■■=== Dünden, Bugünden = * 1
Baba yadigârı
höşkün hikâyesi
Eski bir dostuma rastlayışım — Dert yanmağa
başlayışı — Köşkü kiraya vermeğe kalkışı —
Kiracılardan çektikleri
Kadıköyünde, Bostancı tramvayla rının durağında eski bir dostuma tasladım. Caddebostanı yakınında otururdu. Ailece teklifsiz ahbaptık. Babası tabiat sahibi bir zattı. Köşkü hayli büyük ve zarifti. Gepgeniş bah çe, çeşit çeşit çamlar, tarhlar, çiçek ler. Arkadaşımı yıllardır görmemiş tim. Kucaklaştık; sordum:
Nereye böyle, köşke mi? İçini çekti:
— Onu çoktan okuttum 1 — Burada işin?
— Suadiyedeki hemşireye gidiyo rum!
Sormama kalmadan, söyledi: Ha remi ölmüş; kızı Ankarada kocaday mış; oğlu Izmirde memurmuş!
Dostumun dert yanmağa
başlayışı
İçini dökmeğe, dertleşmeğe can atıyor. Lâfa girişti:
— Önüme gelen, bilir bilmez ve riştiriyor: O canım köşkü koskoca bahçeyi âdeta bedavasına satıp sav dın. Acelen neydi a mübarek? Şimdi oralarda arsanın dönümü en aşağı 10 bin lira; biraz sabredeydin bugün yüz binlerce liralık adamdın, diyor lar. Boşuna nefes tüketmemek İçin (kader, kısmet böyleymiş) deyip ge çiyorum.
Tramvay geldi. Atladık. Dostum, (İşin iç yüzünü anlatayım da sen ba na hak ver!) diyerek devam etti:
— Bilirsin a, köşk 18 odalıydı, bah çesi 25 dönümden fazla idi. Pederle valide vefat ettikten sonra bir kıs mında bannıp gidiyorduk. Mütare ke senelerindeyiz. Refika rahmetli boyuna mide sancılarından şikâyette; ülser midir, nedir diye merak da me rak. Hekimlere gösteriyoruz, hepsin de aynı ağız: (Tamamiyle sinirden ileri geliyor. Sert havalı bir semtte, meselâ Kireçburnu, Rumelihisarı, Kandilli gibi bir yerde tebdil hava etsin, bir şeyciği kalmaz!)
Başka bir -kaygımız da var: Kızı nişanlamışız; damat tarafı düğünü acele istiyor; çeyizi çimenini tamam lamak şart. Gerek hanımı Boğaz- içine götürmek, gerek kıza masraf için para lâzım; halbuki o vok. Köş kü Emniyet Sandığına rehin edip bir iki bin lira alalım; bahçeden ayırıp satar, nasıl olsa borcu öderiz, dedik. Uzatmıyalım, muameleyi yaptık; Ru- melihisarmda yalı tuttuk; öte berisi ni bitirip kerimeyi everdik. Refikanın hali günden güne beterleşiyordu.
Senesi de olmuş da haberimiz yok, Emniyet Sandığından bir ihbarna me: Ya borcu kapatın, ya da senelik faizini ve resülmalden de bir mikta rını verin. O sırada Maliye şubesin den de san kâğıt sökün etmez mi? Emlâk vergisi taksitinin zamanı gel miş; bekayadan da 400 küsur lira bi rikmişmiş; bir haftaya kadar teslim edilmezse Hacze buyuracaklarmış. Kesem tamtakır. Haydi yine Sandığa müracaat, tecdit muamelesi, tekrar istikraz. Borç iki misline fırladı.
Bahçeyi gûya parçalara bölüp sa tacaktık ya, ne gezer; talibi mumla ara. O vakit Suadiye yeni açılmış, yalnız orası revaçta; beri taraflara
Yazan;
Sermet Muhtar Alus
aldıran yok. Hanımın ıstırabı daya nılmaz raddeyi buldu. Zavalhnınki mide kanseri İmiş meğerse. Kışı ge- çiremeden gürledi gitti biçare.
Bir taraftan merhumenin acısı, bir taraftan faizlerin üst üste binmesi faizi mürekkep hesabiyle katmerleş mesi, akşama sabaha evin mezada çıkarılacağı azapları. (Borçlu ölmez, benzi sararır) dedikleri pek doğru O hale geldim ki beni görenler (hasta mısın? Sararıp solmuşsun) diyorlar dı.
Köşkü kiraya vermeğe
kalkışı
Hiç değilse faize karşılik olur, baba yadigârı mezada çıkmaktan kurtulur düşüncesiyle bari köşkü bölük bölük kiraya vereyim, dedim. Suadiye, Şaş- kınbakkal, Caddebostanı yavaş yavaş rağbetlenmeğe yüz tutmuştu. Kiracı lar damlamağa başladılar.
O zaman şimdiler gibi kiralar ok kalı değil; hava parası, mava parası modası yok. Üç dört odalı bölüğün sezonluğu yallah yallah 100, bilerrn: din 150 kâğıda.
