• Sonuç bulunamadı

Osman Hamdi Bey ve Eskihisar köyü

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Osman Hamdi Bey ve Eskihisar köyü"

Copied!
13
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

O sm an H am d i Bey

ve

Eskihisar Köyü

Osman Hamdi Bey

Yazı, fotoğraf ve resimler : Y. Müh. Mimar

Bülent ÇETİNOR

Tarihe geçmiş her ünlünün eserleriyle beraber doğduğu, büyüdüğü evleri, köyü, kasabası ve şehirleri de ün kazanır. Evleri müze yapılır, maskları, büstleri, heykelleri cadde ve meydanları süsler. Hayatta iken az tanınıyorsa, inzivaya çekilmişse, onu unutan çevresi öldükten sonra giderek büyür, kıymeti sonradan anlaşılır. Hiç hatırlanmayıp unutulanlar da çoktur.

Bizim toplumumuz yaşayan değerlerine önem verdiği gibi kaybettiği değerlere de kıymet vermiştir. Yurdumuzun dört bir yanı hatıralar yaşatan çeşitli anıtlarla süslüdür. Bunların en yaygını eski mezarlarımız ve mezar taşlarıdır. En küçük köylerde bile içinde kimin yattığı bilinmeyen Yatır’lar, Türbe’ler, Evliya ve Ermiş’lerin işaretleri, hayrat çeşmeler, camiler, namazgâhlar, köprüler, hep ünlüleri hatırlatan birer abide, birer müze değerindedir.

Bestekârlarımızın, yazarlarımızın yaşadığı evler de korunarak birer müzeye dönüştürülmüştür. Hattâ vaktiyle yurdumuza gelip yerleşen tanınmış yabancıların bile evleri (İstanbul,

Tekirdağ, Kütahya vb. gibi) restore edilip halka açılmıştır.

Atatürkün kısa süreli kaldığı en basit evler müzeler zincirine eklenmiştir. (*) Yalnız eski tanınmış mimar ve mühen­ dislerimizi hatırlatacak bu tür kültür yuvaları şimdilik yoktur. Belki

yarattıkları eserlerle iç içe yaşadığımız için, onları hatırlatacak başkaca müzeler düzenlenmesine ihtiyaç duyulmamıştır. Osman Hamdi bey için de öyle... İstanbul Arkeoloji Müzesinin ve Sanayi-i

(2)

Köyün Batı sahilindeki kayıkhane, köşk ve üst katı yanan resimhanesi

Nefise mektebinin (Güzel Sanatlar Akademisi) kurucusu ressam Osman Hamdi bey de bugün müzelerdeki ve sanatseverlerin ellerindeki çok değerli tablolarıyle ve Türk kültürüne kazan­ dırdığı eski eserlerle, tesislerle yaşa­ maktadır. Ancak ölümünden 75 yıl sonra bizim nesil ona lâyık ve onun adına bir müze kazandırma çabası içine girebilmiştir.

Sîzlere bu yazımda Gebze’nin Eskihisar köyündeki, müze yapılacak yazlık köşkünü ve Eskihisar köyünü tanıtmaya çalışacağım. Ondan önce de Osman Hamdi beyi sizlere kısaca hatırlatmak isterim.

Büyük Türk ressamı, bilim adamı ve müzecisi Osman Hamdi bey 1842 yılında İstanbul’da doğmuş ve 1910 yılında ölmüştür. 1857 de hukuk tahsili için Paris’e giderek 12 yıl hukuk derslerine devam etmiştir. Bu arada bazı ünlü ressamların (Gerome, Boulanger) yanında resim çalışmış, 1867 de Pariste açılan milletlerarası sergide Osmanlı Devleti komiseri olmuştur. 1869 da Türkiyeye çağırılarak 27 yaşındayken Bağdat vilâyeti Umuru Ecnebiye müdürlüğüne tayin edilmiştir. 1871 de İstanbula dönmüş ve sarayda «Teşrifatı Hariciye» müdür muavini olmuştur. Bu sırada Viyana’da açılan milletlerarası sergide komiserlik yapmıştır. 1875 de Hariciye Umuru Ecnebiye katipliğine getirilmiş,

1876 da taht değişikliğinde bu vazifeden alınarak Matbuatı Ecnebiye Müdür­ lüğüne tayin edilmiştir.

Türk-Rus savaşında bir gönüllü birliği kurulması için çalışmıştır. 1877 de Beyoğlu Altıncı Daire Belediye Müdürü olmuş daha sonra memuriyetten ayrılarak resimle meşgul olmaya başlamıştır.

1881 de İstanbul’da Aya İrini kilise­ sinde kurulan Arkeoloji Müzesinin başına getirilmiş, bir taraftan müzenin tanzimi ve katalogların yapımıyle uğraşırken diğer taraftan yabancı arkeologlarla kazılar yapmaya başlamıştır.

Küçük bir taşra müzesi karakterini taşıyan İstanbul Arkeoloji müzesini zenginleştirmek için 1883 ile 1895 yılları arasında çeşitli yerlerde kazılar yapmıştır. Büyük bir kısmı İstanbul’a getirilen bu eserler müzenin zenginleşmesini, Avrupa ve Amerika arkeoloji çevrelerinde adının duyulmasını sağlamıştır. 1887 yılında Sayda civarında Aya’da Fenike krallarına ait bir yer altı Nekropolünde, İstanbul Arkeoloji müzesinin ününü sağlayan lâhitleri bulmuştur.

Müze arkadaşlarından Dimosten Baltacı bey ile Sayda’ya giderek Nekropolün açılmasında, lâhitlerin hasara uğramadan çıkarılmasında ve vapurla İstanbul’a naklinde büyük başarı göstermiş, böylece İstanbul Arkeoloji müzesi dünyanın en zengin lâhit koleksiyonuna sahip olmuş, Hamdi bey de Türk Arkeologu olarak

dünyaca ün kazanmıştır.

Bu keşiften sonra devrin tanınmış arkeologlarından Reinach ile birlikte yazdığı ve 1892 de yayınladığı — Une Necropole Royale de Sidon adlı kitabı, ününün daha da yayılmasını sağlamıştır. Lâhitlerin saklanması için Çinili Köşk yeterli olmadığından 1892 de açılışı yapılan binanın (Lâhitler Müzesi) inşasına başlanmıştır. Yeni müze kısa zamanda dolduğu için yan tarafa ikinci bir bina daha yapılmıştır.

(3)

köyüdür. Çevre pek değişmediğinden eski görünümünü bugün de korur. Son

15 yılda köyün nüfusu 200 kişi artarak 400 e ulaşabilmiştir. İlkbahar ve yaz aylarının tatil günlerinde sahildeki çay bahçelerine, lokantalarına ve zeytin ağaçlarının altına gelen gideni çok olur. İstasyona 2200 m. Çebze’ye 5 km. mesafededir. Gebze ve Danca’ya, Ankara-İstanbul karayoluna ve Gebze istasyonuna güzel manzaralı asfalt bir yolla bağlıdır. Geçen yıl yeni araba vapuru iskelesi için yeşil dokuyu çok bozan ayrı bir yol daha yapılmıştır. Önceleri bu çirkin yolun tünel biçiminde, doğayı bozmadan geçirilmesi düşünül­ müşse de pahalı olacağı için

vazgeçilmiştir.

Gebze Belediyesinin otobüsleri ve özel minibüsler köye tarife ile çalışır. Kadıköy ve Üsküdara 1 saatte gidilir, Haydarpaşa - Gebze elektrikli treni 1 saat sürer. Köye denizden de gelinir. Eskihisar köylüsü güleryüzlü, kültürlü ve konukseverdir. Gelirlerini bağ-bahçeden ve balıkçılıktan elde ederler. Bir de yaz kış köye gelip lokanta ve kahvehane­ lerinde vakit geçiren, balık tutmaya gelen ziyaretçilerden...

Müzenin üst katına bir kütüphane ilâve ettirerek burasının bir araştırma merkezi olmasını temin etmiş, gerek kendinin ve arkadaşlarının, gerekse yabancı dev­ letlerin hediye ettiği kitaplarla Müze kitaplığı kısa zamanda zenginleşmiştir.

1894 ten beri müzeciliğinin yanında — Düyunu Umumiye— nin Osmanlı dayinler vekili, başta Tütün Rejisi olmak üzere birtakım kurumlar ve bankalarda İdare Meclisi Reisliği ve üyelikler yapmıştır.

Meydana getirdiği bu eserlerden dolayı kendisine Avrupanın birçok üniversite­ sinden Fahrî Dr. ünvanı verilmiştir.

1909 da çıktığı son Avrupa gezisinde Oxford Üniversitesinin Fahrî Doktorluk ünvanını da almıştır.

Portre ressamı olarak tanınan Osman Hamdi beyin resimlerinde Doğuya ait

eşya ve insan figürleri usta bir çalışmayla verilmiştir. Eşyaya ait özellikler dikkatle canlandırılmıştır. (**)

Bu kadar değerli ve dünya çapında ün yapmış Osman Hamdi beyi birkaç satırla tanıtmak çok zordur. Zaman zaman kendisi ve eserleri hakkında yeni bazı yayınlar ve araştırmalar yapılmaktadır. Yine de Türk bilim ve sanat adamları arasında hayatı ve hizmetleri hakkında en çok eser verilen ve kıymeti bilinen ünlülerimizin başında gelir.

Bu küçük araştırmamla pek bilinmeyen yönlerini bulup onu hatırlamakla, öncekilerine birkaç sayfalık bir ilâve yapabilirsem kendimi mutlu sayacağım. Fırsat buldukça 1957 yılından beri Eskihisar köyüne giderim. Gebze kazasına bağlı küçük, şirin bir sahil

Sahiller hemen derinleşir, plajı yoktur. 1980 yılında sahilin bir kısmı dolduru­ larak yol haline getirilmiş, 1981 de de çok lüzumlu olan küçük balıkçı barınağı yapılmıştır.

Geleneksel mimarimizin son örnekleri sayılan ve ünlü Gebze evlerinin bir bölümünü oluşturan eski evleri de onarılmaya muhtaçtır.

Eskihisar köyünün de, İstanbul’un doğusundaki ve Gebze’nin çevresindeki köylerin de tarihleri çok eskilere dayanır. Fatih Sultan Mehmet 1453 yılında İstanbul’u fethettikten sonra terhis ettiği askerlerini şehir içinde bırakmayıp, batıda Küçükçekmece, Büyükçekmece ve Çatalca civarında, doğuda Gebze çevresinde iskân etmiştir. Eski İstanbul evlerinin küçük örneklerinden oluşan bu köylerin karışmayan, bozulmayan, şimdiki sakinleri, Fatih’in zafer kazanmış askerlerinin torunlarıdır.

Köy içindeki eski evler

Köyde PTT binası, 4 gazino, l çay bahçesi, 3 kahvehane, 1 otel, 2 pansiyon,

1 cami, 3 çeşme, 2 bakkal dükkânı ve eski-yeni evler vardır.

(4)

Eskihisar köyü de aynı tarihlerde Gebze’nin iskelesi olarak 7 ailenin burada yerleşmesiyle kurulmuştur. Mimar Sinan’ın plânlarım düzenlediği ve 1523 yılında Gebze’de inşa edilen Çoban Mustafa paşa külliyesinin taşları ve öteki malzemeleri, karşı sahilden getirilip buradan taşınmıştır. Bahçıvanlık, balıkçılık ve nakliyecilik ilk meslekleridir. Bizans ve Osmanb eserleri, Hannibal’in mezarı, kalabilen eski Gebze evleri, köyün adını aldığı Eskihisar’ı, geniş alana yayılmış bir açık hava müzesinin

eski eserleri gibidirler. Bu güzellikleri, masmavi körfezin ve yemyeşil orman­ ların, kırların görünümleri tamamlar. Sadrazam Ethem paşanın büyük oğlu olan Osman Hamdi bey de Eskihisar’ı, babasının Gebze’deki konağından tanımıştır. Gençliğinin bir bölümünü bugünkü Gebze istasyonunun karşısındaki köşkte geçirdiği için etrafın bütün bu güzelliklerini görüp severek sahilde 28 dönümlük yer satın alıp ilk adımını atmıştır. 1884 yılında 42 yaşındayken köyün sakin batı sahilinde köşkünü, resimhanesini, kayıkhane ve müştemi­

Köy kahvesi

lâtını inşa ederek 26 yıl yazlarını burada geçirmiştir. Onun gelmesiyle çevrenin kültür düzeyi daha zenginleşmiş, köy ün kazanmıştır.

Batı kültürü ile yetiştiği için civarda daima bir yabancı izleyici gibi tanın­ mıştır. Bu davranışları bütün eserlerinde görünür. Daha lâtin harfleri kabul edilmezden çok önceleri eski türkçe yazıları yanında lâtin harflerini de kendine göre kullanmıştır.

Eski eserleri, bir yabancı araştırmacının merakı ve titizliği içinde incelemiştir.

(5)

Eski Gebze'den görünüm

Resimlerinde geleneksel mimarimizin en güzel detaylarım büyük bir sabırla, bilgi ile işlemiştir. Halı, kilim desenleri, sedef kakmalı eşyalar, silâhlar, mermer işçilikleri, zamanın kıyafetleri, güzel tablolarını süsler.

Gerçekçi bir tutum içinde eser veren Osman Hamdi bey kadın erkek portrelerinde de İslâm dininin katı kurallarına bağlı kalmamıştır. İmzalı imzasız resimleri, çıplak desenleri, batıya yönelik aşama yapan eserleridir. Mimarlık mesleği güzel sanatların zevkli bir koludur. Her sanatkâr gibi mimar da kabiliyeti doğrultusunda eser vere vere tecrübe kazanır, ustalaşır. Genellikle mimar olmayan ev sahipleri biraz da mimarlığa hevesleri varsa kendi evlerinin planlarını kendileri çizerler. İkinci ve üçüncüsü de yapılmayacağı için ilk yapılarındaki kusur ve acemilikleri, elde ettikleri güzelliklerden, kullanılış kolay­ lıklarından daha çok olur, öyle de kalır yıllarca...

Osman Hamdi bey de köşk ve müştemi­ lâtının planlarını kendisi çizmiştir, öyle söyleniyor.. Plan tertibinden çok araziye yerleştirmeye, ince detaylarına ve bahçe tanzimine önem vermiştir.

Plan düzenlemesindeki çok geniş hacım- larla çok dar geçitleri, kullanışsız

çepeçevre dar balkonları, servislerinin birbirinden uzaklığı, muhite uymayan mimari tarzı, hemen göze çarpar. Sivil mimarimizden ve onu tamamlayan güzel eşyalardan en küçük bir

görünüme yer vermemiş, esinlenmemiştir. O tarihlerde inşa edilen İstanbul’daki bazı köşkler, Haydarpaşa-Gebze banliyösündeki istasyon binaları, Güneydoğu Anadoludaki ve Suriye hududundaki demiryolu binaları da zamanın moda olmuş Fransız mimarisinin ürünleridir.

1000 m2 ye yaklaşan inşaat alanıyle tarihe geçmiş bu 100 yıllık yapı küçük Eskihisar köyünde tipik Fransız mimarisini yansıtır.

Binaların kiremitleri, pres tuğlaları, hattâ bütün ahşap akşamı, verilen ölçülere göre Lyon şehrinden getirtilip köyde montajının yapıldığı anlatılır.

(6)

1901-1904 yıllarında salon kapıları üzerine yapılan çiçek resimleri

Bugüne kadar titizlikle korunan eşyaları arasında salamandra sobası dahil, pirinçten aplikleri, avizeleri, kristal aynalar, konsollar, mermer masalar, kapı-pencere kolları, kilitleri, mutfak, banyo, W.C. takımları, bakır su kazanları hep dışardan getirtilmiştir.

Ziyaretçilerden başkasının pek görmediği taşınmaz 16 yağlıboya resmi de köşkte titizlikle korunmuştur. Alt katın ahşap kapılarının tablalarına 1901-1903 yıllarında yaptığı çok güzel çiçek

resimlerinin her biri bugünkü tablolarının değeri düzeyindedir.

Osman Hamdi bey Eskihisar köyünün bu sakin ve sessiz sahilindeki köşkünde hayatının en güzel günlerini geçirmiş, değerli eserlerini burada vermiştir. İlmî araştırmaları ve resim çalışmaları dışında köşkü çevreleyen koruyu, üzüm bağlarını, meyva ağaçlarını, rengârenk çiçekleri kendi elleriyle yetiştirmiştir. Ağaç kesenlere de çok kızarmış. Köyün sakinlerinden Hüsnü dayıyı köyün ormanında ağaç keserken yakalar, zaptiyelere haber verip birkaç gün nezarette yatırtırmış. Çıkınca da nezarette kaldığı günlerin yevmiyesini, birkaç Mecidiye’yi çağırıp kendisine ödermiş. Kurnaz Hüsnü dayı bu işi kârlı görmüş ki arada sırada yolun üstündeki ağaçların

arasında ağaç keser gibi yapar, yakalanır, yine Mecidiye’leri alırmış..

Osman Hamdi bey istasyonla köşk arasındaki toprak yolda Fayton’la gezer, misafirlerini karşılar, uğurlarmış. Sahildeki köy kahvesinde köylülerle sohbet eder, bayramlaşır, onlarla balık tutmaya çıkarmış.

Köşk ve koru yazarlara da konu olmuş­ tur. Birçok araştırmacı burada incele­ meler yapmış, kitap ve makaleler yazmışlardır. Bugün bile bakımsız olmasına rağmen güzel bahçesi ve korusu tabii park görünümündedir. İlkbahar aylarında bahçesinde ağaçlar çiçek açar, binlerce bülbül öter, eski günler adetâ yeniden yaşanır. Mebrure Sami Koray (Alevok) «Leylaklar Altında» romanında bu güzel bahçeden esinlenmiştir.

(7)

Köşk’ün

eski bir fotoğrafı (1901)

ü s t Ik«ııll

plânını-Onarılan köşk ve bahçe duvarları

(8)

Osman Hamdi Beyin koruluık içindeki mezarı

Sizlere tanıtmaya çalıştığım bu güzel ve tarihi yerin Eskihisar köyüne, köylüsüne çok tesiri olmuştur. O tarihlerde köyde yapılan bazı evlerde, balıkçı kahvesinde ve yıkılıp yerine yenisi yapılan küçük köy camisinde köşkün izleri görünür. Eskihisarlılar Osman Hamdi beyle ve köyleriyle her zaman öğunürler.

Türk kültürüne büyük hizmetleri olan ressam, arkeolog ve müzelerimizin kurucusu 1910 yılında 68 yaşındayken İstanbul’da Kuruçeşme’deki yalısında vefat etmiştir. O zamanki Ayasofya camisinde cenaze namazı kılınarak Müze önünde yapılan törenden sonra, vasiyeti üzerine bir çatana ile Eskihisar’a denizden getirilip önceden hazırlattığı korunun üstündeki mezarına

defnedilmiştir.

Bakanlar Kurulu kararıyle, dört bir yanı demir parmaklıkla çevrili mütevazi mezarının iki ucuna nadide 2 Selçuklu mezar taşı konulmuş, kitâbesi ayrı bir mermer taşa işlenmiştir.

O zamanki ulaşım güçlüğü nedeniyle 1960 lı yıllara kadar Eskihisar köyüne yakınlarından pek gelen olmamış, varisleri binaları ve bütün araziyi sabit eşyalarıyle birlikte Danca’daki Aslan Çimento Fabrikası A.Ş. ne satmışlardır. Sonradan korunun bir kısmı ve mezarı torunlarına iade edilmiştir.

Yakın tarihimizde burası bazı olaylara da sahne olmuştur. I. Cihan Harbinde köşk karargâh kumandanına tahsis edilmiş ama harap olmasının önüne geçilememiştir. II. Dünya Harbi sırasında da Gebze kumandanlığı emrine verilmek istenmiş, binaların tekrar harap olacağı endişesiyle vazgeçilmiştir.

İsmet Paşa (İnönü) İstiklâl Harbine giderken birkaç gün burada kalarak karşıya, Karamürsel’e geçmiştir. Silâh ve mühimmat takalarla buradan Anadolu’ya sevkedilmiştir.

1933 yılında Atatürk, köşkü ve bahçeyi ziyaret etmiştir. Sıcak bir yaz günü Yalova’dan denizden motorla gelen Atatürk, köyde karşılanmış biraz istirahat etmiş.

— Biranız var mı? diye sormuş. — Yok Paşam., demişler, bağdan iki küfe üzüm kesip motoruna koymuşlar. Bugün hayatta olanlar Atatürk’e bir bardak bira ikram edemediklerine hâlâ üzülürler.

Bahçede iki güzel ağacı beğenen Atatürk, sonradan ilgilileri göndererek bu ağaçları toprağıyle çıkarttırmış, Yalova’da köşkünün bahçesine diktirmiş. Şimdi köşkün sağ tarafındaki büyük çam, sökülen ağaçların yerine dikilen 50 yıllık ağaçtır.

Yeni mal sahibi olan şirketin memuru ve köyün eski muhtarı Mehmet Acar 45 yıl burada görev yaparak köşk ve müşte­ milâtını bakımlı tutmaya çalışmıştır. Bugün hayatta olan 94 yaşındaki emekli memurun bu güzel eseri titizlikle

koruması büyük bir hizmet sayılır. Yine de 1945 yılında resimhanede yangın çıkmış, ahşap üst kat yanmış, köşk zor kurtarılmıştır.

Koru ve binalar 1966 yılında (Doğal Sit alanı) olarak tescil edilmiştir. 1983 yılında Kültür Bakanlığınca tüm alan ve tesisler kamulaştırılmıştır.

1968-1971 vej.977 yılından beri köyün muhtarlığını yapan Özdemir Akdoğan, Eskihisar’lılar ve Osman Hamdi beyi sevenler, bu güzel yerin ve tarihi binaların Müze olarak halka açılmasını öteden beri istemişler, çok da çaba sarfetmişlerdir. Kurulan Dernekler, Mimarlar Odası ve o zamanki Güzel Sanatlar Akademisinin uğraşılarıyle bir sonuç alınamamışsa da, konu güncel

hale getirilmiştir. İki yıldan beri 19 Mayısta Osman Hamdi beyin mezarı başında anma törenleri yapılır, hatıraları dile getirilir.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğünce artık bütün kararlar verilmiş, yeterli tahsisat ayrılmıştır.

İstanbul Rölöve ve Anıtlar Teknik Müdürlüğünce de 28 dönüm arazinin istimlâkleri yapılmış, ilk olarak hudutlar telle çevrilmiştir. Bahçe duvarları ve demir parmaklıkları ilk durumu gibi tamamlanmıştır.

Müzelerimizin kurucusuna lâyık bir müze yapılabilmesi için Teknik Müdürlükçe oluşturulan, işinin ehli ve bilgili bir ekip, uzun çalışmalardan sonra rölöve ve uygulama projelerini hazırlayarak, binalar aslına uygun bir biçimde onarılmaya başlamıştır.

Eksik eşyalar benzerlerine uygun olarak çoğaltılıp yerlerine yerleştirilecektir. Bahçe ve koru, doğaya ters düşmeyecek şekilde yeniden düzenlenecek, bakımlı bir hale getirilecektir. Ziyaretçiler için dinlenme köşeleri, araştırmacılar için okuma ve sergi salonları yapılacaktır. Büstleri, tabloları, duvarları süsleyecektir. Bugün Mimar Sinan Üniversitesinin büyük sergi salonundan başka bir yere adı verilmeyen sanatkârın hatırası, böylece Eskihisar köyünde «Osman Hamdi bey Müzesi ve Millî Parkı» olarak yaşatılacaktır.

KAYNAKÇA:

( *) B. Çetinor, Atatürk Evleri, İLGİ dergisi Sayı 31 Mayıs 1981

Belleten 37/316 İstanbul 1973

(**) Refik Ekipman, Osman Hamdi, Kültür ve Sanat Dergisi sayı 1 Haziran 1973 — Erdem Yücel,

Cihat Soyhan, Gebze ve Eskihisar, TTOK yayınları İstanbul 1976

— Mustafa Cezar, Sanatta Batıya

açılış ve Osman Hamdi, İş Bankası Kültür yayınları sanat dizisi 8. İstanbul 1971. — Mustafa Cezar,

Ferit Edgü, Osman Hamdi, Bilinmeyen Resimleri. Ada yayınları İstanbul 1986

(9)

Osman Ham di Bey

and

The Village of

Eskihisar

Osman Hamdi Bey

Text, photographs and sketches :

Bülent ÇETİNOR

/ r $ (

The fame of great men lives on not only in the works they have produced but also in the houses, villages, towns and cities in which they were born and brought up. Their houses are converted into museums, and streets and squares are adorned with their statues and busts. Even in the case of those who failed to gain due recognition during their lifetime, the circle of their admirers slowly grows, and their true worth is finally and fully recognised after their deaths. There are also some, of course, whose very names are completely forgotten.

The Turkish people have always known how to appreciate the living as well how to honour the dead. Every corner of our country is adorned with

monuments that keep the past alive. The most common of these are our old graves and gravestones.

The graves of people whose names have long been forgotten, the tombs of saints and mystics, the fountains, mosques and bridges to be found even in the smallest villages, all constitute monuments in memory of the great men of the past. Each is, in effect, a museum in itself.

The houses in which our composers and writers have lived are preserved and converted into museums. Even the houses in which famous foreigners have stayed during their visits to our country are carefully restored and opened to the public, as can be seen in Istanbul, Tekirdağ, Kütahya and many other places.

Even the humblest houses in which Atatürk stayed have been added to this chain of museums.

(10)

months, and to pass the time in the local restaurants and coffee-houses.

The village contains one post-office, four gazinos, one tea-garden, three coffee­ houses, one hotel, two guest-houses, one mosque, three fountains, two grocer’s shops and a number of houses both old and new.

The shore descends very steeply into the sea and there is no beach. In 1980 part of the shore was filled in to build a road, and in 1981 a small, very badly-needed fishing shelter was constructed.

The famous old Gebze houses, which may be regarded as the last remaining examples of traditional Turkish domestic architecture, are very much in need of repair.

The village of Eskihisar, like the other villages to the east of Istanbul and in the vicinity of Gebze, has a very long history. After the conquest of Istanbul in 1453, Mehmed the Conqueror settled the discharged soldiers on land outside the city of Istanbul in districts such as Küçükçekmece, Büyükçekmece and Çatalca in the west, and in the vicinity

Coffee house

of Gebze in the east. The inhabitants may thus be regarded as descendants of the victorious soldiers of Sultan Mehmed.

It was around that time that the village of Eskihisar was founded by five families who settled in the neighbourhood of the small landing-stage serving the town of Gebze. To this landing-stage were brought the stones ancl other building materials to be used in the construction of the Çoban Mustafa Mosque, which was built in Gebze in 1523 to a plan drawn up by the great architect Sinan.

(11)

Scene from old Gebze village

Three portraits

The Byzantine and Ottoman monuments, consisting of the tomb of Hannibal, the old Gebze houses and the old castle (Eski hisar) from which the village takes its name, rather resemble items scattered around a vast open-air museum, and are all set against the background formed by the blue waters of the bay and the green vegetation of the woods and meadows.

Osman Hamdi Bey, the eldest son of the Grand Vizier Ethem Pasha, knew Eskihisar from his father’s mansion in Gebze. As part of his youth was spent in the villa opposite what is now the Gebze railway station, he grew up to love the beautiful landscape surrounding it, and one of the first things he did was to purchase eight acres of land on the shore. In 1884, at the age of forty-two, he built a villa, a studio, a boat-house and various out-houses on the quiet western shore of the village, and it was here that he spent the next twent-six summers.

12

His training in western culture made him a sort of foreign observer in his own country, and this attitude is clearly reflected in almost all his works. For example, he used the Latin alphabet alongside the old Turkish script long before there was any question of its being formally accepted.

He examined old monuments with the curiosity and painstaking meticulousness of a serious researcher. In his paintings we find the finest details of traditional Turkish architecture depicted with the most careful scholarship. His

paintings are embellished with beautifully designed carpets and kilims, mother-of- pearl inlay furniture, old weapons, carved marble decoration and costumes of the period.

In both his male and female portraits Osman Hamdi Bey adopted a very realistic approach, allowing himself to be constrained in no way by the dogma of the Muslim religion. His signed and unsigned pictures, as well as his nude sketches, all show a definitely western orientation.

Architecture is one of the most

interesting branches of the fine arts. Like every other artist, the architect gains experience and proficiency by actually producing a series of works under the guidance of his own gifts and talents. Even house-owners who are not themselves architects but who have a certain penchant towards the art, sometimes draw the plans of their own houses. As, however, they rarely have the opportunity of drawing a second or a third, the blemishes and deficiencies of their one and only attempt are much more in evidence than beauty of design or practical use.

Osman Hamdi Bey is said to have drawn the plans for the villa and outhouses himself, and in so doing he obviously gave jnuch more importance to the site itself, to minor details of the architecture and the layout of the garden than to the actual plan itself (Plan 1,2,3). The deficiencies of the plan are

immediately apparent in the large rooms connected by narrow corridors, the impracticably narrow balconies, the distance of the various offices one from the other, and the clash between the architectural style and the environment. One looks in vain for any trace of the traditional Turkish style of domestic architecture, or for the many lovely accessories that formed an integral part of it. Several of the villas built in

Istanbul at this time, the station buildings on the Haydarpa§a-Gebze line, and the

(12)

railway buildings in south-east Anatolia and on the Syrian frontier were clearly products of the French architecture in fashion at that time.

This century old building on a site measuring nearly 1000 m2 is a typical example of French architecture set in the little village of Eskihisar.

The tiles and bricks used in the construction, and even some of the carpentry, were manufactured in Lyon in accordance with certain specifications and assembled in the village. The various fittings that have been so carefully preserved up to the present day, including the portable stoves, the brass wall lamps, the chandeliers, the crystal mirrors, the consoles, the marble tables, the door and window handles, the locks, the kitchen, bathroom and toilet fittings, the copper water cauldrons, were all imported from abroad.

The sixteen fixed oil-paintings, seen by very few people apart from the visitors to the house, were also very carefully preserved. Each one of the lovely pictures of flowers painted on the panels of the wooden doors on the lower storey in the years 1901-1903 is as valuable as any of his paintings.

Osman Hamdi Bey spent the happiest days of his life in this villa on the quiet and tranquil shore of the village of Eskihisar, and it was here that he produced his most valuable works. In addition to his scholarly researches and his artistic work, he tended with his own hands the park surrounding the villa, the vineyards, the fruit-trees and the many-coloured flowers.

He would get furious with anyone cutting down a tree. When he caught Hüsnü, one of the villagers, felling a tree in the village wood he immediately reported him to the police and had him detained for several days. When he was released, Osman Hamdi Bey called him and gave him several mecidiyes (silver coins) in lieu of his wages for the days he had spent inside. Hüsnü was cunning enough to scent a good source of profit here, and would sometimes pretend to be cutting down a tree by the side of the road just to have himself arrested and get paid a few mecidiyes!

Osman Hamdi Bey would drive along the earth road to the station in his phaeton to welcome his guests or see them off. He would sit in the coffee­ house by the shore and talk with the villagers, exchange greetings at bayrams and sometimes go fishing with them.

(13)

An old photograph (1901) of the house

iwroiiitt ta» pilim

4 İS İ k u t p lâ ıs D

-=J

Main floor

The house undergoing repairs

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Dini esaslara dayalı devlet kurmak amacıyla gazeteci yazarlar Çetin Emeç, Turan Dursun ve İranlı Ali A kbar Gorbanı’nm öldürülmesi eyleminin de aralarında bulunduğu çok

Zobu’nun ardından o sırada 82 yaşında olan büyük usta Muh­ sin Ertuğrul bir kez daha Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönet- menliği’ne atandı. Ancak bu kez de

Yüksek sıklıktaki entegre çiplerin gelecek nesil iletişim, görüntüleme, algılama ve radar uygulamaları için uygun olduğunu belirten araştırmacılar, gelişmiş bir

Bugünkü İstanbul Şehir Tiyatrosu'nun temeli olan Darülbedayi'nin kurucusu, çağdaş Türk tiyatrosu­ nun öncüsü, ilk sesli ve renkli Türk filminin yönetmeni.

Kikuchi-Fujimoto hastalığı (histiyositik nekrotizan lenfadenit) nadir görülen, klinik olarak servikal lenfadenit ve yüksek ateş ile seyreden, kendini sınır- layan ve sıklıkla

Treg hücre oranı ve sayısını, otoimmünite tespit edilen erişkin sIgA hastalarında tespit edilmeyene göre, istatistiksel olarak anlamlı olmasa da, daha düşük

İçkiye fazla düşkünlüğü o- lan Ahmet Rasim hayat bo­ yunca bir tek kişiye fenalık etti ki ismi şudur: Ahmet Ra- slm- Kendisinin hem suçu, hem cezası

Osman Hamdi Bey’in, & çoğunu, 1860 yıllarında, Paris’te öğrenci iken yaptığı bu etüüer, Türk resminin ilk çıplaklarından oluşuyla da ayrı bir önem