• Sonuç bulunamadı

Remzi Demir, Philosophia Ottomanica: Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Türk Felsefesi Eski Felsefe 1

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Remzi Demir, Philosophia Ottomanica: Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Türk Felsefesi Eski Felsefe 1"

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

C

iddi düşünsel ürünler, hiç kuşkusuz, yıllarca süren bir araştırmanın sonucunda ortaya çıkabilirler. Demir’in Philosophia

Ottomanica’sı da böyle bir

süreç-ten geçilerek hazırlanmış ve ala-nında bir ilk olma özelliğiyle son derece önemli katkılar sağlayacak bir yapıt olarak yayın dünyamıza kazandırılmıştır.

Türk düşüncesi veya Türk felse-fesi tarihi henüz incelenmiş bir alan olmaktan çok uzaktır. Bu sa-hada genel amaçlı çalışmalar bile henüz yazılmamıştır. Monografi niteliğinde bazı çalışmalarla karşı-laşılsa bile, Türk felsefesinin te-mel temaları ve problem alanları-nı bütünsel olarak ele alıp irdele-yen kapsayıcı ve tüketici hiçbir ya-pıt ortaya konulmamıştır. Bu ne-denle Türk felsefe tarihini ilgilen-diren problemlerin gelişimini iz-lemek, bu konularda “yeterli” ve “tutarlı” yargılarda bulunmak çok zor, hatta olanaksızdır. Du-rum böyle olunca;

1. Pek çok alanda olduğu gibi, Türk düşüncesini de anlamak,

açıklamak ve anlamlandırmak için bütünüyle Batılı kaynaklara, kav-ramlara ve argümanlara başvur-mak adeta kaçınılmaz bir “bilim-sel hakikat” olarak benimsenmiş durumdadır.

2. Türk düşüncesinin özgün ve özgül yönlerinin olup olmadığı, doğal olarak hiçbir zaman en azından bir “sav” olarak bile, or-taya konulamadı, konulamazdı da. 3. Bütün “tanımlamalar” Batılı ölçütlere göre yapıldığı için de, bırakalım bir özgünlük arayışını, “filozof” veya “düşünür” olarak tanımlanacak ve kabul edilecek bir “kimse”nin olup olmadığı bi-le bir belirsizlik taşımaktadır.

4. Türk tarihinin yediyüz yıllık uzun bir dönemini oluşturan Os-manlılar Dönemi’ne ilişkin “Os-manlılar neden bilimsel devrimi gerçekleştiremediler?”, “Osmanlı Devleti’ne matbaa neden geç gel-di?” veya “Osmanlılarda felsefî et-kinlik var mıydı?” gibi birçok “özel” soru, salt bu nedenden dolayı yanıtlanamamıştır. DÎVÂN İlmî Araştırmalar sy. 18 (2005/1), s. 275-280

275

Remzi Demir

Philosophia Ottomanica:

Osmanlı İmparatorluğu Döneminde

Türk Felsefesi Eski Felsefe 1

(2)

Birçok önemli bilim tarihi çalış-masını gerçekleştirmiş olan De-mir, bu ve benzeri birçok kaygıy-la, uzun süren bir araştırma sonu-cunda Philosophia

Ottomani-ca’nın “Eski Felsefe” başlıklı

bi-rinci cildini yayımlamıştır ve ki-tapta verdiği bilgilere bakılırsa, ikinci ve üçüncü ciltleri de arka arkaya okuyucuların hizmetine sunulacaktır. Yazar üç ciltlik bu felsefe çalışmasını hazırlamaktaki amacını şöyle belirtmektedir:

“Philosophia Ottomanica:

Os-manlı İmparatorluğu Dönemin-de Türk Felsefesi adını verdiğimiz

bu çalışmanın temelde iki maksa-dı varmaksa-dır: Bunlardan birincisi Os-manlılar döneminde incelenmeye değecek yoğunlukta ve olgunluk-ta bir “felsefe etkinliği”nin bu-lunduğunu kanıtlamak; ikincisi ise, sözkonusu etkinlik sonucun-da ortaya çıkan düşünsel biriki-min bazı özgün yönlerinin mev-cut olduğuna dikkat çekmektir.”

Philosophia Ottomanica’nın

gi-riş bölümünde “Osmanlı felsefe-si” teriminden ne amaçlandığı açıklanmıştır. Buna göre,

Philo-sophia Ottomanica, sözkonusu

terimle, Osmanlılar döneminde ve Osmanlılar ülkesinde yapılmış ve yaratılmış felsefeyi tanımla-makta ve belirtmektedir. Burada dikkat çeken bir diğer önemli be-lirleme de, yazarın doğru bir bi-çimde Philosophia

Ottomani-ca’nın tam anlamıyla

anlaşılması-nın ve açığa çıkarılabilmesinin an-cak bilim tarihi, edebiyat tarihi ve

din tarihi çalışmalarının da dikka-te alınmasıyla olanaklı olacağını belirtmesidir.

Philosophia Ottomanica bu üç

ana eksen üzerinde irdelendiğin-de şöyle bir tablo ortaya çıkmak-tadır:

1. Felsefe, filozof ve edebiyat gibi temel kavramlar bütünüyle Batılı tanımlar esas alınarak dü-zenlendiği ve içeriği dolduruldu-ğu için, Fuzûlî gibi birçok büyük düşünce adamı salt şair olarak ta-nıtılmıştır. Oysa Demir’in yaptığı inceleme açıkça göstermektedir ki, Fuzûlî elbette büyük bir şair ve edebiyat adamıdır, ancak en az o ölçüde de büyük bir düşünür ve filozoftur da. Çünkü hemen bütün yapıtlarını –Leylâ ve

Mec-nûn, Matla‘u’l-İ‘tikâd fî Ma‘ri-feti’l-Mebde’ ve el-Me‘âd ve Dî-vân- tasavvuf öğretisi etkisinde

hazırlamış, edebiyatın gücünün, güçlü bir düşünsel temelden kay-naklandığını ve dolayısıyla güçlü bir felsefî argümanın da sağlam bir edebî temele dayandırılması-nın gerekliliğini böylece göster-miş olmaktadır. Bu, aslında Antik Yunan filozoflarının yapıtlarında karşılaştığımız “ana formun” kendisinden başka bir şey değil-dir. Çünkü Platon’un yapıtlarını okuduğumuzda düşünsel bir de-rinliğin yanında, aynı zamanda “didaktik” bir edebî kimliği de açıkça görmekteyiz. Hatta Reic-henbach’ın da yerinde belirttiği üzere, “Platon’un bütün yapıtları didaktik şiirin en güzel

örnekleri-DÎVÂN 2005/1

(3)

dir. Bu bağlamda değerlendirildi-ğinde, Fuzûlî hem ontoloji hem de epistemoloji alanlarında gö-rüşler dile getirmiştir. Epistemo-loji, yani bilginin kaynağı, doğası ve değeri konularının irdelendiği bilgi kuramı alanında kendi za-manında etkin ve başat konumda bulunan bilgi sınıflandırmalarını derlemiştir. Büyük bir titizlikle fi-lozofların, bilginin sınıflandırıl-ması konusunda uzlaşım ve uyla-şım içerisinde bulunmadıklarını belirtmiş ve ardından da aynı du-rumun bilginin kaynağı ve elde edilişi konularında da sözkonusu olduğunu doğru bir biçimde or-taya koymuştur. Bunun anlamı şudur: Fuzûlî, düşünceleri felse-feye dönüşen bir şairdir. Tıpkı gerçeği arayış etkinliğinin orta-dan kalktığı veya yine Reichen-bach’ın deyimiyle, şaire dönüşen bir filozofun felsefesi olan Platon felsefesi gibi, Fuzûlî’nin düşünsel ve bilişsel söylemlerinin, hayal ürünü bir dünya görüşü oluştur-ma etkinliği taşıyan bir felsefe ol-duğu anlaşılmaktadır.

Ayrıca Demir’in çalışması bu durumun sadece Fuzûlî için söz-konusu olmadığını da göster-mektedir. Çünkü Philosophia

Ot-tomanica’nın “Kaygusuz Abdal

ve Eleştirel Tasavvuf” başlıklı bö-lümünde, Demir’in özgün yapıt-lara dayanarak verdiği bilgiler-den, XV. yüzyılın büyük edebi-yatçılarından Kaygusuz Abdal’ın da hem nazım hem de nesir for-munda kaleme almış olduğu

ya-pıtlarında İnsan-Doğa-Evren ve Tanrı konularında felsefî açıkla-malarda bulunan büyük bir düşü-nür olduğu anlaşılmaktadır. Öyle ki, Kaygusuz Abdal’a göre, Tanrı hem evrende hem de insanda te-cellî etmiş olduğundan, bu varlık alanları arasında bir ayrılık değil, Tanrı’nın varlığına bağlı bir birlik (vahdet-i vücûd) sözkonusudur.

Bütün bunlar, kimi Türk ede-biyat tarihçilerinin bilimsel ve fel-sefî donanımlarının olmaması, daha doğrusu böyle bir eğitim sürecinden geçmemeleri nede-niyle her şiir yazanın şair veya edebiyatçı olması gerektiği sığ düşüncesiyle Türk edebiyatına yaklaşmalarından dolayı, derin felsefî düşünüşün öncülüğünü yapmış birçok Türk yazarının dü-şünce tarihinde gereken yeri al-masını önlemiş olduğunu göster-mektedir. Bunun ne anlama gel-diğini en iyi Iris Murdoch’un Türkçe’ye de kazandırılmış olan

Sartre’ın Yazarlığı ve Felsefesi

ad-lı kitabında görmek olanakad-lıdır. Murdoch, XX. yüzyılın birkaç büyük filozofundan birisi olan Jean Paul Sartre’ın sadece edebî başarılarını değil, aynı zamanda felsefesinin de pek çok ayrıntı noktasını ve felsefî düşünceleriyle edebiyattaki yetileri arasındaki derin ilişkileri başarılı bir biçimde sorgulayabilmiştir. Bu anlamda Türk edebiyatının hiçbir ünlü ya-zarı hakkında gerçekleştirilmiş herhangi bir araştırma ürününün olmaması, yukarıdaki

belirleme-277

DÎVÂN 2005/1

(4)

mizi doğrulamaktadır. Öyleyse evrensel anlamda felsefeye dö-nüşmüş bir Türk felsefesinin olup olmadığı ve kaynaklarının neler olması gerektiği konuları yeniden sorgulanmalıdır. Demir’in

Philo-sophia Ottomanica adlı çalışması,

bu bakımdan bir başlangıç sayıla-bilir. Çünkü diğer pek çok edebi-yatçının yanında sadece Fuzûlî ve Kaygusuz Abdal üzerine geliştir-diği açıklamaları, bu iki büyük edebiyat adamının aynı zamanda ciddi bir felsefî birikime sahip ol-duğunu, bu bağlamda geleneksel Türk Düşüncesi’nde canlı bir tar-tışma ortamının varlığını ortaya koymaktadır.

2. Geleneksel felsefenin üç te-mel disiplini sözkonusudur: Varlıkbilim, Bilgikuram ve Değerler -etik ve est-etik-. Bu geleneksel ya-pı Modern dönemde bilimde or-taya çıkan gelişmeler sonucunda değişime uğradı ve felsefenin var-lık hakkında bilgi vermeyi amaçla-yan disiplini, Varlıkbilim, doğal olarak ortadan kalktı ve felsefî et-kinlik daha çok bilgi ve değerler alanında yapılan çalışmalarla yolu-na devam etti. Bu alanlarda olağa-nüstü gelişmelerin elde edildiğini biliyoruz. Günümüzde de değer-ler alanı hâlâ en gözde felsefî ürünlerin verildiği bir disiplin ol-ma özelliğini taşıol-maktadır. De-mir’in Philosophia Ottomanica’da verdiği bilgilerden, Türk düşünce tarihinde bu alanda da çok ciddi bir birikim ve tartışmanın olduğu anlaşılmaktadır.

Bu konuda Türk düşüncesinde iki temel yaklaşım biçimiyle karşı-laşıldığı anlaşılmaktadır: Kelâm ve Siyaset. Burada özellikle kelâ-ma dikkat çekmekte olan Demir, haklı olarak kelâmın evrensel fel-sefenin içerisinde yer aldığını ve ortaçağ Hıristiyan dünyasındaki-ne benzer bir biçimde bir tür apologia, yani savunma görevi üstlenmiş felsefî etkinlik olduğu-nu vurgulamaktadır. Bu demektir ki, nasıl ortaçağ Hıristiyan felse-fesi XVII. yüzyıl Batı felsefelse-fesini yarattıysa, Descartes’in analiz ku-ralını Ockhamlı William’dan, Stuart Mill’in ünlü tümevarım kuralları adıyla tarihe geçmiş olan dört kuralından birincisini, yani uyuşma yöntemini Duns Sco-tus’tan almasına olanak yarattıy-sa, benzer bir gelişmenin aynen klasik dönem İslâm dünyasında da yaşandığını ve bu eylemin da-ha sonra Osmanlı Devleti’ne geç-tiğini belirtmektedir. Yine

Philo-sophia Ottomanica’da kelâm

ça-lışmalarının başta Tanrı’nın varlı-ğı olmak üzere, Tanrı-Evren-İn-san ilişkisi, bilgi kaynağı olarak akıl ve vahiy, özgürlük ve sorum-luluk gibi salt evrensel felsefî kav-ram ve problemler üzerinde ay-rıntılı olarak durduğu ve pek çok çözüm önerisinde bulunduğu or-taya çıkmaktadır. Burada belki daha yoğun bir biçimde vurgu-lanması gereken husus; yanıttan çok, sorulan sorunun önemi ve gerçek bir felsefî etkinlikte aranı-lacak niteliğin de bu olduğudur.

DÎVÂN 2005/1

(5)

Bu bağlamda değerlendirildiğin-de, Türk düşünce geleneği içeri-sinde adına ne denirse densin, gerçek anlamda bir felsefî etkinli-ğin çok canlı bir biçimde yaşandı-ğı anlaşılmaktadır. Başta Ali Kuş-çu olmak üzere, medreselerde ders vermiş olan Molla Lütfi, Hocazâde, Ali Tûsî, Kemalpaşa-zâde, Fuzûlî ve Gelenbevî gibi düşünürler bu yolda epeyce emek ve çaba sarf etmişlerdir.

Benzer bir durum, siyaset felse-fesinde de göze çarpmaktadır. Bu alanda da Türk düşünürler, yöne-tenler ile yönetilenlerin, yani dört sınıf olarak adlandırılan bilginler, askerler, tüccarlar ve çiftçilerin yerlerini ve görevlerini bildikleri ve buna uygun davrandıkları bir sistemin bütünüyle uyumlu bir “evren” oluşturduğu bilgisi ve bilinciyle hareket etmiş ve bu doğrultuda kuramsal olmasa bile, kılgısal bir siyaset kuramı geliştir-mişlerdir.

Bütün bunlardan açığa çıkan şudur: Düşünülenin ve benim-senmiş olanın aksine evrensel an-lamda bir felsefî etkinlik Türk en-telektüel yaşamında her dönem var olmuştur. Genel felsefe tari-hinde karşılaşıldığı üzere, zaman zaman dinsel, zaman zaman da pratik amaçlara yönelik olsa da bu etkinlik sürdürülmüştür. Türk düşüncesi, büyük ölçüde eklektik bir yapı göstermekle birlikte, kendi tarihsel ve toplumsal koşul-ları çerçevesinde, özgün ve özgül bir niteliği de bulunmaktadır.

Özellikle Osmanlı Devleti döne-minde bu entelektüel etkinlik da-ha çok pratik veya uygulamalı di-siplinlerde gelişme göstermiştir. Bu son derce doğal ve sağlıklı bir gelişmedir. Tıpkı bugünün güçlü devleti olan ABD’de pragmatik felsefenin etkin ve başat konum-da bulunması gibi, geçmişin bü-yük gücü Osmanlı Devleti’nde de uygulamaya yönelik alanlar, yani praxis ön planda yer almıştır. Diğer taraftan Fârâbî ve özellikle de İbn Sînâ’nın felsefî görüşleri incelenmiş ve ayrıntılı bir biçim-de tartışılmıştır.

Bunların dışında Philosophia

Ottomanica’nın diğer bir dikkat

çekici yönü de, Türk Düşünce Tarihi’ne özgü görünen ve daha önce sorulmayan bazı önemli problemleri gündeme getirmesi ve felsefî bir bakışla tartışmaya aç-masıdır. Böyle bir bakış ister iste-mez yeni kavramların oluşturul-masını ve bu özgül problemler çerçevesinde tanımlanmasını ge-rektirmiştir ki, bu özelliğinin dü-şünceye yeni açılımlar kazandır-dığı söylenmelidir. Öyle anlaşıl-maktadır ki, önümüzdeki yıllarda yapıtın gerek sorunsallaştırma ve gerekse kavramsallaştırma dene-meleri yaygın bir biçimde tartışı-lacak ve bu tartışmalar muhteme-len geleceğin Türk düşüncesinin kendi özgün temelleri üzerinde yeniden kurgulanmasına aracılık yapacaktır.

Yazarın ısrarla üzerinde durdu-ğu konulardan birisi de, Türk

dü-279

DÎVÂN 2005/1

(6)

şüncesinin örneğin Çin veya Hint düşüncesi gibi, kendisine özgü yapılanımı olan bir düşünce biçi-mini içerdiği ve Avrupa düşünce-sine benzemeyen yönlerinin bu-lunması nedeniyle değersiz göste-rilemeyeceğidir. Her uygarlık, içinde bulunduğu toplumsal ve iktisadî koşullar nedeniyle, insa-noğlunun asırlardan beri yanıtını aradığı felsefî problemlere farklı yanıtlar vermiştir ve bu yanıtları birbirlerine kıyasla değerli kılan şey, temelde dayandığı ilkeler de-ğil, bu ilkelerin ne ölçüde mü-kemmel düzeyde işlenmiş oldu-ğudur. Bu açıdan bakıldığında

sözkonusu yapıtının birinci cildin-de ön plana çıkan ve Türk düşün-cesi’ni temsil eden felsefî öğreti, daha XIII. yüzyıldan itibaren Anadolu’da muhtelif toplumsal katmanlar tarafından işlenmiş olan tasavvuf öğretisidir. Öyle ki, Öy-leyse Türk düşünce tarihine yeni bir gözle ve yeni araştırmalar ışı-ğında tekrar eğilmek ve daha faz-la belgeye dayalı araştırmayfaz-la ay-dınlatmak gerektiği artık açıktır.

Bu öğreti Doğu’nun diğer uy-garlıklarında karşılaşılan Bu-dizm’in ve Taoizm’in toplumsal hayatta oynadığı rolü oynayabile-cek olgunluktadır.

DÎVÂN 2005/1

Referanslar

Benzer Belgeler

• Din felsefesi, belirli bir dinin inanç esaslarını sistematik bir şekilde ortaya koyan kelamdan yararlanabilir, ancak kelamdan farklı olarak doğrudan bir dinin inanç

Çalışmamızda, Abdurrahman Güzel tarafından 1999 yılında Kaygusuz Abdal (Alâeddin Gaybî) Menâkıbnâmesi 5 ismi ile neşredilen eserden istifade edilmiştir. Bununla birlikte

Bunlar ve farklı amino asid zincirlerindeki diğer gruplar, diğer gıda bileşenleri ile birçok reaksiyona iştirak edebilirler.... • Yapılan çalışmalarda

85 FARABİDE AHLAK VE SİYASET FATİH TOKTAŞ ETÜT YAYINLARI 86 FELSEFENİN TESELLİSİ ALAİN DE BOTTON SEL YAYINLARI 87 Kendi Kendinize Felsefe Öğrenin MEL THOMPSON

Yine ikinci kuşak sofistlerden olan Kallikles’e göre devlet, zayıfların kendilerini güçlülere karşı korumak, güçlüleri yasalarla yozlaştırmak için kurdukları bir

Eliminating the spousal and sur- vivor’s benefits, the progressive calculation of benefits, the cap on earnings all at once leads to a substantial rise in labor force participation

 Özellikle ana karakterlerden biri olan Kee’nin siyahi olması ve uzun yıllar sonra dünyada ilk defa bir çocuğu doğuran kadın olması filmin politik altyapısında

Ülkemizden yapılan bir çalışmada multipartnerle cinsel ilişki kontrol grubuna göre kronik hepatit C hastalarında daha sık görülmesine rağmen risk faktörü olarak