91.T
MİLLİYET 11 MAYIS 1993 SALI
Selim İLERİ
TÜRKÂN ŞORAY
T
ELEVİZYONDA Türkân Şoray'ın eski bir filmi oynuyordu. Başyazılarını kaçırdığım için filme emeği geçenlerin çoğunu ans ımayacağım. Gazeteler de kısa tanıtımlarla geçiş tirmişler Ateş Parçası'm. Filmi yanılmıyorsam Atıf Yılmaz yönetmişti. Yirmi-yirmi beş yıl geçmiş ol malı...... Şan Sineması’nda izlemiştim. O zamanlar Türk filmlerinin hiçbirini kaçırmazdım. Şan gibi, Lâle, Lüks, İnci ve Yeni Atlas'ta Türk filmleri oynar; serüven filmlerine erkek seyirci, duygusal filmlere de kadın seyirci gönülden ilgi gösterirdi. O yıllarda pek çok Türk filmi izledim. Hayal dünyamda her bi rinin ayrı bir emeği olmalı. Ne var ki bu emek çoğu kez karalanmış, aydınlarımızca hor görülmüştür. Türk filmlerinde ağladım, Türk filmlerinde güldüm, şefkat duydum, âşık oldum.
Yirmi şu kadar yıl sonra, çoktan unuttuğumu sandığım Ateş Parçası'nı Show kanalında İzlerken bir kez daha aynı heyecanlar, aynı sevinçler ve neredeyse gözyaşlarıyla gençlik duygularımın çı- kagelişi şimdi bana büyüleyici geliyor. Bu tuhaf mucizede Türkân Şoray’ın payı ne kadar büyük!
Çoğu kez hikâyesi, müziği, hatta kılığı kıyafeti az buçuk çalıntı bu filmlerde hemen hiçbir sanat dalının ulaşamadığı bir halk içtenliğini duyumsa mamak elde değil. Türkân Şoray'ın Ateş Parçası'- nda Azize kimliğine bürünüp, gözyaşlarını gizle yerek söylediği bir replik var; "- Ben halk kızıyım, sosyete olamam ki..." diyor. İlk bakışta ilkel, duygu sömürüsüne dayalı görünen bu söz, kim ne derse desin, senaryo yazarından yönetmenine herkesin içtenlikle yansıtabildiği bir savsöz olup çıkıyor ve bunca yıl sonra bile Dostoyevski’nin duygulanı mlarını çağrıştırıyor;
“ Rus halkını sık sık dışa vurduğu basitliklere bakarak değil, tüm bilgisizliğine karşın, yapmaya can attığı yüce, kutsal şeylere göre yargılayın. Yo lumuzu aydınlatacak ışığın kaynağı ondadır...”
Henüz yirmi-yirmi beş yıl önce bütün bu kar maşık toplumbilimsel tabloyu yansıtan Türk sine masında Türkân Şoray, bugün geriye dönüp de ğerlendirdiğimizde yalnızca bir masal kraliçesi, bir iyilik perisi, bir güzellik ve dişilik simgesi ola rak belirmiyor artık. Tersine, Türk sinemasının he men hemen tek simgesi olmakla da kalmıyor, ya şadığımız solgun hayatlara bir rüya sunmuş bir si nema oyuncusu kimliğiyle bizi şaşırtıyor. Sinema oyuncularının kuralları Hollywood esintili, sanatın özüne köstek vurucu bir tavır sayılagelmiştir. Yıllar yılı yalnızca ‘iyi’ genç kadınları canlandıran Türkân Şoray, belki de sessiz sedasız bir gönül eğitimcisi. Kimbilir ardında kaç halk kızının, halk tan insanların dilsiz isyanını rüyalara çekip götü rüyor...
Hep iyiliğin kazandığı, iyilerin savunulduğu, iyiler için rüyalar yazılıp çizilmiş Türk sineması, bu isteğinin en güzel, en anlamlı yanıtını Türkân Şo- ray'ın bakışlarında yakalamıştır. Hiçbir zaman tü müyle gerçek olamayacak iyilik rüyası, Ateş Par- çası'nda olduğu gibi, sinemanın beyazperdesin den televizyonun saydamcamına işte yıllar sonra da Türkân Şoray'ın görüntüsünde yansıyor. Hiç şüphesiz, kimsenin tartışamayacağı bir başarı.
Bir açıkoturumda olumlu olumsuz eleştirilere hedef olan Türkân Şoray’a genç bir hanım:"- Ben size yalnızca teşekkür etmek istiyorum,” demiş, “ yıllarca mutluluk verdiniz." Bu yazıyı o sözle bitir meliyim. Mutluluk ve iyilik...
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi