• Sonuç bulunamadı

Türk Kültür Sistemi İçinde Vakfın Yeri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türk Kültür Sistemi İçinde Vakfın Yeri"

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TÜRK KÜLTÜR SISTEM!

ıÇÎNDE

VAKFıN YERI

ir k ü l t ü r müessesesi olarak vak­ fın, T ü r k k ü l t ü r sistemi i ç i n d e k i yerini belirleyebilmek için, h e r ş e y d e n önce, bir toplumdaki b i y o l o j i k , ruht. sosyal ve k ü l t ü r e l sistemler a r a s ı n d a k i ilişkilere bir göz atmak yerinde olacak­ tır.

Sosyal bilimlerde, f e r d î veya müş­ terek, şuurlu veya ş u u r s u z her t ü r l ü beşert d a v r a n ı ş a hareket denir. Ş ü p h e ­ siz burada hareket veya beşert d a v r a n ı ş en geniş m â n â s ı i ç i n d e d ü ş ü n ü l m e k t e ve bunlar, sırf d ı ş t a n gözlenebilen davra­ nışları değil fakat d ü ş ü n c e l e r i , duygu­ ları, i h t i y a ç l a r ı , a r z u l a n , vs...yi de ifâde etmektedirler.

T e c r ü b t v e r i y i , diğer bir i f â d e y l e sosyal h a y a t ı , m a n t ı k î b a ğ l a n t ı l a r ı çer­ çevesinde u m u m î ö n e r m e l e r e veya na­ zariyelere d ö n ü ş t ü r m e işine ise sistemli tahlil veya sistemleştirme a d ı v e r i l i r .

Sosyolojik a ç ı d a n , a s l ı n d a bir b ü t ü n olan toplumun veya onun ortak h ü v i y e ­ ti olan k ü l t ü r ü n tahlilinde, sırf n a z a r î olarak b i r b i r i n d e n a y r ı l a b i l e n d ö r t adet sistemden söz edilmektedir:

-Biyolojik sistem, yani i h t i y a ç l a ­ rıyla b i r l i k t e nöro f i z \ o l o j i t uzviyet sistemi;

-Ruht (psişik) sistem, yani psikoloji­ nin incelediği şahsiyet sistemi;

-Sosyal sistem, yâni umumiyetle sos­ yolojinin incelediği, a k t ö r l e r ve gruplar a r a s ı n d a k i etkileşimler sistemi;

K ü l t ü r e l sistem, yâni özellikle ant­ ropolojinin incelediği normlar, model­ ler, değerler, ideolojiler ve bilgiler sis­ temi.

Doç.Dr. Bahacddin Y E D İ Y I L D I Z .

Bu sistemlerden herbiri. kendine öz­ gü bir iç mantığa ve netice itibariyle onu d i ğ e r l e r i n d e n a y ı r a n "sınırlar"a sahip olmasına rağmen, aynı zamanda ' d i ğ e r l e r i n e açık bir sistemdir; dört sis­

tem a r a l a r ı n d a karşılıklı bağımlılık ve t a m a m l a y ı c ı l ı k ilişkilerini muhafaza e-derler; öyle k i , bu sistemlerden hcrbi-r i n i n t a h l i l i , onun çehcrbi-rçevesini açıkla­ yan diğer ü ç ü n ü n en azından mevcudi­ yetini nazarı dikkate almak zorunda­ dır. O halde bu karşılıklı bağımlılık perspektifi içinde, dört sistem, daha u m u m î sistem hareket sistemidir. Çün­ kü hareket globaldir, aynı anda dört sistem içinde de yer alır ve bunların herbirinden gelen güçler veya tesirlerin etkileşiminden neş'et eder. "Hareketin izafet çerçevesi" beşerî ilimlerin buluş­ ma sahasıdır.

Gerçekten psikolojik ihtiyaçlar, psi­ şik d ü r t ü l e r , sosyal aktörlerin etkileşi­ mini ihtiva eden normlar, kültürel de­ ğerler, hareketi yönlendirmeye veya kontrol etmeye yarayan mekanizmalar­ dır. Fakat bunlar aynı seviyede değil­ lerdir: Biyolojik, psişik, sosyal ve kül­ türel sitemler, hareket üzerindeki etki­ leri açısından hiycrarşik olarak tanzim edilmişlerdir. En altta biyolojik sistem v a r d ı r , onun üzerinde de sırasıyla şah­ siyet sistemi, sosyal sistem ve kültür sistemi yer a l m a k t a d ı r . En altta bulu­ nan biyolojik sistem enerji kaynağı, cn üstte bulunan kültür sistemi ise enfor­ masyon, bilgi kaynağıdır. Kültür siste­ mi esas itibariyle bilgiler, değerler ve ideolojiler gibi sembolik unsurlardan müteşekkil olduğu için. sırf sâhip ol­ duğu enformasyon sâycsindc hareketi

(2)

m.

nnr rtr RAHAF,Dm|< YEDİYILDIZ

yönlendirir ve kontrol eder. îşte bu sebepledir k i hiyerarşinin en yükseğin­ de yer almaktadır. Ve bu sistemler en yükseğinden yani kültür sisteminden başlamak üzere b i r b i r i üzerinde kontrol icra ederler.

Burada belirtilmesi gereken bir nokta da şudur: Yukarıda bahsettiğimiz sistemlerden biyolojik sistem ile şah­ siyet sistemi ferdi, sosyal sistem ile k ü l t ü r sistemi ise toplumu alâkadar e-der. Bizi burada daha çok sosyal sistem ile kültür sistemi ilgilendirmektedir. Çapı ne olursa olsun, ister küçük bir grup ister global bir toplum sözkonusu olsun, her müşahhas toplulukta, bu i k i sistem zorunlu olarak birbiri içine nü­ fuz ederler. Sosyal sistem, kendisine

temel sembolik unsurları tedârik eden kültür sistemi olmaksızın varolamaz; sosyal sisteme sahip olmayan kültür sis­ temi ise, bir "ölü medeniyet" ten başka bir şey değildir, tıpkı Eski Mısır ve Roma Medeniyeti gibi. Bu seminerde a-çık seçik ortaya konulacağı gibi, bugün Bulgaristan'da hem Türk sosyal sistemi hem de Türk kültür sistemi varlığını ve canlılığını muhafaza etmektedir. Bul­ garların Türkleri isim değiştirerek e-ritme hareketi, Bulgaristan'daki Türk sosyal sistemini yok etmeye matuftur. Bunda başarılı olunduğu taktirde ora­ daki Türk kültür sistemi de ölü bir medeniyet hâline gelecektir.

Sosyal sistemle kültür sistemi ara­ sındaki hem birleşmeyi hem de ayrılığı tesis eden anahtar-kavram, müesseseleş­ me kavramıdır. Müesseseleşme, tabiatı icabı u m u m î bir vasfa sahip olan kül­ t ü r unsurlarının (değerler, fikirler, semboller) toplum üyelerinin sosyal hareketi ve etkileşimi üzerinde doğ­ rudan ve ant bir kontrol icra eden ha­ reket normlarına, rollere, gruplara dö­ nüşmesinden ibârettir. Meselâ, adaletin u m u m î değeri, hâkimin rolünde, adliye teşkilâtında, k a n u n l a r ı n bünyesinde müesseseleşir. O halde, müesseseleşme, bir nevt kültür unsurlarının müşahhas-laşması, uygulanabilir ve uygulanmış formlara dönüşmesi olgusudur.

İşte Türk-islâm toplumlarında, kül­ tür değerlerinden birçoğunun müşah-haslaşması, uygulanabilir formlara dö­

nüşmesi, vakıflar sâycsinde meydana gelmiştir.

Bu teorik çerçeve içinde, t a r i h i m i z ­ de kültür değerlerimizin v a k ı f m ü e s s e ­ selerine nasıl d ö n ü ş t ü ğ ü n ü anlatmaya geçmeden evvel, vakıf ve v a k ı f l a i l g i l i bazı terimleri a ç ı k l a m a m ı z u y ğ u n ola­ caktır.

Vakıf, V I I I . asır o r t a l a r ı n d a n X I X . asır ortalarına kadar uzanan b i r devre­ de, İslâm memleketlerinin, ö z e l l i k l e Selçuklular ve Osmanlılar z a m a n ı n d a k i Türk dünyasının sosyal, k ü l t ü r e l ve ekonomik h a y a t ı n d a önemli r o l oyna­ mış olan dinî, h u k u k î ve i ç t i m a î b i r müessesedir. Bir kişi, m ü l k i y e t i n e sahip olduğu menkul veya g a y r i m e n k u l mal­ larından bir kısımını veya t a m a m ı n ı , Allah'ın rızasını kazanma n i y e t i y l e , halkın herhangi bir i h t i y a c ı n ı gider­ mek üzere dinî, h a y r î veya i ç t i m a î b i r gayeye müebbeden tahsis ederse, m a l ı n ı vakfetmiş, yâni bir v a k ı f müessesesi kurmuş olur.

Daha önce yapmış o l d u ğ u m u z m ü e s ­ seseleşme tanımına göre, v a k ı f , T ü r k -islâm kültür sistemi u n s u r l a r ı n d a n b i ­ r i n i , bu topluma mensup bir k i ş i y i ha­ rekete geçirerek, onun ş a h s î m a l l a r ı n ­ dan bir kısmını kamu hizmeti g ö r e c e k kuruluşlara d ö n ü ş t ü r m e s i e y l e m i d i r . Vakıf yapan kişiye vâkıf; bizzat k e n d i ­ sinden yararlanılmak ü z e r e v a k f e d i l e n bina veya müesseselere h a y r â t ; bu m ü ­ esseselerin ebedî olarak y a ş a m a s ı ve topluma hizmet sunması için v a k f e d i ­ len gelir k a y n a k l a r ı n a ise akar denir.

Vakfın kuruluş belgesinin de v a k ­ fiye veya vakıfnâme diye a d l a n d ı r ı l ­ dığını biliyoruz. Bu belgede v a k ı f l a ilgili bütün bilgileri bulmak m ü m k ü n ­ dür. Sözkonusu vakfiyelerde o l d u ğ u g i ­ bi vakıf olarak yapılmış b i n a l a r ı n k i t a ­ be veya duvar y a z ı l a r ı n d a n da, bu m ü ­ esseselere hayat veren k ü l t ü r sistemi unsurlarını y a k a l a m a m ı z m ü m k ü n d ü r . Meselâ, diğer bölgelerdeki T ü r k va­ kıflarının vakfiyelerinde o l d u ğ u g i b i , Bulgaristan'daki T ü r k v a k ı f l a r ı n a â i t vakfilelerde de, u m û m i y e t l e "gönül hoş­ luğu ile ödünç vermek" ( L V I I / 1 8 , L X X I I I /20); "Allah yolunda ( f l sebî-lillah) mal harcamak (infak)" (11/195,

(3)

TÜRK K t n . T f T R StSTFMt W N Q P V A t C F m vpi^t

261); "malını akrabaya, yetimlere, yok­ sullara vermek (î'tâ)" (11/177); " f a k i r i beslemek ( i t ' â m ) " ( L X X X I X / 1 8 , C V I l / 3 ) ; "sadaka vermek" (IV/114); ve özellikle "Hayrât yapmakta y a r ı ş m a k " (11/148; III/114) gibi m e f h u m l a r ı i h t i v â eden âyetler yer a l m a k t a d ı r .

İnsanı ve toplumu harekete geçiren ve onlara yön veren bu kavramlardan bir kaçını kendi konteksti i ç i n d e ele alarak t a h l i l etmek, meseleyi biraz daha a y d ı n l a t a c a k t ı r , zannediyorum:

"Allah'a ve â h i r e t g ü n ü n e i n a n ı r l a r . İyiliği emrederler, k ö t ü l ü k t e n vaz­ geçirmeye çalışırlar,

H a y r â t d a , yani hayrt ve sosyal işler­ de birbirleriyle yarış yaparlar.