Tutanların çoğu da yalın kat keseli takım: Beyaz Ruslar Kuledibir'ı Tozkoparanın Mıısevileri, Kuyumcu çarşılı Ermeniler; bizimkilerden de esnaflıktan yetişme bazı dükkân toz gâh sahipleri. Arada bir müteahhit komüsyoncu, tüccar kabilinden parab ve kalantorlaşmışlar da çıka geliyor Peşlerinde boyunları dizi dizi beşibir aradaiı, bilekleri sıra sıra altın bile zikli, göğüsleri at nalı kadar elmas plâkalı karıları, baldızları, kızları. Bayanlarda hemen şu sakızları çiğ neyiş:
— Banyo var mı? Nuhnebilik kur nalı hamama artık kim giriyor? 100 numara alafranga değil, şimdi böy- lesi kaldı mı?.. Mevsim sonunda ha-! valar soğur, kalofersiz (kalori fersiz) oturulmaz. Baksanız a, mut fak da dışarıda!.. Hani salon, sala- mance?
Mobilya da istiyorlar; olanları gö rünce yine ötüş:
— Taşlığa leke (lake) portment (portmanto) lâzım... Yatak odası se- zelyon (şezlong) suz olur mu? Bahçe de bu külüstür tahta kanapelerde mİ oturacağız, hasır koltuklar İster... Evin mevkii zararssız, odaları da fe rah velâkin konfürü noksan! diyerek kapıda bekliyen taksiye binip cim co- zu çekiyorlar.
İster istemez köşkü yukarıda dedi ğim züğürt takıma vermeğe mecbur kaldım. O yaz kira bedeli, peşin ola rak elime 300 lira geçti geçmedi. Bir kuruşunu kesmeden derhal Sandığa yatırdım.
Kiracılardan çektikleri
Köşk Hanı Halile döndü derken ba şıma gelenleri sorma:
Haftası geçmeden alt katta koku, koku, burun direkleri kırılıyor. Biı de bakayım ki apteshane tepeleme dolmuş, kâğıt atıla atıla tıkanmış za hir. Adam getirt, açılmaz da açılmaz.
t t ! l t l l l l t ! i l !U !I I I İ U I < I I I U I I H n i W l U f m i l l l ı l i i i w i f u ı m w :ı * f m ı ı ı ı t t
Lâğımcı bulduk; bahçede tâ neredeki çukura giden yolu boydan boya kaz dı. Mecrada neler yok: Mösyö Bilmem neviskinin yırtık pırtık pijaması, ka rısının eski bluzu; ayakkabı pençele ri, nalınların ikisi, sardalya kutulan, flit pompasının haznesi...
Yarım düzüne çocuk bütün gün ye miş ağaçlarının tepesinde, olanı bi teni daha hamken yolup tıkmmada- lar, dalları çatır çutur kıımadalar, limonluğun camlarını taşlarla tuz buz etmedeler. Kameriye, haza süprün tülük: Kabak çekirdeği, Amerikan fıstığı, yumurta kabukları; çiroz ka faları, tohuma kaçmış hıyar dilim leri...
Sabaha karşı dışarıda şarıltılar duyar, uyanırım; rahmet yağıyor sa nırken ne göreyim? Kumpanya suyu nun ana musluğunu açık bırakmışlar; çatıdaki depo dolmuş; saatlerce taş tığından bahçeyi sel götürüyor. Tem bih, rica, dinliyen kim? İki aylık sar fiyat için kaç kere 70, 80 lira cereme verdim. Verme, susuzluktan kart kart kazın.
Hava kararmış, tavan arasındaki
odamda pineklerken bahçede bir kı zıllık gözüme iliişr, fırlarım aşağı. Kuyumcunun kaynanası Dudu, çam ların altında üç taştan ocak kurmuş, çalı çırpı doldurmuş, damadına me zelik midye kızartıyor. (Aman Madam ne yapıyorsun? Etrafa kıvılcım sıç- rayıverir, çamlar tutuşa tutuşa evi de sarar, yanıp kül oluruz) derim. (Ben bunda değilim? Beni hımbıj, sanoor- sun?) diye üstelik çemkirir.
Vakitlerden gece; yatağıma uzan mış, uyumak üzereyim. Soğan koku ları yukarıyı bürümede. Orta kattaki tavanı kartonpiyerli, yaldızlı, duvar ları kalemkârlı eski misafir salonu muzda Uzuııçarşılı efendinin hanımı maltızı önüne koymuş, buram buram duman savura savura, patlıcan dol masının içini kavuruyor. Ertesi sa bah, takım taklavat Kısıklıya gide ceklermiş.
Artık bıçak kemiğe dayandı. Baba yadigârı köşkten dat bir, feryat iki.
Şunu bir an evvel satıp Sandık borcundan da, kiracı çilesinden de halâs olayım, dedim; çok şükür mu radıma da erip selâmete çıktım.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi