Ölümünün 69. yılında
A B D Ü L H A M İT G E R Ç E Ğ İ
H
N e K ızıl Sultan ne Ulu Hakan
Osmanlı İmparatorluğu na 33 yıl hükmeden Sultan
Abdülhamit konusunda binlerce yerli ve yabancı
belge incelenerek, tarafsız bir gözle hazırlanan araştırma
N E K IZIL
S U L T A N
N E U L U
H A K A N
Abdülhamit gerçeği
n
ORHAN KOLOĞLU
Birbirini suçlayan bir ailenin cadı kazanı içinde
Abdülhamit, kendini farklı yetiştirmesini bildi
"Politik
ya ra tık"
B A Ş L A R K E N
OsmanlI Im paratorluğu’nun 34. pa dişahı Sultan II. Abdülhamit 69 yıl ön ce bugün, 10 Şubat 1918'de ölmüştü. Eylül 1842'de dünyaya gelen ve 34 ya şında, 1876'da tahta çıkan Abdülhamit 33 yıl süren uzun padişahlık dönemin de yaptıklarıyla ve kiş iliğ i ile günümüz de de tartışma konusu olmayı sürdürü yor. 31 Mart Vakası’ndan sonra Mebu- san ve Ayan M eclislerinin kararıyla 1909’da tahttan indirilen Abdülhamit ko nusunda karşıt görüşler günümüze dek savunuiageidi. Gazeteci araştırmacı ya zar Orhan Koloğlu, Abdülham it konu sunda çoğunlukla görüldüğü g ib i duy gusal ve taraflı b ir yaklaşımla değil, ta rafsız ve bilim sel yöntemle Abdülhamit konusunda binlerce belgeyi inceleyerek geniş kapsamlı b ir araştırma hazırladı. Bugünlerde 440 sayfalık bir kitap halin de yayınlanacak bu kitabın bazı bölüm lerinin özeti olan bu yazı dizisinde, Ab dülhamit gerçeğinin yansız bir değerlen dirm esini bulacaksınız.
£ Rejim, başlangıçta gele
nekse! yöntem lerle Tan
zimatçı ve Yeni OsmanlI
görüşlerinin senteziydi,
çoğunluktaki reform cu
restorasyoncu grubun
desteğini de sağladı
Â
BDÜLHAMİT, tarihimizin en
çok tartışılan ve en duygusal yak
laşımlarla ele alman kişilerin ba
şında gelir. Ulu Hakan diyeni
kadar, Kızıl Sultan diyeni de pek
boldur. Anlaşılmasındaki güçlük,
kendi kişiliği kadar, döneminin
Osmanlı yapısının karmaşıklığın
dan ve bunun doruğuna varmış olan Avrupa emper
yalizminin etkisiyle büsbütün çarpıklaşmasından ileri
gelmektedir. Bu yüzden daha saltanatı sırasında bile
“ Ulu mu, yoksa kızıl mı diyelim?“ tartışması başla
mıştı. 1901’de bir Fransız yazar şöyle yazıyordu:
“ ...temelde kişiliği çözümlenemez bir sorundur.
Tarafsız bir düşünürün yapabileceği, ancak iki ola
sılığı sunmaktan ibaret olabilir. Biri, sultam aşın ti
tiz bir zorba, en acımasız bir egoist olarak sunar;
diğeri, görkemli imparatorluğu battığı sırada, ırkının
dehasının bilincine varmış ve iktidanndaki her araç
la önlenemez yıkdışı erteleyen bir hükümdann, kap
sandı tasarılarını bize gösterir.”
Abdülhamit, Osmanlı Devleti’nin yıkılma dönenim
de iktidara gelmiştir. Kapitalizmle büyük aşama yap
mış, sanayi devrimiyle erişilemez bir teknik üstünlük
ve siyasal güç sağlamış olan Batı karşısındaki geri kal
mışlığı karşılamak için ortaya çıkan Tanzimatçı akı
mının elli yıllık bir uygulamasından sonra (1826’dan
sayarak) saltanat sürmüştür. Bu sürecin getirdiği bü
tün toplumsal gerginlikleri, çelişkileri, borçlan, eko
nomik, sosyal ve politik çıkmazlan devralmıştır.
Kuşkusuz böylesine ipotekli bir miras az görülmüştür.
HAZIRLIK DÖNEMİ
Abdülhamit’in yaşamının önce bir 33 yıllık hazır
lık dönemi vardır (1842-1875). Sarayda arka plan
da yaşadığı, kimsenin kendisi ile ilgilenmediği,
eğitiminin geleneksel yöntemlere bir parça Batılı yal
dız sürülerek gerçekleştirildiği dönemdir bu. Sürenin,
babası Abdülmecit’in saltanatı dönemine ait ilk 19 yı
lında, gerçek anlamda bir aile yuvası sıcaklığı, ana-
baba sevecenliği görmeden büyümüştür. Kadına düş
künlüğüyle ünlü babasının 21 kadını ve cariyesiyle, on
lardan olan —düşükler hariç, fakat çoğu bebekken
ölen— 36 kardeşin doğum ve ölümlerinin kimse için
bir önem taşımadığı bir haremde, bir bakıma tek ba
şına büyüdü.
Daha sonraki yıllarda bu kalabalığa Abdülaziz’in
7 kadın ve 13 çocuğu, Murat’ın 9 ve 7, kendisinin 14
ve 16, Mehmet Reşat’ın 5 kadın ve 5 çocuğu da katı
lınca Osmanlı hareminin ne tür bir topluluk olduğu
daha iyi anlaşılır.
Verem olan annesi uzun süre hasta yattıktan son
ra, o 11 yaşındayken ölmüştür. Babası hakkındaysa
kendisi şunlan söylen
“ ...bilmediğim sebeplerden dolayı babamdan ek
seriya fena muamele görüyordum. Çocukluğumdan-
beri karakterim vakarhdır, oyunları az sever, insan
varlığının ciddi sorunlan üzerinde düşünürdüm. Et-
raftmdakiierin beni anlamadıklarını görmekle kendi
A b t lü lh a m lt Kadına düşkünlüğüyle ünlü ba bası Abdülmecit'in 21 kadını ve cariyesiyle 36 karde şin doğum ve ölümlerinin kimse için önem taşımadığı bir haremde Abdülhamit bir bakıma tek başına büyüdü.
içime kapanmaya başladım...”
Çocukluğumdan beri hep kendi kendine yeterli ol
maya çalışmış, bir bakıma buna zorlanmıştır. Taht sı
rasında Abdülaziz ve M urat’tan sonra üçüncü olan
birine kimsenin ilgi göstermemesi esasen bir Osmanlı
geleneğiydi. Baba ve anne ilgisi de olmayınca Abdül
hamit, bir kendini koruma içgüdüsüyle, spor yaparak,
ekonomik yaşayarak, parasını işleterek, konuşmaktan
çok dinleyerek hanedanın diğer bireylerinden çok farklı
ve üstün bir kişilik geliştirmeyi becerdi.
Aile içindeki çekişmeler de onu böyle izole yaşa
maya yöneltmişti. Abdülaziz, ağabeyi Abdülmecit’i,
Murat da Abdülaziz’i sevmezdi. Haremleri de birbir-
leriyle yarış ve kavga içindeydiler. Masrafları ödenek
lerim çok aşan bu gruplar için tek umut bir taht
değişikliğiyle hazine kaynaklarını ele geçirmekti. Bu
yüzden birbirinden korkan, durmadan suikast ihbar
larıyla birbirini suçlayan bir aile halindeydiler. Ab
dülhamit sevmeseydi, istemeseydi büe bu cadı kazanının
içine girmek zorundaydı. Ya da küçük kardeşi Meh
met Reşat gibi her şeyden elini eteğini çeker ve işi te
vekküle dayayıp tarikatçılıkta bitirebilirdi. Oysa
Abdülhamit tam bir “politik yaratık”tı. Dedikodu
lara karışmadı ama, bulaşmadan içinde kalmayı da
becerdi. Günün birinde rastlantılar sonucunda tahta
çıktığında herkesi şaşırtan, onun hakkında ne kadar
az şey bildikleriydi.
HALKIN BABASI
Ailedeki bu babaerkil davranışını Abdülhamit po
litik alanda da sürdürmüştür. Ailesine ne kadar sahip
çıkıyorsa halkına da öylesine sahip çıkıyor, “bir pa
dişahın halkın babası gibi davranması gerektiğine”
inanıyordu. Geleneksel Osmanlı yönetim anlayışından
Abdülhamit’in en çok benimsediği bu olmuştur. Ba
ba olmak demek, evlatlarla doğrudan doğruya, aracı
sız ilişki kurmak demektir... Ki yönetiminde bunu
gerçekleştirmeye çok çalışmıştır.
Tanzimatçıların yöntemlerinden de birçok şeyi benim
semişti:
“ Bütün ve özellikle uluslararası ilişkilerde pazar
lıkçı olmak; amaca varmak için ödünden kaçınma
mak; reformları bu arada gerçekleştirmek; eğitime özel
özen göstermek; bütün bunları yaparken toplumu ke
sin olarak dinamikleştirmemek, heyecanlandırmamak,
itaatta kalmalannı sağlamak.”
Yeni OsmanlIların düşüncelerinden de uygun bu
lup benimsedikleri vardı:
“ İslamın ilerlemeyi engelleyici olduğunu ret et
mek; Avrupa’ya teslimiyetçiliği ret ederek bağımsız
lığı korumaya çalışmak, reformların ve ilerlemenin
gerçekleşememesinin suçlusu aracı yöneticileri uzak
laştırmak. (Başka bir deyimle padişah istibdadınınye-
rini alan Babıâü istibdadınıortadan kaldırmak); bunun
için temel yasalara (başta anayasa) dayah rejimi kur
mak.”
Bu tercihleriyle Abdülhamit, Batılılaşmayı ret et
memekle birlikte, salt Tanzimatçıların, ne de Yeni Os
manlIların çizgisini benimsemeyen ve bizim kendilerine
“ Reformcu Restorasyoncu” adını verdiğimiz, çoğun
luğu oluşturan yöneticiler grubuyla özdeşleşmiş olu
yordu.
YARIN:
DEVRİLMEK
10 • MİLLİYET
DİZİ YAZILARI
N E K IZIL
S U L T A N
N E U L U
H A K A N
Ölümünün
69. yılında
Abdülhamit gerçeği
[D
ORHAN KOLOCLU
Çelik gibi bir İradesi vardı, metindi, ama 33 yıllık saltanatı boyunca,
tahttan indirilme endişesi sinsi sinsi içini kemirdi durdu
Devrilm ek korkusu
0 S ö y le n e n le r in t e r s in e
A b d ü lh a m it, M a s o n la rın
k ö k ü n ü k a zım a y a çalış
m a d ı. Jö n tü r k le r le o ld u
ğ u gibi o nla rla da h iz m e
tin e a lm a k için p a za rlığ a
g iriş ti. A h m e t R ıza , y a z ı
la r ın d a A b d ü l h a m i t e
d e s te k v e r d ik le r i İçin
M a s o n la ra ç a ta r
£ A b d ü lh a m it in Pam slam -
cı p o litika sı ü z e r in d e ile
ri s ü rü le n le r d e y a n lış tır.
N e A b d ü lh a m it ö n c e s in
d e k i, n e d e o n u n d ö n e
m in d e k i O s m a n lI p o liti
k a s ın d a d ü n y a M ü s lü -
m a n la r ın ı k u r t a r m a y ı
a m a ç la y a n
d in c i
b ir
a k ım g ö r ü lm ü ş t ü r
1
875 Ağustos'undan 1876 A ğustos’ una kadar geçen bir yıl, 33 yıldır izo le bir şekilde gözlem ciliğini sürdür müş olan Abdülhamit’e yepyeni ger çekleri öğretti.Abdülaziz’in keyfi yönetimini pe kiştirmek için Ali Paşa’nın 1871 ’deki ölümünden sonraki beş yıllık salta natında 8 sadrazam değiştirmesi (Oysa ilk on yılda sadece 6 değişiklik vardır); bürokrasiyi etkisizleştirm ek için her düzey yöneticiler
arasında büyük ölçüde değişiklikler (15 ayda
126); OsmanlI Devletf’nin, borçlarının faizle rini bile ödeyemeyeceğini ilan ederek ifla sı nı açıklaması; Avrupa’nın her türlü yardımını engellemek için Rus kışkırtmasıyla Bulgar ayaklanmasının ve “kıyımının” düzenlenme si; Sadrazam Mahmut Nedim’in sokağa dö külen softaların gösterisi sonucu düşürül mesi; Abdülaziz'in tahttan indirilmesi ve kanlı ölümü; darbecilerin başı Hüseyin Avni Paşa’ nın öldürülm esi; M urat’ın tahta çıktığı anda akli dengesini kaybetmesi; ve birdenbire, o güne kadar kimsenin üzerine “plase” bile oy namadığı A bdülham it’in, yarışın favorisi ha line gelişi; taht için pazarlıklar ve tahta çıkışı önemli noktalardır.
Zaten anne ve babasının hastalıkları se bebiyle vehimli olan, harem dedikoduları yü zünden de bu vehmi daha da kabarmış bulunan Abdülhamit, bu olaylarla büsbütün evhamlı bir adam haline gelmişti. E.Z. Karal’ın belirttiği gibi “Hüseyin Avni, Mithat, Mehmet
Rüştü, Şeyhülislam Hayrullah’ın her biri akıllı adamlardı, fakat bu akıllı adamların her biri kendi aklının yönüne o kadar inanıyordu ki, bunlarla çalışacak padişahın zıvanadan çık maması için çelik gibi bir iradeye sahip ol ması lazımdı.”
A bdülham it’in çelik gibi bir iradesi vardı, m etindi ama korkmadığı da söylenemezdi. Hele bir fetva ile sultanı değiştirivermenin ko laylığını görünce korkusu büsbütün arttı. Üs telik buna kendisi de, Murat’ın indirilmesinde katkıda bulunmuştu. Böylece 33 yıllık salta nat d ö n e m i, b ir “ tahttan indirilm e korkusunun” gölgesi altında geçti.
DARBECİ KADROLAR
Kuşkusuz Abdülham it’in en büyük şans sızlığı, Murat’ın hastalığının geçici nitelikli ol m asıydı. H anedanın, M u ra t’ ın ta h tta kalmasından çıkar uman kısmıyla, bazısı çı karcı, bazısı içtenlikli bir grubun, “tahtın Mu
rat’ın iyileşmesi şartına bağlı olarak geçici bir süre için Abdülhamit’e verildiği” yolundaki
propagandaları yeni sultanı son derece rahat sız etti. Darbe yapmaya hazır kadroların bu alışkanlıklarını yineleyebilecekleri korkusuyla bütün gücünü bu sorunla uğraşmaya yöneltti.
Murat deli olmamakla birlikte saltanat sü remeyecek kadar hasta ve güçsüzdü, ama Aziz-Skaliyeri gibi bazı hayalcilerin ve Ali Su-
avi gibi bazı çılgınların onu kaçırma g irişim
leri korkusunun doruğa varmasına yetti. M urat’ı çok sıkı bir hapis hayatına soktuğu halde, her kaçırılma ve yeniden tahta çıkarıl ma dedikodusuyla asla altedemediği bir
“saltanatı kaybetme psikozu” na tutuldu.
MASONLARLA İLİŞKİSİ
Murat olayından dolayı, A bdülham it’in Masonlarla ilişkisi konusu gündeme g e tiril m iştir. Abdülham it’i devirme çabalarının sa dece Masonların bir oyunu olduğu ileri sürülmüş hatta her yenilikçi eylemin de Ma sonlardan esinlendiği bile iddia edilm iştir. Oysa yaptığımız araştırmalar, Masonların ço
Rus— Memurların rüşvet aldığı, halkın hiçbir şeyden haberi olmadığı, baskının bulun duğu bir ülke hakkında ne dersin? Böyle bir şey sence mümkün mü?
Türk— Benim ülkemden mi bahsediyorsun, kendinlnkinden mi? (Avusturya karikatürü)
Türk can çekişirken bütün bu maharetli doktorlar ameliyat yapmak istiyorlar, bu kadar kanatırken umut edelim ki hasta son nefesini vermez. (Macar karikatürü)
ğunluğunun işadamlarından oluştuğunu ve ticaretlerinin bozulmaması için localarının si yasi amaçla kullanılmasını engellediklerini, hatta Abdülhamlt’e Jöntürk eylemlerini haber verdiklerini ortaya koyuyor. N itekim Ahmet
Rıza Meşveret’te, bu sebepten Masonlara ça
tan yazılar da yazmıştır. 1906'dan sonra Selanik-Manastır bölgesinde beliren İttih a t çıların eylemi ise, Masonluk yapmaktan çok locaları gizli toplantıları için kullanarak sonuç almaya yönelik olmuştur; başarıya da ulaş mışlardır. Abdülhamit locaları öyle sıkı bir kontrolde tutuyor, ya da tuttuğunu sanıyor ve Masonlarla kurduğu barışın sürekliliğine ina nıyordu ki, İttihatçıların bu eylemlerini fark edemedi. İttihatçıların localardan yararlanma sının amacı ise Masonluğu iktidara getirmek değil, kendi reformcu fikirlerini uygulamaya koyacak şekilde iktidarı elde etmekti.
Abdülhamit ve Abdülhamitçiler dış etken lerin Masonlar kanalıyla ülkeye geldiğine o kadar inanıyorlardı ki, 1908 yılının başların da Padişah hâlâ Fransız elçisinden, Paris’teki Jöntürkleri kontrol altında tutmalarını istiyor du; oysa Müfettiş Hüseyin Hilmi Paşa’nın be lirttiğ i gibi Balkanlar’da kendisinden başka ittihatçı olmayan kalmamış durumdaydı.
Masonlar konusunda OsmanlI ve daha sonra tüm İslam toplum larına yansıyan ön yargıların 1908 sonrasının ürünü olduğunu ve
A bdülham it’in bazı ajanlarının Paris’teki Ma son toplantılarında Sultan’ ı “Locaların dos
tu ve koruyucusu” ilan ettiklerini görüyoruz.
Bu yüzden, düello çağrısına kadar varan sert ta rtış m a la r da ç ık m ış tır. “ Abdülhamit
Gerçeği” adı kitabımızda ayrıntıyla b e lirttiğ i
miz gibi, henüz bu konuda, iddialarımızın ak s in i ispatlayacak h iç b ir belge o rta ya konmamıştır.
Abdülham it’in Masonluk karşısındaki bu tutumu, kuşkusuz bu düşünceyi benimseme sinden kaynaklanmıyordu. Her konudaki dal galandırmama ve pazarlıkla sivrilikle rin i törpüleyebileceği, hatta kendi lehinde kulla nabileceği her grupla sürdürdüğü pazarlık or tam ını devam e ttirm e y ö n te m in in bir parçasıydı. İçinden düşman da olsa bunu açıkça göstermemek Abdülhamit’in bir özel liğiydi. Nitekim Jöntürklerle pazarlıklarında ve Siyonizmin F ilistin 'i ele geçirme çabala rının karşısında da aynı tutumu göstermiştir. Nişanlar, ihsanlar vererek hepsini yanına çek meye çalışmış, bir çok kere de başarıya ulaş mıştır.
Abdüihamit’e yanlış olarak yakıştırılan sa dece “Masonluğun kökünü kazımağa ahd-
etmişliği” değildir. Panistamcı politikası üze
rinde şimdiye kadar ileri sürülenler de kökün den yanlıştır. Biz yukarda bahsettiğim iz araştırmamızda bunun da kökenlerini, ilk kez,
S u l t a n M u r a d V . Abdülhamit’in en büyük şanssızlığı, Sultan Murad’ın hastalığı nın geçici nitelikte olmasıydı. Hanedanın bir grubunun “tahtın Murad’ın iyileşmesi şartı na bağlı olarak geçici bir süre için Abdülha mit’e verildiği" yolundaki propagandaları yeni sultanı son derece rahatsız etti.
A l i S u a v i Sultan Abdülhamit’in korku sunu pekiştirenlerden biri de Ali Suavi idi. Ali Suavi gibi bazı "çılgınların’’ Sultan Murad'ı ka çırma girişimlerine ilişkin söylentiler, vesve seli padişahı tahtını kaybetme pzikozu içinde yıllar boyunca kıvrandırmıştı.
19. yüzyılın birinci çeyreğinden itibaren baş layan Müslüman tepkilerini irdeleyerek ortaya koyduk.
PANİSLAMCI MIYDI?
Panisiamdan anlaşılan, “ Bütün dünya Müslümanların) Avrupa’ya karşı savaşta bir leşmeye çağırma” eylemidir. Yüzyılın başla rında d ü n ya M ü s lü m a n la rın ın yarısı Avrupa’nın esiri iken, son çeyreğinde yüzde doksanının esir haline gelmesi ve Osmanlı devletinin iki Hıristiyan devletten sonra an cak üçüncü sıradaki Müslüman devleti duru muna düşmesi bu tepkileri artırmıştı. Hemen bütün tarihçiler ve araştırmacılar, bu oluşum ları dikkate almadan A bdülham it’i Panisla- mizmin yaratıcısı olarak ilan etmişlerdir. Oysa ne Abdülhamit öncesi, ne de onun dö nemindeki Osmanlı politikasında Avrupa’yı hedef alan ve dünya Müslümanlarını kurtar mayı amaçlayan dinci bir akım görülm em iş tir.
Avrupa güçleriyle başedebilecek n ite lik te tek devlet olarak OsmanlI'nın kalması, bü tün esir toplumları oradan yardım istemeğe yöneltmişti. 19. yüzyılın ilk üç çeyreğinde, Ce zayir, Tunus, Büyük Sahra, Hive, Hokand, Bu hara Hanlıklarından, Kaşgar ve H int’ten “ Son İslam Devleti” nin başkentine elçiler gelmiş yardım istemişlerdi. Sonradan adı Panisla mizm’le özdeşleştirilen Cemalettini Afgani (ki o dönemde kendisine Cemalettini Rumi, ba zen de Istanbuli adını verirdi) Asyalı hüküm d a rla rın g ü ç s ü z lü ğ ü ka rşısın d a te k umudunun İstanbul sultanında olduğunu, on dan da beklediklerini elde edemezse Tanrı’ nın huzuruna çıkacağını belirten şiirler yaz mıştı. Toplumu heyecanlandırmama ve ey le m c ilik te n uzak tu tm a p o litik a la rın ı A bdülham it’in de benimsediği Tanzimatçılar ise, devletin “ topraklarının bütünlüğünü Av rupa güvenceye aldığı için yaşadığını” bildik lerinden, bu çağrılara kulaklarını tıkıyorlardı.
10 • MİLLİYET
DİZİ YAZILAR
N E K IZIL
S U L T A N
N E U LU
H A K A N
Ölümünün
69. yılında
Abdülhamit gerçeği
13
ORHAN KOLOCLU
Tanzimatçılar da, Abdülhamit de, dışardaki Müslümanlar ayaklandırılmaya kalkışılırsa,
AvrupalIların da OsmanlI Hıristiyanları ayaklandırmasından çekiniyordu
Dini ta rtışm a yasak
0 M ısır, Y e m e n , A r n a v u t
luk v e Lü b n a n -S u rly e 'd e -
ki k ıp ırd a n m a la r ü ze rin e
A b d ü lh a m it , ülke için de
h ila fe t k o n u s u n u ele al
m a y ı, h a tta H a life o la ra k
kendisini ö v m e y i bile y a
sa k la m a y o lu n u seçti
^ A b d ü l h a m i t , h alkı e z d i
ğ in e in a n d ığ ı b ü ro k ra s i
n in etkisini a za ltm a k d ü
ş ü n c e siyle , b ü ro k ra s iy i
d e n e tim e a lm a k is te d i.
