CUMHURİYET/2
Salt F aik Öleli...
SAMİM KOCAGÖZ
Geçen ay Melih Cevdet’le Ok tay Akbal İzmir’e geldi. Otur duk, konuştuk, özlem giderdik. Söz arasında Oktay, “ Yahu Sa it de öleli bu yıl, tam otuz yıl oluyor” dedi. Melih de ben de birden şaşırdık. Oysa şaşıracak bir şey yoktu ortada. Nasıl da gelmiş geçmiş şu otuz yıl? Son ra düşündüm de ben altmış se kimize giriyorum; Sait sağ olsay dı, yetmiş sekizinde olacaktı. Benden on yaş büyüktü. Bir sü redir anılarımı yazmaktayım. 1939’la 1942 yılları arasındaki - sonra da devam eden- arkadaş lığımızı, ondan anıları bir bir yazdım. Düşündüm ki onun ölü münün bu otuzuncu yılında anı larımdan, hastalanması ile ilgili bölümleri yayınlayayım, onu anayım.
★ ★ ★
Evet, Sait Faik’in karaciğerin den hastalanması 1942’lerde baş lamıştı. O yıllarda İstiklal Cad- desi’ndeki Nektar adlı meyhane de akşamları buluşurduk. Beş al tı arkadaş bir araya geldiğimiz olurdu. Ne var ki çoğu zaman iki üç kişi olurduk. Dr. Fikret Ür güp, yüksek masaların önünde ki uzun bacaklı taburelere otur mayı sevmezdi, hep ayakta diki lirdi. Sonraları Tepebaşı’ndaki tiyatroya inen caddenin üzerin deki dar, küçük bir meyhaneye gider olduk. Benim ülserim ye ni yeni ortaya çıkıyordu. Birkaç yudum bira bile içsem, sancıla
nıyordum. Yemeğimi yer -yağda kızarmamış yiyecekler- arkadaş larla otururdum. Çoğu zaman Fikret, Sait ve ben kalırdık geç vakitlere dek. Dr. Fikret, perhi ze dikkat ettiğim için ikide bir bana bir “ aferin” çekerdi. Sait de sık sık Fikret’e sorardı: ‘Ya hu Samim bir kadeh içse geber mez ya?’ Fikret Ürgüp de, ‘de ğil mi ki içmemek için kendisini tutabiliyor, içmesin daha iyi..’ derdi. Sait, ‘Sen şimdi bu lafı doktorca mı söylüyorsun?’ diye çıkışır, Ürgüp de keser atardı: ‘Evet doktorca söylüyorum!’
Ne yazık ki Fikret arkadaşı mız Sait’in hastalığı ortaya çı kınca, ona bir türlü meram an latamadı, içmesine uzun bir sü re engel olamadı. Kafası kızdığı zaman yarı şaka yarı ciddi, “ Başlarım şimdi senin doktorlu ğuna ha!” diye girişirdi. Bir se ferinde Dr. Fikret Ürgüp’ün, Tünel’e yakın bir hanın altındaki muayenehanesinde, Sait Faik’e çocuklar gibi, bir kardeş gibi yal vardığını anımsıyorum. Hastalı ğı ciddileşiyordu. Bana, “ Bu na mussuz iyi doktor. Verdiği ilaç lar iyi geliyor. Bugün beni mua yenehanesinde bir kez daha mu ayene edecekmiş. Sen de gelebi lirsen iyi olur. Kavga edersek araya girersin!” demişti. Dr. Fikret o gün Sait’i uzun uzun muayene etti. Zaten içeriye girin ce, beyaz gömlekli Fikret, “ Ba na bak Sait Bey, burada ardadaş
değil siz, hastasınız, ben dokto rum... Anlaşıldı mı?” diye bir çıkıştı. Sait döndü bir benim yü züme baktı ki, bu bakışını öm- rümce unutmadım, unutamaya cağım. Sait Faik, sanki doktora değil, hastalığa teslim olmuştu. Hasta olduğunu kabul etmişti. Muayeneden sonra Fikret, reçe teler yazdı. Sonra, “ bundan böyle haftada bir iç..” dedi. Sait de “ peki kardeş...” karşılığını verdi.
Ölümünden iki yıl önce bir İs tanbul’a gittiğimde Saray Sine- ması’nın önünde karşılaştık. Çoktan beri birbirimizi görme miştik. İkimiz de sevinç içindey dik. Sarmaş dolaş olduk. Sait, “ Bir yerlerde birlikte yemek yi yelim...” dedi. Sonra hemen ek ledi, “ En iyisi bir meyhaneye gi delim!” “ Bre Sait” dedim, “ Sen içemezsin, ben içemem. Ne işi miz var meyhanede?” Sait Faik içini çekti: “ Olsun” karşılığını verdi. “ Hiç olmazsa meyhane nin havasını koklarız, eski gün lerimizi anarız!” Balıkpazarmda iki katlı, üst katına minare mer diveni gibi bir merdivenle çıkılan bir meyhane vardı; duruyor muş... Çıktık ikinci katma. Sait masayı mezelerle donattırdı. Meyhane kalabalıktı. Sağdan soldan Sait’e selamlar veriliyor du. Garsonlar Sait için koşuşu yordu. Kurulan sofrayı, masayı uzun uzun seyrettik. Ben salata ların üstündeki haşlanmış yu
OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
murtaları yedim. O zeytinlere çatalı ile şöyle bir dokundu. İkimiz de şiş kebap yedik. Soframıza iç ki gelmedi, ama pek keyiflen- miştik. Ne var ki Sait’in gözü iki yakamızdaki masalardaki şişele re kayıyordu. Uzun uzun sohbet ettik. Dünya Hikâye Yarışması na katılıp yabancı dillere çevri len Sam Amca adlı hikâyem için “ Kefere” nin kaç para telif hakkı gönderdiğini çok merak ediyor du. Bu telif hakkı konusunda onun çok titiz olduğunu biliyor dum. Parasından değil, yazdık larımızdan muhakkak bir şeyler almamızı, yazarlık onuru sayı yordu. Yanlış anımsamıyorsam bu buluşmamız Sait Faik’le son buluşmamız olmuştur.
