• Sonuç bulunamadı

74 yıl yaşadı, tam 40 ton rakı içti

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "74 yıl yaşadı, tam 40 ton rakı içti"

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

nttımai TARİH

4

ÇARŞAMBA, 7 Mayıs 2003

Hicvin yanısıra musikide de büyük bir

üstad olan Neyzen Tevfik içli şiirleriyle,

plaklarıyla ve hatıralarıyla toplumumuzun

hemen her kesiminin sahiplendiği bir

sanatkârdı. Düzenli bir hayatı olmamış,

berduş ve serhoş bir ömür sürmüş, sadece

40 yaşma kadar içtiği rakının 20 ton

olduğu ve bu miktarın hayatının sonuna

doğru 40 tona ulaştığı hesaplanmıştı. Bir

defasında zamanın sadrazamı, yani

başbakanı olan Said Halim Paşa'ya ağzına

bir daha içki koymayacağına dair yemin

edince, yeminini bozmamak için şişeler

dolusu rakıyı “ tenkiye” yoluyla, yani

“ aşağıdan” almıştı.

■ Mehmet GÜNTEKİN

ÇARŞAMBA, 7 Mayıs 2003

İZ'

J L mi "]u;'r ve sanat hayatımızın en ilgi çekici şahsiyetlerinden biri sayılan Neyzen Tevfik, toplumun bütün kesimlerine malolmuştu. Adeta ön adıymış gibi ismiyle beraber anılan neyzenliği, sınır tanımayan hicivciliği ve hesaba kitaba gelmez içkiciliği seneler boyu dillerde ve hafızalarda kaldı.

Neyzen, bu üç özelliğiyle, yaşadığı Osmanlı döneminin son yıllarıyla Cumhuriyet

Türkiyesi'nin ilk 25 yılında, en önemli kültürel köprülerden biri ve Mevlevilikten Bektaşîliğe kadar hep bir arayışın adamıydı. Bodrum'dan İzmir'e, sonra Mısır'a, oradan da İstanbul'a, Osmanlı coğrafyası üzerinde bir seyyah gibi dolaştı durdu. Medrese hücrelerinden çıkıp Bakırköy Akıl Hastahanesi koğuşlarına gitti geldi. Hayatı sadrazam, vezir ve sonraları da bakan dostlarının pırıltılı davetlerinden en sefil esrarkeş tekkelerine ve sokak köpekleriyle koyun koyuna yattığı yıkıntılara kadar, akıl almaz zikzaklar içinde geçti. Bu mekânlar arasında öylesine baş döndürücü seviye farkları vardı ki, bir gün en hatırlı kişilerin yalılarında,

köşklerinde veya konaklarında şeref misafiriyken; ertesi gün İstanbul'un en pis batakhanelerinde morfinmanlarla ve

esrarkeşlerle beraber sürünürken görülebilirdi.

^ ^ E V L E T TÖRENİ GİBİ

Bu emsali az bulunur 74 senelik çılgın hayatın son yolculuğu, yaşantısının da yansıması

biçiminde oldu. 1953'ün 30 Ocak günü kaldırılan cenazesine hasta yatağından kalkıp gelen

bakanlardan üniversite hocalarına, Türkiye'nin en yüksek sosyete çevrelerinden İstanbul'un en düşük batakhanelerinin müdavimlerine, sanat ve kültür dünyasının en önde gelen

simalarından İstanbul'un en namlı delilerine, zırdelilerine ve berduşlarına kadar sanki bütün ahali tabutunu omuzlayabilmek için birbiriyle yarış halindeydi. Hayatının hiçbir devresinde, meslekleri ve sınıfları ne olursa olsun insanlar arasında bir fark gözetmemişti. Ölümüyle de adeta insanlar arasındaki sınıf farklarını ortadan kaldırdı. Bir daha hiçbir zaman ve hiçbir şekilde bir araya gelemeyecek olan bu insanlar,

Neyzen'in cenazesinde kolkola ve kaynaşmış haldeydi.

Herkesin beş parasız olduğunu sandığı Neyzen, aslında o kadar zengindi ki, dünyada başka hiç kimsenin böylesine bir zenginliğe sahip olmadığının ve dünya durdukça da olamayacağının gayet iyi farkındaydı.

^ ^ O S T A DÜŞMANA FIRÇA

Bir gün yangın yerlerinde yahut sur diplerinde insanlıktan çıkmış birtakım adamlarla ve sokak köpekleriyle birarada olduğunu bilen bir

tanıdığıyla karşılaştı. Adam, dünyalığını kurtarmış, tuzu kuru biriydi. Alaycı ve küçümseyici bir nazarla Neyzen'in kılığına kıyafetine ve ayakta duramayacak kadar serhoş haline tiksinerek baktı ve sordu:

'Şairsin, neyzensin de ne oldu? Hani, nerede servetin?'

Neyzen, eski tanıdığını bakışlarıyla şöyle bir tarttı.

(2)

6

ÇARŞAMBA, 7 Mayıs 2003

ITlUTi^^

TARİH

Adamın her vesileyle böbürlendiği servetini

nasıl elde ettiğini de gayet iyi bilmesine rağmen, muhatabının hicvinin sivri oklarına lâyık olmadığını anladı ve 'Ben şimdi, İstanbul'un hangi evinin kapısını çalsam ya anası, ya babası, ya dayısı, ya amcası... hülâsa muhakkak tanıdık birisi çıkar. Çorbamı verip karnımı doyururlar. Yıkar temizler, yatırır misafir ederler. İcap ederse çamaşırlarımı yıkarlar. Sırtıma birşeyler giydirir cebime de harçlığımı koyup ‘yine gel’ diye uğurlarlar. Bir de sen dene bakalım? Benim servetim işte bu!' dedi.

Dili öylesine sivriydi ki, hicvi haketmiş olan muhatabının kimliği, rütbesi veya makamı onu edeceği hakaretten alıkoyamazdı.

Ney aşkına evden k a ç t ıj

B

OZGUNCULAR DEVREDE

Küçük bir örnek: Neyzen, Sultan

Abdülhamid'in mâbeyncisi Ragıp Paşa'ya ara sıra uğrardı ama bu ziyaretler, bazı işgüzarlan tahrik etmişti. Ağzından lâf alıp yetiştirmek ve böylece hem aralarını bozmak, hem de Paşa'ya yaranmak düşüncesiyle Neyzen'in hiciv damarını tahrik etmek istediler, 'Eee, işin iş artık! Paşa, her ziyaretinde eline kimbilir ne kadar

tutuşturuyorduk' dediler.

Halbuki Neyzen, Ragıp Paşa'ya bahşiş almak için değil, eski tanışıklıklarından dolayı hatırını sormak maksadıyla gidiyordu. Üstelik Paşa'nın cimriliği dillere destandı, Neyzen eski dostunun bu özelliğini herkesten iyi biliyordu ve zaten yıllardır bir fırsatını bulup bunu söyleyemediği için de dertliydi. İşgüzarların niyetlerini ve lâf taşıma huylarını adı gibi bildiği için bu fırsatı kaçırmamalıydı: 'Paşa öyle bir adamdır ki, b.... a konan sineği bile yakalayıp dört ayağını

yalamadan bırakmaz! Böyle bir adam bana zırnık mı koklatır a gafiller?' deyiverdi.

Belli bir işi gücü ve düzenli bir geliri olmamasına rağmen Neyzen, romanlara konu olabilecek kadar iyi geçiniyor denilebilirdi. Her istediğini yapabiliyor, bu hususta ne sınır ne de kural tanıyordu. Kendi söylediği gibi, hangi semtte hangi evin kapısını çalsa kendisini himaye edebilecek birileri daima bulunabilirdi. Ama onun gibi bir sanatkâr, elbette ki hep böyle geçinemezdi. Her dönemde bir veya birkaç koruyucusu vardı. Zamanın sadrâzamı yani başbakanı olan Said Halim Paşa da bunlardan biriydi.

ÜCEVHERLİ NEYLER

Said Halim Paşa, Neyzen'e gerçek bir sevgiyle bağlı olan dostlarından biriydi. Uzun bir zaman görmese endişe eder, aratır ve buldururdu.

Neyzen'i bir defasında yine uzun bir müddet görememişti, arattırıp buldurdu ve Yeniköy'deki yalısına davet etti.

Mükellef bir sofrada yenilip içildikten sonra sohbete başladılar. Günlük dedikodular, edebiyat ve şiir üzerine konuşulduktan sonra söz her zaman olduğu gibi döndü dolaştı ve hiciv bahsine geldi. Kafayı iyice bulmuş olan Neyzen, başbakanın sofrasında olduğuna hiç aldırmayıp zamanın ileri

gelenlerine verdi veriştirdi. Bu fasıl bitince, iş musikiye gelip dayandı.

Neyzen, havaya iyice girmişti. İç cebinden kararmış neyini çıkardı ve Paşa'nın gözlerinden yaşlar süzülene kadar üfledi, üfledi. Uzun bir ayrılıktan sonra böylesine delu defti geçen bir

Neyzen Tevfik'in müzik sevgisi henüz yedi yaşındayken başlamıştı. Bir yaz gecesi babası elinden tutmuş, Bodrum'un en meşhur toplantı yeri olan Tepecik Kahvesi'ne gitmişlerdi.

Kahvenin müşterileri arasında o gece denizciler de vardı. Bir denizci, gecenin ilerleyen saatlerinde iç cebinden çıkardığı bir neyi ‘Yâ destur’ dedikten sonra üflemeye başladı. Küçük Tevfik'in çocuk ruhunda neyin ilk etkileri o gece başladı.

Yıllar sonra, delikanlılık çağlarında iken, bir gün Urla çarşısında gezerken tekrar duyduğu ney sesiyle bu sazı öğrenmeye karar verdi ve sesin geldiği berber dükkânının sahibi olan Kâzım Efendi'den ilk ney derslerini aldı. Daha sonraları, 17-18 yaşlarındayken, evden kaçarak devam etmeye başladığı İzmir Mevlevi hanesi'nde de Neyzen Cemal Bey'den ney meşketti.

1898'de geldiği İstanbul'da, yakın dostu olduğu Mehmed Âkif aracılığıyla Tanburi Cemil Bey, Kemençeci Vasilaki ve Udi Nevres gibi dönemin büyük musiki

m

üstadlarıyla tanıştı. İstanbul'un ileri gelenlerinin köşklerinde ve yalılarında yapılan musikili toplantıların aranan siması haline geldi.

Adı, İstanbul'un musiki çevrelerinde iyice duyulmaya başladıktan sonra plak şirketlerinin de dikkatini çeken

Neyzen Tevfik, Sahibinin Sesi ve Columbia gibi firmalara plaklar doldurdu. Sayısı 20 civarında olan bu plaklardan başka ayrıca radyo yayınlarına da kayıtlar verdi.

Şehnazbuselik ve Nihâvend makamlarında iki saz semaisi ile güftesi de kendisine ait olan bir Hicaz İlâhi bestelemiş olan

Neyzen Tevfik, 1950'li yıllarda bir süre İstanbul Belediye

Konservatuvarı Türk Musikisi İcra Heyeti kadrosunda yer aldı. Yakın dostu Mehmed Âkife bir süre ney dersleri veren Neyzen Tevfik, ney icrasında önde gelen sanatkârlardan biri kabul edilmektedir.

gecenin ardından tarifsiz lezzetler alan Paşa, Neyzen'e bir teşekkür borçlu olduğunu

hissediyordu. Uşaklardan birine işaret etti. Uşak dışarı çıktı, biraz sonra yeniden geldi ve gümüş bir tepsinin içinde duran pırlanta işlemeli bir neyi saygıyla eğilip Paşa'nın armağanı olarak

Neyzen'e uzattı. Neyzen sazı eline aldı, evirdi çevirdi ve Paşa’ya geri verdi. Paşa, 'Hayrola üstad, beğenmedin mi?' diye sorunca, 'Paşam, hakikaten pek nefismiş. Ama perşembenin gelişi çarşambadan bellidir derler. Ben yarın yolsuz kalır, bu neyi götürüp Kapalıçarşı'da satarım; yazık olur. Siz iyisi mi bana beş lira verin, ney sizde kalsın' deyiverdi.

İttihat ve Terakki devrinin bir diğer sadrazamı olan Talât Paşa da Neyzen'in

koruyucularındandı. Neyzen, o sıralarda

kendisine camilerin gasilhanelerini ve tabutlukları mesken edinmişti. Bir boş tabut bulunca içine giriyor, geceyi orada geçiriyordu. Yattığı tabutun içi cıgaralıİc kâğıt artıklarıyla, ispirto, rakı ve şarap şişeleriyle dolunca tabutu terkeder, evinden taşınıyormuşçasına bir ciddiyetle pilisini pırtısını toplayıp bir başka tabuta geçerdi. Elindeki avucundakini rakıya, esrara, morfine, daha olmadı mı ispirtoya yatırdıktan sonra kalan son meteliklerle son bir 'çifte telli' yani birkaç kat kâğıda sarılmış esrarlı bir sigara hazırlar, ciğerinin en derin hücrelerine kadar iyice çekip tütsülendikten sonra Bâb-ı Âli'ye, Talât Paşa'nın kapısına dayanırdı.

Paşa'nın emri gereği, Neyzen hiçbir şekilde kapıdan döndürülmezdi. Talât Paşa'nın önemli bir işi olsa da görevliler gerekeni mutlaka yerine

rThtmrat TARİH

ÇARŞAMBA, 7 Mayıs 2003

Vecize söylemek onun için

yemek, içmek gibi bir işti

eyzen Tevfik, olimpiyat şampiyonları olan güreşçi Gazanfer Bilge, Yaşar Doğu ve Celal Atik ile beraber lokantada yemek yer.

