, ________ T 7 - T© * 6 2.
2-Yazan: Halid Ziya Uşaklıgil
Dün gece, yatmadan evvel, son haftaların şiir mahsullerinden ba na kadar gelen sekiz kitabı masa mın üstüne serdim; bunları tekraı gözden geçirdim. Hep muvafık bir tesir almak niyetile okuyordum, ancak bu niyeti tatmin edebilecek vesileleri pek nadir buldum, -¿aha ziyade zevkimde bir irkiliş oluyor du. En çok dikkatime çarpan bu şiirlerde nazmın mutlak bir suret -
te icab ettirdiği usul şartlarının
yokluğu, yahud, hiç değilse, bo - zukluğu idi.
Bunların yanma muayeneden
geçirdiğim kalemlerimi, mürekke - bini tamamladığım hokkamı, dört küçük yapraktan ibaret kâğıdları - mı koydum; bu sabah şu sekiz şiir kitabının arasından seri bir gezin ti yapmak kararile biraz bezgin, biraz yorgun, yatağıma girdim.
Bir rüya bu karan büsbütün de ğiştirdi :
Nerede idik? Burası pek belli
değil; belki bizde, akşamdan ha zırlanmış yazı masasının etrafın « da... Ben bir kenarda oturuyor - dum, uslu uslu, sakin sakin, ses çıkarmıyarak, nihayet biraz gü -
lümsiyerek... Fakat ötede olanca
hırçınlığı taşkın bir halde, Ahmed Haşim, onun karşısında da, iki eli- le bir kâğıd tomarını kavramış, an
cak yirmisinde, bir gene vardı.
Evet, Ahmed Haşim!.. Kendi ken dime:
«— Ne fena haberler çıkarırlar! Onu uzun bir müddet hasta diyo söylediler, sonra hatta ölmüş dedi - ler! Ne için böyle herkesi kedere, mateme sokacak yalanlar icad eder' ler? İste o, ta karşımda, sapsağ - lam, sıhhatinin, celâdetinin en coş kun halile...»
Ve kendine mahsus, bazan ok * şuyor zannedilirken ısıran, bazan doğrudan doğruya alay ederek iğ nelerine maruz olanı bile güldüren edasile söylüyordu. Neler demiyor-
= H I R Ç I N S A İ R =
-Yazan: Halid Ziya Uşafclıgil
{Baş tarafı birivci sahifede1
4u? Bunlan aynen zaptedebilmek mümkün olacak m ı? Bir rüya ne kadar tasvir olunabilir?...
Elile gencin kâğıd tomarını gös - iererek diyordu ki:
— Bunlan ne için yazdın, san - ki? Eğer onları okutmak istediğin bir gene kız varsa, yüreğinde birik miş şeyleri bu manzumelerin ara - sından ona tercüme etmek emelin de isen pek fena bir tercüman seç - mişsin. Eğer bu gene kız biraz zevk, biraz mantık sahibi, biraz da edebiyat aşinası ise kendini ona en sakat taraflannla tanıtmış olacak -
sın. Bir de fazla olarak bunlan
bastırmak istiyorsun. Bunu kaça basarlar? Otuz, kırk, elli lira mı?.. Kaç tane satılır?.. Sahih satılıyor mu? Kendi paranla sana gülecek
olan okuyuculan satın almak mı
istiyorsun?.. Böyle yapacağına o
para ile, otuz, kırk, elli lira ile ara- sıra bir çift ipek çorab, bir el çan - tası, iki koku şişesi arasında bir paket çiklet, bir kutu fondan, daha bilir miyim, neler göndersen, seni temin ederim ki, çok daha makbu - le geçer. Bunun yanıbaşmda da, • sen kimya tahsil ediyorsun değil m i? Bu sene de, zannederim, son sınıfı yapıyorsun- kimyaya dair bir makalecik, bir risalecik yazsan, ne iyi bir iş görmüş, senin gibilere de ne güzel bir örnek vermiş olurdun..
Gene burada isyan etti, adeta İskemlesinin üzerinde yükselerek:
—- Bu ona mâni m i? dedi, bir in sanın hem bir fen adamı hem bir edebiyat müntesibi olmak hakkı değil midir? Avrupada, hatta biz de, mühendisken hikâye yazan, ta- bibken şiir söyliyen adamlar yok mudur?...
Bu mukabele hiç te ihtiyata mu vafık değildi. Ahmed Haşime böy le cevaî} verilir m i? Derhal o, diş lerini gösterdi, büyük başının üs - tünde saçları fırçalandı, tırnakla - rı yırtıcı bir kuş pençesi gibi uza - mış zannedilen ellerinin ikisini bir • den uzatarak gencin elinden kâğıd tomarını kavradı:
— Pek iyi, ama, çocuğum! On - lar hikâye yazmışlar, şiir söylemiş ler. Sen de bana bir şiir, bir man - zume, bir hikâye ver ki onda beni memnun edebilecek evsafı bulayım, herkesten evvel seni teşvik edecek ben olurum. Nitekim bana bu evsaf ile yazılmış şeylerle gelenlerin hep sini, bütün bu neslin yetişmiş ve ye tişecek çocuklarını alkışlıyanlann ta önünde bulundum. Fakat bak...
O zaman sinirlenmiş parmakla - file kâğıdlan karıştırdı, bir man - zume buldu, en gür sesile, en hoş edasile okudu. Bir rüya içinde din lenen bu manzumeyi aynen tekrar edemiyeceğim:
— Bunda bir kere şiir denebil e • cek hiç, ama hiçbirşey bulamıyo - rum, sonra serapa mantık düşük - lüğü, zevk bozukluğu. Bütün bu yok olan şeylere mukabil bari san at olsaydı, bari nazmın mutlaka İcab ettirdiği şartlara riayet olsay dı. Nazımda herşeyden evvel vezin lazım, o veznin adına ne denirse densin, aruz diyin, hece diyin, iste nilirse yeni bir adla başka bir isim verin, vezin demek musiki demek - tır. Bir sözde ki musiki yoktur, ya ni vezinde aranan ahenk yoktur, o söze artık nazım denemez. Evvel ce aruz kullanılırken iş gayet ko • laydı. Aruzun muayyen bahirleri, bahirlerin muttarid şekilleri vardı; bunlar öyle kalıblardı ki bir kere ®nlar elde edilip te tatbik olununca
ahenk kendiliğinden vücude gelir - di; ve ne zaman biribirile imtizaç
edemiyecek cüzleri siz indî bir
tertible yanyana getirmeğe kalkı - sırsanız o zaman tenafür hasıl olur du. Bu bir kalıb meselesiydi, kendi liğinden terennüm eden bir nazım vardı. Ona tasarruf edenler, onu tatbikte muvaffak olanlar san’ atte üstad addedilirdi. Ben diyeceğim ki hece vezni, bugünün nazım usulü çok daha zordur, onun ne kalıblan, ne muayyen şekilleri, ne de muttarid ölçüleri vardır; vezinde ahenk an cak san’atkârın kendi buluşundan, kendi kulaklarının ihtizaz kabiliye tinde mevcud olabilen bir musikar- dan doğabilir; o, bu neticeyi fıtra tının, hilkatinin, hatta ihtiyar ha - ricinde, bir kudretinden almış ola - çaktır. Yazdığını bir kere okuya - cak, onu kendi de bir kere dinliye- çektir, hiçbir kaideyi tahattur et - meğe lüzum görmeden ya memnun olacak, yahud değil. Vâsıl olacağı hüküm neticesine karşı: «Niçin?» dense buna cevab veremiyecektir. İşte asıl zorluk buradadır, ve bu - nun içindir ki bence hece vezni a - ruzdan çok daha zordur. San’ ate gelince: San’ at ancak, dikkat edi - yor musun? Ancak, diyorum, zor - luklara galebe çalmakla husule ge lir.
Gene gene cevab verdi:
— Biz zorlukları kaldırmak isti yoruz, san’ ati kolay yapmak az - mindeyiz; dedi.
Zannettim ki hırçın şair yerinden fırlıyacak. Hiç öyle olmadı, iskem - leşine yerleşti, dişleri en tatlı tebes- sümile açıldı:
— ö y le ise, çocuğum, san’at kal maz; dedi ve bunu tasrih etmek is- tiyerek ilâve etti: San’at ancak zorlukları yenmekle husule gelir, demiştim, edebiyatta böyle olduğu
gibi resimde, musikide, raksta,
hatta cambazlıkta, hokkabazlıkta, el işlerinde, her gün görülen sinema filimlerinde hep böyledir. Bir zor - luğa galebe çalmak herkesten ev - vel san’atkânn kendisinde, sonra o- nun eserini görenlerde öyle bir zevk uyandırır ki işte san’atten matlub olan heyecan budur. Sen bir iyi ya pılmış, tatbik usullerinin en güc ta raflarına galebe çalınarak vücude
getirilmiş, bir kelime ile technique bakımından en yüksek mertebeye çıkmış bir film temaşa ederken mevzuu unutursun, san’atin bu ke *
mal derecesindeki tezahürlerine
karşı mest olursun. Nazımda da böyledir. Nazmın musikisinde böy le olduğu gibi kafiye meselesinde de böyledir, kafiyenin en kolayla - rina gidiyorsun, ve kendini böyle kolaylıklara bir kere kaptırınca artık e kadar aşağıya doğru yuvar lanıyorsun ki ortada kafiye kaimi - yor, kafiye olmak iddiasında birer gölge bırakıyorsun. Kafiye olma - sın, pek âlâ! Fakat iddiası da olma sın. Anlıyorsun, değil mi çocuğum? Ben kafiyeyi de feda ederim, yeti - şir ki bana bir nazım veresin; fakat kafiye yapmak istiyorsan...
Rüyamın buradan aşağısında bir
karşıklık oldu, bahçede ufak bir
gürültü mü oldu, uyanmak üzere mi bulundum, her halde Ahmed Haşinlin kafiye hakkında söyledik lerini aynen nakledecek kadar rü - ya<ia mevzu kalmadı, bununla be - raber bir tortu halinde hatıramın ta içerilerinde birşeyler var, bir şe kil vererek bunları tesbit mümkün olur mu acaba?..
HALtD ZIYA UŞAKLIGtL
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi