f î
-\> D
' V ?
T ü rk le rin A v ru p a ’ya tan ıttığ ı s ih irli içecek: K ahve
Bir fincan
kahvenin
bin yıllık
hikâyesi!
«Gönül ne
kahve ister,
ne kahvehane,
gönül
ahbap
ister,
kahve
bahane...»
Derleyen: TAHA TOROSH
ER GÜN içtiğimiz kahvenin. acı tatlı, uzun bir geçmişi var. Onun geçmişinde çelişkili yasaklamalar, gemile rin tabanı delinmek suretiyle çu vallarla denize dökülmeler, kah ve pişirilen yerlerin yıkılması, içenlerin öldürülmesi gibi tarihe geçmiş düşmanlıklar yanında.meziyetlerine dair yazılmış öv gülü şiirler bulunmaktadır.
Kahvenin, toplumda vazgeçil mez bir içecek niteliğine kavu şuncaya dek, başından gecen enteresan olayları konu alan bu yazımızın ağırlık yönü, Türkler tarafından dünyaya nasıl tanıtıl dığında toplanacaktır.
Bugün, dünyanın her köşesin de içilen kahvenin Avrupa'ya ta nıtıcısı Türkler olmuştur. Hatta birçok ülkelerde «Türk Kahvesi» adı, asırlar boyu yaşamaktadır.
Bizde kahveye dair hayli ya yın yapılmış, onun macerası, yansıtılmaya çalışılmıştır. Geç mişinde, zaman zaman «siyah inci» veya «İslamların şarabı» di ye adlandırılan ve nitelendirilen kahvenin macerası hakkında, doğu ve batı kaynaklarındaki bel
gelerle bilgileri bir arada incele miş bir yayına, dokümanlı bir araştırmaya Türkiye'de pek rast- lanmamaktadır. Biz, bunu yap maya çalışacağız. Umarız ki, onun efsanesini, Türklerin batı- lılara tanıtmasındaki olayları, kahvenizi yudumlayarak ve gü lümseyerek okursunuz.
• KAHVENİN KEŞFİ Habeşistan asıllı olan kahve nin tanınması ile ilgili, efsane leşmiş hikâyeler vardır.
Kahveyi ilk bulan adam Şazilî adında bir Arap şeyhidir. Bazı söylentilere göre Şazilî bir tari kattır ve şeyhinin adı Ömer'dir. Cezayir kaynaklarınq göre, kah veyi keşfedenler Şazilî ve idris
adında iki Arap'tır. Hatta, ilk za
manlarda kahveye Şazilî adı ve rilmiştir.
Rivayete göre, keçi ve deve sürülerinin çobanları güttükleri hayvanların garip bir ağacın meyvelerini yedikten sonra, faz la canlılık gösterdiklerini, hatta keçilerin mehtapta raksettiklerini görmüşler! Durumu dervişlerine anlatmışlar. Ünlü bir derviş olan
Şazilî gösterilen ağacın meyve
lerini kaynatarak suyunu içmiş. Kendisi de aynı canlılığı duymuş ve kahvenin meziyetlerini böyle- ce keşfetmiş (1).
Başka ve oz farklı bir kaynağa göre Şeyh-ul-Hasan Şazilî 1258 yılında hacca giderken zümrüt dağına altı konak uzaklıktaki bir yerde rastladığı müridi Şeyh Ömer'le uzun uzun sohbet eder ken kendisine bir ağacın meyve leri verilmiş. Kaynatılıp içilince çekirdeklerinin niteliği anlaşıl
mış. Kahve bu suretle keşfedil miş (2).
• KAHVENİN İLK VATANI VE YAYILIŞI
Kahvenin ilk defa nereden çık tığı konusunda, eski kaynaklar da, birbirine yakın bilgiler mev cuttur. Bizier, öteden beri kah venin anavatanını Yemen ola rak biliriz. Kahve Yemen'den Ge
tir1. eski bir türküdür. Gerçek
ten evvelki yüzyıllarda, Yemen büyük bir kahve üreticisiydi. Fa kat ilk kahve. Yemen'e Habeşis tan’dan geldi ve orada üretildi. Borbon ve Antil adasında yetiş tirilen kahvelerin de Habeşistan asıllı olduğu sanılmaktadır.
Kahve 1000 yıllarında, Habe şistan'da Fidan boyundaki yeşil ağaçların meyvesi olarak bilin mekteydi. O tarihlerde kahve ha mura karıştırılarak, ekmeklerde
kullanılırdı. Kahvenin karın do yurucu bir madde olarak ek meklerde kullanılması beş asır kadar sürdü.
Ortaçağ'ın büyük tıp alimlerin den İbn-Sina 1000 yıllarında kah veyi tanıyıp sevdiğini belirtir. An cak, o zaman kahvenin adı baş kaydı.
Horasan'ın (Rey) şehrinde do ğan. (1450 - 1525) yılları arasın da yaşayan Türk asıllı Ebubekir' in Arapça yazdığı tıp kitabında, ilk defa, kahvenin adı geçmekte dir. Tıp alanında bazı buluşları ile tanınan Ebubekir’in eseri, La- tinceye de çevrilmiştir. Bu tıp bil gini, 1420 yılında İran'da kahve kullanıldığını oradan Aden'e gön derildiğini kitabında belirtmekte dir.
Paris Millî Kütüphanesindeki yazma eserler arasında bulunan Abd-el-Kadr'ın kitabına göre, kahve 1450 yıllarında Yemen'de tanındı ve yetiştirilmeye baş landı.
Ahmet Raşit'in Yemen ve San'a Tarihi adlı kitabında, kah veyi Habeşistan'dan Yemen'e ge tiren kişinin Özdemir Paşa oldu ğu yazılıdır. Gerçekten kahve, asıl vatanı olan Habeşistan'dan Yemen'e bir Türk kumandanı ta rafından getirtilerek üretildi ve Yemen kahvesi olarak ün yaptı.
Bir zamanlar kahvenin en iyi si Yemen’de yetişirdi. Amerika’ nın keşfinden sonra, İspanyollar tarafından Brezilya’ya götürülen kahve, orada yerleşti. Bu ülke sonradan, dünyanın kahve am barı oldu.
Kahve, Yemen’den sonra Mek ke'ye ve Mısır'a tanıtıldı. Yıldırım Beyazıt devrinde — Osmanlı ülke si dışında bulunan— Mekke'de kahvehaneler açılmıştı. Sonra dan yapılan şikâyetler üzerine kapatıldı.
Bu arada, Memlûk Sultanı Kansu Gavrî tarafından, 1511
yı-Kahvenin
hatırı
kalsın
• Eski bir kahve değirmeni. Kahveye tepeden inme
misali gelen son zam dan sonra eskisi kadar rağbet edilir mi. yok sa kısıtlama yoluna mı gidilir bilinmez, ama Finlandiya'da adam başına yılda ortalama
18 kilo kahve içildiğine bakılırsa, dünyanın en fazla kahve tü keten bu ülkesinde kahve fiyatlarıyla ilgilenen pek yok. Pahalı veya ucuz, piyasada yine de bulunamayacak bir kahve cinsi var: Jamaika'nın Mavi dağlarında yetiştirilen bu nadir kahve yılda ancak 60 çuval kadar elde edilebildiğinden, yüksek bir fiyata bi le satın olabilmek mümkün değil. Ne var ki Brezilya başta ol mak üzere, kahve üreten ülkeler fiyatları düşürmemek için her çareye başvuruyorlar: Sıkıştırıp kalıp haline getirerek lokomotif lerde yakut olarak kullanıyorlar, endüstri malzemesi olarak ya rarlanıyorlar, o da olmazsa, ucuza satmaktansa denize döküyor lar. Ne dersiniz?
• «B -B S İS
f « ■ y »
y ■ « ■ » / i j . j . 'L 'B
ütaKâ»
Melling’den bir gra vü r: Eski Bir İstanbul Kahvehanesi
~r~' .»» . ¿ A r
31
a d
|i Mi
• T i ; r *-- • » . * v 7 u* ( ' $ iKAHVEHANELERİN günlük hayatta önemli bir yeri vardı. Oturulur, konuşulur, tartışılır, önemli kararlar alınırdı. İşte eski bir İstanbul Kahvesi
lında Mekke inzibat amirliğine tayin edilen Hâir Bey. fıkıh âlim lerini bir araya toplayarak kah venin charamı olduğuna dair fetva aldırmıştı. Ancak. Mekke Müftüsü buno katılmamak cesa retini gösterdi. Hâir Bey ise. fet vaya dayanarak kahvenin içilme sini ve satılmasını yasak etmiş. satıcıları şiddetli cezalara çarp tırmış ve ellerinde bulunan kah veleri yaktırmıştı.
Fakat. Sultan Kansu Gavrî'nin çıkardığı bir emirnamede, kahve nin mutlak olarak haram sayıl maması tiryakilerin gönlünü ra hatlattı. Üstelik ertesi yıl, kahve aleyhtarı önemli bir şahsın, Mı sır'dan gönderilen yüksek bir memur tarafından cezalandırıl ması ve Hâir Bey'in yerine kah ve sevşn birinin getirilmesiyle mesele halledilmiş oldu.
Kahire'de ilk kahvehane 1521 yılında açıldı (3).
Her yıl Mekke'ye gelen hacılar kahveyi, İslâmların şarabı ve mu cize bir içki olarak tanıdılar. Bu • hc-cılar vasıtasıyla kahv6, çevre
deki İslâm ülkeierine girdi. İran, Efganistan, Libya, Mezopotamya, Suriye, kahveyi tanıyan ve içen ilk ülkeler oldu.
1573 -1578 yılları arasında or ta doğu memleketlerinde yaşa mış olan Doktor Rauvvolf, bu ül kelerde kahve içtiğini yazmakta dır (4).
Aynı yıllarda Halep, Şam, Bağ dat ve Tah.'a.’.'da yarı gizli, yarı hoşgörürlük içerisinde, kahveha neler açıldı (5). Buralarda kah ve. yalnız geceleri içilirdi. Bir kı sım sofular, önceleri, kahvenin karşısında cephe aldılar. Bu si yah suyun içilemeyeceğini söyle diler. Hatta Afrikalıların ve Ha- beşlerin bu kahve yüzünden renklerinin kara olduğunu, kah ve içenlerin siyahlaşacağını iddia ettiler!
Kahve, o zamanki Osmanlı İm paratorluğu ülkesi içerisinde bu lunan Kahire. Şam ve Halep'ten sonra İstanbul’a geldi. (Madelei- ne CabelleJ'in kitabına göre, güney rüzgârları kahvenin o ne fis kokusunu minare siluetleri ile dolu Hallç'e ilettiler. Minareler
İstanbul'un en güzel süsü, kah
ve de en hoş içkisi oldu.
• ADI NEREDEN GELİYOR? Kahvenin adı hakkında değişik rivayetler var. Vatanı Habeşistan olduğuna göre, akla yakın, ora daki kahve yetişen bir bölgenin eski adı (Kaffa)dan alınmış ol masıdır. Kahve şüphesiz, Arap asıllı bir sözcüktür.
Kahvenin bazı eski kitaplarda bâde yani içki, hatta şarap an lamına geldiği yazılıdır. Kahve.
rayiha yani koku anlamını da kapsamaktadır.
Paris'e kahveyi tanıtan Türk elçisi Süleyman Ağaya göre, kahve insana kuvvet verdiği için bu adı almıştır.
Yine Yemen çevresinde kahve ye bun adı verilmiştir (6).
ilk zamanlarda kahve sade içi
lirdi. Şekerli kahve içilmesi çok sonradır. Viyana'da ilk kez pişi rilen acı Türk kahvesine halkın alışabilmesi için içerisine bal ko nurdu. Kahveye süt karıştırılma sını AvrupalIlar, daha doğrusu AvusturyalIlar ile Fransızlar icat etmişlerdir.
Kahve, Türkiye'de kavrulur, toz haline getirilip pişirilir. Bazı ülkelerde yalnızca haşlanıp içi lir. Türkler genellikle kaynar su ya şeker atıp sonradan kahvesi
ni koyarak karıştırırlar ve köpük lü içerler. Tiryaki olanlar, kahve yi değirmenden (7) çıkar çıkmaz, hiç vakit geçirmeden, kaynar su ya karıştırırlar. Bunun nedeni, kahvenin toz haline geldikten sonra, çıkardığı nefis kokunun kaybolmaması içindir.
Bizde kahve, yukarıda değindi ğimiz gibi hem şekerli, hem şe kersiz içilir. Genellikle tiryaki ler şekersiz içerler. Alkol alan lar. sade kahveyi tercih ederler.
(1 ) Heinrich Edvard Jacob (L'Epopée du Café)
(2 ) Kâtip Çdlflbi (Cihannüm a) Müte ferrika Baskısı, s. 335.
(3 ) Crosper A lp in i adındaki botanik profesörü 1592 tari!.inde yayınladığı M ı sırla ilgili kitabında, kahveyi, özetle şöy le tanım lıyor: «H a li! Bey adında b ir T ü rk 'ü n zarif bahçesinde, b ir ağaç gör düm. Meyveleri, da nelerden ibaretti. Bu na ahali Bun ve Ban diyorlar. Bunun kay natılan suyunu meyhanelerde içiyorlar; bizim şarap içtiğim iz gibi. Bu içilenin adına (caova) diyorlar. Ağacın meyve iken de inceledim. Kokulu, pek sert ve rengi açık ye şild i.»
(4 ) Leonhardt Rauvvolf'un (U n voyage dans les pays d 'o rie n t) adlı anılarını kap sayan kitap 1582 yılında yayınlanm ıştır ( 5 ) Şekspir ailesinin yakınlarından sa nılan Sir Thomas Herbert, 1626 senesin de İran'daki İngiliz elçiliğinde görevli bu lunduğu sırada, İra nlıların kahve içme diklerini ve sevmediklerini b elirtir ve kah venin değişik şivelerle oradaki adlarını yazar.
(6 ) Kahvenin diğer b ir adı (M o k a )d ır. Bu öszcük (K ız ıl Deniz) in doğusundaki (M uh a ) kasabasından alınm ada. B atılıla - rın Moka dedikleri kahvenin, ilk defa K ı zıl Deniz'in Muha iskelesinden ihraç edil mesinden ötürü kahveye bu ad v erilm iştir. Ancak dünyanın her köşesindeki ad, kah veye yakın b ir sözcüktür. Fransızlar Café, İngilizler Coffee, Alm anlar Kaffe, Macar- lar Kave, tü rk le r Kahve olarak kullan m ışlardır. Gelecek S a y ı:
BALZAC
KAHVEDEN Mİ ÖLDÜ?
Kahve
nasıl
bir bitkidir?
Kahve ağacı, sıcak ve rutubetli bir hava iste yen. kumlu yamaçlar da yetişen bitki cinsin- dendir. Budamaya, faz la bakıma ihtiyaç gös
termez. Bu ağacın çe- • Çiçekli bir kahve dalı, kirdek meyvesi kahveyi
oluşturur. Ağaçların çiçekleri yasemine, meyveleri kiraza ben zer. Çiçekleri kuruyup döküldükten sonra, oğacın dallarında renksiz çekirdekleri kalır. Bunları silkelerler. Güneşte kurutur- ! c ; tahta tokmaklarla döverler. Kabuklarını sıyırıp, öz meyve sini meydana çıkarırlar. Bunlar kavrulduktan sonra öğütülür, kokulu, lezzetli nefis kahve elde edilmiş olur. Kahve ağacı asıl vatanı olan Habeşistan ve Yemen'den sonra İspanyolların Ame rika'ya götürmeleri ile, Brezilya’da geliştirilmiştir. Hatta bu ül ke 19. asır ortalarından sonra dünyanın kahve anbarı oldu. Özel bir iklim isteyen kahve, Türkiye'de de yetiştirilmek istendi. De nemelere 1934 yılında başlandı. Ne var ki, bu çabalar, iklim ne deniyle. bir örnekten ileri gidemedi.
Türklerin A vrupa’ya tanıttığı sihirli iç e c e k : K A HVE
Unlii romancı
kahveden mi
Fazla içki içenlerin semirdiğini ileri sürenler, aşırı kahvenin de
zayıflattığını söylerler. Aralarında kahvenin insanı cüzzam
hastalığına, felce kadar sürüklediğini iddia edenler de yok .değildir.
0
Kahvenin yararları yok
mu? Elbette ki var:
Sindirimi kolaylaştırır,
hafızaya güç verir,
hayal kurma gücünü
genişletir, hareket
sağlar, gevşekliği giderir.
Yazan: TAHA TOROS
K
AHVEDE bol miktarda kafein denilen madde var dır. Kafein miktarı, ilk defa, 1820 yılında Runk adlı bir bilgin tarafından keşfedildi. Kafein, cümleyi asa biye üzerinde büyük etkisi olan bir maddedir. Bu bakımdan, faz la kullanılması zararlıdır.Araplar kahveyi «Uykuya ve şehvete düşman bir Zenci!» diye nitelendirirler. Kahvenin cok fazlo içenler üzerinde evvelâ canlılık, sonra durgunluk veren iki etkisi vardır.
Gecen asrın sonlarına doğru 1895 yılında Jil ve Gaş adların daki iki doktor, deneylerine da yanarak, kahvenin çok zararlı olduğunu ilân ettiler. Bunlara göre kahve, beyin ile sindirim ci hazlarını menfî yönde etkilemek tedir. Hazım güçlüğü doğuran mide ağrılarınının nedenlerinden- dir. iştihayı keser. Kahvenin, mi dedeki tahribatı içkinin tahriba tına benzer. Yine bu doktorlara göre, dünyada bir kahve hasta lığı vardır. Bunun belirtileri şöy- ledir: Fozlo alışkın olanların renkleri sararır, yüzlerinde bir u- çukluk peydah olur. Gerçek yaş larına göre, daha yaşlı görünür ler. Yüzlerinde erken buruşukluk lar boşlar ve bu kişiler vaktin den önce ihtiyarlarlar.
Kahvenin fazlası, kalbe, böb reklere ve karaciğere zararlıdır. Kahvenin aleyhinde hayli açık lamalar yapan bu doktorlar, al kolün insanları semirttiğini, kah venin zayıflattığını iddia ederler. Fazla içilen kahvenin gevşekliğe neden olduğunu, hatta kahvenin cüzzam hastalığına, felce kadar insonlorı götürdüğünü belirtirler. Buna karşın olanlarsa, kahve yüzünden felç olanlara dünyada rostlonmodığını savunurlar.
Yaptığımız incelemeye göre yazarlar ve düşünce adamları a- rasında en cok kahve içen Bal- zac'tır.
• BALZAC
KAHVEDEN MI ÖLDÜ? Ünlü Fransız yazarı Balzac. çok kahve içerdi. O zamanki kahve fincanları şimdiki cay fin canları. hotta ondan da büyük tü. Balzac ölürken şu sözleri söylemişti:
— Ölümüme yegâne sebep o- lan, 50 000 fincan kahvedir!
51 yaşında 50 0Û0 fincan kah veden öldüğü belirtilen Balzac’ın ömrü boyunca 10 ton kahve iç tiği rivayetler arasındadır.
Yakın tarihimizde. Türkiye'ye yerleşen ünlü din adamı Cema- leddin Efgonî’nin de kahveden öldüğü söylentiler arasındadır.
51 YAŞINDA yatağa düşen Bal zac ölümüne hayatı boyunca iç tiği 50 bin fincandan fazla kah venin sebep olduğunu söylemiş ti. Üstelik o zamanın fincanları da bugünkülerden cok büyüktü.
İslâm dininde yeni görüşler or taya attığından kendi ülkesinde barındırılmayan bu büyük din bilgini, bir müddet Mısır ve Pa ris'te yaşamış daha sonra Sul tan Abdülhamit'in halifeliği sıfa- tıyle. İstanbul'a davet edilerek gözönünde bulundurulmuştu.
Zaman zaman, padişahın hu zuruna kabul edilen Cemaleddin Efganî’nin. bir gün sarayda içti ği kahveden sonra hemen öldü ğü çevreye yayılmıştır. Hatta o devrin güçlü kalem sahiplerin den Kemal Paşazade Sait Bey (ki 'Lastik' Sait olarak tanınır) bu olayı şu beyitle yansıtmıştı:
İçince sâde kahve, huzur-u Padişahide Cemalullahı seyretti
Cemaleddin Efganî. Lastik Sait Bey, devrinin aynı zamanda ünlü mizahçılarından sayıldığı için, kanaatimizce bu beytinde bir abartma vardır. Çünkü, Cemaleddin Efganî — in celemelerimize göre — kahve den değil, gırtlak kanserinden ölmüştür.
e KAHVENİN YARARLARI
Tıp yönünden kahvenin zarar larını belirten ilim odamları ya nında, yararlarını belirtenler ço
ğunluktadır. Kahvenin yararları şöyle sıralanabilir:
Kahve hâzımdır. Yani, yemek üzerine içildiğinde, hazmı kolay laştırır. Asıl yararı, hayali geniş letir. hafızaya güc verir, hareket sağlar ve gevşekliği giderir.
Nitekim Doktor Barten kahve nin yararları arasında en önem li olanını şöyle belirler:
insanlorın sersemliğini gide rir! Şişmanları zayıflatır ve za yıfları semirtir.
Eski Batı kaynakları da kah veyi, zihne açıklık sağlayan bir içki, islâmların şarabı olarak ni telerler.
Hatta, kahveyi Fransa'ya tanı tan Türk elcisi Müteferrika Sü leyman Ağa. kahveyi insanlara güç veren bir anlamda tanımlar ken Fransız sosyetesine, şu cümleyi cok tekrarlamıştır:
— Karnında kahve bulunduğu halde ölenler, doğru cennete gi derler! (1)
Diğer taraftan içerisinde bol kafein bulunan kahvenin, kalp gücünü artırdığı, insanlara canlı lık verdiği, sıkıntılı düşünceleri giderdiği ve iç ferahlığı yarattı ğı savunulmuştur. Kahve Londra' da ilk tanındığı yıllarda, eczane lerde ilâç olarak satılmak sure tiyle işlem görmüştür.
Kahvenin ilk ihraç vatanı
sayı-ESKİ BİR İSTANBUL KAHVESİ Eskiden bazı büyük kahvelerde meraklı müşteriler için nargile de bulundurulurdu. Hele iyi havalarda dükkânın önündeki kısa hasır iskemlelere geçip nargile içmenin bir başka keyfi vardı.
’ ' W - • s » f i T -L fifk '*+■ İS ■’ v İ : ' T ~-gg a r « * S ¡ ¡ i p p iS p i
mBSmEİZm
1 j L'/ f \mm
i Sİ
L ^ ş j i
ISTANBUL'a gelen Batılı ressamların arasında Thomas Allom'un bir başka yeri vardır. O da İstanbul'u ziyareti sırasında kahvehanelerin çekiciliğine kendini kaptırmış, çok sayıda kahvehane gravürleri yapmıştır. İşte, geçen yüzyılda, İstanbul'da her şeyiyle muhteşem eski bir kahvehane.
lan Kızıldeniz doğusundaki Muha halkı, yakalandıkları uyuz hasta lığını kahve sayesinde gidermiş lerdir! Yine geçmişte kahve, İran'da, koleraya garşı ilâç ola rak kullanılmıştır.
Anadolu'da eski bir gelenek olarak, fenalık geçirenlere kah ve telvesi yalatıldığı bilinmekte dir. Hatta başı dönenlere acı kahve içirilir.
Kahvenin eski tabirle «zihne küşayiş verdiği», düşünceye a- çıklık getirdiği bir gerçektir. Şa irler şiirlerini yazarlarken, yazar lar makalelerini hazırlarken, res samlar tablolarını yaparlarken, kahve fincanları en yakın ve sempatik destekçileri olmuştur. Ünlü şair Eşrefin, hicviye yaz madan önce, iki çay bardağı do lusu kahve içtiği söylenir.
Kahvenin bir sohbet aracı ol duğu da doğrudur. İnsanları tat lı sohbetlere sürükleyen ve ara larında dostluk bağları sağlayan eski kahvehaneler hâlâ anılarda yaşamaktadır. Kahve, folkloru muzda ve edebiyatımızda geniş yankıları olan tekerlemelere ve öykülere neden olmuştur.
• KAHVEYİ ÖVENLER VE YERENLER
Kahve, atasözlerimizde bile yer almıştır: «Bir fincan acı kah venin kırk yıl hatırı vardır» sözü nü hâlâ kullanmaktayız. Kahve, türkülerimizde de yer almıştır:
Kahve gelir Yemen’den, Bülbül gelir çimenden.. Divan şairlerinden bu yana, kahveyi metheden, pek çok kahve dostu şairler vardır. Kah veye ilk övgüyü yazan şair Be- liğî’dir. Üniversite
kütüphanesin-KAHVE hayranlarından biri de ünlü besteci J. S. Bach'dı. «Kah venin Şarkısı» adını verdiği bes tesinde kahvenin şaraptan da lezzetli, öpücükten de zevkli olduğunu terennüm etmişti. Yu karıdaki belge, sanatçının ken di elinden çıkma notalarıdır...
deki yazma eserler arasında kahve ile İlgili hayli övgüler bu lunmaktadır.
Yeni nesillerin biraz güç anla yacağı bu manzum kahve med- hiyelerinden bir kaçını, sadeleş tirerek şöyle özetlemek müm kündür:
«Kahve içmek için — diğer iç kiler gibi — belirli bir zaman yoktur. Her zaman, o kara yüz lü sevgilinin sımsıcak yüzüyle karşılaşılabilir.»
«Mısır’ı, Haleb'i, Şam'ı dolaşa rak Anadolu'ya gelen bu cihan fettanı, şarabı tuşa getirdi. Onu her zaman içelim. Gönül ehli o- lanlara ferahlık, dertlilere der man verir.»
«Kahvenin dimağı neşelendir diği bir gerçektir. Kahve dostları ona (kudret meyvesi) demişler. Görünüşü karadır amma, insanın yüzünü ak edebilecek nitelikleri vardır.»
Bu arada Şeyh Şani adlı bir eski Arap şairinin yazma eserin deki kahve övgüsünün, özetle, Türkçesi şöyledir:
«Biz kahveyi ibadet eder gibi, yudum yudum içtik.. Siz de bi linçli ve kültürlü kişilerle kahve için. Kim kahvenin zevkini ve ya rarını inkâr ederse, Tanrı onun yüzünü kapkara etsinl Kahvenin faydasını gördüğü halde ona ihanet edenleri Allah ateşlerde yaksın!»
Buna karşılık, kahvenin düş manı olan şairler de vardır. Yaz
ma bir risalede, özetle şu söz lerle, kahveye karşı çıkılmakta dır:
— Dostlarıma derim ki, kah ve toplantılarında bulunmayınız. Zira, öyle meclisler hüzün ve düşmanlık doludur. Kahve zevk ve eğlenceye düşkün, sefih kişi lerin içkisidir.
• KAHVENİN İSTAN B UL’A GİRİŞİ VE İLK KAHVEHANE Kahve, Kanunî Sultan Süley man zamanında İstanbul'a girdi. Kahvenin İstanbul'a getirilmesi, Tahtakale'de bir kahvehane açıl ması, gördüğü rağbet üzerine — her yeniliğe karşı çıkanların teşebbüsleriyle— kapatılması, kahve içenlerin şiddetle cezalan dırılması, dinin — kahvenin ya saklanmasında — istismar edil mesi, tarihimize geçmiş olaylar dandır. Bu konuda geniş bilgiyi, (Peçevî Tarihi) vermektedir. Kah ve yasağı hakkında yazılanların çoğu İbrahim Peçevî Efendi’nin tarihinden aktarılmıştır.
(1 ) Kahveyi Fransa'ya tanıtan T ü r k el çisinin bu sözü, Arap bilginlerinden Ah met İbni Ceddap'ın kahveyi tanımlama sından a lın m ıştır. Bu bilgin, karnında kahve varken ölen kimse, cehennemin a- teşinden kurtulmuş olur ve kahve içen Müslüman, ölmeden cennetlik sayılır! demiştir.
Gelecek Sayı :
KAHVENİN
DÜŞMANLARI
T ü rk le rin A v ru p a ’ya tanıttığı s ih irli içecek: K A H V E
İstanbul’da ilk kahve
Tahtakale’de 423 yıl
önce açılmıştı
Biri Halepli, öteki Şamlı iki beyaz Arap’ın
dükkânı kısa zamanda tanınmış kişilerin,
bilginlerin uğrak ve sohbet yeri oldu.
Evliya Çelebi'ye
göre o yıllarda
İstanbul'da
200 kişinin
çalıştığı 55 kadar
kahvehane vardı.
Ayrıca 300 kadar
dükkânda da
kahve satılıyordu.
0
Yazan: TAHA TOROS
K
AHVE bizde yazılanların yasağı hakkında çoğu İbrahim Peçevî Efendi ta rihinden aktarılmış, bu ko lay işlemden başka eski kaynaklardan, geniş çapta oraş- tırma gereği duyulmamıştır. Oy sa Türk arşivlerinde. Anadolu’ nun muhtelif şehirlerindeki, şeri- ye sicillerinde, eski yazma eser lerde ve diğer tarih kitaplarında kahve hakkında hayli bilgiler vardır.Peçevî tarihinden başka Ham- mer tarihi. Âli Tarihi. Vakanüvis Esat Efendi ve Esat Efendi'nin tarihine haşiye yazan tarihçi Ba hir Efendi, Kâtip Celebi. Evliya Celebi. Solakzade. Ata Tarihi. Lutfi Tarihi. Hadif Efendi ve da ha bir çok eski tarihler ve tarih çiler kahveden bahsetmişlerdir. Batı kaynaklarında da kahveye dair nice bilgilere rostionmak- tadır (1).
Kahvenin ilk defa İstanbul’a gelişi, bir kahvehane oçılması bazı kaynaklara göre 1554. ba zılarına göre değişik tarihlere maledilmektedir (2).
İstanbul'a ilk defa kahveyi ge tirenler Halepli Hükm veya Ha kem ile Şamlı Şems adlı iki ka fadardı (3).
Bunlar, beyaz Arap osıllı kişi lerdi.
Şimdi. Tahtakale semtinde, önce seyyar şekilde, kahve pişi rip esnafa verdiler. Sonraları bü yük bir dükkân kiralayarak süs lediler. Renkli kumaşlarla sedir ler yaptılar. Halılar döşediler. Büyük rağbet kazanan bu kahve, tanınmış kişilerle, bilginlerin uğ rak ve sohbet yeri oldu (4).
B ir taraftan kahvelerini yu dumlayarak satranç oynayanlar, diğer taraftan kitap okuyanlar, bir başka köşede sohbet eden lerle dolup taşan kahve. İstan bullulara sefalı. şen günler ge çirtmekte idi.
Hakem ile Şems’in Tahtakale’ deki süslü sedirlerle duvarları
renklendirilmiş görkemli kahve sinde yakışıklı garsonlar hizmet etmekteydiler. Burada içilen kah velere tiryakiler (karo inci) adını takmışlardı.
Kazandığı sevgiyi ve tutkuyu eski tarihlerin çoğu birbirine ya kın şekilde dile getirdiler: *Kuş- lar seherle yem aromaya çıkar lorken, kahve meraklıları d kahvehaneye kaşarlardı,* şekliı
de. mizahi yazılara bile konu o- lan (5) Tahtakale’deki kahveden, memleketin ileri gelenleri, hatta büyük makam sahipleri, çıkmaz oldular) 6).
Evliya Celebi, devrinin kahve leri hakkında bilgi verirken, İs tanbul’da 55 kohve bulunduğu nu. buralarda 200 kadar insanın çalıştığını, ayrıca kahve satan 300 kadar dükkân bulunduğunu belirtir.
Yine Evliya Celebi, gittiği Bur- sa’yı anlatırken 75 kahvesi bu lunduğunu. burada günde üç de fa Hüseyin Baykara faslı yapıl
dığını, hanende ve sazendeleri ile insanların mestedildlğlni ya zar (7).
• KAHVENİN DÜŞMANLARI Geçmişte, kahvenin, sağlık, sosyal ve din acısından, mahkûm edildiği devreler oldu. İlk tepki, kahvenin yayıldığı Mekke ve Mı sır’dan boşladı. Din ve devlet a- damları zaman zaman kahve içil
mesini yasakladılar, içenleri ce zalandırdılar. Türkiye’de ve Avru pa'da kahvenin başına gelmedik kalmadı! Bunlara kısaca değine lim:
• MEKKELİ KADINLARIN KAHVE TİRYAKİSİ KOCALARINDAN ŞİKÂYETLERİ!
Habeşistan'dan Yemen’e ge cen kahvenin, tüketim yeri, ön celeri yalnız Mekke idi. Mekke, Hacıların toplandıkları merkez ol duğundan. ilk defa kahvehane ler burada açıldı. Ancak, gittikçe
bu kahvehaneler tamamen sefa hat ocağı haline dönüştü. Yıldı rım Beyazıt zamanında Mekke, henüz OsmanlI ülkesine katılma mıştı. Burada açılan kahvelerde maşrabalarla kahve içilirdi! Kah ve ocaklarında, kahve doneleri büyük ibrikler içerisinde kayna tılırdı. Tiryakiler, âdeta su içer gibi, kahve içerlerdi! Bunlarda, önce büyük bir canlılık görülür sonra, durgunluk ve uyuşukluk başgösterirdi.
Mekkeli kadınlar, kocalarının bu durumundan bezgindiler! Bir gün, söz birliği yaparak topluca, kadıya gidip şikâyetçi oldular. Önceleri bu tür kahveleri kapat tırmayı başardılarsa do, kocala rının gizliden gizliye kahve içme lerini önleyemiyorlardı.
• KAHİRE’DE KAHVE YÜZÜ N DEN ŞERİAT ADAMLARI ARASINDA ÇIKAN İKİLİK
Mekke’den Kahire'ye sıçrayan kahve. İslâmların şarabı niyetiy le. bol bol içiliyordu. 1532 yılın da bu şehrin ünlü din bilgini Ah met Sunbatî kahvenin haram ol duğuna dair fetva verdi. Ö ğ rencilerini tahrik eden bu fetva üzerine, kahvehaneler basıldı, i- çindekiler yağma edildi. Karşı görüşte olan din adamları, bu eylemi kınadılar. Kahve yüzün den din bilginlerinin arası ger ginleşti. Sonunda, Kadı Mahmut Ilyas Hanefî bir çok alimlerin bu konudaki görüşlerini aldı. Bunla rı özleştirerek, kahveyi mübah i- lân etti. Yani içilebileceğini bil dirdi.
• AVRUPA'DA KAHVE YASAĞI
İlk kahve yasağı Mekke ve Kahire’den sonra — ilerideki bö lümlerde açıklanacağı üzere — Türkiye'de uygulandı. Bunun ge niş şekilde açıklanmasına geç meden önce. Batı memleketlerin-ISTANBUL'un geçmiş günlerinden renkli bir hatıra: Bir mahalle kah
vesinin önünde, hasır iskemlelerde kahve içip nargile tokurdatanlar.
BATILI gezginler. Doğu ülkelerine ve Türkiye’ye dair konuları, Binbir Gece Masalları açısından görerek abartmişlardır. Vaktiyle, Türk ülkesinden olan Halep’te bir binbir gece eğlencesini tasvir eden bu gravürde kaynamakta olan kahve cezvesi ve kadınlara ikram olunan kahve görülüyor.
de kahvenin başına gelenleri kı saca gözden geçirelim:
Her toplum içinde yeniliğe karşı koyan bir kanat vardır. Gerçi kahve, bir düşünce, bir doktrin ekolü değildir. Nihayet i- Cilen bir maddedir. Bazı dinler, yenilecek ve içilecek bazı nes neleri yasaklamıştır ama, bun lar arasında, kahvenin adı geç mez. Kahveye en büyük cezayı, Türk deviet adamları uyguladı. Her ne kadar «kömür derecesin de kavrulmuş bir nesnenin içil mesi haramdır» gibi bazı din bil ginlerinin karakuşî hükümleri bi linmekte ise de. bu uygulamanın ardında gizlenen amaç, halkın kahvelerde toplanarak devlet iş lerini eleştirmelerini engellemek ti. Uyanık din ve devlet adamları bu yanlış kararların geçersizliği ni, zaman zaman anladılar ve kahveye hürriyetini verdiler.
Kahvenin din kaidelerine ve şeriata aykırılığı iddiası ile. ya saklanması yalnızca Islâmlara mahsus bir tutum değildi. Papa bile, kendi din görüşü açısından, kahvenin aleyhinde bulundu. Marsilya'ya 17. asır ortalarında giren kahve, evvelâ Ait Fakülte- si'nin doktorları tarafından ya saklandı. Bunlar sağlık yönün den kahveye karşı çıktılar.
İlk zamanlarda İngiltere'de kral da kahveleri kapattı. Prusya
Kralı Büyük Frederik, 1732 yılın da ülkesinde kahveyi yasakladı.
• TÜRKİYE'DE KAHVE YASAKLARI Kahve, ilk defa Kanunî Sultan Süleyman devrinde yasaklandı. İkinci kez yasaklanışı. Sultan Murat III devrine rastlar. Bu ya sak da uzun sürmedi. Karşı ko yan din bilginleri ile kalem sa hiplerinin ricası üzerine padişah 1587 yılında kahve yasağını kal dırdı. (Galatatı meşhure) adlı e- serin yazarı Halid Efendi’ye gö re, kahve yasağının kaldırılması na Şeyhülislâm (Bostanzade) fet va verdi.
Bu yasaklarda, en güçlü silâh olarak şeriat kaideleri sömürül dü. Kahvehanelerin kapatılması için din konusundan yararlanıl mak istendi. Kahvelerin tembel liği artırdığı, camilere devamı a- zalttığı ileri sürüldü. Hatta bazı softalar, kahvelere devam etme nin meyhaneye gitmekten de zararlı olduğunu savundular! Si yasetten yararlanmak için ise gerekçe olarak kahvelerde top lanan kişilerin, sohbet esnasın da, devlet işlerini de eleştirme lerinden kuşkulandılar. Bu su retle bir taraftan din adamlarını, diğer yönden devlet yöneticile rini etkilediler. Kahvenin aleyhi ne. şeriat makinasını işlettiler.
Kahve, Sultan Ahmet I zama nında (1606-1611) yılları arasın da üçüncü defa yasaklandı. Sul tan Mehmet III ise. kahveyi h ü r -. riyetine kavuşturdu.
Kahvehanelerin yıkılması, kah ve içenlerin şiddetli cezalara çarptırılması hatta asılması, Sul tan Murat IV'ün zamanına rast lar ki, bu, kahvenin başına ge len son felâkettir! 1633 yılında kahveyle birlikte, tütün de ya saklandı. Gerekçe olarak İstan bul'daki büyük yangınların kah
vehanelerde pişirilen kahveden çıktığı, gösterildi. Padişah bile, kıyafet değiştirerek yasağına uymayanları, bizzat yakalayıp cezalandırdı. Son yasak. Sultan Murat'ın yerine padişah olan Sultan İbrahim zamanında da (1639 -1648) devam etti. Sonun da kahvenin serbestliğini sağla yan, Avcı Sultan Mehmet IV oldu.
Gelecek S a y ı:
EBUSUUD EFENDİ’NİN
FETVASI
( 1 ) H . E . Jacob (l'Epopée du Cafée) Auguste Lepage (Les Cafés Artistiques et Littéraires de Paris - 1882)
Jean Maura et Paul Louvet (L e Café Procope) 1929
Georges de Wissan (L e Paris d'Autrefois Cafés et Cabaréts)
Dr. Leonhardt R auw olf (u n voyage dans les pays d 'orient) 1582.
(2 ) Kahvenin İstanbul'a gelişini ve bir kahvehane a çılışını eski tarihler, aşağı da görüleceği üzere, değişik yıllarda gös termişlerdir:
1554 - 55 Peçevî tarihi C . 1, S. 363-366 1543 Kâtip Çelebi (M iza nıl hak)
Ebu-ziya baskısı S. 52
1554 Hammer (Ata tercümesi) C . 6, S. 174
1561 Solakzade tarihi 1504 Hafid Efendi (Galatad)
S. 367-368
1543 Abdurrahman Vefik (Te k âlif Kavaidi) C . 1, S. 202-203 1550 Nauvau Larousse Illustré.
( 3 ) Haleplinin a dı, eski harflerden yeni harflere hâkim , hakem, ha km şek linde çevrilm iştir. Şam lının adı, bazan Şems, bazan Şemsi olarak ya zılm ıştır.
(4 ) Kahvenin tarihine d air. Almanca ya zılıp , Fransızcaya çevrilen (Kahvenin Destanı) adlı kitapta, İstanbul'da ilk açı lan kahvehanenin H aliç'e baktığını ve 24 saat açık bulunduğunu, buraya devam edenler tarafından (Ecole des hommes Cultivés) olarak a dlandırıldığını belirt mektedir.
( 5 ) Ravzat - Ü . Ebrar S. 434. (6 ) Atai (Şakayık Zeyli) C . 1, S. 149. (7 ) Evjiya Çelebi Seyahatnamesi C . 2, S. 26.
T ü rk le rin A v ru p a ’ya tanıttığı sihirli içecek: K A H V E
Kahve yasağı, meyhane
yasağı gibi uzun sürmemişti
Ö n celeri, H aliç’e gelen gem ilerin tabanları d elin erek
kahve çuvalları den ize dökülm üştü, am a bir süre sonra
devlet büyüklerinin ricasıyla yasak kaldırıldı
q
Köprülü Mehmet
Paşa kahve yasağını
uygulayanlardandı,
ama oğlu
Ahmet Paşa
serbest bıraktı.
Yazan: TAHA TOROS
Y
UKARIDA do belirttiğimiz gibi kahvenin yasaklan ması. toplum üzerinde tek otorite olan şeriat kaide lerine göre yapıldı. Devrin şeyhülislâmına başvuruldu. Kö mür derecesinde kavrulan nes nenin yenilip içilmesi haram sa yıldı. Şeyhülislâm Ebusuud Efen di. devrinin en büyük din bilgini idi. İlk zamanlarda kahvenin ke sin şekilde yasaklanması ciheti ne gidilmedi. Daha sonra tazyik altında verilen şeyhülislâmın fet vası (1) çok sert şekilde uygulan dı. Fakat kahve yasağı, meyha ne yasağı gibi uzun sürmedi. Gerçi Halic'e gelen gemilerin ta banları delinerek kahve çuvalla rı; göz göre göre, denize döktü- rülmüştü. Zaman geçince devlet büyüklerinin, hükümdara ricası ile yasak kaldırıldı. Zaman za man da değişik tutumlarla tek rar konuldu.Ne vor ki. kahve yasağının şiddetli olduğu yıllarda bile, kah ve gizli yaşamını sürdürdü. Hat ta mohalle aralarındaki küçük kahveler güven duydukları tirya kilere. kapılarını acar oldular. Esasen devlet, kahve içilmesini önleyici güce sahip değildi. Çün kü herkes gizlice bunu içiyordu. Zomanla kohve yosağındo gev şeme görüldü. Sonunda kahve tiryakisi din adamları Hazine menfaatini gerekçe göstererek — vergi almak şartıyle — eski kararlarını değiştirme zorunlu- ğunda kaldılar.
Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa, kahve yasağını uygulayan lardandı. Âlim ve fâzıl oğlu Ah met Paşa ise. kohvenin içilmesi ni serbest bıraktı. Onun devrin de ahali, rahat rohot kahvelerini içti, gizli ve kacak kahve kullan maktan kurtuldu.
• KADILARA
GÖNDERİLEN EMİRLER OsmanlI yönetiminde, eyalet lerdeki şeriata dayalı, hukuk iş lerini kadılar yürütürdü. Gerek kohve yosağının konulması, ge rek bu yasağın kaldırılması gü nü gününe kadılara bildirilirdi.
Meselâ 3. Murod'ın padişahlı ğı sırasında 1578 yılında kadıla ra gönderdiği bir fermanda, gö revlilere şiddetle çatılmış ve ö- zetle:
«... Kahvelerde fesatçı top
lantılar yopıldığı, genç çocukla ra türlü elbiseler giydirilip levent lerle gezdirildikleri, hatta din a- damiarının kahvelere devam et tiği, kahvelerde içki içildiği, af yon kullanıldığı, mâcûn satıldığı, tavla ve satrancın kumar aracı olarak bulundurulduğu, bu duru mun biliıaMfbmlarına yakışma dığı, halkı tembelliğe alıştırdığı, cahilliğe yönelttiği, milleti kötü yola götürdüğü...* belirtilerek, kahvehanelerin kapatılması em redilmiştir. Aynı tür fermanlarda, bu yasak emirlerini yerine getir meyen sorumluların şiddetle ce
zalandırılacakları do yer alı yordu.
e YASAKLAM A YERİNE KAHVEDEN VERGİ 1640 yılında kahve yasağı kal. dirildi. Bu suretle kahvenin tüke. timi arttı. Hâzinenin bundan ya rarlanması düşünüldü. Kahvele rin satıldığı yerlere ki bunlara "Tahmishane" denilirdi, bu a- maçla vergi memurları konuldu. Bu sistem daha sonra maktu ver giye dönüştürüldü (2).
Din adamları arasında kahve düşmanlığı öylesine yayıldı ki.
sanki şeriat ve din kaideleri kah. venin düşmanıymış gibi uydurma açıklamalar yapıldı. Halk, kahve nin haram mı. helâl mı olduğunu öğrenmek için, din odomlarıno başvurdukça, camilerdeki bazı vaizler hiddetle:
— Kohve içmek kesin olarak haramdır! Kahvelerde satranç ve tavla oynamak günahtır. Yine kahvelerde toplanıp saz, ney ve düdük çalmak, bunları dinlerken kahve içmek haramdır. Tavla ve satranç bulunan yerlere melek ler girmez. Şeytanlar dolar! Me leklerin girmediği yerde bereket olmaz! derlerdi.
Hatta daha ileri giden bazı voizler:
— Kahve içmek öylesine ha ramdır ki, her kim buna helaldir derse, kendisi kâfir, avradı boş olur! tarzında açıklamalarda bu lundular.
Buna karşılık "helâl" bir şeye "haram” diyen softaların da kâ fir olacağı ve onların avratlarının boş düşeceği, dinlerini yenileme si gerekeceğini ileri sürenler ol du. Bu konuda Corum kütüpha nesinde bir yazma kitaba rastla, dik. Kahve içenlerin de. saz ça lanların da aleyhinde akıl almaz konuları derleyen bu yazma e- serde. geçmişte nelerle uğraşıl dığını ibretle görmek mümkün dür. Bu kitapta yukorıdo belirtil, miş konular, güldürücü ve ibret verici bir üslûb ile yeralmakto- dır (3).
• KAHVENİN TÜRK SARAYLARINA GİRİŞİ Kahve, itibarlı bir ikram mad desi olarak Sultan Mehmet IV zamanında. Saray mutfaklarına girdi. Kahvenin. Türkiye'de dört defa başından geçen yasaklama lar sonunda kavuştuğu hürriyet, onu Saraya gelenlere ikram olu nan tatlılar, şerbetler paraleline çıkardı. Bayramlarda, cüluslarda saraya gelenlere şerbet, tatlı me. yanında kahve ikram edilir ol du (4).
Saray teşkilâtında "kahveciba- şı" makamı ihdas edildi. Buraya liyakatli kişiler otonırdı. Hatta, kahvecibaşılıktan sadrazamlığa yükselenler oldu. Gerçekten sa raydaki kahve teşkilâtına büyük önem verirlerdi. Padişahın içece ği kahvenin suyu. Eyüp tepesi ci varındaki. Gümüşsuyu'ndan ge-CORUM vilâyet kütüphanesindeki yazma eserler arasında bulunan 4 012 no.'da kayıtlı «Elfaz-ı Küfür* odlı kitapta, kahveden bahseden bölümler.
ISTAN B UL’da, 20. yüzyıl başlarında tipik bir kahvehane... Yanda, başı fesli kahveci çırağı, elinde kahve tepsisiyle, müşteriler de bacak ba cak us'üne atmış, ellerindeki nargile marpuclarıyla poz vermişler.
*<=■*
BU da bir başka mahalle kahvesi. Mevsim bahar, soba borusundan duman çıkmıyor. Müşterilerde güneşten ısınıyorlarmış gibi bir hal var...
tirtilirdi. Sarayın harem dairesin de. kadın efendilerin ayrı kahve- cibaşıları bulunurdu.
Kahveler, ibriklerle, güğümler le pişirilip, büyük çini fincanlarla içilirdi. Bunların Kütahya fincanı, Kabe fincanı gibi çeşitleri vardı. Saraydaki özel kahve teşkilâtı, giderek sadrazam konaklarına da örnek oldu. 1716 yılında İstan bul'a gelen ünlü İngiliz elçisinin eşi Bayan Montague İstanbul’ dan İngiltere'ye gönderdiği — e- debiyat tarihlerine gecen — ünlü mektuplarında, davetli olarak bulunduğu paşa konaklarında, yemeklerden sonra ikram edilen kahveleri, sürükleyici ve sihirli bir üslupla yansıtmıştır.
• HİLELİ KAHVELER Geçmişte "İslâm'ın şarabı" ve ya "Müslüman içkisi" gibi ad larla tanımlanmış olan kahve, toplumdaki sağlam yerini bul duktan ve kahvehanelerle evlerin mutfaklarına sımsıkı yerleştikten sonra, insanoğlu — zaman za man — bu sevimli nesnenin hay siyetiyle. nefasetiyle oynadı! Kıt laşmaya başladığı zaman kah venin başına örülen bu çorap, keşfinden zamanımıza kadar sü rüp geldi. Her ne kadar kahveye başka madde katarak yozlaşma, sına ve nefasetinden kaybına yol açanlara karşı, geçmişte bazı cezalar uygulandıysa da isteni len sonuç alınamadı. Ancak kah ve bollandıkça, kötü ve karışık kahveler itibar görmedi.
Dördüncü Sultan Murat'ın kah- veyi yasakladığı sıralarda (Şey hî) adında birinin kahve yerine geçmek üzere, bir nesne icat e- derek adına (kaşve) dediği, hat ta bu kişinin, icat ettiği kaşve- nin terkibi ile nasıl pişirileceği ne dair bir izahname yazdığı. Kâtip Çelebi'nin (Fezleke)sinden anlaşılıyor.
Halis kahveye halis olmayan kahvenin veya yabancı bir mad denin karıştırılması, geçmiş yıl larda. cezalandırılırdı. Bir kere sinde. Mısır Çarşısı esnafından Hacı Ali adındaki birinin, halis Yemen kahvesine adî kahve ka rıştırdığı tespit edildiğinden, ken disi Çanakkale'ye sürülmüştü (S). Kahveye nohut veya arpa ka rıştırıldığı. yakın yılların hatırla nan olaylarındandır. Bu kötü u
sulün eskiden beri geçerli oldu ğu anlaşılıyor. Bolu "Şeriye Mah kemesi" sicilleri üzerinde bir in celeme yaparken, 1130 Hicri ta rihli bir — defterin kapak içinde "tarihi kahveyi rûmî" meşruhat tı— beyte rastlamıştım. Anlamı şöyle idi:
Anadolu'da kahve gözükeliden beri. Bütün dostlar, Nohudi mezhebine girdiler! e KAHVENİN AVRUPALILARA TÜRKLER TARAFINDAN TANITILM ASI
Kahve Paris'e moda, Viyana'ya harp ganimeti. Londra'ya ilâç o- larak girdi. 17. asır içerisinde Batı Avrupa'da kahvenin tanın masına Türk elcileri ile Türk sa vaşçıları sebep oldular.
Ancak Türklerin Avrupa'ya ta nıttığı kahve. Avusturya, Fransa, Macaristan ve İngiltere'den ön ce, Venedik'e girdi.
(1 ) «F etva», Din ve Şeriat kaideleri ne dayanılarak yapılan açıklamalara ve emirlere verilen b ir ad*dır. Şeyhülislâm Ebusuud Efendi'nin kahve ile ilg ili, deği şik iki kararı bulunduğu, beseri b ir ih tiyaç olarak kahvenin içilmesine göz yum duğu, daha sonra artan baskılar karcısın da fetva verdiği iddia edilmektedir. Diğer b ir görüş, Ebusuud Efendi'nin önce kah veyi yasaklayan fetvayı tazyik altında ver diği, daha sonra fetvanın yenilenmesi ken disinden istenilince, beceri b ir ihtiyaç ha lini aldığı gerekçesiyle, reddettiği seklin dedir. Ebusuud Efendi gibi din bilgisi, fa zileti ve insancıl duyguları ile tanınmış b ir âlimden, kahve hakkında değişik karar çıkması zamanında değişik yorumlara yol açm ıştır. Gerçekten ünlü b ir bilgin olan Ebusuud Efendi'nin Osman) ı ülkesinin sı n ırlarını asan b ir ünü vardı. İstanbul'da öldüğü zaman, Osmanlı ülkesinin her ta rafında bütür, Müslümanlar yas tutmuştu. Hatta Mekke ve Medine ahalisi — gıya b e n — cenaze namazı k ılm ışla rd ı.
(2 ) Abdurrahman Vefik (Te k a lif Ka- v a id i).
( 3 ) Çorum M illî Kütüphanesi 'nde 4 012
numarada kayıtlı (Eifazı K ü für) adlı yaz ma eserin (faslı kahve) bölümü.
( 4 ) Tayyarzade Ata T a rih i, C ilt I, S. 232. Esat Efendi (Teşrifatı Kadime) S. 60.
(5 ) Lütfi T a rih i. C . II . S. 151.
Gelecek S a y ı:
KAHVEYİ PARİSLİLERE
SEVDİREN TÜRK ELÇİSİ
T ü rk le rin A vru p a'ya tanıttığı sih irli içecek: K A H V E
Kahveyi Parislilere sevdiren
Türk elçisi Süleyman Ağa
Elçinin Türkiye'den götürdüğü eşyalar arasında kahve çuvalları da var
dı. Ağa'nın saraya kabul edilince, Kral tarafından kabulünün gecik
mesi sebepsiz değildi: Elçinin gözlerini kam aştıracak hazırlıklar vardı.
O
yıllarda
Avrupa'
da henüz kahve bilin
miyordu. Bu
neden
le Doğuluların içtikle
ri koyu renkli nesne
ye çok şaşırmışlardı.
( S i
Yazan: TAHA TOROS
YÜZYIL ortaların da Marsilya'ya gi ren katıve. huzur- ■ lu bir çevre bula
madı. Bir taraftan din adamları, öte yandan tıp a- damları, katıveyi kötüleyen bir kampanya geliştirdiler. (Ait) Tıp Fakültesi uzmanları, kahvenin zararlı olduğunu ilân ettiler.
Kahveyi Fransıziara tanıtan ve sevdiren, 4. Sultan Mehmet’in 1669 yılında XIV. Louis nezdine gönderdiği bir Türk elçisi ol du (1).
Elçi Süleyman Ağa, Türkiye’ den götürdüğü eşyalar arasına kahve çuvalları da koydurmuştu. Kahveyi sihirli bir madde olarak Fransıziara tanıtan Süleyman Ağa’nın Paris’e ait serüven ve a. nılarını daha sonraki bölümde anlatacağız. Bu ünlü Türk elçisi nin Paris'te acı tatlı anıları var dır. Kendisi bazı gravürlerde hâ lâ yaşamaktadır. Süleyman Ağa hakkında bizim tarihlerimizde ve arşivlerimizde fazla bilgi bulun mamaktadır. Dış kaynaklardan yaptığımız incelemelere göre, o. nun Fransa’ya gönderilme se bepleri ve kişiliği hakkında o- kurlarımıza genişçe bilgi vere cek durumdayız:
Avrupa’nın göbeğinde, Türk bayraklarının dalgalandığı yıllar da Padişah IV. Mehmet, kendisi ni av partilerine kaptırmıştı ama, hükümetin yönetimi. Köprülü Fa zıl Ahmet Paşa gibi dirayetli bir devlet adamının elindeydi.
Almanlarla Macarlar savaş maktaydı. Almanlara düşman o- lan Fransızlar, onlardan kendile rine gelebilecek tehlikeyi önle mek amacıyla, Türklerin dostlu ğunu kazanmak arzusundaydılar. Türklerin gücü ve ünü, öylesine büyüktü.
Oysa, XIV. Louis Türklere kar şı daima iki yüzlü politika güt mekteydi. İstanbul’daki elçisi saygısız bir kişiydi. Fransa kra lının bu elçisi vasıtasıyla yaptığı bazı teklifler, Türk hükümetince her defasında reddedildi. Fakat elçi, sadrazamı tâciz etmekten geri kalmıyordu. Bir keresinde eski kapitülasyonlara yenilerini eklettirebilmek için sertçe ko nuşmuş, hatta andlaşmayı, sad razamın kucağına fırlatmıştı. Bu saygısız davranışı, hapsedilmek suretiyle, cezalandırıldı. Elçinin Türk hükümeti nezdinde. ülkesi
ni temsil etme yetkisi kaldırıldı. Ancak Fransız elçisi, memleke tine dönmeden önce, padişahla görüşmek istedi. Bu maksatla, Edirne'de av sefasında bulunan Sultan IV. Mehmet'i ziyaret etti. Eski anlaşmaların, bazı eklerle, yenilenmesi ricasında bulundu. Padişah, durumu Sadrazam Köp- rüiü’ye intikal ettirince, akıllı ve kudretli Sadrazam:
— Padişahım, görevine son verilen bir elçinin sözlerine iti bar olunmaz. Evelemirde, BabI âli’den Fransa’ya bir elçi gönde rip Krallarının efkârını, meramı nı anlayalım. Ondan sonra, ant
laşmaya ilâvesi istenilen madde lerin görüşülmesi münasip olur, dedi.
Avcı Sultan Mehmet, Sadra zam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’ nın bu önerisini uygun buldu. Bu amaçla, padişahın yaldızlı bir mektubu ile, Süleyman Ağa (2), olağanüstü elçilik görevi ile, 1669 yazında, XIV, Louis'ye gön derildi.
Süleyman Ağa, 1669 ağusto sunda, Avlonya limanından bir Fransız gemisi ile yola çıktı. 20 kişilik maiyeti arasında yakışıklı hizmetkârlarla Ermeni asıllı kah vecisi bulunmaktaydı. Fransız
kaynaklarına göre, Türk asıllı Grelot adında bir tercüman da vardı (3).
Avlonya’dan kalkan gemi Sü leyman Ağa ile maiyetindekileri Tulon limanına götürdü. Oraaan Marsilya'ya geçen Süleyman Ağa, çevreye karşı bir yakınlık ve ilgi göstermedi! Azametli, gır- rurlu bir tutum içerisindeydi. Hatta, Marsilya şehrine girerken, kendisini karşılamaya gelen be lediye reisine gereken önemi vermedi; atından biie inmedi. Tebessümsüz, tecessüzsüz bir yolculuktan sonra 13 ekim 1669 günü Paris'e girdi. Issy semtin de bir konağa yerleştirildi.
Türk ofçisi Süleyman Ağa, ilk önce. Dışişleri Bakanı De Lionne tarafından kabul edildi. Türk el çisine hoş görünmek amacı ile, Dışişleri Bakanı’nın evi Şark'a ait eşyalarla süslenmiş, sedirler yaptırılmıştı. Hatta Türk elçisini karşılayan hizmetçilere. Şark el biseleri giydirilmişti! Fransız Dış işleri Bakanı, Padişahın, Süley man Ağa :,s Krala gönderdiği mektubun kapsamını merak edi yordu. Süleyman Ağa bu mektu bu, Dışişleri Bakam'na vermedi ği gibi, uzun olan mektubun ko nusu hakkında da hiç bir açık lama yapmadı. Yalnızca, mektu bu Krala vereceğini söyledi. Ba kan, Kralları hakkında ve Fran sa'nın yönetimine dair, Süleyman Ağa’ya uzun uzadıya bilgi verdi. Bu sıkıcı bilgi üzerine Tülk elçi si. Fransız Dışişleri Bakam'na:
— Ben buraya, Fransa’nın na sıl yönetildiğini öğrenmeye gel medim. Padişahımın emrini yeri ne getirmekle görevliyim. Vakit geçirilmeden Kralınızın huzuru na çıkmalıyım, dedi.
Türk elçisinin XIV. Louis’nin huzuruna çıkartılması geciktiril mek isteniyordu. Bunun neden leri vardı. Zira, Sarayda Türk el çisinin gözünü kamaştırması dü şünülen büyük hazırlıklar ta mamlanmamıştı. Kral, Türk elçi sine, tqntana ve ihtişam içerisin de görünmek istiyordu. Bu a- maçla kendisine, prenslerle prenseslere bütün saray men suplarına milyonlar sarfederek yeni elbiseler sipariş ettirdi.
XIV. Lquis'nin Türk elçisini ka bulü sıraşında giydiği kostüm, dünya kurulalıdanberi hiç bir hükümdara nasip olmamıştı. Bu elbise, kıymetli taşlarla süslen-KAHVEYİ Fransıziara tanıtan Türk elçisi Kral XIV. Louis'den büyük iti
bar görmüştü. Kral bu kabul töreninde, bir kuyumcuya 14 milyon franga yaptırdığı mücevherlerle süslü bir elbise giymiş, prensesler ve metres leri de aynı şekilde, göz alıcı biçimde süslenmeye itina etmişlerdi.
miş bir mücevherat abidesi gi biydi! Kuyumcusu Armesson (Le Journal d'olivier) de (Lefrere d'Armesson) adiyle yayınladığı anılarında. Türk elçisinin kabu lü sırasında kralın giydiği gör kemli özel kostümü kendisinin hazırladığını, bunun 14 milyon franka malolduğunu yazmakta dır.
Türk elcisinin kabulü sırasın da gözleri kamaştıracak olan hazırlık, yalnızca XIV. Louis'nin 14 milyon franka malolan eşsiz mücevherlerle süslü elbisesinden ibaret değildi. Saray mensupla rından her birinin üzerinde, bir çiftlik değerinde zengin elbiseler vardı! Hele prenseslerin muhte şem tuvaletleri dillere destan ol muştu.
Ayrıca, sarayın içi ve dışı o- narılmtş, büyük masraflarla süs lenmişti. Kralın oturacağı taht yenilenmiş, salonların sergileri değiştirilmiş, yeni konsüllerle, vazolarla, ipek perdelerle hay. ranlık uyandıran gözalıcı bir de kor yaratılmıştı. Bunların çoğu nu, Türkiye'de de bulunmuş olan d'Arvieut adındaki zengin bir Fransız taciri hazırlamıştı. Türk sefirinin saraydaki kabul töre ninde, kendisi de hazır bulun du (4).
Ancak Fransa kralının böylesi- ne para sarfederek, dünyada eşi görülmemiş şekilde bir elçi kabul töreni arzusu, fiyasko ile sonuç landı!
5 aralık 1669 günü Türk elçisi Süleyman Ağa, koynunda götür düğü Avcı Sultan Mehmet'in mektubu ile saraya geldi. Maiye- tindekileri kapıda bırakarak, al tın kaplamalı bir taht içinde o- turan XIV. Louis’nin ve mücev herlerle süslü saray mensupları nın bulunduğu salona alındı. Eşi görülmemiş olan bu ihtişamı hiç önemsemeden, alelade bir insa na yaklaşır gibi krala doğru yü rüdü.
Kralın, ayağa kalkmasını bek ler gibi bir tutum gösterdi. Mü cevherlerle süslü salonu ve için dekileri umursamaz bir görünüm içerisinde olan Türk elçisi, gayet sade bir kostüm giymişti! Fran sız kaynakları. Türk sefirini bu kabulde (kavaf işi) bir elbise giy miş olarak belirtirler!
Kral ve çevresindekiler, ner- deyse bu sade kıyafet karşısın da şok geçireceklerdi. Türk elçi si, krala yaklaşınca, diz çökmek şöyle dursun, başını bile eğme di! Göğsünden padişahın mek tubunu çıkartarak krala uzattı.
XIV. Louis şaşırmış ve üzül müştü. Yanındaki saray mensup larına ve Süleyman Ağa’ya dö nerek, soğuk bir davranışla:
— Sultan’ın mektubu çok u- zundur. Burada okunmasına lü zum görmüyorum. Daha sonra o- kutulup cevabı verilecektir, dedi.
Oysa Kral, yaptırdığı bu gör kemli kabul töreni nedeniyle, Türk elçisinin hayranlığını ve
te-MOLİERE Türk elçisinin Parislilere tanıttığı kahveyi ilk tadanlardandı. Ama, elçinin kabul törenindeki tutumuna XIV. Louis'nin sinirlendiğini öğrenince Bourgeois Gentilhomme adıyla ve elçiyi alaya alan bir piyes yazmaktan da geri kalmadı. Ancak, elçi bundan hiç de alınmadı ve hareketlerinde herhangi bir değişikliğe gerek görmedi. Kral ise mem nun olmuş, saraydaki temsilde bol bol gülmüş, böylece intiham almıştı. Molière de Kralı ferahlatmanın ödülünü almış mıdır, bilmiyoruz.
PARİSLİLERE kahveyi tanıtan ve sevdiren Türk elçisi Süleyman Ağa XIV. Louis’ye Avcı Sultan Mehmet'in uzun bir mektubunu götürmüştü. Elçi 1669’da Paris’e gitmiş ve elçilik görevini başarıyla sürdürmüştü.
şekkürlerini bildirmesini bekliyor du. Bu bakımdan Türk elçisinin umursamaz haline ve basit kıya fetine pek içerledi. Hükümet yö neticileri, Türk elçisinin, Kralla rını hürmetlice selâmlamaması nı cezalandırmak için Türkiye’ye dönerken, yollarda kendisini aç bıraktılar. Bayatlamış etlerle, çü rümüş meyveler verdiler.
