Muzaffer Uyguner, Esendal ın ‘Tüm Yapıtlarından sonra kızma mektuplarını da yayıma hazırladı
'KızımaMektuDlar'daki Esendal
1
AHMET GUNBAS
K
imi çağdaşlarına göre erken ve yalın bir Türkçe ile edebiyatımı za sökün eden; 1908’de İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde müfettişlik gö reviyle başlayan politika çizgisini elçilik, milletvekillik ve CHP Genel Sekreterli ği ile noktalayan Mahmut Şevket Esen dal, geride bıraktığı mektuplarıyla da il gi çekiyor. Öykü ve romanlarının yeni den ele alınmasından sonra, anıların, mektupların yayımlanma şansı bulma sıyla Esendal’m külliyatı tamamlanmış olacak. Eğer sırada Kızıma Mektup lar’dan(*) başka bir yapıt yoksa tabii!..Esendal’m mektuplarım salt bir ede biyatçının mektupları olarak değerlen dirmek yanlıştır kuşkusuz. Aile yaşamın dan politikanın çokrenkliliğine uzanan çizgide, ulusumuzun büyük bir dönü şüme adım yazdırdığı, Cumhuriyet inan cıyla pekişen bir kuşağın iki önemli fır tına arasında (Birinci ve İkinci Paylaşım Savaşları) özveriyle ve cesarede var ol ma direnci gösterdiği ağrılı yılların pa noraması yansımakta. Muzaffer Uygu- ner’in özenle sıraya koyduğu 400 mek tubun tarihsel süreci 1928-1952 yılları nı kapsıyor. Tarihsiz mektuplar ele alın dığında başlangıç 1927’ye çekilebilir. Demek oluyor kİ çalkantıların göbeğin de, hatta anaforunda 25 yıl düzenli bi çimde sürdürülen bir yazışmadır bu. Kı zı Emine’nin çocukluğu, genç kızlığı, ka dınlığı ile baş başa yürüyen, onu hiç yal nız bırakmayan şefkatli bir babanın yaz ma tutkusu!..
ABe:
Mektuplarındaki başlık neredeyse hiç değişmeden (Canım Kızım, Elmas Kı zım) kalmıştır, ilk bakışta Esendal’da
*öze çarpan uzak-yakın dinlemeyen ai- e sıcaklığıdır. Nerede olursa olsun ka nadını sıcak tutmaya çalışır. Öykü ve ro manlarındaki önemsizi önemlileştiren özelliği, böyle bir sıcaklığı genelde insan sevgisine bağlayan içtenlikli, paylaşımcı, paylaşın tutumundan ileri gelir. Yani Esendal, her koşul altında inşam atlamaz. Görünce bakmaya, balonca da iç dünyaların ıssız lığına gizlenmiş ve birbirine ulaşamamış erdemleri, çırpınışları su yüzüne çıkar maya çakşır.
Kızıma Mektuplar’da Esendal’m ede bi kişiliğine karışmış her türlü olguya parmak basmak olan aldı. Yapıtlarının gerisindeki Esendal, öncelikle yaşama sevincini ertelemeyen, arkadaş canlısı, babacan, yardımsever, ayrıntıya düşkün biri. Gündelik sıkmaların arasında “Ömrümüz olsa da yaşasak” diyen bir dünyalı. Bu yürek taşkınlığı içinde yal nızlığın içini doldurmasını iyi beceriyor. Mektup trafiği hiç aksamıyor. Hani hiç kimse olmasa bile, kendine mektup ya zacak denli bir mektup delisi! Bu bir sı ğınma değil, tazelenme, soluk alma!.. “Ne var ne yok”lann ötesinde yaşamın monotonluğunu çiğneyip geçme!.. Yeni ufuklar arama, yeni yol ağızlarına gel me!.. Sora yanıtlaya bilgi yükünü takas etme; yönlenme, yönlendirme!.. Bir in san yaratmamn güçlüğü üzerinde dönüp durma, en kısa yoldan onu tümleyen alışkanlıkları, edimleri beğeniye sun ma...
Esendal görevleri gereği evine sık sık uzak kalmış, diplomasinin soğuk çem berinden mektuplarla sıyrılmayı dene miştir. Az önce sözünü ettiğimiz ‘aile sı caklığını korumada ve sürdürmedeki başarısı onun empatik yeteneğini de açı ğa çıkarır. Emine’ye seslenirken yanı ba şındaymış izlenimi uyandırır. Ayrıca ilk
Kızıma Mektuplar’da Esendal’ın edebi kişiliğine karışmış her
türlü olguya parmak basmak olanaklı. Yapıtlarının gerisindeki
Esendal, öncelikle yaşama sevincini ertelemeyen, arkadaş
canlısı, babacan, yardımsever, ayrmtıya düşkün biri. Gündelik
sıkıntıların arasmda “Ömrümüz olsa da yaşasak.” diyen bir
dünyalı. Bu yürek taşkınlığı içinde yalnızlığın içini
doldurmasını iyi beceriyor.
mektupların da bir
peda-f
og gibi dik- atli, çocuk su bir ruh ha line teslim et miştir kendi ni. Tahran E lç isi’yken kaleme aldığı 20.3.1928 ta rihli mektu bun satırla rında cebin den mini mi ni armağan lar çıkaran masalcı bir dedenin şe kerli dili ge zinmektedir sanki: “Benim şe ker kızım, bal kızım, kaymak kızım, tokmak kızım. Tahran’a gelirken ve Bakû’dan geçerken günlerden bir gün gördüm ki bir yerde birkaç kız oturmuşlar (Cambazhane Oyunu) oynuyorlar. “Bu oyu nu nereden aldınız hanım kız lar!” diye sordum. “Çarşıdan aldık!” diye cevap verdiler. Hemen ben de çarşıya koş tum, o dükkân senin, bu dük kân benim gezerken bir dükkâ nın birisinde cambazhane oyunu bul dum. Dükkâncıya sordum: “Dükkâncı- başı, dükkâncıbaşı bu oyunu kaç paraya verirsin!” dedim. “Çok para isterim!” dedi. “Aman dükkâncıbaşı, canım dük kân cıbaşı ne olursun, bunu ucuz ver. Bunlarla Emine Hanım oynayacaktır!” dedim. “Hangi Emine Hanım?” diye sordu. “Kızların kızı, hanımların şekeri, babasının elmas kızı Emine Hanım oy nayacaktır,” dedim. “Ya! Öyleyse ucuz veririm,” dedi. Meğer dükkâncı Emine Hanım’ın adım, sanım duymuş imiş, ver di.” (s. 12)Çocuk yüzlü bir dünya
O masalcı dede ki üçüncü kişileri de Üzelliyor, tekerleye tekerleye günlük rgaşalan unutturup çocuk yüzlü bir dünyaya yuvarlıyor bizi. Emine büyü dükçe dili de erginleşiyor, ilişkiler masal dünyasından kurtulup gerçeğin acı-tatlı sürprizleriyle karşılaşıyor. Esendal hiç üşenmeden ve kimsenin incinmesine aman vermeden, deneyimlerini, bilgi ve görgüsünü seferber eyleyerek can çiçeği Emine’sinin yürüdüğü yolda gönüllü kı lavuzluğa soyunuyor.
Aslına bakarsanız Esendal’m belli bir okul kariyeri yok. O, yaşamı yaşamdan öğrenmiş alaylı (okulsuz) bir yazar. Bu na karşın çok şey doldurmuş dağarcığı na. Uç dili (Fransızca Rusça, Farsça) iyi derecede konuşabilecek düzeye erişmiş, Galatasaray, Kabataş liselerinde öğret menlik (tanh-coğrafya) yapmış, politika nın tepelerinde gezinmiş,
yurtiçi-yurtdı-^
k ülkeyi ve kenti dolaşmış, zaman ça öyküyle romanla iç içe olmuş,yaşamının her evre sinde ‘eği- tim -öğre- tim’ diye t i t r e m i ş zor bir kişi liği var. Bu yüzden, ya şamı tanı yarak yaşa yarak kişi liğine ka rıştıran in- s a n l a r a sonsuz bir saygı duyu yor. Kızına seslenirken okulla sı nırlı kal mayan bir yönlendir meye itiyor onu. Aşağı daki satırlarım alıntıladığımız mektubun tarihi 6 Eylül 1937’dir; biricik kızma ortaöğ renim basamaklarında söyle dikleri, elbette gerçek yılların ilerisinde, yaşama uyarlanmak la ilgilidir:
“Sınıfta birinci olmaya gelin ce, hoş bir şeydir ama, bilmem ki çok değerli midir? Sınıfta bi rinci olmak için yaratılmış in sanlar vardır. Yaradılışları bu na elverişlidir, boyuna birinci olurlar. Ancak sonra bunlar yaşamakta çok be cerikli olmazlar. Bugünkü mekteplerde yapılacak şey, üzüntü ve korku çekme den sınıfı geçmektir. Bu da dersleri ka çırmamak ve anlamadığın dersler üstün de biraz uğraşmakla olur. Güç bir iş de ğildir. Çokları bunu denemeden güçtür sanırlar.” (s. 140)
Hararetli dil tartışmaları
ava __
de psikolog kişiliğiyle, çalışkan insanla rın ellerinde yaşamı basite indirgiyor.
Esendal, yönlendirmelerin yanmda eleştiriye açık bir baba. Mektuplarda ha raretli dil tartışmalarını da bulabilirsi niz. Ama ‘dediğim dedik’ türünden de ğil:
“Ben sana, Arapça yazıyorsun, dedi ğim, belki birkaç cümle içindir. Şimdi nangi sözlere takılıp da böyle yazdığımı hatırlayamıyorum. Bunlar “mamafih” gibi sözlerdir. Dilimizde “bununla bera ber” varken “mamafih” kullanılmama lıdır. Yıl sözümüz varken “sene” de de memeli. “Yemiş” sözü varken yerine “meyve” ve “semere” dense bile-az de meli.” (s. 173)
50 yıllık politik yaşamı boyunca “bi naenaleyh” sözcüğünü dilinden düşür meyen Çumhurbaşkanlığı da yapmış bir politikacı aklıma geldiğinde, Esendal’m 16 Mayıs 1938 tarihli mektubunda kızı na söylediklerini fazlasıyla önemsiyo rum.
Mektuplar nerelere götürmüyor ki bi zi! Atatürk’ün ölümünden iki hafta ön
ce yazılan mektup aynen şöyle başlıyor: “Kızım Canım,
Bu gece Ankara Radyosu’nu dinle dim. Bir sürü saçmadan sonra bize, de ğerli bir haber de verdi. Atatürk, çekti ği hastalığın ve nöbetini de adatmış. Bu haberi dinledikten sonra radyodan her ne dinledimse, bana hoş geldi.” (s. 211) Kolay değil, ta Afganistan’dan yazıl mış bir mektuptur bu! Oralarda kula: m radyoya dayayacak denli sevinçle ı şavurulmuş bir acıdan söz ediyor.
Dert ortağı
Büyüdükçe bir dert ortağı olmuştur kızı onun için. Gezdiği gördüğü yerle rin otantik renklerini de satırlarına ek lerken kimi zaman politika sahnesinde ki ikiyüzlülüklerden, oyunlardan yakı nır. CHP’de doruğa çıkmasına karşın politik ihtiras içinde olmaması şaşırtıcı dır. Kaldığı evlerden dostlarını ağırla maktan zevk alan, kedi-köpek besleyen, kuluçkadaki tavuğun başını bekleyen,
sevgisini baştacı eden bir aileba-ocı
uçk uk i
asıdır o. Tıpkı Hüseyin Rahmi Gürpı nar'ın örgü örmesi gibi, yaşamla barışık alışkanlıkları özlemektedir. Öykü hasta lığım kızma da bulaştırmıştır bu arada. Hatta öykülerinin basımı ile tek ilgilenir. Sızlanmalarına bakılırsa, yazmaya yete rince zaman ayıramadığı, yazdıklarım da fazla önemsemediği sezinlenir. “Ben, es kiden de yazdım. Benim yazılarımı ben ilkin düşünüyorum, hoşuma gidiyor. Ya zıyorum, beğeniyorum. Basılıp çıkıyor, okumak bile istemiyorum, iğreniyorum da desem yalan olmaz” (s. 590) derken çevresinin bu yöndeki kısırlığını ve es tetik kaygıyı imlemiş olmalıdır. Ona gö re, Dil Kurumu Bilim Heyeti Başkanlı ğına getirilmek bile yanlış bir seçimdir. Kurumdaki dil bilginleri için “Hepsi amatör” nitelemesinde bulunur. Hele bir de işin sahtekârları yok mu? Mem- duh Şevket, Mehmet Hulusi Esendal gi bi türediler adının yanında fink atsa se sini çıkarmaz; “Bir yandan da imzayı çal mak marifet değd, o yazıyı yazmak” gö rüşünü savunur. Henüz okur yazar dü zeyini tamamlamamış o günlerin toplu- munda olağan şeylerdir bunlar.
22 Mart 1952 tarihli mektup, ölümün den önce kaleme aldığı son mektuptur. “Ben zonayı adattım saydır” dediği 8 Şu bat 1952 tarihli mektuba kıyasla daha bir yaşam doludur, işi gücü bırakıp bü yük bir hevesle kuluçkadan çıkan civciv leri saymaktadır:
“Tavuğumuz yatmıştı; Mükerrem on üç yumurta koymuştu. Ön iki tane piliç çıktı. Bir tane Cılk. İki tane de ölmüş
çı-amamış, artık usanç
çıkmış da ezilmiş. Sözün kısası on üç yu murta on sekiz olmuş. Ya tavuk kendi yumurtladı ya ötekder yardım edip dol durdular. Bunların üstünde de bir ay ka dar yattı. Bugün iki yumurtayı sobanın altına koyup, piliçleri tavuğa verdik. On iki tane, hafif alaca"
633)
alacalı arap yavrusu!” (s. Kim bilir, belki de babasmın ölümün den sonra Emine’nin elleri bu doğum sevinci üzerinde gezinmiş olmalıdır!
Kızıma Mektuplar, postacdann yolu nu gözleyen sımsıcak baba-kız Üetişimi- nin, Cumhuriyet aydınlığı de sarmalan mış, gizlisi kapaklısı olmayan ve içine bindirilmiş fotoğraflar barındıran güler yüzlü belgelerdir bana göre. Okudukça tadına varacaksınız. ■
(*) Kızıma Mektuplaı>Memduh Şev ket Esendal/ Yayıma Haz.: Muzaffer Uy
guner/ Bilgi Yayınevi/ Birinci Basım/ Ocak 2001/655 s.
C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 575
Taha Toros Arşivi
* 0 0 1 5 1 8 9 5 5 0 0 6 *