★ ★ ★
Şimdi düşünüyorum da şu son olarak oturduğumuz meyhanede olsun, başkaca yerlerde olsun Sait Faik’ten birçok anım var: Abasıyanık arkadaşım, herkese pek yaklaşmayan, derdini açma yan, ama yalnızlıktan çok kor kan çelişkili mizaçlı bir kişiydi. Herkes ona yaklaşır, sevgi gös terirdi, ama o, hemen herkese kuşku ile bakardı. Belli etmezdi, ama çok alıngandı. Kendisini kadınların, kızların beğenmedi ği, çirkin bulduğu kanısındaydı. Yıllar boyu onu bu konuda yan lış düşündüğüne, bu duyguları nın doğru olmadığına inandıra- madım. Bir kez 1941’lerde ger çekten bir kıza tutulmuş, onun la evlenmeye karar vermişti. Ne ki bu kız da başkasına gitmişti. Bu olay Sait Faik’i çok kırmış tı. Öylesine kırmıştı ki gösteriş olsun diye kendisinin dedikodu sunu ettirecek denli, densiz işler
peşinde olduğunu ortaya koy mak istemişti. Basbayağı kızlar dan uzak durmaya çalışıyor, kız larla bir ilişkisi olmadığını ispat lamaya çalışıyordu. Buna ben ve birkaç arkadaşı hiçbir zaman inanmadık. Çünkü görünmek is tediği gibi değildi Sait Faik o sı ralar. Baştankara etmiş, ELE- Nİ’nin arkasından önünden do laşıyordu. Annesinin hatırını yı kacağını bilmese, Eleni’yle evle necekti. Onunla olan ilişkisi de fırtınalı bir ilişkiydi.
Sanırım Sait, onun bu çelişkili mizacına anlayış gösterdiğim için bana yakınlık, dostluk, ar kadaşlık duymuştur. İçmediğim halde, herkes bırakıp gidince, gece yarılarından sonra da kimi geceler onu yalnız bırakmamak için meyhanede onunla birlikte kalmam Sait’i zaman zaman duygulandırmıştır. Bir söz ara sında, benim için, “ arkadaş de diğin böyle olur...” demişti. Ni çin bu yakınlık denecek? Daha o zamanlardan Sait Faik’in ki mi düşüncelerine hiç katılmamı- şımdır. Hiçbir zaman da onun yazarlığını taklide kalkışmamı- şımdır. Ama yazarlığına, hikâ yeciliğine büyük saygım vardı. Bir yazar olarak iç dünyası çok zengindi. Bu zenginliği de ben sezebiliyordum. Ondan yazarlık konusunda -konuşmasa da- çok şeyler öğrendim. Çok büyük bir yetenekti. İçi içine sığmaz miza cı, çok daha büyük bir yazar ol masını engelledi. İlk elinde gör düğüm Dostoyevski’nin romanı nı bitirip bitirmediğini, sonuna değin okuyup okumadığını hâ lâ merak ederim. '
_______
Sait Faik’in ille de içmek iste mesi, kendisini bir an unutmak içindi desem, basma kalıp bir edebiyat yapmış olurum. Önün içkiye düşkünlüğü, içtiği zaman korkularından arınmasıydı. Ço ğu zaman neden, kimden kork tuğunu, kendisi de bilmezdi. Ne ki belli korkuları örnekse, ‘An nem olmasa, ben açlıktan ölü rüm!’ ‘Eleni, -ya da Mariya- bu akşam randevumuza gelmezse ölürüm!’ Hemen her isteği, her umudunun sonu ÖLÜMDÜ Sait Faik’in. Sadece çok İçersem ölü rüm diyemezdi. İçti mi de bu korkularını bir yana atar, dos doğru ne konuşulacaksa konu şurdu. Hazır cevap olur, son de rece tutarlı konuşurdu. Onun böyle -benim için de olsa- bir ko nuşmasına örnek gerekirse, bir anımdan daha söz etmek gereki yor: (...)
Anılarımı yazarken, Sait Fa ik’le olan arkadaşlığımızı uzun uzun yazdım. Burada hepsini ya yınlama olnağı yok. Yine anıla rımı yazarken tanıdığım şair ve yazarların -bizden önceki kuşak tan da- yapıtlarını eleştirmeye, değerlendirmeye kalkışmadım. Bu benim işim değil. Sait Faik için çok yazıldı, çok şey söylen di. Burada ben de bir tümce söy lemek isterim: Romanda şiir ol maz, yapılamaz. Ama ŞİİRLİ HİKÂYE olabiliyor. Bunu ge çenlerde Melih Cevdet’le, Oktay Akbal’la birlikte olduğumuz sı rada da konuştuk. Sait Faik’in başarısının bir yönünü; “ Alem- dağda bir yılan var!” diyecek, yazacak yerde, “ Alemdağda var bir yılan...” deyişinde aramak gerek...
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi