~~~ taraf~n canl~-cans~z her ~eyine el koyma yani g-animet alma ile göçebelerin ayn~~ ~ekilde kar~~~ taraf~n canl~-cans~z her ~eyini zorla almas~~ yani ya~ma etmesi aras~ nda hiçbir fark olmad~~~n~~ özellikle belirtmek gerekir. Bu yüzden yerle~ikleri nas~l sadece bir vasfiyla, "ganimetçi" olarak, adland~rm~yorsak, göçebeleri de tek bir vasf~na bakarak
68 M. SA~D POLAT
sürede zengin oldu. Göçebeler için cazibe merkezi haline gelen yar~mada, bu büyük göç dalgas~ndan sonra da, yerle~ik hakimiyetindeki yerlerde tutu-namayan Türkmen kabilelerini kendine çekmeye devam etti19.
Bütün bu göstergelerin d~~~nda, yar~madada bir süre sonra te~ekkül edecek toplumsal ve kültürel yap~ya bak~ld~~~nda da ilk göçlerde Küçük Asya'ya göçebe ve yar~göçebe hayat süren Türkmenlerin göç etti~i görü~ünün daha kabul edilebilir oldu~u görülecektir. Yerle~ikler, bilhassa modern-öncesi dönemde, etnik kimliklerinden bugünküne nazaran daha çabuk s~yr~ld~klar~, bulunduklar~~ yerlerin hayat tarz~na daha kolay uyum sa~lad~klar~~ için farkl~l~klar~n~~ da ayn~~ h~zda kaybediyorlard~. Halbuki göçebeler, hayat tarzlar~~ yerle~iklerle iç içe ya~amaya müsait olmad~~~~ için, farkl~l~klann~~ koruyabilmekte ve bunu bir yerden ba~ka bir yere büyük çapl~~ etkile~im ve de~i~ime maruz kalmadan ta~~yabilmekteydi. Nitekim yar~madaya otantik Türk dilini ve kültürünü de yerle~iklerin burun k~v~rd~~~,
"ya~mac~" olarak adland~ramaya. T~pk~~ ganimet al~nak gibi ya~ma etmek de iktisadi ve siyasi bir anlam ta~~maktayd~. Nas~l yerle~iklerin tek geçim kayna~~~ ganimet de~il ise göçebelerin de tek geçim kayna~~~ ya~ma de~ildir. Ganimet almak, ganimeti alan için me~ru, ganimet almanlar için gayrime~ru bir eylem ise ve bu talan anlam~na geliyorsa, ya~ma edenler için de ya~ma me~ru, ya~ma edilenler nazar~nda ise talan ve tahrip anlam~na gelir. Bu hadiseye nereden baluld~~ma ba~l~d~r. Dolay~s~yla her iki tarihi kavrama da de~er yilklemeden yakla~mak gerekir. Sonuç olarak ya~ma kelimesi bu çal~~mada, anlam daralmas~na u~ram~~~ bugünkü Türkçedeki anlam~yla de~il, tarihi bir kavram olarak daha geni~~ anlamda kullamlacakt~r.
19 Konumuzla do~rudan ilgili olmamakla birlikte yerle~iklerin göçü meselesine gelince;
~ehir hayat~n~n en parlak devirlerinden birini ya~ayan Selçuklu idaresindeki ~ran'a varl~kh ve yönetimle uyu~abilecek yerle~ik unsurlar göç ederken, beglilc ve kabilevi siyasi birliklerin hâkim oldu~u, yerle~iklige mahsus hiçbir gücün henüz hikimiyet kuramad~~~~ Türkiye'ye ise islâm dünyas~ndaki "kurulu düzene uyum sa~layamayan marjinal yerle~ikler göç edecektir. Horasan civar~ndaki heterodoks dervi~ler, islim dünyas~ndaki dil~üncelerinden dolay~~ d~~lanan ilim adamlar~, maceray~~ seven tacirler ve ~ehirlerde i~siz güçsüz dola~an aylaklar, Türkiye'ye göç eden ilk yerle~ilderdi (F. KöpriiIii, Türk Edebiyaunda ~lk Mutasavv~ flar, Ankara, 1984, 57-8, 111-112 vd.; Ahmet Ya~ar Ocak, Baballer isyan~, Alevili~in Tarihsel Altyap~s~~ Yahut Anadolu'da ~slam-Türk Heterodoksisinin Tesekkühl, ~stanbul, 1996, 55 vd). Çünkü bulundu~u yere uyum sa~lam~~, düzenini kurmu~~ ve i~~ güç sahibi insanlar~n, ~ehir hayat~n~n canl~~ bir ~ekilde ya~and~~~~ bölgeler dururken, hiçbir sebep yokken nelerle kar~~la~aca~~~ belli olmayan bölgelere göç etti~ini dü~ünmek çok iyimser bir yakla~~m olur. Dolay~s~yla bu ilk göçleri Mo~ollarm sebep oldu~u ikinci göç dalgas~ndan ay~rmak gerekir, çünkü bu ikincisinde ~iddet ve bask~lar yüzünden kitleler hâlinde her zilmreden insan bat~ya do~ru göç etmek zorunda kalm~~t~r. Sonuç olarak denilebilir ki, Iran Selçuklu Devleti'nin ortadan kalkmas~~ ve Selçuklularl~n hâkimiyet sa~lay~p bauasya devlet yap~s~na geçme sürecinin ba~lamas~ndan sonra Türkiye, yerle~ilder için cazip hile gelmi~~ ve ancak bundan sonra yerle~ik unsurlar bir bir göç etmeye ba~lam~~t~r.
TÜRK~YE'DE ~LK BEGL~K'LER 69
Halifenin "kafir" olarak vas~fland~rd~~~,2° ~ehir dini ~slâm~n inanç formlar~n~~ özümseyememi~~ bu fakir "göçebe" zümreler ta~~m~~t~r. Türkiye ve Azarbey-can havalisinde Türkçeyi, dilcileri bile hayrete dü~ürecek ~ekilde iyi koruyan-lar da yine bu ilk göçlerde gelen kesif göçebe Türkmen topluluklanyd~. Do-lay~s~yla ~slâmla~ma'dan öte bir Türkle~me olarak nitelendirebilece~imiz bu kültürel ve siyasi yap~, XIII. yüzy~l öncesinde ~ekillenmi~~ ve bu ~ekli verenler de göçebe ve yangöçebe hayat süren Türkmenler olmu~tur.
Türkmenler yar~madaya, sadece kat~~ adet ve töre anlay~~~yla muhafaza edilmi~~ farkl~~ bir kültürü ta~~mad~, ayn~~ zamanda kendi yönetim anlay~~lann~~ da getirdiler. Bu yüzden yar~madadaki siyasi olu~umlar~n tamam~~ da ilk ba~-larda kabilevi niteli~ini korudu. Uzun süren buhran ve mücadele döne-minde askerile~mi~~ (militarization) Türkmen kabileleri içinden yeni yeni "kahraman"lar (begler) ç~karm~~,2° çevresini kollayan, a/p'lik saikiyle müca-dele edip hiçbir otoriteye boyun e'gmeyen bu "kahraman"lar, ele geçirdikleri yerlerde ba~~ml~, ba~~ms~z hâkimiyet alanlar~~ olu~turmu~tu22. Bir süre sonra da bu hâkimiyet alanlar~nda, gücü göçebe ve yangöçebe hayat süren,
askeri-le~mi~~ Türkmenlere dayanan beglikler olu~tu. Mükrimin Halil )(inanç
bun-lardan ondokuz tanesini tespit edebilmi~, fakat baz~lar~n~ n hâkimiyet alanla-r~n~~ tespit etmekle birlikte begilerinin ad~ n~~ verememi~tir. Yinanç ve daha sonraki tarihçilerin çal~~malar~~ sonucunda, begleri ve bugünkü yer adlar~yla hakimiyet alanlar~~ tespit edilmi~~ beglikler ~unlard~: Üssü Erzurum olmak üzere, Kars, Ardahan, Bayburt ve bütün Çoruh havzas~na Ebu'l-Kas~m, üssü Erzincan olmak üzere Gümü~hane ve Divri~i bölgesine Mengücek, üssü Sivas olmak üzere Niksar, Tokat, Amasya, Çorum havalisine Dani~mend, Sinop, Kastamonu ve Çank~n'ya Karatekin, Elbistan ve Mara~~ havzas~na Buldac~, ~zmir havalisine Çaka, Efes ve civar~ na Tanr~bermi~, üssü Harput olmak üzere Dersim, Genç ve Pötürge m~nt~kas~na Çubuk, eski Bitinya havalisine Kutalm~~~ o~lu Süleyman, Diyarbak~r'a Y~nalcilu ~brahim, Siirt'e K~z~l Aslan, Erzen'e Alptekin, Ahlat ve civanna Sökman el-Kutbi hfficimdi".