İşte onlar k u r t u l u ş a erenlerdir" (Kur'an, 11/114.)

Bu metindeki hayrat kelimesinin al­ tını çizerek s ö y l ü y o r u m . Biraz sonra tekrar bu kavrama döneceğiz. V a k ı f l i t e r a t ü r ü n d e en çok k u l l a n ı l a n keli­ melerden birisi de m e b e r r â t kelimesidir. Sevap için insanlık y a r a r ı n a tesis edil­ miş k u r u l u ş l a r m â n â s ı n a gelmektedir ki, bir b a k ı m a , h a y r â t l a eş a n l a m l ı d ı r . Beberrât kelimesinin kökü her t ü r l ü iyilik,hayır m â n â s ı n a gelen b i r r sözcü­ ğüdür ve Kur'an'dan a l ı n t ı y a p ı l a r a k sık sık vakfiyelerde zikredilen bir âyet­ te şöyle t a n ı m l a n m a k t a d ı r :

"Birr, y â n i i y i l i k ve h a y ı r , yüzle­ rinizi doğu ve batı y ö n ü n e d ö n d ü r m e ­ niz değildir. Fakat birr,

-Allah'a, â h i r e t g ü n ü n e , meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden,

-Ona olan sevgisine r a ğ m e n m a l ı n ı akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmış m i s â f i r l e r e , dilenenlere, köle ve esirleri kurtarmaya veren,

- N a m a z ı n ı dosdoğru k ı l a n , z e k a t ı n ı veren (kimselerin),

- A h i d l e ş t i k l e r i zaman sözlerini yeri­ ne getirenlerin;

-Sıkıntıda ve h a s t a l ı k t a ve muhare­ benin kızıştığı zamanlarda sabır ve me-tânet gösterenlerin b i r r ' i d i r .

- İ n a n ç l a r ı n d a sâdık olanlar o n l a r d ı r ve onlar takvaya erenlerin tâ kendile­ ridir "(Kur'an, 11/177).

Vakfiyelerde sıkça zikredilen âyet­ lerden bir diğeri de şudur:

"Herkesin (ve her milletin) yönel­ diği bir yönü ve yöntemi vardır.

Siz h a y r â t yapmaya koşun, bu hu­ susta birbirinizle yarış edin..." (11/148). İşte bu ve benzeri prensipler, T ü r k k ü l t ü r hareketine, T ü r k h ü m a n i z m a s ı n a yön vermiş olan d ü s t u r l a r d ı r . Bilindiği üzere, h a y r â t ve meberrât, yahut mües-sesâtı hayriye tâbirleri, Osmanlı litera­ t ü r ü n d e d o ğ r u d a n ve karşılıksız olarak topluma ve b ü t ü n insanlara hizmet sun­ mak için yapılmış vakıf binâ ve kuru­ luşları ifâde etmektedirler. Bunları ya­ pan v a k ı f k u r u c u l a r ı n ı n vakfiyelerde veya kitabelerde zikredilen en önemli s ı f a t l a r ı ise sâhibü'l-hayrât ve'l-m e b e r r â t ' t ı r .

G ö r ü l ü y o r k i , "hayrât yapmakta, i n ­ sanlığa hizmet sunmakta yarışmak, kül­ tür sistemimizde bir kıymet h ü k m ü , bir k ü l t ü r e l değer olarak benimsenmiş ve i n s a n ı m ı z ı n ortaklaşa kabul ettikleri ve u y d u k l a r ı bir d a v r a n ı ş modeli hâline gelmiştir. Bu kıymet hükmü ve davra­ nış modelinin müşahhaslaşarak mües­ seseleşmesi neticesinde, özellikle Sel­ çuklu ve Osmanlı dönemlerinde, T ü r k d ü n y a s ı bir baştan öbür başa h a y r â t l a d o n a t ı l m ı ş t ı r .

H e r b i r i T ü r k kültür yaratıcılığının a y r ı bir örneğini teşkil eden bu hay­ r â t l a , 107rdan itibaren k a p ı l a r ı n ı T ü r k l e r e açan Anadolu ve daha sonra Rumeli ve Balkanlar'da tabiat T ü r k k ü l t ü r ü y l e kültürleştirilmişir. Siyasî ve askeri bir varlık gösteremeyen bazı T ü r k sülâleleri bile k u r d u k l a r ı vakıf müesseseleriyle ve kültürel yaratıcı-l ı k yaratıcı-l a r ı y yaratıcı-l a şöhret buyaratıcı-lmuşyaratıcı-lardır. Meseyaratıcı-lâ Mengücekler bunlardan biridir. D i v r i -ğ i ' n d e k i U l u Camii, Mengüceklerin hiz-metle-sanatı bütünleştirmedeki başarı­ l a r ı n ı n ü r ü n ü d ü r . 1228'de yapılan bu şâheserin kuzey taçkapısının değirmi levhalar, şerit hâlinde yazılar ve fış­ k ı r a n i r i levhalar çerçeveler.

U l u Camiin 1243 yılında tanzim e-dilen vakfiyesi günümüze kadar ulaş­ mıştır. Vakfiyeye göre, yedi köyün yarı hisseleri câmiye gelir kaynağı olarak tahsis edilmişti. İmam, hatip, müezzin.

(4)

406

mütevelit gibi birçok görevli maaşını bu vakıftan alıyordu.

Camiin minberi ahşap oymacılık sa­ n a t ı n ı n şaheser örneklerinden birini teşkil etmektedir. Bu oymalar göze hoş gelen birer estetik unsur olmaktan öte, v a k ı f k ü l t ü r ü n e ruh veren bir manânın a h ş a p minbere nakşedilişine vesile ol­ muştur. Gerçekten, Ulu Camiin minbe-rindeki bu oymalar, 7,5 asırlık bir mâ-ziden seyircisine şöyle seslenmektedir:

"İlim öğreten, su getiren, kuyu ka­ zan, meyve ağacı diken, mescid bina e-den, mushaf bırakan ve bir de anası babası için mağfiret dileyen evlat ye­ tiştiren kimsenin sevabı kesilmez, öl­ dükten sonra da devam eder" (Hadîs).

Bir vakıf ürünü olan bu camiin taç-kapısında, vakıf kurucusu Ahmed Şah'-ın ailesinin ongunu olan i k i başlı doğan kuşu Türk-islâm kültür sentezinin bir alâmetidir.

Divriği U l u Camii'nin bitişiğinde hastalara şifâ dağıtan i k i katlı dârüş-şifâ, Fahrüddin Behramşah'ın kızı Tu­ ran Melek tarafından 1231 yılında vak-fedilmiştir. Câmi ve dârüşşifâ'dan olu­ şan bu külliyede, "hemen hemen yakın-doğunun hiçbir sanat eserinde görül­ meyen plastik etkilerle, Sasânt sana­ tının, Gazne sanatının. Steplerin hay­ van sitilinin, İran Selçuk devri alçı dekorasyonunun, yakındoğu ahşap işçi­ liğinin taş malzeme ile yeniden yorum­ lanmış ve hayranlık uyandıran bir tek­ nikle gerçekleştirilmiş" eşsiz bir sen­ tezini bulmaktayız.

Neredeyse 8 asırlık yaşa sahip bu cami ve dârüşşifâ, Türk vakıf eser­ lerden sâdece ikisidir... Camiin hâlâ mevcut olan ahşap minberi üzerinde, bu ve benzeri eserlerin yapılışında sosyal sistemi harekete geçiren kültür sisteminin kıymet hükümleri yer al­ m a k t a d ı r . Oradaki hadts tahlil edilerek maddeleştirilirse,

-İlim yapmak ve yaymak,

-Toplumun su ihtiyacını gidermek, -Toprağı ağaçlandırmak,

-Mescid ve cami yapmak,

-Kitap yazmak ve nesilden nesile geçmesini sağlamak.

n n r Dr R A H / ^ " ^ î ' ^ Y F n İ Y I L D I Z

-Ana-baba için m a ğ f i r e t dilemek d i ­ ğer bir ifâdeyle atalara k a r ş ı s a y g ı l ı olmak gibi kıymet h ü k ü m l e r i n i n , sosyal sistemi yönlendirdiği ve kontrol e t t i ğ i anlaşılmaktadır. Burada d i k k a t ç e k i c i diğer bir husus da, d â r ü ş ş i f â n ı n m i m a r î yapısında kullanılan k ü l t ü r u n s u r l a r ı ­ dır. Birçok kültürden m u h t e l i f unsurlar alınmış, fakat bunlardan h i ç b i r i t a k l i t edilmeksizin, yeniden y o r u m l a n m ı ş ve

yaratıcı düşünceyle yeni bir sentez ger­ çekleştirilmiştir.

İşte bu mekanizma d â h i l i n d e , k ü l t ü r sistemimizde yer alan normlar, d e ğ e r l e r ve bilgiler, sosyal sistemi harekete ge­ çirmiş ve vakıf yoluyla m ü e s s e s e l e ş m i ş ­ lerdir.

-Tabiata hâkim olma,

-Coğrafyayı k ü l t ü r l e ş t i r i p vatan h â ­ line getirme,

-Sosyal ve i k t i s a d î f a r k l ı l a ş m a l a r ı en aza indirme,

-İlim yapma, toplumun b i l g i s i n i art­ tırma,

-Şehirleşme,sosyal b ü t ü n l e ş m e y i sağ­ lama,

-Kısacası toplumda huzuru s a ğ l a m a , insanları mutluluk içinde y a ş a t m a ar­ zu ve ideali, yollar, k ö p r ü l e r , k e r v a n ­ saraylar, camiler, hanlar, hamamlar, çeşmeler, zâviyeler, k ü t ü p h a n e l e r ya­ pımına yol açmış, n i h â y e t T ü r k ş e h i r l e ­ rine şahsiyet k a z a n d ı r a n birer k ü l t ü r âbidesi diyebileceğimiz O s m a n l ı k ü l l i ­ yelerini doğurmuştur.

Ekrem Hakkı A y v e r d i ' n i n tesbitle-rine göre, sırf Bulgaristan'da, 3339 adet Türk vakıf h a y r â t ı mevcuttur ( A v r u ­ pa'da Osmanlı Mimarî Eserleri, I V , İs­ tanbul 1982, s. 11-191). Bunlardan 2356' sını cami ve mescidicr, 142'sini medre­ seler, 273'ünü köprülür, 16'sını k e r v a n ­ saraylar, diğerlerini ise hamam, ı l ı c a , türbe, kale, çeşme, sebîl, k ü t ü p h â n e , vb... hayrât teşkil etmektedir. Ş ü p h e s i z bunlar Bulgaristan'daki T ü r k eserleri­ nin tamamını değil, sâdece tesbit edi­ lebilenlerdir. Bunlarla i l g i l i 1400'e yakın vakfiye. V a k ı f l a r Genel M ü d ü r ­ lüğü Arşivi'nde hâlen mevcuttur. D i ğ e r arşivlerimiz t a r a n d ı ğ ı n d a ş ü p h e s i z bu sayı artacaktır.

(5)

T Ü R K K Ü L T Ü R StSTFMİ T Ç İ N n F V A K P T M V P P T 407

Eski Cumah H â m i d . T ı r n o v a için, Turefâsı çok, şu'arâsı çok, ulemâsı çok sulehâsı çok.