Celal Atik ikinci bir tabak ıspanak daha isteyince Neyzen sorar:

- 'Oğul, ıspanakta ne var?' - 'Demir var hocam, yarıyor' Neyzen güler:

- 'Demir, ıspanakta değil, rahmetli babanın uçkurundaymış!'

eyzen, kafası dumanlı bir halde kahvenin birinde avazı çıktığı kadar bağırıyor, yobazlara sövüp duruyordu. Bir ara işin ayarını o derece kaçırdı ki küfürlerin ucu en yüce

makama kadar değmeye başladı.

Kahvede oturanların arasındaki sarıklı bir hoca, iş bu noktaya gelince dayanamayıp çileden çıktı ve o da avazı çıktığı kadar bağırıp Neyzen'i azarlamaya başladı.

Neyzen, bu sert ikaz karşısında fazla ileri gittiğini anlamıştı. Hocanın sözünü kesti ve şöyle dedi:

- 'Hocam, biz öyle büyük bir kapının köpeğiyiz ki, arasıra böyle havlayıp hırlamasak kapının büyüklüğü ve bizim köpekliğimiz nereden belli olacak?'

eyzen Tevfik'i yalnızlıktan ve dağınıklıktan kurtarm ak isteyen dostları, evlendirmek istemişlerdi. Neyzen reddetti ama teklife fena halde kızmış ve 'Başımı dinleyecek yerde karı dırdırı çekecek değilim' diye

söylenmişti.

Ama dostları vazgeçecek gibi değildiler. 'Dilsiz fakat ceylân gibi taze bir güzel buluruz, sen hiç merak etme' diye ısrar ettiler.

Neyzen yine reddetti ve sebebini sorduklarında şu cevabı verdi:

'İlk sene can cana / İkinci sene yan yana / Üçüncü sene g.. g..e / Dördüncü sene git öte / Beşinci sene ne olacak?’

getirir ve Neyzen'in cebine Paşa’nın hesabına bir zarf yerleştirirlerdi. Paşa eğer meşgul değilse Neyzen’i içeriye bizzat alır, ilgilenir ve

makamında sohbet ederek ağırlardı. Yolcu etmek üzere kapıdan geçireceği zaman da şık bir zarfı yine şık bir jestle güya belli etmeden cebine yerleştiriverirdi.

c

EBİNDEN İŞKEMBE ÇIKTI

Bir keresinde yine böyle zarf koymak üzere elini Neyzen'in cebine attığında eli ıslak ve yumuşak bir nesneye değdi. Şöyle bir çekilip bakınca paltonun cep kısmından eteğine kadar yağlı bir ıslaklık farketti. Merak edip ne olduğunu sordu. Cevap yerine Neyzen'in elini cebine daldırıp çıkardığı şeyi görünce hayretten küçük dilini yutacak gibi oldu ve gözleri yuvalarından dışarı fırladı. Çünkü Neyzen'in kirli parmakları arasında büyükçe ve kirli bir muşamba parçası gibi sallanan şey, haşlanmış bir işkembe parçasından başka bir şey değildi. Neyzen'in kurallardan ve kayıtlardan o derece âzade bir hayatı vardı ki, midesi kazınınca açlığını bastırmak için bir ucundan kemireceği işkembeyi bile paltosunun cebinde taşıyabiliyordu.

Talât Paşa, bir seferinde de yine kendisini ziyarete gelen Neyzen'e sohbet sırasında, bir memuriyet isteyip istemediğini sordu. San'atını takdir ettiği dostunu bir işe yerleştirmek, kendisine düzenli bir gelir temin etmek istiyordu.

Neyzen, memur olunca ne olacağını

sordu. Paşa, 'Yükseleceksin, her yükselmende de maaşın artacak’ diye cevap verdi. Neyzen, 'Peki sonra?' diye sormayı sürdürdü. Talât Paşa, devlet memuriyetinin faziletlerini bir bir sıraladı ve 'Zamanı gelince de emekli olup maaşını alacak ve keyfini süreceksin' dedi. Neyzen, 'Peki daha sonra?' diye sormaya devam etti. Paşa iyice şaşırmıştı ve 'Hiç' diye cevap verdi. Neyzen, bu son cevabı bekliyormuş gibi, 'Paşam, bir hiç için bunca zahmete ne gerek var? Ben zaten şu anda bir hiçim!' deyiverince, Talât Paşa bu hayat felsefesi karşısında sadece hayretle tebessüm edebildi.

İçki içişi dillere destandı. İçmeye başladı mı, zaman ve miktar kavramları ortadan kalkardı.

Bir keresinde iki arkadaşıyla beraber parasını peşin verip bir hamamı kapatmışlar,

fıçılarla ve kasalarla taşıttıkları envai çeşit içkiyi kurnalara doldurup tam iki

gün iki gece hamam taslarıyla içmişlerdi.

H

+

AMAM ALEMİ

İçkinin tesirine hamamın nemi ve sıcağı karışıp uyku bastırdığında, peştemalları kaymış vaziyette göbek taşında bir müddet yarı çıplak uyuyup uyanıyorlar, tekrar kurnaların başına oturup tasları ellerine alıyorlardı. Hamamcı, bu yağlı fakat görülüp işitilmemiş garabetteki müşterileri ‘mekânımda ölürler de başıma dert olurlar’ kaygısıyla hamamından çıkarmak için iki gün sonra zabıtaya haber verdiğinde, içecekleri tükenen Neyzen ile arkadaşları, hamamdan çoktan ayrılmışlardı.

(3)

ÇARŞAMBA, 7 Mayıs 2003

mtmraı TARİH

ÇARŞAMBA, 7 Mayıs 2003

I*mraı TARİH

u

savioa

Neyzen Tevfik (ön sıra ortada) 1940Tı yıllarda İstanbul Radyosu'nda.

Neyzen Tevfik, bazen kafasının çok karıştığını ve yorulduğunu hissettiğinde, bir müddet

dinlenmek için alışkanlık haline getirdiği bir işi yapar, Bakırköy Akıl Hastahanesi’nin başhekimi Mazhar Osman'a haber gönderirdi. Hastahanede, Neyzen için ayrılmış özel bir oda vardı.

Bakırköy'ün girişinde gayet nazik biçimde, âdeta bir tören yapılır, en önde başhekim olmak üzere bütün personel dizilir, Neyzen'i tören kıtasını selâmlar gibi yürüyüp içeriye girerdi. Sonra bir görevli üzerindeki muzır eşyaları, yani 'emanet' denilen ve hastahanede bulundurmanın ve kullanmanın yasak olduğu içki ile

uyuşturucuları rica ederdi. O da zaten 'dinlenmek' üzere geldiği için kuzu kuzu 'emanetleri' çıkarır verir, ama çıkarken mutlaka tek tek hesabını sorardı.

Y

EMİN ÜSTÜNE YEMİN

Hastahanede bulunduğu bir gün her ne okluysa kafasının tası atmış, esip gürlemeye başlamıştı. Durumu haber alan Mazhar Osman ile asistanları hemen bulunduğu yere koştular. Gördükleri manzaradan şaşırmışlardı, zira Neyzen yıllardır misafir edildiği hastahanede hiç yapmadığı bir işi yapmış, ayakta duramayacak kadar serhoş olmuştu! Mazhar Osman bu duruma çok içerledi ve 'Üstad! Böyle bir şeyi nasıl yaparsın? Hani bana söz vermiştin, burada olduğun müddetçe ağzına içkinin damlasını koymayacaktın? İçmişsin sen!' diye gürledi.

Neyzen, yemin billâh ederek içmediğini iddia ediyordu. Mazhar Osman yaklaştı ve Neyzen'in nefesini kokladı ama hakikaten içkinin kokusu yoktu. Tecrübeli başhekimin kafası allak bullak olmuştu. Neyzen'den doğruyu söylemesini istedi, kızmayacağını söyledi ve bunu nasıl becerdiğini sordu.

Neyzen'in cevabı hakikaten müthişti. 'Vfemin ederek söz verdiği için içkiyi ağız yoluyla almamış, bir şırınganın içine ispirto çekmiş ve karnına saplayarak barsağına enjekte etmişti! Bunu birkaç defa peşpeşe yapınca iyice kafayı bulmuş ve serhoş olunca da ortalığı birbirine katmıştı.

Seçkin bir bilim adamı olan Mazhar Osman, Neyzen'in sevgisini de kazanmıştı. Doktorun

kendisine yönelik bu sevgisinin ve samimi davranışlarının farkında olan Neyzen, Mazhar Osman'ın söylediklerine itibar eder, tenbihlerini tutmaya olabildiğince gayret ederdi. Olaysız geçen bir hastahane macerasının sonunda, karşılandığı gibi tam tekmil bir törenle uğurlanırken kucaklaştıkları sırada Mazhar Osman, Neyzen'e 'Bak üstad' dedi. 'Yeniden doğmuş gibi olmadın mı? Bunun tek sebebi şu menhus içkiyi içmemiş olmandır. Gel, bana bir söz ver, yemin et ve artık içme. O zaman dünyanın ne kadar güzel, hayatın ne kadar yaşanmaya değer olduğunu farkedeceksin'.

Bu veda ânında doktorun gözlerindeki samimiyetten çok etkilenen Neyzen'in ağzından 'Tamam, yemin ederim, bir daha içmeyeceğim!' sözleri çıkıverdi. Aradan bir süre geçtikten sonra Mazhar Osman bir vesileyle gördüğü

Neyzen'in körkütük ve salya sümük serhoş olduğunu gördü. 'Hani söz vermiş, yemin etmiştin, bir daha içmeyecektin?' diye sordu. Neyzen'in cevabı, tam Neyzen'lik bir cevaptı: 'Cânım doktor! Ben fakir adamım. Bugün rakı bulur rakı içerim, yarın and bulur andiçerim!'

G

AZİ'NIN SOFRASINDA

Neyzen, Cumhuriyetin ilânından sonra da hep revaçta oldu. Devir yeni bir devirdi ama Neyzen efsanesi yönetim kadroları arasında da hâlâ eski gücünden hiçbir şey kaybetmeksizin sürüyordu ve Atatürk de Neyzen'i çok severdi.

Gazi, İstanbul'da bulunduğu bir gece Neyzen'i hatırladı. Adamlar gönderip Dolmabahçe Sarayı'na getirtti ve sofrada baş köşeye oturttu. Halini hatırını ve bir ihtiyacı olup olmadığını sorduktan sonra karnını doyurttu.

Gazi, sohbet sırasında Neyzen'e hitaben tahrik etmek istermişçesine tatlı bir edayla 'Senin çok içtiğin söyleniyor. Ne yani, benim kadar içebilir misin?' diye sordu.

Sorma sırası, bu defa Neyzen'deydi: 'Paşam, bir defada ne kadar içersiniz?'

Küfrün

aşkın

Neyzen, az sayıda rol aldığı filmlerden birinde (üstte), o günlerin basınında (solda) ve bestekâr Osman Nihat Akın ile (altta).

en sunturlusunu savurdu,

en romantiğini fısıldadı

Türk şiirinde hiciv sanatının önde gelen isimlerinden sayılan Neyzen Tevfik, önceleri bir diğer hiciv şairi olan Eşrefin etkisinde kaldı ama daha sonra kendine has bir üslup geliştirdi.

Açığını yakaladığı kişi en yakın dostu bile olsa affetmez ve hicvinin sivri diliyle yükleniverirdi.

Hicivlerinin konusu yerli ve yabancı devlet adamları ile siyasetçiler ve yazarlardı.

Sultan Abdülhamid, İttihat ve Terakki'nin ileri gelenleri Enver, Cemal ve Talât Paşalar, Mahmud Şevket Paşa ve Cavid Bey

acımasızca hicvettiği siyaset adamlarından sadece bazılarıydı.

Neyzen Tevfik'in, hicivlerinde yabancı devlet adamlarını hedef aldığı da olurdu ve bunların

arasında Alman İmparatoru İkinci

Wilhelm, Rus Çarı Nikola ile Hitler ve Mussolini de vardı.

Hicivleri sadece kişileri hedef almıyor, kurumlara yükleniyordu.

Meselâ siyaset ve o zamanın

milletvekilleri hakkında şu meşhur dörtlüğü yazmaya çekinmemişti:

'Kime sordumsa seni doğru cevap vermediler / Kimi hırsız, kimi alçak, kimi deyyus dediler / Künyeni almak için partiye ettim telefon / Bizdeki kayda göre şimdi o meb'us dediler'.

Neyzen sadece hicivci olarak kalmamış aşk ve tasavvuf şiirleri de yazmıştı:

■ 'Derdinle gönül derdime dert katarak her gün / Neş'eyle avundum da gönül gülmedi bir gün / Çılgın geçecek sandığım hep günlerim ölgün / Yâdınla harap dert ile ortak gönül her gün'.

- 'İki büyük rakı içerim!' - 'Peki, nasıl içersiniz?'

Atatürk, işin nereye varacağını iyice merak etmeye başlamış ve konuşmanın seyri de hoşuna gitmişti:

- 'Canım nasıl isterse öyle içerim, hiç fark etmez. Sulu, susuz, mezeli, mezesiz...'

R

ai

Kİ ÇORBASI

Neyzen 'Ben de içerim ama öyle içmem' diyerek getirebildikleri kadar rakı

getirmelerini söyledi ve bir de büyücek bir tas

istedi. ...

■ 'Deli gönlümü sana verdiğim akşam / Kanmadan zevkine geçti de akşam / Şimdi viran kalan o bahçelerde / Dert verir gönlüme derdin her akşam’.

■ 'Gökyüzü yıkıldı, yıldızlar söndü / Güneş hiç doğmadı ay geri döndü / Kâinat kayboldu hiçe büründü / Aşkından başkası hep serâb oldu'.

■ Istırâbın sonu yok sanma, bu âlem de geçer / Ömr-i fâni gibidir gün de geçer, dem de geçer / Gam karar eyleyemez, hande-i hurrem de geçer / Devri şâdi de geçer, gussa-i mâtem de geçer / Gece gündüz yok olur, ân-ı demâdem de geçer'.

Tasın içine önce iki şişe büyük rakıyı boca etti, rakıya bir ekmek doğradı ve çala kaşık birkaç dakika içinde tasın dibine geldi.

- 'Bu, çorba niyetinedir paşam! Şimdi yemekle birlikte içmeye başlayabiliriz!' deyince, Gazi oturduğu sandalyeden gözleri faltaşı gibi açılarak ayağa fırladı ve elleriyle yüzünü kapatarak 'Allah cezanı versin! Atın şu zevksiz herifi dışarı' diye kükredi.

Neyzen'in içtiği içkinin miktarı, akıl alacak boyutların çok üzerindeydi. Bazı yakın dostları daha 1920'li yıllarda kaba bir hesap yapmışlar ve ortaya çıkan sonuç karşısında şaşırıp kalmışlardı.

(4)

ÇARŞAMBA, 7 Mayıs 2003

mm

tarîh

Neyzen o tarihte henüz 40'lı yaşlarındaydı,

sadece 20 ton rakı içmişti, devirdiği diğer içkiler bu sayıya dahil değildi ve 74 yıllık ömrü boyunca çok küçük fasılalar dışında gece gündüz durmaksızın içtiği düşünülünce, bu miktar 40 tona yükseliyordu.

Sadrazam Said Halim Paşa, Neyzen Tevfik'i 'Neyzen' yapan özelliklerden olan neyine ve hicvine son derece tutkundu, hatta onun kafa yaran, göz çıkaran heyheylerini bile zaman zaman özlerdi. Buna rağmen, öteki özelliği olan ’mey'ini, yani içkisini bir türlü içine sindiremiyordu. Çünkü Neyzen’i gerçekten seviyor ve göz göre göre harab olmasına gönlü razı olmuyordu.

T

enk

İ

ye

metodu

Yine bir gün yalısına davet ettiği Neyzen'le yemek yiyip uzun uzun sohbet etmişlerdi. Fakat o gece içkiyi fazla kaçıran Neyzen, birçok kereler olduğu gibi yine Paşa'nın masasında sızıp kalmıştı. Uşaklar kaldırıp üstünü başını çıkardılar ve bir odaya götürüp yatırdılar. Ertesi sabah uyandığında durumu anlayıp utanan Neyzen, kahvaltıya davet edildiğinde, verdiği rahatsızlıktan ötürü Paşa'dan özür dilemişti. Fırsatı ganimet bilen Paşa da taşı gediğine koymuş ve Neyzen'den, bir daha ağzına içkinin tek damlasını dahi koymayacağına dair yemin almıştı.

Neyzen veda edip ayrıldıktan sonra, hemen ertesi gün, ettirdiği yeminden pek mesut olan Said Halim Paşa, o sevinciyle Neyzen'i tekrar yalıya davet etti. Gayesi hem eserini seyretmek, hem de neticeyi birlikte kutlamaktı. Uzun süren

aramalar sonunda Neyzen'i bir batakhanenin çirkef lâğımları içinde perişan bir vaziyette ve serhoş bir halde buldular, yalıya getirerek yıkayıp giydirdikten sonra Paşa'nın sofrasına oturttular. Neyzen serin sularla yıkanıp paklanmasına rağmen değil ayakta durmak, oturmakta bile zorlanıyordu. Gözlerini Paşa'nın yüzünde

sâbitlemeyebilmekten de âciz

durumdaydı. Büyük bir güç sarfederek

sallanmamaya, düzgün oturmaya çalışıyor ama beceremiyordu.

Paşa, tam bir hayalkırıklığı yaşıyordu. Büyük bir hayranlık duyduğu sanatkârın, karşısındaki içler acısı haline hem acıyor, hem de kızıyordu. 'Hani söz vermiştin? Hani bir daha ağzına içkinin damlasını koymayacağına yemin etmiştin? Hem de daha dün gece... Yazık, hem çok yazık!' dedi.

I^OKUSUZ SERHOŞLUK

Neyzen, bir eliyle oturduğu sandalyeyi, diğer eliyle de masanın kenarını kavrayıp dengesini sağlamaya çalışırken, Paşa'nın yüzüne büyük bir ciddiyetle baktı. Dolanan dilini toparlamaya çalışarak 'Paşam, yeminim yemindir. Vallahi de tallahi de ağzıma içkinin damlası girmemiştir!' cevabını verdi.

Paşa'nın kızgınlığı ve acıma hissi bu cevap karşısında yavaş yavaş hiddete dönmeye başladı. Bu defa daha yüksek bir sesle 'Üstâd! Benim gördüğüm nedir öyleyse?' diye haykırdı. Neyzen iki yana sallanan başını dik tutmaya çalışarak, 'Vallahi de içmedim, billâhi de içmedim Paşam!' diye cevap verince, kulaklarına kadar kızaran Said Halim Paşa oturduğu yerden hızla kalkıp burnunu Neyzen'in ağzının dibine kadar soktu ve 'Hoh de bakayım!'

diye emretti. Neyzen, ciğer moru gibi büzülmüş dudaklarını açarak bütün gücüyle ‘Hohhhhhh!’ dedi. Paşa doğruldu, masadakiler heyecanla ne olacağını bekliyordu. Paşa, 'Allah Allah?! İçki içmemiş hakikaten! Çünkü Kokmuyor. İçmiş olsa kokardı' diye karmakarışık bir suratla elini çenesine götürdü. 'Peki esrar filân mı?' diye soracak oldu, aldığı cevap tatmin ediciydi: 'Vallahi değil!' O sırada da Neyzen'in kafası masaya düşüverdi. Uşaklar gelip götürdüler ve soyup yine yatağa yatırdılar.

Said Halim Paşa, o gece uyuyamadı. Yatakta dönüp durmuş, sorusunun mantıklı bir cevabını bulamamıştı. Madem ki içki içmemiş, esrar da çekmemişti, o halde nasıl böyle serhoş olabilmişti? Sabahı zor eden Paşa, artık ayılmış olan Neyzen’i sabah kahvesine çağırdı ve tek bir soru sordu: 'Peki, nasıl oldu bu iş?'

Neyzen'in utana sıkıla verdiği cevapla Paşa hem pek kıymetli kahve fincanım elinden düşürüp kırdı,

hem de tam yutmak üzere olduğu koyu telveli kahve yudumunu boğazına kaçırarak ciddi bir öksürük krizine tutuldu.

Paşa'ya 'İçmeyeceğim, ağzıma damlasını koymayacağım' diye yemin ettiğinin ertesi günü canı fena halde içmek isteyen Neyzen'in aklına ettiği yemin gelince bütün keyfi kaçmıştı. TSİasıl ederim de hem yeminimi bozmam, hem de içmiş gibi serhoş olurum?’ diye düşünmüş ve çare bulmakta gecikmemişti. Tenkiye yapacaktı ve yapmıştı!

Paşa, bitmek tükenmek bilmez öksürüğünden kurtulup nefes almaya başlayınca hayretten donakalmış bir ifadeyle bir soru daha sordu: 'Peki' dedi, 'Bu derece serhoş olacak kadar rakıyı nasıl tenkiye ettin, a Allah’ın adamı?’

'Paşam, tabii bir kilonun tamamı birden tenkiye olunamıyor! Yudum yudum... İnsan biraz dişini sıkıp aldığını çıkartmazsa, bir müddet sonra bir miktarını daha alabiliyor! Böyle böyle ilk şişenin dibini buldum. Sonra da ikinci şişe geldi!’

Referanslar

Benzer Belgeler

Fig.9 Lysyl oxidase protein expressed in wild type and long term co- treated Hep 3B cell with pterostilbene and hydroxymethyldibenzoyl- methane.. Alcohol indusced lysyl

[r]

In this research, social emotional adjustment behavior, temperament traits and empathy skills of children were investigated to see whether they differed according to gender

Yunan filozofu Epikürüsün müridi sayılacak derecede kadınlarla zevku safaya düşküeı mutasavvıf bir Üçün­ cü Murat böbürlene böbürlene (E ğ ­ ri fatihi)

Characteristics of 3 patients with Richter's Syndrome. Patient 1

Reel sektörü temsilen kişi başına gelir, istihdam ve inşaat değişkenlerinin kullanıldığı Model I’e ilişkin elde edilen etki tepki analizi bulgularına

Kocası, daha karısının ce­ nazesi kalkmadan, onun yerini al­ mağa hazırlanan bir arkadaşile, bo­ zulan işlerini düzeltmek için yeni bir Ankara seyahatine

Aslında Zekeriya Sertel’in komünist olmadığı, bu konuda geçen yıl ölmüş olan karısı Sabiha Sertel’le devamlı fikir ayrı­ lığı içinde yaşadığı,