Diğer taraftan, Türk elçisini yermek ve Kralı hoşnut etmek a. macıyla, ünlü komedi yazan Molière'e bir piyes sipariş etti ler. (Bourgeois Gentilhomme)
a-( 1 ) Bazı tarihçi yazarlar, Fransa'ya ilk gönderilen T ü rk elçisini 28 Mehmet Çele bi sanırlar. Mehmet Çelebi, LSle Devri'n- de ve 15. Louis zamanında Fransa'ya gön- cte-ilm iştir. Kendisinden önce X IV . ve X I I I . Louis nezdine gönderilen iki T ü rk elçisi vard ır. G erçi, o sıralarda hiç b ir ülkede daimî elçiliğim iz bulunmamaktay d ı. Yabancı ülkelere, önemli b ir işin gö rüşülmesi maksadıyla, olağanüstü elçiler gönderilirdi. Bu cümleden olarak X I I I . Louis zamanında, 1620 yılın d a , Hüseyin Çavuş adında b ir elçinin gönderildiği, 1669 yılın da da müteferrika Süleyman Ağa' nın X IV . Louis'ye Avcı Sultan Mehmet'in b ir mektubunu vermekle görevlendirildiği bilinm ektedir. 28 Mehmet Çelebi, X V . Louis'nin, çocuk yaştaki krallığı sırasın da, 1721 yılın da , Paris'e gönderilm işti.
(2 ) Süleyman Ağa'nın adı, Fransız kaynaklarında, değişik şekilde yer alm ış tır. (Süleyman Mustafa A ğ a), (Süleyman Raka) hatta (Paşa) şekillerinde yazılan adın doğrusu (M üteferrika Süleyman Ağa) d ır. Kendisi, Sarayın muhafızları arasın dan yetişmiş (M üte ferrik a), rütbesi ile bu adı taşıyan gurupta görev alm ış, dira yetli b ir k işidir. Uzun yüzlü, sarı benizli, keskin bakışlı, siyah sakallı, sinirli vü cutlu, heybetli b ir görünümdeydi.
dtndaki piyesin müzik kısmını, ünfü müzisyen Lulli şef olarak yönetti. Sarayda sahneye konu lan bu eseri seyreden Kral, kah kahalarla güldü, bu suretle Türk elçisinden âdeta intikam alınmış oldu! Türklerle alaylı bölümleri kapsayan bu eser, 1671 yılı so nuna kadar, Paris'teki tiyatrolar da sahnelendi.
Gelecek Y a z ı:
KAHVEHANEYE
DÖNÜŞEN EV
(3 ) Grelot, 1680 yılın da Paris'te yayın lanan ve X I V . Louis'ye ithaf olunan (Rela tion nouvelle d 'u n Voyage a Constanti nople) eserinde, kendisinin aslen Tü rk ol duğunu ve Süleyman Ağa'nın yanında b ir y ıl çalıştığını iddia ediyorsa da, buna dair bizim arşivlerim izde bilgiye rastla- yamadık.
(4 ) D'Arvieut Türkiye'ye iki kez geldi. Uzun müddet İstanbul'da oturdu. Edirne ve Şam'da da bulundu. Bu arada, Sultan Mehmet IV . ve Köprülü Fazıl Ahmet Paşa ile görüştü. Yayınlanan anılarında, T ü r k i ye'ye ve Türklere ait, enteresan bölümler vard ı. T ü r ordusunu üstün, güçlü bulurdu. Köprülü Fazıl Ahmet Paşa'nın, babasın dan daha büyük b ir devlet adamı olduğu nu b e lirtir. D'Arvieut, 1662 yılında, Şam' da vali iken tanıdığı Fazıl Ahmet Paşa'yı daha sonra Sadrazamlığı sırasında İstan bul'da ziyaret eder. Onun değerli niteliği ne, siyasal görüşüne hayam lık duyar. Fransız kaynaklarına göre D 'Arvieut'yi İs tanbul'a, Fransız hükümeti göndermişti. Bu zengin tacir anılarında Padişah Avcı Mehmet'i de övmektedir. O sıralarda Pa dişahın 38 yaşında bulunduğunu, dışarıya fırlayacakmış gibi gözlerini, iki taraflı sa kalını uzun uzun tasvir eder.
T ü rk le rin A v ru p a ’ya tanıttığı s ih irli iç e c e k : K A H V E
Kursağında kahveyle ölenler
doğru cennete giderleri..
T ü rk elçisi Süleym an A ğ a ’nın Parislilere tanıtıp sevdirdiği
kahve kısa zam an da yayılıp yerleşti. Ö yle ki, çok g e ç
m eden bütün Paris sosyetesi, sanki kırk yıllık tiryakiy
miş gibi her fırsatta kahve içm eden e d e m e z oldular.
İkinci Viyana
bozgununda geri
çekilen askerin
terk ettiği kahve
çuvalları da
AvusturyalIların
kahveyi
tanımalarına
vesile oldu.
O
Yazan: TAH A TO R O SS
ÜLEYM AN Ağa Paris’te, Issy'de-güzel bir evde otu ruyordu. Atları, köleleri ve güzel hizmetkârları vardı. Türk elçisinin kıyafeti her türlü ziynetten yoksun ve sade idi ama, İstanbul'dan beraberin de getirdiği, zengin eşyalarla süslü salonunda pek yakışıklı görünüyordu.Türk elçisi, rengârenk halı ve kilimlerle ipekli perdelerle yara tılan görkemli bir dekor içerisin de, Paris’ti misafirlerini kabule başladı. Ziyaretçiler rahat min derlerde oturup, Süleyman Ağa’ nın ibriklerde kaynattırıp maşra palarla ikram ettirdiği kahveleri içmekteydiler. Şark usulü döşeli bu konak, çini vazoları, duvarla ra tablolar gibi çivilenen renkli halıları, süslü kafeslerinde türlü
türlü ötüşen kanaryaları, gülsu yu kokan salonları ile mistik bir hava yaratmıştı. Paris'in kibar aileleri, genellikle kadınlar, bu evi görmek, süslü minderlere diz çö kerek, o güne kadar tatmadıkları kahveyi içmek için âdeta can at maktaydılar. Gelenlere, Süley man Ağa’nın yakışıklı hizmetkâr ları renkli giysileri ile hizmet et mekteydi. Misafirler arasında kontlarla kontesler, düklerle dü şesler, prenslerle prensesler, hü lasa Paris'in kalburüstü, kibar sosyetesi bulunuyordu. Süleyman Ağa misafirlerine hem kahve ik ram ediyor, hem mahmurlaşan gözleri ile güzel kadınları süze rek kahveye dair bol bol nükte ler savuruyordu.
Bu ev, Paris sosyetesinin uğ rak yeriydi. Gelenler kahve içe
rek büyülenmekteydiler. Bu olay, Paris’in sosyal yaşantısına, yeni bir hava getirmişti. Bu suretle bir taraftan Süleyman Ağa, öte yandan kahve, günün kahrama nı olmuştu.
Kahve bu suretle Fransa'ya bir moda içki olarak girdi. Daha son raki yıllarda. Viyana kuşatmasın da terkedilen çuvallarla, harp ga nimeti olarak Avusturya’ya tanı tılmış oldu. Yine aynı kahve, İn giltere’ye, eczanelerde satılan bir nevi ilâç olarak girdi.
Türk elçisi, yukarıda belirttiği miz gibi nüktedan ve hoş sohbet ti. Evine gelen sosyete kadınları na kahve hakkında, türlü masal lar anlatırdı.
Meselâ, kahvenin erkekler üze rindeki fazla tesirini gören eski Mekkeli kadınların, kocalarından
şikâyetçi olduklarını hikâye ede rek Fransız kadınlarını kahkaha larla güldürdü!
Kahvenin keşfi ile ilgili efsa neye değinen Türk elçisi, ilk de fa kahve tohumlarını yiyen keçi lerin, mehtaplı gecelerde, rakse- derek, birbirinin üstüne çıktık larını anlatırdı. Kahvenin adını (kuvvet) ten aldığını herkese söy leyerek inandırmak ister, kahve nin (kuran) da yeri olduğu, İslâm- ların şarabı sayıldığını söylerdi! Hatta Süleyman Ağa, Yemen’de kahve bahçeleri bulunduğunu, geceleri kahve ağaçlarının üze rini çadırlarla örttüğünü anlatır dı!
Türk elçisi özellikle, Fransız sarayına mensup misafirlerine fazla miktarda kahve içirir, onla rı kahve ile âdeta sarhoş edip ağızlarından sır alabileceğini dü şünürdü! Sık sık şöyle bir atasö zü uydurur ve.
— Kursağında kahve bulundu ğu halde ölenler, doğruca cenne te gider! derdi.
• FRANSIZ S O SY ETE SİN D E MODASI G EÇM E YE N MODA: KAHVE
Kahve, Türk elçisi Süleyman Ağa’nın tanıtması ile, Paris’e ye ni bir moda olarak girdi. Fakat bu moda, ilk zamanlardaki tah minlere aykırı olarak hiç bir za man değişmedi.
İlk defa kahveyi, Türk elçisinin evinde içtiği sanılan ve Fransız edebiyatına ünlü mektupları ile giren Madame de Sevigne, devri nin diğer yazarları gibi, kahvenin etkisi ile büyülenmişti. Kızına yazdığı bir mektupta kahveyi mutluluk tutkusu içinde, şöyle değerlendirir:
«Racine’i sevenler kahveyi de sevmeye başladılar. Modası geç meyecek bir sevgi bu... İhtiyar Corneille sevgisi gibi...»
• TÜRK ELCİSİNİN KAHVECİSİ
PARİS’E YER LEŞİNCE Süleyman Ağa, Paris’ten 1670 yılının mayıs ayı sonunda