Doludur, gevheri i l m ü ma'rifet ile Medtne-i T ı r n o v a . diyor. Sadece T ı r n o ­ va değil, Bulgaristan'daki b ü t ü n T ü r k şehirleri böyledir. Zira O s m a n l ı l a r dö­ neminde, diğer T ü r k illerinde olduğu •gibi, Bulgaristan'da da. hemen hemen

her köy. K ı d e m l i Baba Sultan, A k y a z ı l ı Sultan, Balı Baba, Demir Baba, K a l i g r a Sultan gibi alpcrenlcrin temsil ettiği devrin k ü l t ü r evleri olan bir zâviye, her şehir g ü n ü n ü n i v e r s i t e l e r i olan bir külliye e t r a f ı n d a k u r u l m u ş t u r . Bulga­ ristan'daki k ü l l i y e l e r e bir i k i ö r n e k vermek gerekirse, Filibe'de Ş i h a b ü d d i n Paşa, Hezergrad'da İ b r a h i m Paşa vc Sofya'da Sofu Mehmet Paşa külliyele­ rini sayabiliriz.

T ü r k k ü l l i y e l e r i n i n , yazılı ve sözlü kültür tarihimiz ve özellikle ü n i v e r -site-halk ilişkileri a ç ı s ı n d a n ö n e m i n i başka bir yerde t a h l i l etmeye çalışmış­ tım. Onun için a y n ı konuya takrar dön­ mek istemiyorum. Z â t e n Bulgaristan'da­ ki T ü r k vakıf eserlerinden b i r ç o ğ u n u da benden sondaki k o n u ş m a c ı l a r daha tafsilâtlı bir şekilde anlatacaklar. Bu tebliğlerden sonra, benim teorik bir çerçevede izah etmeye çalıştığım vak­ fın T ü r k k ü l t ü r sistemi i ç i n d e k i yeri ve önemi daha i y i a n l a ş ı l a c a k t ı r . Bu sebeple sözlerimi daha fazla uzatmak istemiyorum. Ancak bir noktaya daha temas etmeden gcçemiycceğim.

Bir Batılı c o ğ r a f y a c ı , "Balkanlar bir çoğraff bölge olmaktan öte, başlıbaşına bir problemdir" diyor (A.Blanc, G6ogra-phiedes Balkans, P.U.F. Paris 1865, s.6). Ancak hemen belirtelim k i bu problem, bölgede T ü r k d ü n y a n i z a m ı n ı n h â k i m olduğu d ö n e m l e r i n bir problemi değil, son y ü z y ı l d a Avrupa ve R u s y a ' n ı n böl­ geye m ü d â h a l e l e r i neticesinde ortaya çıkmış olan bir problemdir. Hollandnh şarkiyatçı M . K i e l . Bulgaristan'daki Kıdemli Baba Sultan tekkesiyle i l g i l i incelemesinde, "Bulgar İ m p a r a t o r l u ğ u z a m a n ı n d a , B u l g a r i s t a n ' ı n ş i m d i k i gü­ ney batı köşesi olan bu m ı n t ı k a . ıssız ve boşaltılmış hiçbir insanın bulunma­ dığı bir toprak p a r ç a s ı y d ı . Filibe vc

Edirne a r a s ı n d a k i 150 km.lik şerit çok zor yaşanabilecek bir yerdi... Rahat y ü z ü görmeyen memleket, ancak Os­ m a n l ı l a r ı n kesin fethinden sonrp sü­ k û n a kavuştu...Yeniden işlenmesi ge­ reken boş memleketin iskânı için derhal b ü y ü k ölçüde yatırımlara girişildi" diyor "Bulgaristan'da eski O s m a n l ı mimarisinin bir yapıtı", Belleten, X X X V /137. 1 9 - i , s.46-47).

İşte bu hayrat harekeli sâyesindedir k i , daha önce bahsettiğimiz zâviyeler, külliyeler ve diğer kamu kuruluşları inşa edilerek, arazi işlenebilir vc ü z e r i n d e yaşanabilir hâle getirilerek bölgeye T ü r k kültürü hâkim kılındı. Nc var k i , bölgeden T ü r k idaresi çekildik­ ten bu yana, konuşmamın başında be­ l i r t t i ğ i m gibi, ortaya çıkan devletler, meselâ Bulgarlar ad değişikliği gibi bir t a k ı m tedbirlerle, geride kalan T ü r k sosyal sistemini yok etmeye çalışırken, diğer taraftan da bölge coğrafyasına T ü r k damgasını vuran vakıf kültür ü-r ü n l e ü-r i n i ya yok etmek ya Hıü-rıstiyan- Hırıstiyan-l a ş t ı r m a k ya da BuHırıstiyan-lgarHırıstiyan-laştırmak yoHırıstiyan-lunu denemektedirler.

G e r ç e k t e n T ü r k eserlerinden birço­ ğu b u g ü n yerinde yoktur, çünkü yakıl­ mış veya yıkılmıştır.

O r i j i n a l bir T ü r k sanat harikası o-lan Akyazılı Sultan Tekkesi. Hıristiyan azizi Athanasius'a mal edilmek isten­ miş, hattâ Balkan Harbi sırasında tür­ benin tepesine haç dikilmiştir. Ancak

1914-18'de .Akyazılı Rumenlere geçince h a ç ı n yerini yine hilâl almıştır (S.Eyice. "Akyazılı Sultan Tekkesi". Belleten. X X X I / 1 2 4 . Ankara 1967. s.575-576).

Deliorman'da. Kemaller kazasına bağlı Mumcular köyünün batısında bulunan Demir Baba Tekkesi ise 1925'-lerdc B u l g a r l a ş t ı n l m a k istenmiş, bu­ r a n ı n , Bulgarları Volga bölgesinden Tuna bölgesine getiren ve Tuna delta­ sında 659'da İ m p a r a t o r l u ğ u n temelini atan Asparuh Han (öl. 691)'ın mezarı olduğu iddia edilerek. Kemaller kasa­ basına İsperih adı verilmiştir. Fakat mahkemede bu iddiayı ispat edememiş­ lerdir. (O.Keskioğlu. Bulgaristan'da T ü r k l e r . Ankara 1985. s.50-53).

(6)

Tine Dr BAHAEDDİN YEDİYILDIZ

Bunlar T ü r k vakıf kültürüyle diğer k ü l t ü r l e r arasındaki bir mücâdeleden başka bir şey değildir. Öyle zannedi­ yorum k i dünyanın neresinde olursa ol­ sun, eski kültür varlığımız ilmî araş­ tırmalarla ortaya konuldukça, eski

Türk illerinde hayatta kalma kavgas. veren soydaşlarımız, sosyal s i s t e m l e r i n i ayakta tutacak k ü l t ü r d e ğ e r l e r i n e yeri den kavuşacaklar; daha d i n a m i k ve ya" ratıcı olacaklardır...

Referanslar

Benzer Belgeler

Modern Türk öyküsünün, mizahi, teatral, portre, dramatik, röportaj, mektup, anı/günlük, tezli, melodramatik ve gotik öykü gibi alt türlere sahip olduğu saptanmıştır..

Şâir aşağıdaki beyitte sevgiliyi, şiir geleneğimizde olduğu gibi yay kaşlı olarak tasvir etmiştir.. ‘Âşığın yüreği dâima yaralıdır fakat sevgiliden gelen

Fizyolojik olarak benzer özellikler taşıyan Kuzey ve Doğu Avrupa ırklarının daha çok manevi unsurlara bağlı olarak Avrupa ve Slav kültür bölgelerini oluşturması bu

Eserde “ımga teke” olarak geçen kelime Arat tarafından dağ keçisi olarak çevrilmiş ve Üşenmez (2006: 223) tarafından da eserde bu anlamda kullanıldığı

In this era of advancing knowledge and precision technology, ra- diation treatment planning and delivery is required to have valid, tested, and proven quality assurance pa-

Tematik açıdan bakıldığında savaş ve cephe arkasında zorluklar altında günlük hayatına devam etmeye çalışan halkın durumu o dönem eserlerinde sıkça

Hastaların memnuniyet puanı ortalamaları, medeni durumlarına göre karşılaştırıldığında; ilgilenilme, tıbbi kararlara katılma, dinlenilme, şikâyetlerinin çabuk

&#34;Barajların, planlanan alanın dışıMa başka bir yerde yapılmasının kamu yararı ve hizmet gerekleri ile bilimsel ve teknik açıdan mümkün olmadığının,