20 Bar Hebraeus, Ab~rl-Farac Tarihi, çev. Ömer Riza Do~rul, Ankara, 1987, I, 302.
21 Göçebe topluluklar~n askerile~mesi için bkz. Nicola Di Cosmo, "State Formation and
Periodization in Inner Asian History", journa/ of World History, X/1 (1999), 17-9.
22 Mihail (Süryani Patrik), Vakayinâme, çev. Hrant D. Andreasyan, (TTK. ad~na tercüme
edilmi~~ henüz yay~mlanmam~~ur), 1944, 65.
23 Bu beglikler hakk~nda geni~~ bilgi için bkz. Y~nanç, Türkiye, 134-6; Akdes Nimet Kurat, Çaka: ~zmir ve Yak~n~ndaki Adalar~n ~lk Türk Hakimi, ~stanbul, 1936; F. Köprülü, "Artuk O~ullar~", ~slam Ansiklopedisi, I, ss. 617-625; A. Sevim, "Sökmen", ~slam Ansiklopedisi, X, sa. 763-766; A. Sevim, "Artuklular~ n Soyu ve Artuk Bey'in Siyasi Faaliyetleri", Belleten, 104 (1962),
70 M. SA~D POLAT
Görgü ~ahitleri 1 071 sonras~m, büyük kar~~~kl~klar~n, bask~~ ve buhran~n birlikte ya~and~~~~ bir musibeder devri olarak kaydetrni~tir. Bu durum bütün bunlar~n müsebbibi Türkmenlerin de asl~nda büyük bir buhran içinde oldu-~unu gösteriyor. Çünkü göçebe topluluklarda ya~anan iç buhran, d~~ar~ya daima ya~ma ve tedhi~~ olarak yans~maktad~r24. Türkmenler fakirle~menin ve uzun zamandan beri yar~ madan~n s~n~r~nda s~k~~~p kalman~n verdi~i öfkeyle hareket ediyorlard~ ". Yerle~ik ahaliden harac (tribute) verenler itaat etmi~~ kabul edilirek ya~-madan kurtulurken,26 direnenlerin mallar~~ al~n~yor, çocuk-lar~~ ve kad~nçocuk-lar~~ esir pazarlar~na sevkediliyordu27. D~~ar~da böyle bir müca-dele içindeyken, hâkimiyet m~nt~kalar~n~~ ellerinde tutabilmek kayg~s~yla kendi aralar~nda da ac~mas~z bir mücadele ba~latm~~lard~. Asl~nda yar~ma-daya hâkim olan bu yanhukuksuzluk (semilawlessness) ola~and~~~~ bir ge-li~me de~il, bütün göçebe topluluklarda siyasi olu~umlar arefesinde s~kça görülen bir durumdu". Karga~a ve buhran~n sebep oldu~u hercümerç or-tam~~ Türkmenleri bir ba~ka beklenti, ba~~na buyruk hareket eden "kahra-man"lar ( begler) içinden, parçal~~ ve birbirine dü~mü~~ toplulu~u derleyip
ss. 121-146; O. Turan, Do~u Anadolu Türk Devletleri Tarihi, ~stanbul, 1980; Cahen, Giri~, 38 vd.; Cahen, La Turquie, 49-54; F. Sümer, Selçuklular Devrinde Do~u Anadolu'da Türk Beylilderi, Ankara, 1990; Merçil, Müslüman-Türk Devletleri, 103 vd.; Ali b. Salih el-Muhaymid, el-Dân~~mendiyyün, iskenderiye, 1994; A. Sevim-E. Merçil, Selçuklu Devletleri Tarihi, Ankara, 1995, 428, 432; Gülay Ö~ün-Bezer, "Harput'ta Bir Türkmen Beyli~i Cubuko~ullar~, Belleten, 230 (1997), sa. 67-92.
24 Komnena ya~ma'n~ n bir "Türk âdeti" oldu~unu kaydeder (Komnena, 484). Halife, Tu~rul beg (1040-1063)'e gönderdi~i mektupta ~öyle bir ifade kullan~yordu: "...Miiminlerin ba~~na kaf~rleri (göçebe Türkmenleri) geçirmekten çekinmelisiniz". Hiç ~üphesiz bu ifade, yerle~ik zihniyetin Türkmenlere balu~~m yans~tmas~~ bak~ m~ ndan oldukça manidard~r. Iran hâkimi Tu~rul beg gönderdi~i cevapta ise ~u ifadeleri kullan~r: "Ben dürüst hareket için dikkat ediyorum. ~ayet yan~ mdaki aç kimselerden baz~lar~~ kötülük ediyorlarsa buna kar~~~ ne yapabilirim?" (Bar Hebraeus, 302). Bu sözler, açl~~~n ve buhran~ n Türkmenleri ya~ma ya sevketti~inin içlerinden biri taraf~ ndan dile getirilmesidir. Yine ayn~~ müellif Tu~rul beg'in Balad ~ehrinin ya~malanmas~ na müsade etmesinin gerekçesini ~öyle naklediyor: "Hazinelerimizin bo~~ oldu~unu, beraberimizde olan kimselerin aç kalmak yüzünden bizi tazyik ettiklerini ve ya~makâ~l~ktan ba~ka bir suretle yiyecek bulman~ n imkânsiz oldu~unu görüyorsunuz. Bu ak~am gidiniz, ~ehrin büyük küçük ahalisini getirerek evlerinden ne almak mümkün ise hepsini al~n~z. Bunun üzerine Türkmenler de ~ehre girerek ne var ne yok ya~ma ettiler" (Bar Hebraeus, 309). ~~te benzer bir durum bu kez Küçük Asya'da ya~an~yordu.
25 Polat, 624.
28 O~uz Destan~, 34. Kabilevi siyasi birlik'in (nomadic state) en önemli geliri içerden ve
d~~ardan ald~~~~ harac (tribute)'d~r bkz. Di Cosmo, 24 vd.
27 Brosset, 348; Mateos, 107-8; Komnena, 118, 124, 347, 440, 442, 480-1, 514-5.
28 Bütün buhranlardan sonra mutlaka bir siyasi birlik te~ekkül etmese de her siyasi olu~umun öncesinde bu tür buhranlar mutlaka ya~an~yordu bkz. Di Cosmo, 14-5.
TÜRK~YE'DE ~LK BEGL~KLER 71
toparlayacak, güçlü ve karizmatik lider beklentisi içine de sokrnu~tu. Nite-kim çok geçmeden bu beklenti gerçekle~ti ve Bitinya havalisinin hâNite-kimi (beg-'i, t~pk~~ Tu~rul beg gibi), Türkmenler aras~nda ~öhret bulmu~~ Selçuk soyundan gelen Kutalm~~~ o~lu Süleyman, yar~madada begler hâkimiyetinin en zay~f oldu~u bir bölgede cazibe alan~~ olu~turup di~er beg'leri de pirumus interpares olarak etraf~nda toplamay~~ ba~ard~. Böylece Bat~~ Asya'da bir kabi-levi siyasi birlik daha te~ekkül etmi~~ oldu.
29 Kutalm~~~ o~lu Süleyman'~n ismine ilk kez 1072'de, Alparslan'~n ölümü ve Meliksah'~n
tahta geçti~i s~ralarda, F~rat havzas~nda rastlan~yor (Sevim-Merçil, 421). 1074-75'den önce ise Bithinya havalisindedir (Azimi Tarihi, Selçuklularla ilgili Bölümler, yay. Ali Sevim, Ankara, 1988, 16). Süleyman'~n bu bölgedeki faaliyetleri tarihçilerin bir k~sm~~ taraf~ndan "devlet kurma" ~eklinde alg~ lanm~~ t~ r (Turan, Türkiye, 54; Sevim, Anadolu'nun Fethi, 117). Halbuki o bu tarihlerde beglikini güçlendirerek kabilevi siyasi birlik haline getirme mücadelesi veriyordu. Bu çal~~mada Türkiye'de te~ekkül eden beglik ve kabilevi siyasi birliklerin te~ekkülilyle ilgili kesin bir tarih vermemeye özen gösterilmi~tir. Bugüne kadar, yerle~iklerin kurmu~~ oldu~u bir devletin kurulu~~ tarihini tespit eder gibi meseleye yakla~an tarihçilerin Türkiye'de te~ekkül eden beglik
ve kabilevi siyasi birliklerin olu~umuyla ile ilgili kesin tarihler üzerinde uzla~amamas~n~n
alt~nda, bu siyasi birliklerin kabilevi niteliklerini göz önünde bulundurmamalar~~ yatmaktad~r. Begliklerin ve kabilevi siyasi birliklerin te~ekkillüne dair kesin bir tarih vermek neredeyse imkans~z görünüyor. Çünkü o ça~da ya~ayan vak'anüvistler dahi bu konuda kesin tarihler veremiyorlar. Bu meseleyle ilgili tarihi metinlere müracaat edildi~inde milelliflerin genelde suskun kald~klar~~ ya da duyduklar~~ haberlere kendilerince anlamlar yiikleyerek tahmini tarihler verdikleri görülmektedir. Dolay~s~yla bu malûmat, kaynak yönelimli çal~~malar yapan tarihçileri de yan~lg~ya sevketmektedir. O halde tarih tespitine yo~unlasmak yerine, burada olu~an siyasi yap~n~n niteli~i üzerinde durmak daha anlaml~~ görünmektedir. ~ç Asya'daki kabilevi anlay~~~ Türkmenlerle birlikte Küçük Asya'ya da ta~~nm~~t~r. Çünkü ~ç Asya'da kabilevi siyasi birlik ( tribal
confederation)'i kuran lider ve onun kabilesi di~er kabile ve liderler içinde ayr~cal~kl~~ bir
konuma yükselerek önce iç bütünlü~ü sa~lar ve daha sonra da d~~ar~da kalan kabileleri birli~e gönüllü veya zorla dahil eder. Bu liderin ölümünden sonra ise ayn~~ soydan gelen biri onun yerini al~r. Eberhard bunu Türk tipi organizasyon (Turkish type of organization) olarak tan~mlar bkz. Eberhard, Conquerors, 116-7. Benzer özellikler, 1071'den sonra Küçük Asya'da te~ekkül eden siyasi birlikler de vard~r. Göçebelerin siyasi birlikler olu~turmalar~~ ve bunlar~n olu~um süreci oldukça karma~~kt~r. Muhtelif siyasi te~ekküller mevcut olmakla birlikte, genelde bunlar üç ba~l~k alt~nda mütalaa edilebilirler: Birincisi, göçebe toplululdarm içinden bir kabilevi
siyasi birlik'in ç~kmas~. Buna ~ç Asya'da te~ekkül etmi~~ kabilevi siyasi birliklerin bir k~sm~~ örnek
olarak gösterilebilir. ~ kincisi, göçebelerin ayr~~ bir devlet alt~nda ya~ayan yerle~ikleri kendilerine tabi kal~p harac'a ba~layarak siyasi birlik olu~turmalar~. Buna, Bat~~ Asya'da Mo~ollar~n olu~turdu~u siyasi birlik örnek olarak verilebilir. Üçüncü olarak da göçebelerin mevcut siyasi yap~p ortadan kald~r~p yerle~ik bir topluma boyun e~direrek orada yeni bir kabilevi siyasi birlik olu~turmas~~ ve bu siyasi birlik alt~nda göçebelerle yerle~iklerin k~smen ayr~~ fakat ortak bir hayat Selçuklular~ n olu~turduklar~~ kabilevi siyasi birlikler bu sonuncusuna örnek gösterilebilir. Kabilevi siyasi birliklerin olu~umlara ve bu konudaki tart~~malar hakk~nda geni~~ bilgi için bkz. The Early State, ed. Henri J. M. Claessen; Peter Skalnik, The Hague, 1978. Bu çal~~man~n birinci ve üçüncü 1us~mlarm~n Türkçe tercümesi yap~lm~~t~r bkz. Erken Devlet, der. Henri J. M. Claessen; Peter Skalnik, çev. Alâeddin ~enel, Ankara, 1993; Sencer Divitçio~lu,
72 M. SAID POLAT
Bu, gücünü ~ran'daki siyasi birli~e muhalif Türkmenlerden alan ilk
kabi-levi siyasi birlik idi. Göçebele~me'nin yo~un olarak ya~and~~~~ bölgelerde, bir kabilevi siyasi birlik 'in te~ekküllünden sonra, bünyedeki gayrimemnun
göçe-belerin tepki olarak hakimiyet alan~n~n hemen d~~~nda, ba~ka bir kabilevi
si-yasi birlik olu~turmas~~ s~kca görülen bir durumdu ve bu kez buna Bithinya
havalisinde ~ahit olunuyordus°. Te~ekkülün, Selçuklu hakimiyetinin en zay~f oldu~u bat~~ uc'unda bir yerde ortaya ç~km~~~ olmas~~ da bu görü~ü destekler mahiyettedir.
Konjönktür de bu siyasi birlik'in olu~um ve geli~mesine uygundu.
Nite-kim Bizans imparatoru VII. Mikhail (1071-1078), hemen yan~~ ba~~nda cere-yan bu hadiselere seyirci kalmay~p, Süleyman'~n en büyük hasm~~ sultan Me-lik~âh (1072-1092) ile birlik olup, onu daha palazlanmadan ortadan kald~ra-bilirdi. Fakat hadiseler çok farkl~~ geli~ti. ~imdi Bizans'~n içine dü~tü~ü
kan-~~kl~klar~~ bir yana b~rakarak, geli~meler ve bunu haz~rlayan ~artlar üzerinde
de biraz durmak gerekiyor.
Karizmatik bir lider olan Süleyman'~n, çevresinde olup bitenlere süratle
intibak edip, önemli ç~k~~lar yapmas~~ onun ayn~~ zamanda k~vrak bir zekâya da sahip oldu~unu gösteriyor. Fakat sultan ünvan~n~~ al~~~ndan tutun da, Bat~~ Asya'da cereyan eden siyasi ve dini araçlar~~ ustaca kullanmas~na kadar pek çok karma~~k hadisenin aras~ndan sadece zekas~yla slyr~lm~~~ oldu~unu
dü-~ünmek de oldukça güç. O halde hadiselerin iç yüzünü anlayabilmek için
öncelikle siyasi konjonktüfe göz atmak gerekiyor. Biraz geriye gidip, Hasan-kale sava~~n~n sonucunda, 1049'da ~ran Selçuklular~~ ile Bizans aras~nda ya-p~lm~~~ bir antla~maya bak~lacak olursa, bu antla~man~n oldukça önemli ipuçlar~~ ihtiva etti~i görülecektir. Sava~tan yenik ç~kan imparator, Bizans'~n merkezinde daha önceleri in~a edilmi~, fakat o s~rada harap durumda olan camiin tamir edilmesi, Fatimi Devleti ad~na okunan hutbenin Ba~dat Abbasi
"Türk Biltüncill Erken Devleti (~.S. 552-744)", Toplum ve Bilim, 43-44 (1988), sa. 77-89; A. M. Khazanov, Nomads and the Outside World, trans. Julia Crookenden, Cambridge, New York, 1989, 228-302; S. Divitçioglu, "Do~u (Kök) Türk Konfederasyonu: Gözden Geçiri~", Tarih ve
Toplum, 84 (1990), sa, 49-52; Di Cosmo, 8-26. Iran Selçuklular~~ ba~ta olmak üzere Bat~~ Asya'da
kurulmu~~ bütün Türki idareler kabilevi yap~dan ne~et etmi~tir. Köprülü iran'dald Selçuklu Devleti'nin "kabilevi [tribal] bir devlet"ten ne~et etti~ini, Samani ve Gazneli tesiri alt~nda, siyasi ve idari ananeleri ile "~slam ~mparatorlugu"na dönü~tf~giine ilk dikkat çekenler aras~ndad~r (Köprülü, "Osmanl~lar~n Etnik Men~ei Meseleleri", 241). Bu siyasi birliklerin kabilevi bir yap~~ içinden ne~et etti~ini Kafesoglu da ima etmektedir bkz. Kafesoglu, "Anadolu Selçuklu Devleti", 3, 14-17.
TÜRKIYE'DE ~LK BEGL~K'LER 73
Halifesi ve Tu~rul beg ad~na okutulmas~~ ~artlar~n~~ kabul etmi~, Selçuklularm talep etti~i y~ll~k vergiyi ödemeyi ise reddetmi~ti31. Antla~ma ~artlar~~ dikkatle incelendi~inde ise olaylar~n seyrinde iki ~eyin; iki büyük dinin temsilcileri, yani ~slâm~~ temsil etti~ini iddia eden Ba~dat Halifeli~i ile Hristiyanl~~~~ temsil etti~ini iddia eden Bizans imparatoru aras~ndaki gizli çeki~meyle, Ba~dat Halifeli~ine kar~~~ ~ii Fatimi Halifeli~Unin Bizans ile yapm~~~ oldu~u ittifak~n ne kadar etkin oldu~u hemen farkedilecektir. Halife, müttefiki Tu~rul beg'e güvenerek Bizans'a, en büyük hasm~~ Fatimilerin aleyhine olan ~artlar~~ daya-urken, hem güç gösterisinde bulunuyor hem de Fatimileri zay~flatmaya çal~-~~yordu. Asl~ nda Tu~rul beg bu mücadelenin ba~~ aktörü de~ildi. Çünkü Türkmenler Bat~~ Asya'ya sadece il tutmak gayesiyle göçetmi~ler, fakat kendi-lerini bir anda bu karma~~k siyasi ve dini çeki~melerin ortas~nda bulmu~lard~. Oldukça önemli harac ~arun~n kabul edilmi~~ olmamas~na ra~men, Tu~rul beg'in o anda elle tutulur bir getirisi olmayan ~artlar üzerinde antla~maya varm~~~ olmas~, onun bu antla~may~~ kendi ad~na de~il de Halife ad~na yürüt-mü~~ oldu~unu ortaya koyuyor. Fakat antla~man~n Halife ad~na yürütülyürüt-mü~~ olmas~, Tu~rul beg'in bu antla~madan hiçbir ~ey elde etmedi~i anlam~na gelmiyordu. Zira maddi bir ç~kan olmasa dahi Halifelik ile Bizans aras~ndaki bu ince siyasi manevralara uygun davranmak onun yerle~ikler nazar~ndaki itibar~n~~ ve gücünü art~rd~. Bu ba~l~~ ba~~na önemli bir geli~medin Yerle~ikle-rin, soyut bir zemine oturttuklan ili~kiler dünyas~na art~k Selçuklu elit'i de intibak etmi~tir.
Buraya kadar anlaulan hadiselerin as~l ilgi çekici yönü, benzer bir ili~ki-nin bir süre sonra Bizans imparatoru ile Kutalm~~~ o~lu Süleyman aras~nda kurulacak olmas~d~ r. Nitekim XI. yüzy~l~n son çeyre~ine girildi~inde Kutal-m~~~ o~lu Süleyman, Bizans merkezinin oldukça yak~n~ndaki bölgelerde ba-~~ms~ zca hareket etmeye ba~lad~. Muhtemelen Bizans merkezinden de dik-katle izlenen, ilk bak~~ta aleyhte gibi görünen bu geli~melere Bizans büyük bir tepki göstermedi. Bunu iki sebebe ba~lamak mümkün, ya Iran Selçuklu Devleti'ne kar~~~ yeni bir gücün te~ekkülü Bizans'~n i~ine geldi ve bu yüzden bir tepki göstermedi ya da iç ve d~~~ meselelerle bo~u~maktan tepki gösterme firsau bulamad~. Sebep ne olursa olsun geli~meler Kutalm~~~ o~lu Süleyman-'~n bölgedeki gücünü daha da aruracak ~ekilde seyretti. Do~udan Nikepho-ros Botaneiates, imparator VII. Mikhail'e isyan ba~latt~. Bunun üzerine Mik-hail Kutalm~~'~n o~ullar~ ndan yard~m istedi. Botaneiates, Süleyman ve
74 M. SAID POLAT
adamlar~ n~n elinden zor kurtuldu. Fakat Er-basgan'~ n" devreye girmesiyle bu defa Botaneiates'e destek verdiler. Çok geçmeden Nikephoros Botanei-ates (1078-1081) istedi~ini elde etti ve imparator ilan edildi". Süleyman ile Bizans imparatorlar~~ aras~ ndaki dostane ili~kiler böylece ba~lam~~~ oldu. Bi-zans'~ n merkezindeki taht mücadeleleri hem Süleyman'~ n konumunu hem de Bizans Devleti ile olan ili~kilerini güçlendiriyordu. Çok geçmeden do~u-dan bu defa Nikephoros Melissenos isyan ba~latt~~ ve 1080 y~l~~ sonunda ~znik (Nikaia)'de imparatorlu~unu ilan etti. Süleyman bu kez Melissenos'u destek-ledi. Melissenos bu iyili~in kar~~l~~~~ olarak ona muhkem surlarla çevrili önemli ~ehirlerin kap~lar~ n~~ açt~m. Bunlar~n aras~nda siyasi birli~in üssü ha-line gelecek ~znik de vard~". Bu ba~ar~lar~~ onun Türkmenler nazar~ndaki iti-bar~n~~ daha da art~rd~, öyle ki yeni kat~ l~ m ve ilhaklarla birlikte k~sa bir süre içinde Kilikya'dan Marmara denizine kadar geni~~ bir bölgenin tamam~ n~~ hakimiyeti alt~na ald~. Böylece o Bizans'~ n geleneksel siyaseti içinde yerini almakla kalmad~, yar~madada önemli bir güç haline de geldi.
Selçuklu-Bizans ili~kilerinin dostluk zemininde yürümesinde Bizans im-paratorlar~n~n pay~~ büyüktü. Göçebe Türklerin liderleriyle uzun zamandan beri içli d~~l~~ olan imparatorlar, Türkmen beg'leriyle iyi ili~kiler kurarken hiç zorlanmad~lar. Süleyman ve haleflerinin as~l hedefinin Bizans olmamas~~ da bu ili~kinin ömrünü uzatt~. ~lk Selçuklu sultanlan Bizans'a hiçbir zaman ger-çek bir has~m gibi yakla~mad~lar. Kutalm~~~ o~lu Süleyman gibi I. K~l~ç Arslan-'~ n da Bizans ile de~il de do~udaki i/da,s'lar~~ ile mücadele ederken ölmesi (1107) bunu aç~kça ortaya koyuyor. Bizans'~ n do~u siyaseti ile Süleyman'~n hakimiyet telakkisi örtü~tü~ünden, onu sultan olarak tan~yan ilk devletin Bi-zans olmas~ na da ~a~~rmamak gerekir. Tu~rul beg ile Halife aras~ nda kurul-mu~~ olan ç~kar ili~kisinin bir benzeri Süleyman ile Bizans aras~nda kuruldu.
32 Süleyman ile Botaneiates aras~ ndaki ili~kinin as~l mimari, Alp Arslan (1063-1072) ile aras~~ aç~l~ nca Bizans'a iltica eden (1069/1070) ve Bizans Devleti'ndelti iç çeki~melere kar~~an Er-basgan (Krisoskulos) idi. Er-Er-basgan hakk~ nda daha geni~~ bilgi için bkz. E. Merçil, "Bizans'ta Selçuklu Hanedan Mensuplar~", X/. Türk Tarih Kongresi, Kongreye Sunulan Bildiriler, Ankara
5-9 Eylül 1990, Ankara, 1994, II, 709-11.
33 Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, çev. Fikret I~~ltan, Ankara, 1991, 322; Cahen,
La Turquie, 13.
34 Sevim ve Merçil, Melissenos'un Süleyman'a yard~ m~~ kar~~l~~~ nda Ankara (Ankyra) ve Denizli (Laodikeia) yöresindeki ~ehir ve kaleleri verdi~ini belirtmektedir bkz. Sevim-Merçil, 423.
35 Ostrogorsky, 323; Cahen, La Turquie, 13; Merçil, Müslüman-Türk Devletleri, 106. Kutalm~~~ o~lu Süleyman'~ n ~znik ve civar~n~~ 467/1074-75'de ele geçirdi~ine dair de bir rivayet vard~r (Azimi Tarihi, 16).
TÜRKIYE'DE ~LK BEGL~K'LER 75
Fakat Süleyman bununla da yetinmeyip bir ad~ m daha atarak, Ba~dat'a kar~~~ M~s~r'daki ~ii Fatimi Halifesi, ~ran Selçuklular~na kar~k da ~ii Trablus~am Emin i ile ittifak edip sultan ünvanlyla, yan~na vezif ini de alarak has~mlanyla mücade etmek için do~uya do~ru hareket edecektir36.
Onun, as~rlard~r sürüp giden, art~ k kurumsal hile gelmi~~ her türlü ç~kar çat~~malar~n~n aras~ndan, siyaset araçlar~n~~ yerli yerinde kullanarak s~yr~ lma-smda, kaynaklar~ n vezir olarak zikretti~i, yerle~ik gelene~in mensubu, böl-gedeki siyasi dengeleri çok iyi bilen dan~~man ~~ Hasan b. Tahir'in katk~s~ n~~ da unutmamak gerekir. Süleyman'~ n Hasan b. Tahir ile ili~kiye nas~l geçti~i bilinmiyor. O, Süleyman ile ileti~im kurabilmek maksad~yla ~ii Fatimi Hali-fesi ya da ~ii Trablus~am Emin i taraf~ndan gönderilmi~~ olabilece~i gibi, yer-le~iklerle ve siyasi merkezlerle ili~kilerini düzenlemesi için bizzat Süleyman taraf~ndan da görevlendirilmi~~ olabilir. Kesin olan ~u ki sultan, siyasi birli~in en önemli üyesi bu sad~ k dostunu hayat~n~n sonuna kadar yan~ndan hiç ay~rmam~~t~r".
Bir dan~~man'~n öncelikli görevi, beg veya sultan ile dillerini bilmedi~i halk~~ aras~ nda ileti~imi sa~lamakt~. Bu görevi en iyi ~ekilde yerine getirebil-mesi için Türkçenin yan~nda yerle~ik halk~n konu~tu~u dilleri de konu~abil-mesi ve hatta yazabilkonu~abil-mesi gerekiyordu. Bu yüzden görev genellikle, ahaliyi iyi tan~yan ve Türkçe konu~abilen yerli halktan birine veriliyordu. Süleyman'~ n halefleri de yerle~iklerle daha iyi ili~ki kurabilmek maksad~yla bu görevi on-lardan birine vermi~lerdir. Küçük Asya'n~n yerlisi mühtedi ~htiyarüddin Ha-san b. Gavras, uzun bir süre (1146-1189) I. Mesud (1116-1155) ve II. K~ l~ ç Arslan (1155-1192)'a dan~~manl~k yapm~~t~r38. Hasan b. Gavras'~n dan~~man-l~k yapmaya ba~lad~~~~ dönemle, Selçuklularla yerli halk aras~ ndaki yak~nla~ -man~n ba~lad~~~~ dönem neredeyse birebir örtü~mektedir. Yerle~ik gelene~in mensubu bu dam~manlar, Türkmenlerin olu~turduklar~~ siyasi birliklerin her zaman vazgeçilmez bir unsuru olmu~lard~r. Türkmenler Bat~~ Asya'n~n siyasi dilini onlar vas~tas~yla tan~m~~lard~ r. Ba~lang~çta hakimlerle halk aras~ nda ileti~imi sa~lamakla görevli olan bu dan~~manlar, zamanla siyasi birlik içinde daha da etkin hale gelerek, göçebe gelene~in hakimiyetindeki kabilevi
38 S~bt ibnii'l-C,evzi, 171; Cahen, Giri~, 28, 30; Sevim-Merçil, 421, 424.
37 Turan, Türkiye, 75-6; A. Sevim, Suriye ve Filistin Sekuklulan Tarihi, Ankara, 1989, 120,
124, 130-1.
38 C. Cahen, "Une Famille byzantine au service des seldjuqides d'asie mineure", Polychronion Festschrift für F. Dölger, Heidelberg, 1966, ss. 145-149.
76 M. SA~D POLAT
birliklere yerle~iklerin ve yerle~ik zihniyetin nüfuz etmesine ve idare ile yer-le~ik halk aras~ndaki gerginli~i yumu~atarak da siyasi yap~daki de~i~min ba~-lamas~na ön ayak olmu~lard~r.
Bu genel bak~~tan sonra tekrar Kutalm~~~ o~lu Süleyman'~n ba~~nda bu-lundu~u siyasi birli~i incelemeye dönmek, e~er bu siyasi yap~~ kabilevi nite-likte idiyse, öncelikle onun ve haleflerinin sultan ünvan~n~~ kullanmalar~n~n nas~l yorumlanabilece~i üzerinde durmak gerekiyor.
Bu unvana 1080'den sonra ilk kez bir Bizans kayna~~nda rastlan~yor. Anna Komnena, Süleyman'~n Anfiokheia seferine ç~kmas~yla ilgili haberleri naklederken ondan, "sultan san'~n~~ tak~nm~~~ Emir Süleyman" olarak bahse-der". Müellifin ifadeleri di~er geli~melerle birlikte de~erlendirildi~inde, Sü-leyman'~n sultan unvan~n~~ kendili~inden benimsedi~i, do~uya sefere ç~kma-dan önce kullanmaya ba~lamas~n~n bir tesadüf olmad~~~, çünkü onun bu un-van~~ bir meydan okuma arac~~ olarak gördü~ü daha iyi anla~~lacakur40. Bu
39 Komnena, 124; Cahen, Giri~ , 36. Selçuklu begleri kendilerini sultan olarak
tan~mlad~klar~~ için bu çal~~mada ünvan onlar~n kulland~~~~ ~ekilde kullan~lm~~~ ve bu özel kullan~m~~ vurgulamak için de italik olarak yaz~lm~~t~r.
40 Cahen, melik ve sultan gibi ünvanlar~n s~k s~k biri birinin yerine kullan~ld~~~n~~ ve kan~unld~~~n~ , hatta bu yanl~~~ kullan~ma sadece Türkiye'de de~il ba~ka yerlerde de rastland~~~n~; Nureddin için de melik iinvan~n kullan~ld~~~n~~ belirtmi~tir (Cahen. La Turq~~ie, 179). Üstelik bu ünvan san~ld~~~~ gibi sadece yerle~ik devletin ba~~ndaki ki~iye verilen bir ünvan de~ildi. Uc bölgelerinde Bizans'a kar~~~ mücadele eden Türk beg'lerine, daha Abbasiler zaman~nda emir, melik ve hatta sultan ünvanlar~n~n verildi~i bilinmektedir bkz. Y~nanç,
Türkiye, 21. Asl~nda ~slam kaynaklar~n~n gözüyle bak~ld~~~nda, uc'da Haçhlara kar~~~ mücadele
eden herkes, her ne için sava~~yor olursa olsun, zihinlerinde "cihad" fikri ile yo~rulmu~~ Müslüman müelliflerin nazar~nda en üst ünvanlara lây~ku. Hatta Müslüman müverrihler Selçuklu sultan 'lar~~ için bu ünvan~~ daha önce de~il de Selçuklular~n Haçl~larla mücadeleye giri~ti~i XII. yüzy~ldan itibaren kullanmalar~~ (Cahen, Giri~ , 36, dipnot 71), da tesachif de~ildir. Devrin milverrihleri buradaki devleti ve onun suitan'~m görmek istedikleri ~ekilde görmü~ler ve bu bak~~~ aç~s~~ bugünkü tarihçilerin bak~~~ aç~s~n~~ da belirlemi~tir. Suba~-Ilik taru~malan için bkz. Turan. Türkiye, 64; Cahen, Giri~, 36. Geçmi~te temel ~sulahlara farkl~~ anlamlar yükleme veya yanl~~~ kullan~m~na dair örnekler bununla s~n~rl~~ olmay~p daha ba~ka örnekler de mevcuttur. Nitekim 1175'den itibaren ~slâmi sikkeler örnek al~narak darbedilmeye ba~lanan dirhem ve
dinarlarda bu ~sulahlar birbirine kar~~t~r~lm~~, yakla~~k 580/1184-5'den 613/1216-7'ye kadar dirhem 'e dinar dinar'a dirhem denmi~~ olabilir (Raymond J. Hebert, "The Metrology of the
Coinage of the Seljuqs of Rum", Res Orientales, 2 (1990), 155. ~smail Galip bunun hatadan kaynakland~~~n~~ belirtir (~smail Galip, Takvim-i Meskukat-~~ Selçulciyye, Ankara, 1971, 4, 7). Antik dönemde denarius gümü~~ sikke için de kullan~lan bir tabirdi (Charlton T. Lewis, A Latin
Dictionary, Oxford, 1993, 545). ~slâmi formda darbedilmi~~ olmakla birlikte, bu sikkelerin yerel
tabirlerle adland~r~lm~~~ olabilece~i gibi bu tabirler birbirine kar~~t~r~lm~~~ da olabilir. Buna henüz bir aç~klama getirilebilnai~~ de~ildir.
TÜRKIYE'DE ~LK BEGL~KLER 77 meydan okumay~, bir ba~ka unvanla de~il de ~srarla sultan unvamyla yapm~~~ olmas~~ da oldukça manidard~r. içinden ç~kt~~~~ toplumun dilini de~il de Bat~~ Asya'n~n siyasi dilini seçmesi, Selçuklu elit'inin zahiren de olsa Bat~~ Asya ha-vâssf n~n bir parças~~ olmaya daha ba~tan haz~r oldu~unu gösterir. Fakat bu h~zl~~ uyum kabiliyetine, sultan ünvan~n~~ kullanmalar~na, yanlar~nda vezir ün-vanlyla yard~mc~lar bulundurmalar~na ve kendi adlar~na sikkeler darbettir-melerine bakarak, bu siyasi birlikleri, bauasya gelene~i ne göre te~kilâtlanm~~~ birer "devlet" olarak görmek cevaplanamayacak yeni sorular gündeme geti-rir. Çünkü bat~asya devlet gelene~inde sultan, kurumsalla~m~~, bürokratik bir siyasi yap~~ üzerinde oturur. ~ayet 1175 öncesinde yar~madada böyle bir yap~~ var idiyse, buna dair hiçbir malt~mat~n bize ula~mam~~~ olmas~n~~ sadece kaynaklar~n yetersizli~ine ba~lamak tatmin edici bir aç~klama olamaz'". O hâlde Süleyman ve haleflerinin, bat~asya gelene~i ne has ünvan ve simgeleri kullanmakta ~srarc~~ olmalar~n~, 1175'lere kadar d~~a yönelik bir meydan okuma, güç gösterisi ve siyasi bir mesaj olarak yorumlamak daha uygun gö-rünmektedir. I. K~l~ç Arslan Büyük Selçuklu sultan! Muhammed Tapar ile sava~maya karar verdi~inde sultan unvan~n~~ kullanm~~t~42. I. Mesud, bir yü-zünde tamamen geleneksel Bizans figürleri, di~er yüyü-zünde ise sultan Sencer-'in kulland~~~~ "es-sultânu'l-muazzam" ibaresinin bulundu~u bir bak~r sikke (fels) darbettirmi~ti43. Onun özellikle sultan Sencer'in kulland~~~~ unvan~n
41
Ayr~ca bu devri çal~~maya ba~lad~~~mda bir türlü cevab~n~~ bulamad~~~m "neden o devirden bize çok az belge kald~" sorusuna, bugün onlara içerden bakanlar~n dillendirdi~i "göçebeler belgelere ihtiyaç duymaz ki" s~Szünün k~smen cevap olabilece~ini dü~ünüyorum. Hatta XIII. yüzy~l~n sonlar~ na do~ru "sultanlar~n i~lerini" kaleme alan ~bn Bil~f nin, eserini neden XII. yüz. y~l~n sonlar~ndan itibaren ba~latt~~~n~~ aç~ klarken, "önceki dönemin olaylar~n~n oldukça karma~~k oldu~u ve haberlerin de sahih olmad~~~" ~eklinde mazeret ileri sürmesi de bir tesadüf de~ildir (~bn-i Bibi, EI-Evâmirü7-Alâiyye fi7-umûril-Alâiyye, haz. Adnan Sad~k Erzi, T~plubas~m, Ankara, 1956, 11; ~bn Bibi, El Evamirü7 Ala7ye fi7-umuri7-Ala7ye (Selçuk nama), Çev. Mürsel Öztürk, Ankara, 1996, I, 29). Asl~nda ~bn Bibi birtak~m önemli bilgilere ula~m~~~ olmas~na ra~men, yerle~ik zihniyetin mensubu olarak kafas~ndaki sultan imaj~yla sözünü etti~i karanl~k dönemin sultan 'lar~~ hakk~ndaki haberleri ördi~türemeyerek haberlerin sahih olmad~~~~ zann~na kap~lm~~~ olmas~~ kuvvede muhtemeldir.
42 Cahen, La Turquie, 178-9. Unvanlar bu dönemde bat~asya devlet gelene~i'ndeki
"tanr~n~n gölgesi/ z~llullah fil-arz" anlam~nda kullandmam~~t~.
43 Johann-Christoph Hinrichs, Münzen der Seltschuken Anatoliens, Bremen, 1992, 91. Bir
yüzüne ~slami ibare, di~er yüzünde yerel sikkelerin figürlerinin hakkedildi~i di~er Türkmen begleri taraf~ndan darbettirilen sikkeler için bkz. William F. Spengler; Wayne G. Sayles, Turkoman Figural Bronze Coins and Their Iconography, Wisconsin, 1992, LH. Ayr~ca I. Mesud'un darbettirdi~i sikke için bkz. Muharrem Kesik, Sultan L Mesud Devri Türkiye Selçuklulan Tarihi (1116-1155), Doktora Tezi, ~stanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1999, 96.
78 M. SA~D POLAT
ayn~n~~ kullanmas~~ bir tesadüf de~ildir ve meydan okuma zihniyetinin hâlâ devam etti~ini gösterir. Bu kadar heybetli bir mesaj~~ di~er yüzünde Bizans fi-gürleriyle bezeli basit bir bak~r sikke yoluyla iletmeye çal~~mas~, I. Mesud'un fiili konumu ile olmak istedi~i konumun çeli~kisini yans~trnakla kalm~yor, ba-t~asya gelene~i'ne has bu ünvan~~ henüz içselle~tiremedi~ini de gösteriyor. II. K~l~ç Arslana gelindi~inde ise durum biraz farkl~la~maktad~r. O bu ünvam, darbettirdi~i gümü~~ ve alt~n sikkelerin d~~~ nda Konya Alâüddin Camii min-ber kap~s~ na hakkettirdi~i bir kitabede de kullanm~~t~r 44. Unvan~n, II. K~l~ç
Arslan'~n hâkimiyeti alt~ndaki bir mekânda, sabit bir zemin üzerine kaz~nm~~~ olmas~, bu kullan~m~~ öncekilerden ay~ rmakta ve mesaj~n d~~ar~dan çok içe, ba~ka bir deyi~le tebaaya yönelik oldu~unu, kitabede geçen "...seyyidu selâti-ni'l-Arap ve'l-Acem...." ifadesi ise II. K~l~ç Arslar~'dan itibaren Selçuklu sultlar~ n~n "sultan" unvan~n~~ art~k içselle~tirdi~ini ve Bat~~ Asya'da kullan~lan an-lam~ nda kullanmaya ba~lad~klar~n~~ ortaya koymaktad~r. II. K~l~ç Arslan art~k burada sadece Türkmenlerin beg'i de~il, göçebe ve yerle~ik Arap ve Arap olmayan herkesin "sultan"~d~r. Ayr~ca ifadeler kitabenin, kabilevi siyasi birlik-'in en güçlü, fakat ayn~~ zamanda büyük bir de~i~im geçirmeye ba~lad~~~~ 1175'den sonra yaz~lm~~~ olma ihtimalini kuvvetlendiriyor.
Bütün bunlar~n d~~~nda ayr~ca 1086'da Süleyman'~n ölümünden sonraki geli~meler de bu siyasi birli~in kabilevi esaslar üzerine oturmu~~ oldu~unu gözler önüne serer. Çünkü herhangi bir kabilevi siyasi birlik in ba~~ndaki ka-rizm atik lider öldü~ünde, yeri ayr~l soya mensup biri taraf~ndan doldurulmaz ise çok k~r~lgan bir yap~s~~ olan siyasi birlik h~zla da~~lma sürecine girer. Nitekim Süleyrnan'~n ölümünden sonra hemen onun yerini alacak biri ç~kmad~ -~~ ndan kabilevi siyasi birlik k~sa sürede da-~~ld-~~ ve begler, hâkimi olduklar-~~
sultanu vel-Ermen..." Detayl~~ bilgi için bkz. M. Zeki Oral, "Anadolu'da Sanat De~eri Olan Ah~ap Minberler, Kitabeleri ve Tarihçeleri", Vak~ flar Dergisi, 5 (1962), 29; Cahen, La Turquie, 179. Oral, Aksaray Ulu Camii minberindeki tarihsiz bir kitabeyi "...Mesud b. K~l~ç Arslan..." ifadesine istinaden I. Mesud dönemine tarihlemektedir. Fakat bu kitabede ba~ta "fi eyyâmis-sultan..." ibaresi bulunmakla birlikte devam~nda "...meliku ve'l- Ermen..." ifadesi yer almaktad~r (Oral, 26). Bir tak~m belirsizlikler sebebiyle I. Mesud'a ait oldu~u varsay~lan kitabenin daha detayl~~ bir incelemeye Gibi tutulmas~~ gerekmektedir. Fakat I. Mesud'a ait olan ibarede "melik", Il. K~l~ç Arslana ait olanda ise "sultan" f~nvan~n~n bulunmas~~ oldukça ilgi çekicidir. Uzunçar~~l~~ Aksaray Ulu Camii minberinin Karamano~ullar~~ devrine ait oldu~unu belirtmi~tir bkz. ~smail Hakk~~ Uzunçar~~l~, Anadolu Beylikleri, Ankara, 1988, 235, res. 10. I. Yine Konya'daki Alâüddin Camii minberindeki bir kitabeden bu camiin ilk banisinin I. Mesud oldu~u kabul edilmektedir (Oral, 29). Fakat bu kitabede ne "melik" ne de "sultan" unvan~~ kullan~lm~~ur.
TÜRKIYE 'DE ~LK BEGL~K'LER 79 bölgelere çekilerek tekrar müstakil beglikler olu~turdular 45. Bu durumu çok iyi bilen Melik~âh da~~lma sürecini h~zland~rmak ve bat~~ ucundaki has~ mla-r~n~~ birbirine dü~ürerek bertaraf etmek için bir süre Süleyman'~ n o~ullar~ n~~ gözetim alt~nda tuttu. Fakat I. K~l~ç Arslan bir yolunu bulup, babas~ n~ n ha-kim oldu~u bölgeye geçmeyi ba~ard~~ ve da~~lan begleri biraraya toplamak için tekrar mücadele etmeye ba~lad~.
Bu arada, bir ba~ka güçlü ve karizmatik beg- (Dani~mend?) öncülü~ünde yeni bir kabilevi siyasi birlik'in te~ekkülüne tan~k oluyoruz. Dani~mendlilerin ortaya ç~k~~~~ hakk~nda sarih bilgiler olmamakla birlikte, ailenin ad~~ 1095e do~ru duyulmaya ba~lar". Muhtemelen Dani~mend, önceleri Süleyman'a tabi bir beg iken, ölümünden sonra onun kabilevi siyasi birlik'inden koparak önce kendi beglik'ini daha sonra da kabilevi siyasi birlik'ini olu~turdu. Böy-lece yar~madada bir kabilevi siyasi birlik bünyesinden ilk kez yeni bir kabilevi
siyasi birlik ç~km~~~ oldu.
Dikkatle bak~ld~~~nda Selçuklular ile Dani~mendlilerin toplumsal, dola-y~s~yla siyasi yap~lanmalar~n~ n tamamen birbirine benzedi~i görülecektir. Her iki siyasi birlik de gücünü göçebe ve yar~göçebe hayat süren Türkmen-lerden al~yordu. Yine her ikisi de hâkimiyetini, s~n~ rlar~~ belli bir toprak par-ças~~ üzerinde de~il insanlar üzerine kurmu~tu. Ayr~ca sabit bir merkez (payitaht) fikri olmad~~~~ için bütün kabilevi siyasi birlik'lerde oldu~u gibi Selçuklular ve Dani~mendliler de konjonktürel olarak uygun ~ehirleri hare-ket üssü olarak kullanm~~lard~ r. Selçuklular ilk önce ~znik'i daha sonra Konya (Ikonion)'y~~ ve hatta II. K~l~ç Arslan Aksaray'1, 47 benzer ~ekilde Da-ni~mendliler ilk önce Sivas (Sebasteia) ~ , daha sonralar~~ Niksar (Neokaisareia)'~~ ve Malatya (Melitene)'y~~ üs olarak kullanm~~lard~r.
Dani~mendliler Selçuklular taraf~ ndan ma~lup edilinceye kadar, haki-miyet mücadelesi bu iki siyasi birlik aras~nda devam etti. Öyleki Haçl~larla mücadele Selçuklular~~ zay~f dü~ürünce hâkimiyet bir müddet Dani~ mendli-lerin eline geçti. Hatta bir süre Selçuklular da onlara tabi oldu". I. Mesud ba~~ms~zl~~~n~, ancak 1134'te Emir Gazi'nin ölümünden sonra kazanabildi 49. Selçuklular~ n Haçl~lar~n yerle~ik düzendeki, Dani~mendlilerin ise göçebe
45 Komnena, 196-7. 46 Cahen, La Turquie, 16.
47 Turan, Türkiye, 233. 48 Cahen, La Turquie, 16-29. 49 Kesik, 93.
ao M. SA~D POLAT
düzendeki ordusuna kar~~~ yapm~~~ oldu~u mücadele kendine tâbi Türkmen topluluklar~n~~ askerile~tirmi~, böylece ihtiyaç an~nda büyük bir ordu te~kil edebilecek güce ula~m~~lard~. Askeri güçün iktidar anlam~na geldi~i bir dö-nemde bu güç sayesinde has~mlar~na kar~~~ pe~~ pe~e kesin ba~ar~lar kazand~~ ve 1175'de Dani~mendlileri, 1176'da da Bizans'~~ hezimete u~ratt~50.
1071-1175 aras~nda Selçuklu siyasi yap~s~n~n niteli~i ile ilgili çözümleme-lerde di~er bir önemli husus da yar~madadaki toplumsal yap~~ ile Süleyman'~n olu~turmu~~ oldu~u siyasi birli~in yap~s~n~n uyum içinde olup olmad~~~d~r. Burada öncelikle Türkmen topluluklar~n~n genel yap~s~na ve onlar~n yerle-~ilderle olan ili~kilerine bakmak gerekiyor.
Türkmenlerde, en küçük birim ailenin ba~~ndaki koca yani beg'den, en büyük kabileyi siyasi birlik'in ba~~ndaki beg'e kadar kat~~ bir hiyerar~ik yap~~ hâkimdir51. Bütün i~ler, sözlü olarak nesilden nesile aktar~lan töre'ye göre yürütülüyordu. En küçük göçebe birli~i (aile)'nden en büyü~üne kadar töre-'nin gözetimi ve uygulanmas~~ beg'lere aitti52. Onlar için töre her ~eyden, hatta sonradan mensubu olduklar~~ dinin ~er'i hükümlerinden bile daha önemliydi53. D~~~ dünya ile ili~kilerini kurals~zl~k ve anl~k ç~karlar üzerine oturturken, kendi içlerinde ise töre'nin belirledi~i tavizsiz, kat~~ kurallar ge-çerliydi. Dü~man alg~lamalar~~ da yerle~iklerinkine benzemiyordu. Aileler ço-cuklar~na silâh kullanmas~n~~ ö~retse de samlan~n aksine onlar~~ asla birer sa-
50 M. H. "(inanç, "Dani~mendliler", ~slam Ansildopedisi, ss. 468-479; Merçil, Müslüman- Türk Devletleri, 253-60; Abdülkerim Ozayd~n-M. Baha Tan~nan, "Dan~~mendliler", Diyanet ~slam Ansiklopedisi, VIII, 469-477; el-Muhaymid, 36.
51 "E~er birisi beg'e sayg~s~zl~ k gösterirse, beg hiddetlenir, ba~~ keser, damar deler, kan emer ve içerdi" (Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig, çev. Re~id Rahmeti Arat, Ankara, 1991, II, 297).
52 Begin topluluk içindeki her türlü hadiseden haberdar olmas~~ gerekiyordu (Ka~garl~~
Mahmud, Divanü litgat'it-Türk, çev. Besim Atalay, Ankara, 1992, I, 227). Beg isterse i~lenen suçu cezaland~r~r isterse ba~~~lard~~ (Ka~garl~, II, 75). Bir Türkmen beg'i olan Belek Gerger'i ele geçirdi~inde fakir bir yerli adam~n yiyece~ini alan Türluneni kaz~~a oturtarak a~~r bir ~ekilde cezaland~rm~~u ("Anonymous Syriac Chronicle", trans. A. S. Tritton, Journal of Royal Asiatic Society,January, ss. 69-101; April, ss. 273-305).
" A. ~nan, "Yas, Töre-Türe ve ~eriat", Makaleler ve incelemeler, Ankara, 1991, Il, ss. 222- 228. Yerle~ikler için sorgulanmas~~ dahi mümkün olmayan dini emirler kar~~s~nda, Türkmenlerin kay~ts~z tav~rlar~~ ve buna kar~~l~k ~er'i hilkümlerle çau~sa dahi töre'lerinden kopamamalar~, yerle~ikler için anla~~lmaz bir tutumdu. Bu yüzden Bat~~ Asya'daki Türkmenler, sünni Müslümanlardan daima tepki alm~~, dinsiz olmakla itham edilmi~lerdir. Hâlbuki kitabi gelenek'e mensup Sünni Müslümanlarla, sözlü gelenek'e ba~l~~ Türkmenler aras~ndaki çeki~meler farkl~~ hayat tarz~na ve zihni yap~ya sahip olmalar~ndan kaynaklan~yordu ve bilinç düzeyindeki bu farkl~l~k meseleleri çöziimsüzle~tiriyordu.
TÜRKIYE'DE ~LK BEGL~KLER 81
va~ç~~ olarak yeti~tirmiyordu54. Bu yüzden de ne sald~r~~ ne de savunma amaçl~~ daimi bir orduya sahip de~illerdi. Zorlanmad~kça ve buhran içine dü~me-dikçe, çat~~ma yerine bulundu~u ortama h~zla uyum sa~lama e~ilimindeydiler. Onlar bu geleneksel hayat tarzlanyla birlikte adet ve töre'lerine s~ k~~ s~ -k~ya ba~l~~ kald~lar. Dolay~s~yla yar~madadaki kaotik fakat kendi içinde an-laml~~ yap~~ ve zihniyet bask~n oldu~u için burada te~ekkül eden siyasi yap~lara da biçim verdi.
Bu uzla~mac~~ insanlar zaman içersinde yerle~ik ahaliyle de iyi ili~kiler kurdular. Ahali ilk ak~nlar~n ~okunu üzerinden at~p sular durulunca, bu ka-otik yap~n~n çok da kötü olmad~~~n~, yeni hakimlerin sand~klar~~ gibi "tanr~-n~n bir cezas~" de~il, bilakis eski efendilerinin bask~~ ve zulmünü bertaraf eden "kurtar~c~lar" olarak görmeye ba~lad~lar. Türkmenler ile kurduklar~~ ti-cari ve h~s~ml~k ili~kileri sayesinde yar~madada bir ortakhayat (symbiosis) te-~ekkül etti. Öyle ki Türkmenlerin en kesif oldu~u Selçuklu-Bizans s~ n~ r~ , yani
uc bölgesinde ya~ayan gayrimüslim ahaliyi imparator kendi topraklar~na
gö-türmek istedi~inde, onlar hâllerinden memnun olduklar~n~~ iletmi~ler, impa-rator bunda israr edince de direnmi~lerdir55. Bu sürecin ne zaman ba~lad~-~~n~~ bilmek mümkün de~il, fakat bir süre sonra, otorite bo~lu~unun bulun-du~u uc'lara sevkedilen asi Türkmenlerin bask~lar~~ d~~~nda, ~ikâyetlerin ge-nelde azald~~~~ dikkati çekmektedir. Bunun birçok sebebi vard~: Her ~eyden önce ademimerkeziyet0 bir yap~~ olu~mu~~ ve ahaliden büyük paralar çeken mekanizma ortadan kalkm~~t~. Muhtemelen daha önce ödedikleri vergilerle k~yasland~~~nda cüz'i denilebilecek bir harac kar~~l~~~nda hürriyetlerine ka-vu~makla kalm~yor, ayn~~ zamanda canlar~n~~ da güvence alt~na alm~~~ oluyor-lard~. Ya~ma' y~~ terkedip tabii hayatlar~ na dönen beg'ler ise, harac kayna~~~ yerle~iklere "alt~ n yumurtlayan tavuk" gözüyle bakuklar~~ için, onlara zarar gelmemesi için ellerinden geleni yap~yor ve Türkmenlerin bask~lar~n~~ önle-meye çal~~~yorlard~ . Çünkü sayesinde k~sa sürede zenginle~ip itibar ve güç kazand~klar~~ bu kayna~~n yok olmas~~ asla i~lerine gelmiyordu. Gelen harac'~n bir k~sm~ n~~ âdete uyup kendi dünyas~na dönmü~~ s~radan Türkmenlere
üle~-tirirken bir ta~la iki ku~~ v~~ruyorlard~. Bu yolla çevresindekilere, göstermelik
54 Di Cosmo, 17. Uzun süren buhran dönemi göçebe fertleri askerile~tirirken buhran
döneminin sona ermesiyle birlikte bu süreç tersine i~ler, fakat d~~~ dünyaya kar~~~ tabii mücadele yeteneklerini hiçbir zaman kaybetmezler.
55 John Kinnamos, Deeds ofJohn and Manuel Comnenus, trans. Charles M. Brand, New
York, 1976, 26; Niketas Choniat6, O City of Byzantium, trans. Harry J. Magoulias, Detroit, 1984, 22.
82 M. SAID POLAT
de olsa, hâlâ hamisi oldu~u mesaj~ n~~ verirken, öte yandan onlardan ald~~~~ destekle de merkez ve yerle~ik ahali kar~~s~nda konumunu güçlendiriyordu 56. Merkeze kar~~~ yükümlülüklerini, ça~r~ld~klar~nda maiyetindeki Türkmenlerin ba~~ na geçip orduya kat~larak, yerle~iklere kar~~~ ise ald~~~~ harac'~n kar~~l~ -~~ nda onlar-~~ içerden ve d-~~ardan gelecek her türlü tehlikeye kar-~~~ koruyarak yerine getiriyorlard~.
Göçebe hâkimler ile yerle~ikler aras~ ndaki bu yak~nla~ma yerle~iklerin önemini art~rmakla kalmad~~ hem siyasi birliklerin içine yerle~iklerin s~zma-s~n~~ hem de Selçuklu elitinin de~i~imini ve böylece de i/da~lar~na yabanc~-la~ma sürecini h~zland~rd~". Siyasi birli~in sa~land~~~, iç ve d~~~ çeki~melerin sona erdi~i dönemlerde bu yabanc~la~ma daha da keskinle~ecektir. Bir dö-nüm noktas~~ olan 1175'den sonra yerle~ik zihniyetin siyasi merkezdeki etkin-li~i artt~ kça, s~ radan Türkmenlere eskisi gibi iltifat edilmeyecek ve hatta bask~~ alt~na alma süreci ba~layacakt~r. Fakat bu yabanc~la~ma ve bask~~ süreci k~sa vadede merkezi otoriteyi rahatlatsa da Türkmen toplumunda buhrana ve aralar~ndan, onlar~n haklar~ n~~ savunacak, bölünmü~~ toplulu~u bir araya toplayacak yeni "kahraman"lar ç~kmas~na sebep olacakt~r. ~ç ve d~~~ ~artlar~ n beslemesiyle de bu buhran, her ~ey yolunda gider gibi görünürken, anla~~l-maz ~ekilde, bir anda patlak veren ve önü al~namayacak h~zda yay~lan Türk-men destekli isyanlara dönü~ecektir. Bu isyanlar~, kabilevi siyasi birlik döne-mindeki Türkmen beg'lerinin, liderine isyan ederek müstakil bir beglik olu~-turmas~~ veya ba~ka bir beg'e veya kabilevi siyasi birlik'e tabi olmas~ndan ay~ rmak gerekir. Nitekim bu anlamda, bilinen en önemli isyan Babai isyan~ -d~r (638/1240) 58. Bu isyan yerle~ik zihniyetin, yabanc~la~t~~~, içinde serazat göçebelerin ço~unlukta oldu~u k~ rsal' cendereye almak istemesinden kay-naklanm~~t~r. Güçlükle ve uzun bir sürede bast~r~labilen bu isyan ve sonuçlar~~ Türkmen toplumunda izleri silinmeyen derin yaralar açm~~t~r.
Göçebele~meenin yo~un olarak ya~and~~~~ yerlerde kabileler aras~~
didi~-meler ola~and~r. Siyasi birliklerin te~ekkülünden sonra bu didi~didi~-meler ac~ma-s~z kitallere dönü~ür. Çünkü her siyasi olu~um bir süre sonra, güçlü veya güçsüz mutlaka bir muhalif zümre yarat~r. Bu mücadeleler, bir siyasi birlik ~ bn Haldun, genel olarak göçebelerin ~ehirlerde yerle~ip ya~ayamayacaldar~ n~, ancak içlerinden zengin olanlar~ n~ n ~ehre intibakta güçlük çekmeyece~ini belirtir (~ bn Haldun, I, 453).
57 ~ bn Haldun, göçebeler aras~ ndan ç~km~~~ "devlet adamlar~n~ n" yerle~ik hayata uyum sa~larken kendilerinden önceki yerle~ik hayau taklit ettikleri tespitini yapar (~bn Haldun, I, 509).
58 Bu konuda kapsaml~~ bilgi için bkz. A. Y. Ocak, Babailer Isyan~, Aleyili~in Tarihsel Altyap~s~~ Yahut Anadolu'da ~slam-Türk Heterodoksisinin Tesekkülü, ~stanbul, 1996.