B u n u n İçin k u rd u ğ u m e
k a n izm a kısa süred e ha-
fly e c lllk -ju rn a lc illk '' d e
n e n baskı m e k a n izm a s ı
na d ö n ü ş tü . B ir süre s o n
ra A b d ü lh a m it d e b u
m e k a n izm a n ın esiri o ld u
v e b e d e lin i a ğ ır ö d e d i
T
ANZİMATÇILAR Panislamcı bir eyleme yanaşmamakta haklıy dılar, çünkü Türkiye diğer Müs lümanları ayaklandırmaya kalkı şırsa, AvrupalIlar çok daha ko laylıkla Osmanlı Hıristiyanları- nı kışkırtabilir ve devleti parça layabilirlerdi. Abdülhamit’intutumu Tanzimatçılarınkinden farklı olmamış tır: Kışkırtıcı ve toplumu dalgalandıracak bü
tün girişimlere karşı çıkmıştır.
Abdülhamit, sadece aklın bir gereği ola
rak değil, bir zorlama sonucu bu politikaya sarılmıştır. Daha tahta çıkışının ikinci ayın da, Müslüman sömürgesi bulunan Avrupa devletlerinden İngiltere ve Fransa “Arap
Hilafeti” kampanyasını başlatmışlardı. Henüz
tahtına tam yerleşememiş, hükümeti kontro lüne alamamış, Rus savaşı olasılığına bir çö züm getirememiş bir İktidarın durup dururken Panislamcı bir politika ortaya atmış olduğu düşünülemeyeceğine göre, Ingillz-Fransız kampanyasının arkasında tamamen bir em peryalizm oyunu bulunduğunu ileri sürmek yanlış olmaz.
Kısa zamanda bu kampanyaya başta Mı sır Hıdivi olmak Üzere etkili bazı Müslüman yazarların da katıldığı görüldü. Hıristiyan un suru zaten güçlü ayrılıkçı eğilim ler gösteren Osmanlı Devleti, böylece Müslüman unsuru nun da birbirine düşmesiyle, iyice zayıflama ya başladı. Müslümanlar arasında da m illiyet çi ve yerel ayrılıkçı akımlar belirdi. “ Mısır
Mısırlılarındır” kampanyasının yanı sıra, Ye-
men’de Türk halifeliğini reddeden bağımsız lık hareketi, Arnavutluk ve Lübnan-Suriye’de özerklik eğilim leri güçlendi.
TARTIŞMA YOK
Bunlara karşılık Abdülhamit’in davranışı şöyle oldu:
Doğum ve tahta çıkış yıldönümleri kutla malarıyla, isminin geçtiği yerlerde, halifelik unvanının kalıplaşmış övgü formülleriyle bah sedilmesi dışında hiçbir şeye izin vermemek. Ülke içinde hilafet konusunu ele almayı, hat ta halife olarak kendisini övmeyi, dini konu edinen bütün tartışmaları, araştırmaları ya saklamak.
Abdülhamit’in dünyanın dört bir yanına
ajanlar gönderdiği,dinci kışkırtmalar yaptığı iddiası sadece Batılı sömürgecilerin korku sundan kaynaklanan bir hayaldir. Abdülha
mit’in dış Müslümanların durumu hakkında
bilgi topladığı bir gerçektir, ama bunu bir ey lemci politika haline dönüştürdüğünün kesin olarak aslı yoktur. Aksine eylem önerenleri frenlem iştir. Cemalettin Afgani ve Mizancı
Murat’ı bu arada sayabiliriz. Hatta İstanbul’
da, ya da dışarda Abdülhamit’in mali
deste-K
çıkarılan bazı yayınlarda bile eylemci bir i temasının işlenmesini istememiştir. Bunun en ilginç örneğini 1880’de İstanbul’ da yayına başlayan Delhlli Gazanfer Ali Han’ ın Türkçe-Urduca Paik-I İslam (İslam Habercisi) isimli gazetesi oluşturur. Palk-I İslam sa
dece Türklerle Hint Müslümanları arasında dostluk sağlamak amacını güttüğü halde In giliz Yönetimi ve basını tarafından hemen Pa- nislamcılıkla suçlandı. Hem İstanbul, hem de Hint Müslüman basınının bunun aslı olmadı ğı hakkındaki yazıları da bir İşe yaramadı. Hat ta Hindistan’daki Ingiliz Yönetim i’nin resmi çevirmeninin “Dört sayısını gördüm, hiçbirin
de ayaklanmaya çağıran bir yazıya rastlama dım, gerçekte stilleri son derece zararsızdır”
yolundaki raporu da dikkate alınmadı. Palk-i
İslam yapmadığı bir Panislamcılıkla
suçlan-‘V • • V *
ım m a ğ ® *
’ ■ v-£=--| l l r V 'î i i ' . Ş ; * 1 >1'a**İL —.p'*v İ .VlV.L.. '.cxí; ‘i î f î â 'i ? 1den, hayal ettiği “ Baba Padişah” rolünü ger çekleştirdiği kanısına kapılanlar olmuş, hat ta buna kendisi de inanmıştır.
Yeni OsmanlIlar ve özellikle Mithat Paşa, devletin parçalanmasına karşı formül olarak, anayasal ve parlamenter sisteme dayalı öz gürlükler vererek halkı sorum luluğa (devlet yönetimine) katmayı öngörüyordu. Oysa, Ab-
dülhamit'in de Yeni OsmanlIlar kadar be
nimsediği anayasanın, daha doğuştan sakat ve padişahın keyfi yönetim ini pekiştirmenin bir aracı olduğu hemen farkedilm işti. Özgür lüklerin, ekonomik tem eli oluşmamış Os manlI yapısında, toplumun pek karmaşık so runlarının tümüne çözüm getirm esini bekle mek s a fd illilik tl. Bu yüzden Abdülhamit’in
Mithat Paşa’yı uzaklaştırması ve çoğunlukta
ki “ Reformcu Restorasyoncu” grubun des teğiyle doğrudan kendisine bağlı rejimi kur ması hiç de zor olmadı. Ve bu gruptan büyük destek de gördü.
ABDÜLHAMİT REJİMİ
Ancak bu davranış kendi anti-tezini de içinde saklıyordu. Abdülhamit’ln Yeni Os manlIlarla birleştiği bir diğer önemli nokta, Osmanlı Devleti’ni Avrupa’ya esir hale getir miş olmakla suçlanan Tanzimatçı paşaların politikasına karşıtlığıydı. “ Babıali istibdadı” adı verilen bu etkenliği yıkarak, halkla padi şahın doğrudan bağlantısını kurmak arzusun daydı. Oysa Sultan Mahmut’tan beri devlet m erkezileştirildikçe güçlenen bürokrasinin etkinlik hızı Abdülhamit zamanında azalma mış, aksine artmıştır. Halkı ezdiğine inandı ğı bu aracıları etkisizleştirip “hükümeti zali-
me-i müstebide” yerine “hükümet-l adile! müstebide”yi kurmak için onları kontrolda tu
tacak, kötü davranışlarından kendisine doğ ruca haber verecek bir mekanizmaya ihtiya cı vardı.
Kötülük yapanların kendi kendilerini ih bar etmeleri beklenemeyeceğine göre, ken disi bir mekanizma kurdu. Abdülhamit rejimi diye ün salan yapının oluşmasına ve kendi sinin çok yerilmesine yol açan bu sistem, bü tün yönetim ve karar verme mekanizmasının
BabIali’den alınıp Yıldız’a aktarılmasına da
yanıyordu. Nazırlar sadece danışman haline geldiler. Yıldız'daki merkez bütün resmi ve gayrı resmi (Hafiyeler) kanallardan gelen ha berleri (jurnaller) değerlendiriyordu. Sonuç ta halka ulaşmak ve ezdirmemek isterken en büyük baskı aracı olan ve suçsuzları kurban eden bir jurnalciler ordusu belirdi. Bir süre sonrada Abdülhamit’in kendisi bu mekaniz manın esiri oldu ve hayatının en büyük hata larını onlar yüzünden işledi.
M i z a n c ı M u r a t - Abdülhamlt’ln dış Müslümanların durumu hakkında bilgi topla dığı bir gerçektir, ama bunu bir eylemci poli tikaya dönüştürdüğünün aslı kesinlikle yoktur. Aksine, eylem önerenleri frenlemiş- tir. Bu yolda eylem önerenlerin arasında Mi zancı Murat da ön safhada bulunuyordu.
dı ve yasaklandı. Panislam yok, Avrupa’nın kendi korkusu vardı.
BÖLÜCÜLERE ÖNLEM
Bugüne kadar Abdülhamit’in Panislamcı- lık yaptığını kanıtlayacak bir tek ciddi belge
BABA PADİŞAH
Özetlersek Abdülhamit’in asla Panislamcı (eylemci) bir politika İzlemediği, ama Müslü man uyruklarını korumaya yönelik davranış larda bulunduğu ortaya çıkar. Bu davranışı yü- zündendir ki halk arasında Abdülhamit’e bir bağlılık, bir sevgi belirm iştir. Hatta saltana tının ilk yarısında, hele 1877-78 Rus yenilgi sinden sonraki büyük bunalım sırasında hal kın ve aydınların çoğunluğunun güvenini bu sayede kazanmıştır. Bu geçici güven
yüzün-M i t h a t h a ç a Yeni OsmanlIlar ve özellikle yüzün-Mithat Paşa (yanında özel kâtibi ayakta duruyor) devletin parçalanmasını önlemek İçin, anayasal ve parlamenter sisteme dayalı özgürlükler vererek halkı sorumluluğa, yani devlet yönetimine katmayı öngörüyordu. Abdülhamit, Mithat Paşa’yı uzaklaştırdı ve çoğunluktaki "Reformcu Restorasyoncu" grubun deste ğiyle doğrudan kendisine bağlı rejimi kurması hiç de zor olmadı.
D o m l r y o l l a r ı Demiryolu açısından Osmanlı topraklarının yoksulluğu yukarıdaki haritalarda belli oluyor. Üstteki harita 1870’ll yıllarda Avrupa’daki demiryolu yoğunluğunu, alttaki İse Abdülhamit döneminin sonunda, 1909’da Osmanlı demiryollarını gösteriyor.
ortaya konmamıştır. Buna karşılık İslamcı de nilebilecek ve sadece tahtını ve devletini bö lücülere karşı korumaya yönelik önlemler al mıştır.
Hıristiyan memurların sayısını azaltırken Müslüman memurlarınklnl artırmak; Tanzi matçıların aksine, AvrupalIların cezalandırıl masını istedikleri her yerliyi cezalandırmak tan kaçınmak; Batılıların silahlandırıp ayak- (anmaya kışkırttıktan Hıristiyan unsurlara kar şı Müslüman grupların silahlanmasını destek lemek; ekonomik yatırımları daha çok Ana dolu ve Suriye’ye yöneltmek; Avrupa serma yesine gereksinmeden, bütün Müslümanlar- dan para toplayarak, büyük bir inşaat girişi minde (Hicaz Demiryolu) bulunmak; devlet protokolünde önceliği Rumeli vilayetlerinden Hicaz ve Arabistan’a almak.
Görüldüğü gibi bütün Müslümanları bir eyleme çağırmak, AvrupalIlara karşı ayaklan malarını istemek gibi Panislamizm kavramı na girecek eylemlerden hiçbiri burada yok tur. Tam anlamıyla Panislamcı sayılabilecek tek göz yumduğu eylemi ise bir AvrupalI, A l man imparatoru yapmıştır. Padişahın 300 mil yon Müslüman'ın dini lideri, kendisinin de onun doistu olduğunu ilan etmiş, Abdülhamit de Avrupa dengesinde kendisine yararlı ola cağı inancıyla bu kampanyayı hoşgörüyle kar şılamıştır.
10 * M İL L İY E T
Y A Z I L A R ■
■
■
■
■
■
■
■
■
■
■
■
■
■
■
■
■
■
■
■
■
■
■
■
■
■
■
■
■
■
■
■
N E K IZIL
S U L T A N
N E U LU
H A K A N
•
Ölümünün
69. yılında
Abdülhamit gerçeği
a
ORHAN KOLOCLU
Tanzimatçı ve Yeni OsmanlI çözümlerine alternatif olarak büyük destekle iktidara
gelen Abdülhamit rejimi de başarısız kalınca yeni alternatif doğdu:
• •
• •
Jonturkler ve
ittih a tç ıla r
K a rik a tü rle rle A b d ü llıa m it dö n em i
• Birliğinizin morali nasıl Miralayım? • Altı aydır oruç tutan arsianiar gibi
(Fransız Karikatürü)
Oryantal operetin son perdesi
Donanmayla ödün sağlamanın bir diğer türü. Sevdiği Türk için Müslüman olan İtalyan kızını geri almak isteyen İtalyan donanması eylemde
(Fransız Karikatürü)
OantştMt dövüş
Rus (Diğer Avrupa devletlerine) — Baylar bu but (Türkiye) henüz kesilip paylaşılacak kadar pişmemiş. Küçüğün (Yunanlı) ateşe biraz daha odun atması (Girit işi) gerekli, aksi halde daha uzun süre bekleriz.
(İsviçre karikatürü)
£ A r a n a n fo r m ü l k e n d ili
ğ in d e n b e l i r d i : 1 8 7 6
A n a y a s a s ı n a d ö n ü ş ...
M e ş r u tiy e t in ila n ın d a n
19 0 9 da A b d ü lh a m it ’in
t a h t t a n in d iriliş in e ka
d a r ge çe n o la y la r b u al
t e r n a tifin k u s u rlu y ö n -
le r in in d ü ze ltllm e s in d e n
başka b ir şey d e ğ ild i
® A b d ü lh a m it ’in p a za rlık ,
işleri s ü rü n c e m e d e b ı
ra k m a ta k tiğ i d e ö d ü n
v e rm e s in i e n g e lle y e m e
d i. A v r u p a , d o n a n m a
te h d itle r iy le is te d ik le ri
ni y in e d e aldı
J
URNALCİ takımının Abdülha-mit’e işlettiği en büyük hata Mit hat Paşa ve arkadaşlarının mah
kûm ettirilm esi ve sonra da boğ durulmaları olmuştur. Ayrıca pek çok genç ve yeni yetişen kıyme
tin de ezilmesi, sürülmesi, yok edilmesiyle toplumun fikirdünyasının gerilemesinde bu
mekanizma büyük rol oynadı.
Yönetimde olduğu gibi, ekonomik ve s i yasal alanlarda ödün verme yöntemi açısın dan da Abdülhamit rejimi, Tanzimat ve Yeni OsmanlI modellerinden farklıydı, ilke olarak üçü de Avrupa’ya ödün vermeden işlerin yü rütülebileceğine inanmıyorlardı. Tanzimatçı lar en kolaylıkla ödün verenlerdi. Yeni Osman lIlar bazı bazı ters çıkabiliyorlardı. Abdülha
mit ise hiçbir şeye hayır dememek, her şeyi
sürüncemede bırakmak ve pazarlığı sürdür mekle zamanın aşındırmasıyla bazı kârlar sağlamak yanlısıydı. Bu yöntemden çok şey ler beklenmiş, hatta bazıları bunu pek övmüş lerdir. Oysa zaman Avrpalıların bu oyalama \aM.\{j\rve de çözüm bulm akta gecikmedikle rini gösterdi. Bir iki askeri geminin OsmanlI karasularında görünmesi istenen ekonomik ve siyasal ödünlerin verilmesine yetmiştir. Ve bunu küçücük Yunanistan bile denemeye kalkmıştır.
MİRAS NEYDİ?
Abdülhamit ne miras bırakmıştır? Güçlü bir ordu ve eğitilmiş kadrolar; pas lanmış bir donanma; borçların düzenli bir ödeme sistemine bağlanması, ama mâliyenin tam yabancı kontrolüne girmesi; dengesi bir türlü kurulamayan ve memurlara aylıklarının muntazaman verilmesini sağlayacak bütçe sisteminin oluşturulamaması; örnek olarak Avrupa’yı almaktan vazgeçmeyen Tanzimat çı geleneğine devam; siyasal alanda kendi tercihlerini yapmayı engellemeyen bir bağım sızlık; sanayileşmede sınırlı ilerleme; eğitim de, yerli sistem kadar yabancı öğretim kurum- lannın da gelişmesine yol açan kurumlaşma... vb.
Böylece Abdülhamit’in, Tanzimatçıların başarısızlıklarını ve Yeni OsmanlIların hayal ciliklerini ileri süren aydınların büyük çoğun luğunun katkısıyla oluşturduğu rejim amacı na ulaşamadı. Abdülhamit, zaman unsurunu iyi kullanmak yanlısıydı. Pazarlıkları, sürün cemede bırakmaları, kararsızlıkları, pamuk ip liğine bağlama taktikleri hep bu amaçla bi linçli şekilde yapılmış şeylerdi. Şansı ona, 33 yıl gibi uzun bir süre zamanı kullanma olana ğını vermiştir. İçinde bulunduğu dünya koşul ları kadar devraldığı miras da ona bunda ba şarı olanağını vermiyordu. Sonuçta görüldü ki, pazarlıklarla oyalayarak ödün taktiği dev leti yaşatacak formül değildir. Zaman unsu ru tek bir alanda, yeni dinamik kadrolar ye tiştirm ekte başarılı oldu. Onda bile kendi ta sarladığı “itaatkâr, tartışmaz” adamlar değil, onun hiç istemediği ve sevmediği devrimci tipler ortaya çıktı.
ALTERNATİF
Başkalarını çözümsüzlükle suçlarken ken disinin aynı noktaya gelmesi ister istemez bir alternatifin belirmesine sebep olacaktı. Bu oluşumun doğal sonucu olarak, Jöntürk ve
ittihatçı eylemleri belirdi. Böylece Türk top
lumu Abdülhamit ile, Tanzimat’la başlayan çağdaşlaşma sürecinde, reformdan vazgeç meden restorasyon döneminin sağladığı za man kazanma yıllarını tamamlamış oldu. Ye ni dinamizm —Abdülhamit döneminin yapı sal olarak istemeden oluşturduğu dina mizm— toplumun askıda bırakılan sorunla rına çözümler aramak zorundaydı ve bu çö zümlerin artık iflası kanıtlanmış oyalamacı sistem olması olanaksızdı. Üzerinden iki ku şak geçip “Anayasa ve Mecils nedir?”i, “hal
kın hakları ve özgürlüğü nedir?”i bilinçle bi
len Türk burjuvazisinin ilk tabakaları oluşun ca bu çözüm kendiliğinden ortaya çıktı: 1876 Anayasası, bir başka deyimle Mithat Anaya sası... Hem de ne olduğu, eksiklikleri yete rince anlaşılamadan dondurulduğu için, ge
çerliliği ta rtışılm a ya ca k bir alternatif n ite li ğiyle.
Meşrutiyet’in ilanından, 1909’da Abdülha- m lt’in tahttan indirilişine kadar geçen olay lar, bu alternatifin kusurlu yönlerinin düzel tilm esi sürecinden başka bir şey değildi.
EMPERYALİZMİN SABRI
Meşrutiyet’le iktidarı devretmeseydi de yi ne de Abdülhamlt’in başına bazı şeyler gel mesi kaçınılmazdı. Artık emperyalizmin sabrı taşmak üzereydi. Sadece bazı ekonomik
ödünlerle koskoca bir imparatorluk toprakla rının anakronizm içinde yaşamını sürdürme sine izin verecek hali kalmamıştı. Abdülha
mlt’in tahttan çekilmesinden sadece beş yıl
sonra dünya tarihinin o güne kadar hiç gör mediği büyüklükteki bir savaş dünyayı ve bu arada OsmanlI’yı paylaşmaya son şeklini ver mek için patladı. İttihatçılara yöneltilebilecek en gerçek eleştiri, bazılarının yaptıkları gibi, neden iktidara geldikleri değil, bu emperya- listlerarası hesaplaşma savaşında, sanki ken dileri de emperyalistmiş gibi, yer almış olma larıdır. Çok kişi, Abdülhamit olsaydı katılmaz dı, der. Hatta böylelikle “muhteşem İmpara
torluğun yıkılmaktan kurtarılmış olabilece
ğinl” ileri sürenler de çıkmıştır.
Tarihe bilimsel bakış, varsayımlara daya nan her türlü yaklaşımı reddeder. Abdülfıa-
mit başta olsaydı herhalde savaşa girmezdi,
girmemeye çalışırdı... Ama acaba başarabi lir miydi?.. Zorlamaları nasıl durdurabilirdi?.. Osmanlı Devleti’nin yaşayabileceği savı nı ise biz büsbütün olumsuz görüyoruz. Ço kuluslu bütün imparatorlukları (Avusturya- Macaristan ve Rusya gibi) silip süpüren ve m illiyetçiliğin egemenliğiyle sonuçlanan Bi
rinci Cihan Savaşı’nın yirminci yüzyıl başının
Osmanlı Devleti derecesindeki bir anakroniz mini ayakta bırakması imkânsızdı.
Peki, Abdülhamit tahtta kalsa ve Birinci Cihan Savaşı depremini o yaşasaydı, devleti yıkmanın suçlusu o mu olacaktı?..
SUÇLU KİMDİ?
Osmanlı toplumunun son yüzyılında, g it tikçe artan bir ivmeyle “devleti yıkan
suçluyu” aramak gelenek haline gelm işti.
Kökleri iki, üç yüzyıl hatta daha öncelerine ait kusurlara yeni çağlarda sahip aranıyordu. Bu aslında, sistem in eskimiş, işlemez hale gelmiş olduğunu kabul etmek istemeyenle rin bir kendini avutma oyunuydu. Özeleştiri den kaçmanın en başarılı yoluydu. Taaa, 17. yüzyılda Koçi Bey’ in yaptığı kadar bile öze leştiriye girmeye cesaret edemeyenlerin tem belliğidir, bu. İşin garibi, günümüzde bile hâlâ bu tem belliği yineleyenlere, hatta Abdülha
mit rejimi özlemini yansıtanlara rastlanıyor.
iki yüz yıldır paylaşılması ve sonu Avru pa’nın gündeminde olan Osmanlı Devleti’nin 1892 yılındaki durumunu başarılı gözlemci
Vambery bir raporunda şöyle özetlem iştir: “Abdülhamit’in akıllılığı, çalışkanlığı ve vatanseverliği her şüphenin üstündedir (...) Hiç kuşkusuz kader ona hiç de yardım etme di. Kendisinden öncekilerin kefareti kadar, şimdiki Avrupa politikasının özellikleri de he men bütün çabalarını boşa çıkardı ve ilerde de durumunu daha kötüleştirecektir.”
Sultan Mahmut’a, yeniçerilerin kökünü kazımaktaki ısrarı üzerine “kana doyamadı” denmiştir;
Abdülmecit’in “kadına”, Abdülaziz’in de “ paraya” doyamadığı buna eklenir;
A bdülham it’teki de herhalde “kurtarıcı olm ak” hırsıydı. O da, ona doyamadı. Doya- mazdı da... Çünkü istese de istemese de ko nunun öznesi elinden alınacaktı...
NOT: Orhan Koloğlu’nun bazı bölüm lerinin özetini yayınladığımız Abdülhamit konusun daki geniş kapsamlı araştırmasının tümü 440 sayfalık bir kitap halinde Gür Yayınları ara sında yakında yayınlanacak.
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi