• Sonuç bulunamadı

Ne kızıl sultan ne ulu hakan:ölümünün 69. yılında Abdlhamit gerçeği

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ne kızıl sultan ne ulu hakan:ölümünün 69. yılında Abdlhamit gerçeği"

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Ölümünün 69. yılında

A B D Ü L H A M İT G E R Ç E Ğ İ

H

N e K ızıl Sultan ne Ulu Hakan

Osmanlı İmparatorluğu na 33 yıl hükmeden Sultan

Abdülhamit konusunda binlerce yerli ve yabancı

belge incelenerek, tarafsız bir gözle hazırlanan araştırma

(2)

N E K IZIL

S U L T A N

N E U L U

H A K A N

Abdülhamit gerçeği

n

ORHAN KOLOĞLU

Birbirini suçlayan bir ailenin cadı kazanı içinde

Abdülhamit, kendini farklı yetiştirmesini bildi

"Politik

ya ra tık"

B A Ş L A R K E N

OsmanlI Im paratorluğu’nun 34. pa­ dişahı Sultan II. Abdülhamit 69 yıl ön­ ce bugün, 10 Şubat 1918'de ölmüştü. Eylül 1842'de dünyaya gelen ve 34 ya­ şında, 1876'da tahta çıkan Abdülhamit 33 yıl süren uzun padişahlık dönemin­ de yaptıklarıyla ve kiş iliğ i ile günümüz­ de de tartışma konusu olmayı sürdürü­ yor. 31 Mart Vakası’ndan sonra Mebu- san ve Ayan M eclislerinin kararıyla 1909’da tahttan indirilen Abdülhamit ko­ nusunda karşıt görüşler günümüze dek savunuiageidi. Gazeteci araştırmacı ya­ zar Orhan Koloğlu, Abdülham it konu­ sunda çoğunlukla görüldüğü g ib i duy­ gusal ve taraflı b ir yaklaşımla değil, ta­ rafsız ve bilim sel yöntemle Abdülhamit konusunda binlerce belgeyi inceleyerek geniş kapsamlı b ir araştırma hazırladı. Bugünlerde 440 sayfalık bir kitap halin­ de yayınlanacak bu kitabın bazı bölüm ­ lerinin özeti olan bu yazı dizisinde, Ab­ dülhamit gerçeğinin yansız bir değerlen­ dirm esini bulacaksınız.

£ Rejim, başlangıçta gele­

nekse! yöntem lerle Tan­

zimatçı ve Yeni OsmanlI

görüşlerinin senteziydi,

çoğunluktaki reform cu

restorasyoncu grubun

desteğini de sağladı

Â

BDÜLHAMİT, tarihimizin en

çok tartışılan ve en duygusal yak­

laşımlarla ele alman kişilerin ba­

şında gelir. Ulu Hakan diyeni

kadar, Kızıl Sultan diyeni de pek

boldur. Anlaşılmasındaki güçlük,

kendi kişiliği kadar, döneminin

Osmanlı yapısının karmaşıklığın­

dan ve bunun doruğuna varmış olan Avrupa emper­

yalizminin etkisiyle büsbütün çarpıklaşmasından ileri

gelmektedir. Bu yüzden daha saltanatı sırasında bile

“ Ulu mu, yoksa kızıl mı diyelim?“ tartışması başla­

mıştı. 1901’de bir Fransız yazar şöyle yazıyordu:

“ ...temelde kişiliği çözümlenemez bir sorundur.

Tarafsız bir düşünürün yapabileceği, ancak iki ola­

sılığı sunmaktan ibaret olabilir. Biri, sultam aşın ti­

tiz bir zorba, en acımasız bir egoist olarak sunar;

diğeri, görkemli imparatorluğu battığı sırada, ırkının

dehasının bilincine varmış ve iktidanndaki her araç­

la önlenemez yıkdışı erteleyen bir hükümdann, kap­

sandı tasarılarını bize gösterir.”

Abdülhamit, Osmanlı Devleti’nin yıkılma dönenim­

de iktidara gelmiştir. Kapitalizmle büyük aşama yap­

mış, sanayi devrimiyle erişilemez bir teknik üstünlük

ve siyasal güç sağlamış olan Batı karşısındaki geri kal­

mışlığı karşılamak için ortaya çıkan Tanzimatçı akı­

mının elli yıllık bir uygulamasından sonra (1826’dan

sayarak) saltanat sürmüştür. Bu sürecin getirdiği bü­

tün toplumsal gerginlikleri, çelişkileri, borçlan, eko­

nomik, sosyal ve politik çıkmazlan devralmıştır.

Kuşkusuz böylesine ipotekli bir miras az görülmüştür.

HAZIRLIK DÖNEMİ

Abdülhamit’in yaşamının önce bir 33 yıllık hazır­

lık dönemi vardır (1842-1875). Sarayda arka plan­

da yaşadığı, kimsenin kendisi ile ilgilenmediği,

eğitiminin geleneksel yöntemlere bir parça Batılı yal­

dız sürülerek gerçekleştirildiği dönemdir bu. Sürenin,

babası Abdülmecit’in saltanatı dönemine ait ilk 19 yı­

lında, gerçek anlamda bir aile yuvası sıcaklığı, ana-

baba sevecenliği görmeden büyümüştür. Kadına düş­

künlüğüyle ünlü babasının 21 kadını ve cariyesiyle, on­

lardan olan —düşükler hariç, fakat çoğu bebekken

ölen— 36 kardeşin doğum ve ölümlerinin kimse için

bir önem taşımadığı bir haremde, bir bakıma tek ba­

şına büyüdü.

Daha sonraki yıllarda bu kalabalığa Abdülaziz’in

7 kadın ve 13 çocuğu, Murat’ın 9 ve 7, kendisinin 14

ve 16, Mehmet Reşat’ın 5 kadın ve 5 çocuğu da katı­

lınca Osmanlı hareminin ne tür bir topluluk olduğu

daha iyi anlaşılır.

Verem olan annesi uzun süre hasta yattıktan son­

ra, o 11 yaşındayken ölmüştür. Babası hakkındaysa

kendisi şunlan söylen

“ ...bilmediğim sebeplerden dolayı babamdan ek­

seriya fena muamele görüyordum. Çocukluğumdan-

beri karakterim vakarhdır, oyunları az sever, insan

varlığının ciddi sorunlan üzerinde düşünürdüm. Et-

raftmdakiierin beni anlamadıklarını görmekle kendi

A b t lü lh a m lt Kadına düşkünlüğüyle ünlü ba­ bası Abdülmecit'in 21 kadını ve cariyesiyle 36 karde­ şin doğum ve ölümlerinin kimse için önem taşımadığı bir haremde Abdülhamit bir bakıma tek başına büyüdü.

içime kapanmaya başladım...”

Çocukluğumdan beri hep kendi kendine yeterli ol­

maya çalışmış, bir bakıma buna zorlanmıştır. Taht sı­

rasında Abdülaziz ve M urat’tan sonra üçüncü olan

birine kimsenin ilgi göstermemesi esasen bir Osmanlı

geleneğiydi. Baba ve anne ilgisi de olmayınca Abdül­

hamit, bir kendini koruma içgüdüsüyle, spor yaparak,

ekonomik yaşayarak, parasını işleterek, konuşmaktan

çok dinleyerek hanedanın diğer bireylerinden çok farklı

ve üstün bir kişilik geliştirmeyi becerdi.

Aile içindeki çekişmeler de onu böyle izole yaşa­

maya yöneltmişti. Abdülaziz, ağabeyi Abdülmecit’i,

Murat da Abdülaziz’i sevmezdi. Haremleri de birbir-

leriyle yarış ve kavga içindeydiler. Masrafları ödenek­

lerim çok aşan bu gruplar için tek umut bir taht

değişikliğiyle hazine kaynaklarını ele geçirmekti. Bu

yüzden birbirinden korkan, durmadan suikast ihbar­

larıyla birbirini suçlayan bir aile halindeydiler. Ab­

dülhamit sevmeseydi, istemeseydi büe bu cadı kazanının

içine girmek zorundaydı. Ya da küçük kardeşi Meh­

met Reşat gibi her şeyden elini eteğini çeker ve işi te­

vekküle dayayıp tarikatçılıkta bitirebilirdi. Oysa

Abdülhamit tam bir “politik yaratık”tı. Dedikodu­

lara karışmadı ama, bulaşmadan içinde kalmayı da

becerdi. Günün birinde rastlantılar sonucunda tahta

çıktığında herkesi şaşırtan, onun hakkında ne kadar

az şey bildikleriydi.

HALKIN BABASI

Ailedeki bu babaerkil davranışını Abdülhamit po­

litik alanda da sürdürmüştür. Ailesine ne kadar sahip

çıkıyorsa halkına da öylesine sahip çıkıyor, “bir pa­

dişahın halkın babası gibi davranması gerektiğine”

inanıyordu. Geleneksel Osmanlı yönetim anlayışından

Abdülhamit’in en çok benimsediği bu olmuştur. Ba­

ba olmak demek, evlatlarla doğrudan doğruya, aracı­

sız ilişki kurmak demektir... Ki yönetiminde bunu

gerçekleştirmeye çok çalışmıştır.

Tanzimatçıların yöntemlerinden de birçok şeyi benim­

semişti:

“ Bütün ve özellikle uluslararası ilişkilerde pazar­

lıkçı olmak; amaca varmak için ödünden kaçınma­

mak; reformları bu arada gerçekleştirmek; eğitime özel

özen göstermek; bütün bunları yaparken toplumu ke­

sin olarak dinamikleştirmemek, heyecanlandırmamak,

itaatta kalmalannı sağlamak.”

Yeni OsmanlIların düşüncelerinden de uygun bu­

lup benimsedikleri vardı:

“ İslamın ilerlemeyi engelleyici olduğunu ret et­

mek; Avrupa’ya teslimiyetçiliği ret ederek bağımsız­

lığı korumaya çalışmak, reformların ve ilerlemenin

gerçekleşememesinin suçlusu aracı yöneticileri uzak­

laştırmak. (Başka bir deyimle padişah istibdadınınye-

rini alan Babıâü istibdadınıortadan kaldırmak); bunun

için temel yasalara (başta anayasa) dayah rejimi kur­

mak.”

Bu tercihleriyle Abdülhamit, Batılılaşmayı ret et­

memekle birlikte, salt Tanzimatçıların, ne de Yeni Os­

manlIların çizgisini benimsemeyen ve bizim kendilerine

“ Reformcu Restorasyoncu” adını verdiğimiz, çoğun­

luğu oluşturan yöneticiler grubuyla özdeşleşmiş olu­

yordu.

YARIN:

DEVRİLMEK

(3)

10 • MİLLİYET

DİZİ YAZILARI

N E K IZIL

S U L T A N

N E U L U

H A K A N

Ölümünün

69. yılında

Abdülhamit gerçeği

[D

ORHAN KOLOCLU

Çelik gibi bir İradesi vardı, metindi, ama 33 yıllık saltanatı boyunca,

tahttan indirilme endişesi sinsi sinsi içini kemirdi durdu

Devrilm ek korkusu

0 S ö y le n e n le r in t e r s in e

A b d ü lh a m it, M a s o n la rın

k ö k ü n ü k a zım a y a çalış­

m a d ı. Jö n tü r k le r le o ld u ­

ğ u gibi o nla rla da h iz m e ­

tin e a lm a k için p a za rlığ a

g iriş ti. A h m e t R ıza , y a z ı­

la r ın d a A b d ü l h a m i t e

d e s te k v e r d ik le r i İçin

M a s o n la ra ç a ta r

£ A b d ü lh a m it in Pam slam -

cı p o litika sı ü z e r in d e ile­

ri s ü rü le n le r d e y a n lış tır.

N e A b d ü lh a m it ö n c e s in ­

d e k i, n e d e o n u n d ö n e ­

m in d e k i O s m a n lI p o liti­

k a s ın d a d ü n y a M ü s lü -

m a n la r ın ı k u r t a r m a y ı

a m a ç la y a n

d in c i

b ir

a k ım g ö r ü lm ü ş t ü r

1

875 Ağustos'undan 1876 A ğustos’ una kadar geçen bir yıl, 33 yıldır izo­ le bir şekilde gözlem ciliğini sürdür­ müş olan Abdülhamit’e yepyeni ger­ çekleri öğretti.

Abdülaziz’in keyfi yönetimini pe­ kiştirmek için Ali Paşa’nın 1871 ’deki ölümünden sonraki beş yıllık salta­ natında 8 sadrazam değiştirmesi (Oysa ilk on yılda sadece 6 değişiklik vardır); bürokrasiyi etkisizleştirm ek için her düzey yöneticiler

arasında büyük ölçüde değişiklikler (15 ayda

126); OsmanlI Devletf’nin, borçlarının faizle­ rini bile ödeyemeyeceğini ilan ederek ifla sı­ nı açıklaması; Avrupa’nın her türlü yardımını engellemek için Rus kışkırtmasıyla Bulgar ayaklanmasının ve “kıyımının” düzenlenme­ si; Sadrazam Mahmut Nedim’in sokağa dö­ külen softaların gösterisi sonucu düşürül­ mesi; Abdülaziz'in tahttan indirilmesi ve kanlı ölümü; darbecilerin başı Hüseyin Avni Paşa’ nın öldürülm esi; M urat’ın tahta çıktığı anda akli dengesini kaybetmesi; ve birdenbire, o güne kadar kimsenin üzerine “plase” bile oy­ namadığı A bdülham it’in, yarışın favorisi ha­ line gelişi; taht için pazarlıklar ve tahta çıkışı önemli noktalardır.

Zaten anne ve babasının hastalıkları se­ bebiyle vehimli olan, harem dedikoduları yü­ zünden de bu vehmi daha da kabarmış bulunan Abdülhamit, bu olaylarla büsbütün evhamlı bir adam haline gelmişti. E.Z. Karal’ın belirttiği gibi “Hüseyin Avni, Mithat, Mehmet

Rüştü, Şeyhülislam Hayrullah’ın her biri akıllı adamlardı, fakat bu akıllı adamların her biri kendi aklının yönüne o kadar inanıyordu ki, bunlarla çalışacak padişahın zıvanadan çık­ maması için çelik gibi bir iradeye sahip ol­ ması lazımdı.”

A bdülham it’in çelik gibi bir iradesi vardı, m etindi ama korkmadığı da söylenemezdi. Hele bir fetva ile sultanı değiştirivermenin ko­ laylığını görünce korkusu büsbütün arttı. Üs­ telik buna kendisi de, Murat’ın indirilmesinde katkıda bulunmuştu. Böylece 33 yıllık salta­ nat d ö n e m i, b ir “ tahttan indirilm e korkusunun” gölgesi altında geçti.

DARBECİ KADROLAR

Kuşkusuz Abdülham it’in en büyük şans­ sızlığı, Murat’ın hastalığının geçici nitelikli ol­ m asıydı. H anedanın, M u ra t’ ın ta h tta kalmasından çıkar uman kısmıyla, bazısı çı­ karcı, bazısı içtenlikli bir grubun, “tahtın Mu­

rat’ın iyileşmesi şartına bağlı olarak geçici bir süre için Abdülhamit’e verildiği” yolundaki

propagandaları yeni sultanı son derece rahat­ sız etti. Darbe yapmaya hazır kadroların bu alışkanlıklarını yineleyebilecekleri korkusuyla bütün gücünü bu sorunla uğraşmaya yöneltti.

Murat deli olmamakla birlikte saltanat sü­ remeyecek kadar hasta ve güçsüzdü, ama Aziz-Skaliyeri gibi bazı hayalcilerin ve Ali Su-

avi gibi bazı çılgınların onu kaçırma g irişim ­

leri korkusunun doruğa varmasına yetti. M urat’ı çok sıkı bir hapis hayatına soktuğu halde, her kaçırılma ve yeniden tahta çıkarıl­ ma dedikodusuyla asla altedemediği bir

“saltanatı kaybetme psikozu” na tutuldu.

MASONLARLA İLİŞKİSİ

Murat olayından dolayı, A bdülham it’in Masonlarla ilişkisi konusu gündeme g e tiril­ m iştir. Abdülham it’i devirme çabalarının sa­ dece Masonların bir oyunu olduğu ileri sürülmüş hatta her yenilikçi eylemin de Ma­ sonlardan esinlendiği bile iddia edilm iştir. Oysa yaptığımız araştırmalar, Masonların ço­

Rus— Memurların rüşvet aldığı, halkın hiçbir şeyden haberi olmadığı, baskının bulun­ duğu bir ülke hakkında ne dersin? Böyle bir şey sence mümkün mü?

Türk— Benim ülkemden mi bahsediyorsun, kendinlnkinden mi? (Avusturya karikatürü)

Türk can çekişirken bütün bu maharetli doktorlar ameliyat yapmak istiyorlar, bu kadar kanatırken umut edelim ki hasta son nefesini vermez. (Macar karikatürü)

ğunluğunun işadamlarından oluştuğunu ve ticaretlerinin bozulmaması için localarının si­ yasi amaçla kullanılmasını engellediklerini, hatta Abdülhamlt’e Jöntürk eylemlerini haber verdiklerini ortaya koyuyor. N itekim Ahmet

Rıza Meşveret’te, bu sebepten Masonlara ça­

tan yazılar da yazmıştır. 1906'dan sonra Selanik-Manastır bölgesinde beliren İttih a t­ çıların eylemi ise, Masonluk yapmaktan çok locaları gizli toplantıları için kullanarak sonuç almaya yönelik olmuştur; başarıya da ulaş­ mışlardır. Abdülhamit locaları öyle sıkı bir kontrolde tutuyor, ya da tuttuğunu sanıyor ve Masonlarla kurduğu barışın sürekliliğine ina­ nıyordu ki, İttihatçıların bu eylemlerini fark edemedi. İttihatçıların localardan yararlanma­ sının amacı ise Masonluğu iktidara getirmek değil, kendi reformcu fikirlerini uygulamaya koyacak şekilde iktidarı elde etmekti.

Abdülhamit ve Abdülhamitçiler dış etken­ lerin Masonlar kanalıyla ülkeye geldiğine o kadar inanıyorlardı ki, 1908 yılının başların­ da Padişah hâlâ Fransız elçisinden, Paris’teki Jöntürkleri kontrol altında tutmalarını istiyor­ du; oysa Müfettiş Hüseyin Hilmi Paşa’nın be­ lirttiğ i gibi Balkanlar’da kendisinden başka ittihatçı olmayan kalmamış durumdaydı.

Masonlar konusunda OsmanlI ve daha sonra tüm İslam toplum larına yansıyan ön­ yargıların 1908 sonrasının ürünü olduğunu ve

A bdülham it’in bazı ajanlarının Paris’teki Ma­ son toplantılarında Sultan’ ı “Locaların dos­

tu ve koruyucusu” ilan ettiklerini görüyoruz.

Bu yüzden, düello çağrısına kadar varan sert ta rtış m a la r da ç ık m ış tır. “ Abdülhamit

Gerçeği” adı kitabımızda ayrıntıyla b e lirttiğ i­

miz gibi, henüz bu konuda, iddialarımızın ak­ s in i ispatlayacak h iç b ir belge o rta ya konmamıştır.

Abdülham it’in Masonluk karşısındaki bu tutumu, kuşkusuz bu düşünceyi benimseme­ sinden kaynaklanmıyordu. Her konudaki dal­ galandırmama ve pazarlıkla sivrilikle rin i törpüleyebileceği, hatta kendi lehinde kulla­ nabileceği her grupla sürdürdüğü pazarlık or­ tam ını devam e ttirm e y ö n te m in in bir parçasıydı. İçinden düşman da olsa bunu açıkça göstermemek Abdülhamit’in bir özel­ liğiydi. Nitekim Jöntürklerle pazarlıklarında ve Siyonizmin F ilistin 'i ele geçirme çabala­ rının karşısında da aynı tutumu göstermiştir. Nişanlar, ihsanlar vererek hepsini yanına çek­ meye çalışmış, bir çok kere de başarıya ulaş­ mıştır.

Abdüihamit’e yanlış olarak yakıştırılan sa­ dece “Masonluğun kökünü kazımağa ahd-

etmişliği” değildir. Panistamcı politikası üze­

rinde şimdiye kadar ileri sürülenler de kökün­ den yanlıştır. Biz yukarda bahsettiğim iz araştırmamızda bunun da kökenlerini, ilk kez,

S u l t a n M u r a d V . Abdülhamit’in en büyük şanssızlığı, Sultan Murad’ın hastalığı­ nın geçici nitelikte olmasıydı. Hanedanın bir grubunun “tahtın Murad’ın iyileşmesi şartı­ na bağlı olarak geçici bir süre için Abdülha­ mit’e verildiği" yolundaki propagandaları yeni sultanı son derece rahatsız etti.

A l i S u a v i Sultan Abdülhamit’in korku­ sunu pekiştirenlerden biri de Ali Suavi idi. Ali Suavi gibi bazı "çılgınların’’ Sultan Murad'ı ka­ çırma girişimlerine ilişkin söylentiler, vesve­ seli padişahı tahtını kaybetme pzikozu içinde yıllar boyunca kıvrandırmıştı.

19. yüzyılın birinci çeyreğinden itibaren baş­ layan Müslüman tepkilerini irdeleyerek ortaya koyduk.

PANİSLAMCI MIYDI?

Panisiamdan anlaşılan, “ Bütün dünya Müslümanların) Avrupa’ya karşı savaşta bir­ leşmeye çağırma” eylemidir. Yüzyılın başla­ rında d ü n ya M ü s lü m a n la rın ın yarısı Avrupa’nın esiri iken, son çeyreğinde yüzde doksanının esir haline gelmesi ve Osmanlı devletinin iki Hıristiyan devletten sonra an­ cak üçüncü sıradaki Müslüman devleti duru­ muna düşmesi bu tepkileri artırmıştı. Hemen bütün tarihçiler ve araştırmacılar, bu oluşum­ ları dikkate almadan A bdülham it’i Panisla- mizmin yaratıcısı olarak ilan etmişlerdir. Oysa ne Abdülhamit öncesi, ne de onun dö­ nemindeki Osmanlı politikasında Avrupa’yı hedef alan ve dünya Müslümanlarını kurtar­ mayı amaçlayan dinci bir akım görülm em iş­ tir.

Avrupa güçleriyle başedebilecek n ite lik­ te tek devlet olarak OsmanlI'nın kalması, bü­ tün esir toplumları oradan yardım istemeğe yöneltmişti. 19. yüzyılın ilk üç çeyreğinde, Ce­ zayir, Tunus, Büyük Sahra, Hive, Hokand, Bu­ hara Hanlıklarından, Kaşgar ve H int’ten “ Son İslam Devleti” nin başkentine elçiler gelmiş yardım istemişlerdi. Sonradan adı Panisla­ mizm’le özdeşleştirilen Cemalettini Afgani (ki o dönemde kendisine Cemalettini Rumi, ba­ zen de Istanbuli adını verirdi) Asyalı hüküm­ d a rla rın g ü ç s ü z lü ğ ü ka rşısın d a te k umudunun İstanbul sultanında olduğunu, on­ dan da beklediklerini elde edemezse Tanrı’ nın huzuruna çıkacağını belirten şiirler yaz­ mıştı. Toplumu heyecanlandırmama ve ey­ le m c ilik te n uzak tu tm a p o litik a la rın ı A bdülham it’in de benimsediği Tanzimatçılar ise, devletin “ topraklarının bütünlüğünü Av­ rupa güvenceye aldığı için yaşadığını” bildik­ lerinden, bu çağrılara kulaklarını tıkıyorlardı.

(4)

10 • MİLLİYET

DİZİ YAZILAR

N E K IZIL

S U L T A N

N E U LU

H A K A N

Ölümünün

69. yılında

Abdülhamit gerçeği

13

ORHAN KOLOCLU

Tanzimatçılar da, Abdülhamit de, dışardaki Müslümanlar ayaklandırılmaya kalkışılırsa,

AvrupalIların da OsmanlI Hıristiyanları ayaklandırmasından çekiniyordu

Dini ta rtışm a yasak

0 M ısır, Y e m e n , A r n a v u t ­

luk v e Lü b n a n -S u rly e 'd e -

ki k ıp ırd a n m a la r ü ze rin e

A b d ü lh a m it , ülke için de

h ila fe t k o n u s u n u ele al­

m a y ı, h a tta H a life o la ra k

kendisini ö v m e y i bile y a ­

sa k la m a y o lu n u seçti

^ A b d ü l h a m i t , h alkı e z d i­

ğ in e in a n d ığ ı b ü ro k ra s i­

n in etkisini a za ltm a k d ü ­

ş ü n c e siyle , b ü ro k ra s iy i

d e n e tim e a lm a k is te d i.

B u n u n İçin k u rd u ğ u m e ­

k a n izm a kısa süred e ha-

fly e c lllk -ju rn a lc illk '' d e ­

n e n baskı m e k a n izm a s ı­

na d ö n ü ş tü . B ir süre s o n ­

ra A b d ü lh a m it d e b u

m e k a n izm a n ın esiri o ld u

v e b e d e lin i a ğ ır ö d e d i

T

ANZİMATÇILAR Panislamcı bir eyleme yanaşmamakta haklıy­ dılar, çünkü Türkiye diğer Müs­ lümanları ayaklandırmaya kalkı­ şırsa, AvrupalIlar çok daha ko­ laylıkla Osmanlı Hıristiyanları- nı kışkırtabilir ve devleti parça­ layabilirlerdi. Abdülhamit’in

tutumu Tanzimatçılarınkinden farklı olmamış­ tır: Kışkırtıcı ve toplumu dalgalandıracak bü­

tün girişimlere karşı çıkmıştır.

Abdülhamit, sadece aklın bir gereği ola­

rak değil, bir zorlama sonucu bu politikaya sarılmıştır. Daha tahta çıkışının ikinci ayın­ da, Müslüman sömürgesi bulunan Avrupa devletlerinden İngiltere ve Fransa “Arap

Hilafeti” kampanyasını başlatmışlardı. Henüz

tahtına tam yerleşememiş, hükümeti kontro­ lüne alamamış, Rus savaşı olasılığına bir çö­ züm getirememiş bir İktidarın durup dururken Panislamcı bir politika ortaya atmış olduğu düşünülemeyeceğine göre, Ingillz-Fransız kampanyasının arkasında tamamen bir em­ peryalizm oyunu bulunduğunu ileri sürmek yanlış olmaz.

Kısa zamanda bu kampanyaya başta Mı­ sır Hıdivi olmak Üzere etkili bazı Müslüman yazarların da katıldığı görüldü. Hıristiyan un­ suru zaten güçlü ayrılıkçı eğilim ler gösteren Osmanlı Devleti, böylece Müslüman unsuru­ nun da birbirine düşmesiyle, iyice zayıflama­ ya başladı. Müslümanlar arasında da m illiyet­ çi ve yerel ayrılıkçı akımlar belirdi. “ Mısır

Mısırlılarındır” kampanyasının yanı sıra, Ye-

men’de Türk halifeliğini reddeden bağımsız­ lık hareketi, Arnavutluk ve Lübnan-Suriye’de özerklik eğilim leri güçlendi.

TARTIŞMA YOK

Bunlara karşılık Abdülhamit’in davranışı şöyle oldu:

Doğum ve tahta çıkış yıldönümleri kutla­ malarıyla, isminin geçtiği yerlerde, halifelik unvanının kalıplaşmış övgü formülleriyle bah­ sedilmesi dışında hiçbir şeye izin vermemek. Ülke içinde hilafet konusunu ele almayı, hat­ ta halife olarak kendisini övmeyi, dini konu edinen bütün tartışmaları, araştırmaları ya­ saklamak.

Abdülhamit’in dünyanın dört bir yanına

ajanlar gönderdiği,dinci kışkırtmalar yaptığı iddiası sadece Batılı sömürgecilerin korku­ sundan kaynaklanan bir hayaldir. Abdülha­

mit’in dış Müslümanların durumu hakkında

bilgi topladığı bir gerçektir, ama bunu bir ey­ lemci politika haline dönüştürdüğünün kesin olarak aslı yoktur. Aksine eylem önerenleri frenlem iştir. Cemalettin Afgani ve Mizancı

Murat’ı bu arada sayabiliriz. Hatta İstanbul’

da, ya da dışarda Abdülhamit’in mali

deste-K

çıkarılan bazı yayınlarda bile eylemci bir i temasının işlenmesini istememiştir. Bunun en ilginç örneğini 1880’de İstanbul’ da yayına başlayan Delhlli Gazanfer Ali Han’ ın Türkçe-Urduca Paik-I İslam (İslam Haber­

cisi) isimli gazetesi oluşturur. Palk-I İslam sa­

dece Türklerle Hint Müslümanları arasında dostluk sağlamak amacını güttüğü halde In­ giliz Yönetimi ve basını tarafından hemen Pa- nislamcılıkla suçlandı. Hem İstanbul, hem de Hint Müslüman basınının bunun aslı olmadı­ ğı hakkındaki yazıları da bir İşe yaramadı. Hat­ ta Hindistan’daki Ingiliz Yönetim i’nin resmi çevirmeninin “Dört sayısını gördüm, hiçbirin­

de ayaklanmaya çağıran bir yazıya rastlama­ dım, gerçekte stilleri son derece zararsızdır”

yolundaki raporu da dikkate alınmadı. Palk-i

İslam yapmadığı bir Panislamcılıkla

suçlan-‘V • • V *

ım m a ğ ® *

’ ■ v-£=--| l l r V 'î i i ' . Ş ; * 1 >1'a**İL —.p'*v İ .VlV.L.. '.cxí; ‘i î f î â 'i ? 1

den, hayal ettiği “ Baba Padişah” rolünü ger­ çekleştirdiği kanısına kapılanlar olmuş, hat­ ta buna kendisi de inanmıştır.

Yeni OsmanlIlar ve özellikle Mithat Paşa, devletin parçalanmasına karşı formül olarak, anayasal ve parlamenter sisteme dayalı öz­ gürlükler vererek halkı sorum luluğa (devlet yönetimine) katmayı öngörüyordu. Oysa, Ab-

dülhamit'in de Yeni OsmanlIlar kadar be­

nimsediği anayasanın, daha doğuştan sakat ve padişahın keyfi yönetim ini pekiştirmenin bir aracı olduğu hemen farkedilm işti. Özgür­ lüklerin, ekonomik tem eli oluşmamış Os­ manlI yapısında, toplumun pek karmaşık so­ runlarının tümüne çözüm getirm esini bekle­ mek s a fd illilik tl. Bu yüzden Abdülhamit’in

Mithat Paşa’yı uzaklaştırması ve çoğunlukta­

ki “ Reformcu Restorasyoncu” grubun des­ teğiyle doğrudan kendisine bağlı rejimi kur­ ması hiç de zor olmadı. Ve bu gruptan büyük destek de gördü.

ABDÜLHAMİT REJİMİ

Ancak bu davranış kendi anti-tezini de içinde saklıyordu. Abdülhamit’ln Yeni Os­ manlIlarla birleştiği bir diğer önemli nokta, Osmanlı Devleti’ni Avrupa’ya esir hale getir­ miş olmakla suçlanan Tanzimatçı paşaların politikasına karşıtlığıydı. “ Babıali istibdadı” adı verilen bu etkenliği yıkarak, halkla padi­ şahın doğrudan bağlantısını kurmak arzusun­ daydı. Oysa Sultan Mahmut’tan beri devlet m erkezileştirildikçe güçlenen bürokrasinin etkinlik hızı Abdülhamit zamanında azalma­ mış, aksine artmıştır. Halkı ezdiğine inandı­ ğı bu aracıları etkisizleştirip “hükümeti zali-

me-i müstebide” yerine “hükümet-l adile! müstebide”yi kurmak için onları kontrolda tu­

tacak, kötü davranışlarından kendisine doğ­ ruca haber verecek bir mekanizmaya ihtiya­ cı vardı.

Kötülük yapanların kendi kendilerini ih­ bar etmeleri beklenemeyeceğine göre, ken­ disi bir mekanizma kurdu. Abdülhamit rejimi diye ün salan yapının oluşmasına ve kendi­ sinin çok yerilmesine yol açan bu sistem, bü­ tün yönetim ve karar verme mekanizmasının

BabIali’den alınıp Yıldız’a aktarılmasına da­

yanıyordu. Nazırlar sadece danışman haline geldiler. Yıldız'daki merkez bütün resmi ve gayrı resmi (Hafiyeler) kanallardan gelen ha­ berleri (jurnaller) değerlendiriyordu. Sonuç­ ta halka ulaşmak ve ezdirmemek isterken en büyük baskı aracı olan ve suçsuzları kurban eden bir jurnalciler ordusu belirdi. Bir süre sonrada Abdülhamit’in kendisi bu mekaniz­ manın esiri oldu ve hayatının en büyük hata­ larını onlar yüzünden işledi.

M i z a n c ı M u r a t - Abdülhamlt’ln dış Müslümanların durumu hakkında bilgi topla­ dığı bir gerçektir, ama bunu bir eylemci poli­ tikaya dönüştürdüğünün aslı kesinlikle yoktur. Aksine, eylem önerenleri frenlemiş- tir. Bu yolda eylem önerenlerin arasında Mi­ zancı Murat da ön safhada bulunuyordu.

dı ve yasaklandı. Panislam yok, Avrupa’nın kendi korkusu vardı.

BÖLÜCÜLERE ÖNLEM

Bugüne kadar Abdülhamit’in Panislamcı- lık yaptığını kanıtlayacak bir tek ciddi belge

BABA PADİŞAH

Özetlersek Abdülhamit’in asla Panislamcı (eylemci) bir politika İzlemediği, ama Müslü­ man uyruklarını korumaya yönelik davranış­ larda bulunduğu ortaya çıkar. Bu davranışı yü- zündendir ki halk arasında Abdülhamit’e bir bağlılık, bir sevgi belirm iştir. Hatta saltana­ tının ilk yarısında, hele 1877-78 Rus yenilgi­ sinden sonraki büyük bunalım sırasında hal­ kın ve aydınların çoğunluğunun güvenini bu sayede kazanmıştır. Bu geçici güven

yüzün-M i t h a t h a ç a Yeni OsmanlIlar ve özellikle yüzün-Mithat Paşa (yanında özel kâtibi ayakta duruyor) devletin parçalanmasını önlemek İçin, anayasal ve parlamenter sisteme dayalı özgürlükler vererek halkı sorumluluğa, yani devlet yönetimine katmayı öngörüyordu. Abdülhamit, Mithat Paşa’yı uzaklaştırdı ve çoğunluktaki "Reformcu Restorasyoncu" grubun deste­ ğiyle doğrudan kendisine bağlı rejimi kurması hiç de zor olmadı.

D o m l r y o l l a r ı Demiryolu açısından Osmanlı topraklarının yoksulluğu yukarıdaki haritalarda belli oluyor. Üstteki harita 1870’ll yıllarda Avrupa’daki demiryolu yoğunluğunu, alttaki İse Abdülhamit döneminin sonunda, 1909’da Osmanlı demiryollarını gösteriyor.

ortaya konmamıştır. Buna karşılık İslamcı de­ nilebilecek ve sadece tahtını ve devletini bö­ lücülere karşı korumaya yönelik önlemler al­ mıştır.

Hıristiyan memurların sayısını azaltırken Müslüman memurlarınklnl artırmak; Tanzi­ matçıların aksine, AvrupalIların cezalandırıl­ masını istedikleri her yerliyi cezalandırmak­ tan kaçınmak; Batılıların silahlandırıp ayak- (anmaya kışkırttıktan Hıristiyan unsurlara kar­ şı Müslüman grupların silahlanmasını destek­ lemek; ekonomik yatırımları daha çok Ana­ dolu ve Suriye’ye yöneltmek; Avrupa serma­ yesine gereksinmeden, bütün Müslümanlar- dan para toplayarak, büyük bir inşaat girişi­ minde (Hicaz Demiryolu) bulunmak; devlet protokolünde önceliği Rumeli vilayetlerinden Hicaz ve Arabistan’a almak.

Görüldüğü gibi bütün Müslümanları bir eyleme çağırmak, AvrupalIlara karşı ayaklan­ malarını istemek gibi Panislamizm kavramı­ na girecek eylemlerden hiçbiri burada yok­ tur. Tam anlamıyla Panislamcı sayılabilecek tek göz yumduğu eylemi ise bir AvrupalI, A l­ man imparatoru yapmıştır. Padişahın 300 mil­ yon Müslüman'ın dini lideri, kendisinin de onun doistu olduğunu ilan etmiş, Abdülhamit de Avrupa dengesinde kendisine yararlı ola­ cağı inancıyla bu kampanyayı hoşgörüyle kar­ şılamıştır.

(5)

10 * M İL L İY E T

Y A Z I L A R ■

N E K IZIL

S U L T A N

N E U LU

H A K A N

Ölümünün

69. yılında

Abdülhamit gerçeği

a

ORHAN KOLOCLU

Tanzimatçı ve Yeni OsmanlI çözümlerine alternatif olarak büyük destekle iktidara

gelen Abdülhamit rejimi de başarısız kalınca yeni alternatif doğdu:

• •

• •

Jonturkler ve

ittih a tç ıla r

K a rik a tü rle rle A b d ü llıa m it dö n em i

• Birliğinizin morali nasıl Miralayım? • Altı aydır oruç tutan arsianiar gibi

(Fransız Karikatürü)

Oryantal operetin son perdesi

Donanmayla ödün sağlamanın bir diğer türü. Sevdiği Türk için Müslüman olan İtalyan kızını geri almak isteyen İtalyan donanması eylemde

(Fransız Karikatürü)

OantştMt dövüş

Rus (Diğer Avrupa devletlerine) — Baylar bu but (Türkiye) henüz kesilip paylaşılacak kadar pişmemiş. Küçüğün (Yunanlı) ateşe biraz daha odun atması (Girit işi) gerekli, aksi halde daha uzun süre bekleriz.

(İsviçre karikatürü)

£ A r a n a n fo r m ü l k e n d ili­

ğ in d e n b e l i r d i : 1 8 7 6

A n a y a s a s ı n a d ö n ü ş ...

M e ş r u tiy e t in ila n ın d a n

19 0 9 da A b d ü lh a m it ’in

t a h t t a n in d iriliş in e ka ­

d a r ge çe n o la y la r b u al­

t e r n a tifin k u s u rlu y ö n -

le r in in d ü ze ltllm e s in d e n

başka b ir şey d e ğ ild i

® A b d ü lh a m it ’in p a za rlık ,

işleri s ü rü n c e m e d e b ı­

ra k m a ta k tiğ i d e ö d ü n

v e rm e s in i e n g e lle y e m e ­

d i. A v r u p a , d o n a n m a

te h d itle r iy le is te d ik le ri­

ni y in e d e aldı

J

URNALCİ takımının Abdülha-

mit’e işlettiği en büyük hata Mit­ hat Paşa ve arkadaşlarının mah­

kûm ettirilm esi ve sonra da boğ­ durulmaları olmuştur. Ayrıca pek çok genç ve yeni yetişen kıyme­

tin de ezilmesi, sürülmesi, yok edilmesiyle toplumun fikirdünyasının gerilemesinde bu

mekanizma büyük rol oynadı.

Yönetimde olduğu gibi, ekonomik ve s i­ yasal alanlarda ödün verme yöntemi açısın­ dan da Abdülhamit rejimi, Tanzimat ve Yeni OsmanlI modellerinden farklıydı, ilke olarak üçü de Avrupa’ya ödün vermeden işlerin yü­ rütülebileceğine inanmıyorlardı. Tanzimatçı­ lar en kolaylıkla ödün verenlerdi. Yeni Osman­ lIlar bazı bazı ters çıkabiliyorlardı. Abdülha­

mit ise hiçbir şeye hayır dememek, her şeyi

sürüncemede bırakmak ve pazarlığı sürdür­ mekle zamanın aşındırmasıyla bazı kârlar sağlamak yanlısıydı. Bu yöntemden çok şey­ ler beklenmiş, hatta bazıları bunu pek övmüş­ lerdir. Oysa zaman Avrpalıların bu oyalama \aM.\{j\rve de çözüm bulm akta gecikmedikle­ rini gösterdi. Bir iki askeri geminin OsmanlI karasularında görünmesi istenen ekonomik ve siyasal ödünlerin verilmesine yetmiştir. Ve bunu küçücük Yunanistan bile denemeye kalkmıştır.

MİRAS NEYDİ?

Abdülhamit ne miras bırakmıştır? Güçlü bir ordu ve eğitilmiş kadrolar; pas­ lanmış bir donanma; borçların düzenli bir ödeme sistemine bağlanması, ama mâliyenin tam yabancı kontrolüne girmesi; dengesi bir türlü kurulamayan ve memurlara aylıklarının muntazaman verilmesini sağlayacak bütçe sisteminin oluşturulamaması; örnek olarak Avrupa’yı almaktan vazgeçmeyen Tanzimat­ çı geleneğine devam; siyasal alanda kendi tercihlerini yapmayı engellemeyen bir bağım­ sızlık; sanayileşmede sınırlı ilerleme; eğitim­ de, yerli sistem kadar yabancı öğretim kurum- lannın da gelişmesine yol açan kurumlaşma... vb.

Böylece Abdülhamit’in, Tanzimatçıların başarısızlıklarını ve Yeni OsmanlIların hayal­ ciliklerini ileri süren aydınların büyük çoğun­ luğunun katkısıyla oluşturduğu rejim amacı­ na ulaşamadı. Abdülhamit, zaman unsurunu iyi kullanmak yanlısıydı. Pazarlıkları, sürün­ cemede bırakmaları, kararsızlıkları, pamuk ip­ liğine bağlama taktikleri hep bu amaçla bi­ linçli şekilde yapılmış şeylerdi. Şansı ona, 33 yıl gibi uzun bir süre zamanı kullanma olana­ ğını vermiştir. İçinde bulunduğu dünya koşul­ ları kadar devraldığı miras da ona bunda ba­ şarı olanağını vermiyordu. Sonuçta görüldü ki, pazarlıklarla oyalayarak ödün taktiği dev­ leti yaşatacak formül değildir. Zaman unsu­ ru tek bir alanda, yeni dinamik kadrolar ye­ tiştirm ekte başarılı oldu. Onda bile kendi ta­ sarladığı “itaatkâr, tartışmaz” adamlar değil, onun hiç istemediği ve sevmediği devrimci tipler ortaya çıktı.

ALTERNATİF

Başkalarını çözümsüzlükle suçlarken ken­ disinin aynı noktaya gelmesi ister istemez bir alternatifin belirmesine sebep olacaktı. Bu oluşumun doğal sonucu olarak, Jöntürk ve

ittihatçı eylemleri belirdi. Böylece Türk top­

lumu Abdülhamit ile, Tanzimat’la başlayan çağdaşlaşma sürecinde, reformdan vazgeç­ meden restorasyon döneminin sağladığı za­ man kazanma yıllarını tamamlamış oldu. Ye­ ni dinamizm —Abdülhamit döneminin yapı­ sal olarak istemeden oluşturduğu dina­ mizm— toplumun askıda bırakılan sorunla­ rına çözümler aramak zorundaydı ve bu çö­ zümlerin artık iflası kanıtlanmış oyalamacı sistem olması olanaksızdı. Üzerinden iki ku­ şak geçip “Anayasa ve Mecils nedir?”i, “hal­

kın hakları ve özgürlüğü nedir?”i bilinçle bi­

len Türk burjuvazisinin ilk tabakaları oluşun­ ca bu çözüm kendiliğinden ortaya çıktı: 1876 Anayasası, bir başka deyimle Mithat Anaya­ sası... Hem de ne olduğu, eksiklikleri yete­ rince anlaşılamadan dondurulduğu için, ge­

çerliliği ta rtışılm a ya ca k bir alternatif n ite li­ ğiyle.

Meşrutiyet’in ilanından, 1909’da Abdülha- m lt’in tahttan indirilişine kadar geçen olay­ lar, bu alternatifin kusurlu yönlerinin düzel­ tilm esi sürecinden başka bir şey değildi.

EMPERYALİZMİN SABRI

Meşrutiyet’le iktidarı devretmeseydi de yi­ ne de Abdülhamlt’in başına bazı şeyler gel­ mesi kaçınılmazdı. Artık emperyalizmin sabrı taşmak üzereydi. Sadece bazı ekonomik

ödünlerle koskoca bir imparatorluk toprakla­ rının anakronizm içinde yaşamını sürdürme­ sine izin verecek hali kalmamıştı. Abdülha­

mlt’in tahttan çekilmesinden sadece beş yıl

sonra dünya tarihinin o güne kadar hiç gör­ mediği büyüklükteki bir savaş dünyayı ve bu arada OsmanlI’yı paylaşmaya son şeklini ver­ mek için patladı. İttihatçılara yöneltilebilecek en gerçek eleştiri, bazılarının yaptıkları gibi, neden iktidara geldikleri değil, bu emperya- listlerarası hesaplaşma savaşında, sanki ken­ dileri de emperyalistmiş gibi, yer almış olma­ larıdır. Çok kişi, Abdülhamit olsaydı katılmaz­ dı, der. Hatta böylelikle “muhteşem İmpara­

torluğun yıkılmaktan kurtarılmış olabilece

ğinl” ileri sürenler de çıkmıştır.

Tarihe bilimsel bakış, varsayımlara daya­ nan her türlü yaklaşımı reddeder. Abdülfıa-

mit başta olsaydı herhalde savaşa girmezdi,

girmemeye çalışırdı... Ama acaba başarabi­ lir miydi?.. Zorlamaları nasıl durdurabilirdi?.. Osmanlı Devleti’nin yaşayabileceği savı­ nı ise biz büsbütün olumsuz görüyoruz. Ço­ kuluslu bütün imparatorlukları (Avusturya- Macaristan ve Rusya gibi) silip süpüren ve m illiyetçiliğin egemenliğiyle sonuçlanan Bi­

rinci Cihan Savaşı’nın yirminci yüzyıl başının

Osmanlı Devleti derecesindeki bir anakroniz­ mini ayakta bırakması imkânsızdı.

Peki, Abdülhamit tahtta kalsa ve Birinci Cihan Savaşı depremini o yaşasaydı, devleti yıkmanın suçlusu o mu olacaktı?..

SUÇLU KİMDİ?

Osmanlı toplumunun son yüzyılında, g it­ tikçe artan bir ivmeyle “devleti yıkan

suçluyu” aramak gelenek haline gelm işti.

Kökleri iki, üç yüzyıl hatta daha öncelerine ait kusurlara yeni çağlarda sahip aranıyordu. Bu aslında, sistem in eskimiş, işlemez hale gelmiş olduğunu kabul etmek istemeyenle­ rin bir kendini avutma oyunuydu. Özeleştiri­ den kaçmanın en başarılı yoluydu. Taaa, 17. yüzyılda Koçi Bey’ in yaptığı kadar bile öze­ leştiriye girmeye cesaret edemeyenlerin tem­ belliğidir, bu. İşin garibi, günümüzde bile hâlâ bu tem belliği yineleyenlere, hatta Abdülha­

mit rejimi özlemini yansıtanlara rastlanıyor.

iki yüz yıldır paylaşılması ve sonu Avru­ pa’nın gündeminde olan Osmanlı Devleti’nin 1892 yılındaki durumunu başarılı gözlemci

Vambery bir raporunda şöyle özetlem iştir: “Abdülhamit’in akıllılığı, çalışkanlığı ve vatanseverliği her şüphenin üstündedir (...) Hiç kuşkusuz kader ona hiç de yardım etme­ di. Kendisinden öncekilerin kefareti kadar, şimdiki Avrupa politikasının özellikleri de he­ men bütün çabalarını boşa çıkardı ve ilerde de durumunu daha kötüleştirecektir.”

Sultan Mahmut’a, yeniçerilerin kökünü kazımaktaki ısrarı üzerine “kana doyamadı” denmiştir;

Abdülmecit’in “kadına”, Abdülaziz’in de “ paraya” doyamadığı buna eklenir;

A bdülham it’teki de herhalde “kurtarıcı olm ak” hırsıydı. O da, ona doyamadı. Doya- mazdı da... Çünkü istese de istemese de ko­ nunun öznesi elinden alınacaktı...

NOT: Orhan Koloğlu’nun bazı bölüm lerinin özetini yayınladığımız Abdülhamit konusun­ daki geniş kapsamlı araştırmasının tümü 440 sayfalık bir kitap halinde Gür Yayınları ara­ sında yakında yayınlanacak.

(6)

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Kendi Gök Kub­ bemiz, senin kaybından iki yıl sonra basıldı.. Bu kitap, şimdi seni seven bütün Türklerin evinde en kıym etli şiir

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha

Results: Patients in the dexmedetomidine group had a remarkable reduction in blood loss (p=0.000) with lesser intraoperative mean arterial blood pressure, heart

Murad dönemi Yeniçeri İsyanları (1623–1640)” konusu, genel anlamda Yeniçeri İsyanlarının anlaşılması bakımından ve IV. Murad’ın devrindeki

Mehmet Akif’in biyografisi gözden geçirilirse, yaşadığı devrin siyasî ve sosyal hayatını, dönemindeki olayları son derece dikkatli bir şekilde gözlemlediğini ve

精神分裂症病患飲食攝取及血液脂肪酸組成之評估 黃士懿 Abstract

Boyun magnetik rezonans görüntülemesinde sağda karotid bifurkasyon lokalizasyonunda İKA ve EKA’ler arasına oturan, kontrast tutan, keskin sınırlı glomus tümörü ile

On the closed set speech recognition tests, all of them had dramatically good performances with varying degrees.The results were comparable to the results of