• Sonuç bulunamadı

Sözlü Edebiyattan Tanzimat Romanına Giderken Anlatı, Anlatıcı ve Aşk Olgusunun Dönüşümü Nuran Kekeç

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Sözlü Edebiyattan Tanzimat Romanına Giderken Anlatı, Anlatıcı ve Aşk Olgusunun Dönüşümü Nuran Kekeç"

Copied!
7
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Romanın doğuşuna kaynaklık eden masal, efsane, halk hikâyesi gibi türle-rin, modern Türk edebiyatını da başlat-tığını söylemek mümkün müdür? Türk edebiyatı üzerinden bakarsak hangi tü-rün romanın oluşumuna daha başat bir şekilde etki ettiğini söyleyebiliriz? Bu

gibi sorulardan hareketle halk edebiya-tı türlerinin bir araya gelerek romanın oluşum sürecinde yer aldığı ve romanın, her ne kadar Batı kaynaklı bir tür olsa da, Tanzimat yazınında diğer türlerin bir sentezi olarak şekillendiği görülmek-tedir. Dışarıdan gelen bir tür olan

roma-‘ANLATI’, ‘ANLATICI’ VE ‘AŞK OLGUSU’NUN DÖNÜŞÜMÜ

Transformation of “Narrative”, “Narrator” and “Love” from Oral Literature

to Tanzimat Novel

Nuran KEKEÇ*

ÖZ

Tanzimat’la birlikte ortaya çıkan Batılılaşma sendromları, toplumun her katmanında kendini gösterir-ken edebiyat, bu sendromla başa çıkmada işlevsel bir rol üstlenir. Anlatı’nın sözel düzlemden yazılı anlatıma geçtiği bu dönemde, Tanzimat romanı didaktik oluşuyla ön plana çıkar. Bu bağlamda, oluşum sürecinde tek-nik açıdan zayıflığına dikkat çekilen roman türüne, daha çok döneminin sosyo-psikolojik yapısına kaynaklık etmesi bakımından değer atfedilir. Roman türü, halk hikâyeciliğinin gelişim çizgisi dåhilinde ele alındığında ise; teknik zayıflık olarak vurgulanan hususlar, halk hikâyeciliğine özgü birer özellik olarak belirir. Hikâye anlatıcısının içgüdüsüyle hareket eden roman yazarı, okurundan ziyade “dinleyici”sine hitap etmektedir. Ah-met Mithat Efendi, Şemsedin Sami ve Namık Kemal gibi ilk dönem Tanzimat yazarları birer romancı olarak değil de; “hikâye anlatıcısı” olarak belirirler. Ayrıca ilk dönem romanlarında konu edinilen “aşk”ın da halk hikâye geleneğindeki motiflerle anlatıldığı görülmektedir. Tanzimat romanı türsel olarak batılı roman ekolü-ne dayanırken meselelere bakış açısı ve üstlendiği toplumsal işlev ile halk hikâye anlatı geleekolü-neğinin devamın-da yer alır; gerek anlatıcının tutumu, gerekse ele alınan halk edebiyatı motifleri bunu ispatlar niteliktedir. Bu bağlamda temel sorunun halk hikâyesi geleneğine göre davranan romancının /anlatıcının Batılı roman ölçütlerine göre değerlendirilmesi olduğunu söylemek mümkündür.

Anah tar Kelimeler

Sözlü edebiyat, yazılı edebiyat, anlatıcı, Tanzimat romanı, halk hikâyesi ABST RACT

While syndromes of Westernization that emerged with Tanzimat manifest themselves through different aspects of society, literature takes up a functional role in coping with these syndromes. During this period in which the literary paradigm shift from “the oral” to “the written” took place, Tanzimat,s novel stands out with its didactic style. In this context, on one hand, Tanzimat,s novel is rather evaluated as a source to reveal the socio-psychological structure of the era, given that it suffers from certain weaknesses regarding the genre. On the other hand, when judged as succeeding traditional folk storytelling, aspects that are taken to be “technical weaknesses” of Tanzimat,s novel appear as features belonging to this storytelling tradition. The author acting with an instinct that is similar to the storyteller’s, addresses not the readers but the “audience who listens”. Authors in the early Tanzimat period such as Ahmet Mithat Efendi, Şemseddin Sami and Namık Kemal seem to be storytellers, rather than novel writers. Besides, the way that “love”, frequently was the theme in early Tanzimat novels, is literarily expressed by use of motives seeming to belong to the folk storytelling tradition. Tanzimat,s novel, even though it owes its genre-related aspects to the Western novel, the social function it takes up tends to succeed the stance observed in folk storytelling tradition. Not only the narrator’s attitude, but also the use of motives from folk literature could serve as pointing to the nature of such a transformation. The fundamental problem, then, seems to be evaluating the status of the narrator/novel writer, who reveals a literary character that is shaped by folk storytelling tradition, with respect to the Western standards attri-buted to novel.

Key Words

Oral literature, written literature, narrator, Tanzimat novel, folk narrative

(2)

nın, yerli türlerin çatışması ve bundan doğan uzlaşım sonucunda Türk edebi-yatına yerleştiği düşünüldüğünde, türe etki eden asal iç dinamiğin halk hikâyesi olduğu görülecektir.

Bu çalışmanın amacı romanın olu-şum sürecinde, halk hikâyesiyle olan ilişkisini ortaya koymak ve buradan hareketle romanın, halk hikâyesine; sözlü kültürün yazılı kültüre dönüşü-münü ele almaktır. Eğer romanı, halk hikâyeciliğinin bir sonraki aşaması ola-rak değerlendirirsek özellikle anlatıcı kimliklerinin bu dönüşüme tanıklık et-tiği açıkça görülmektedir. Bu bağlamda, çalışmada halk hikâyesinin tanımına yer verildikten sonra özelliklerine de-ğinilecek ve hikâye anlatıcısının “mo-dern” anlatıcıya dönüşümü ele alınacak; ardından halk hikâyeciliğinin romana dönüşüm süreci, sözlü edebiyatın yazılı edebiyata kaynaklık etmesi açısından değerlendirilecektir.

Bascom Halkbilimi, Sözlü Sanat ve Kültür adlı makalesinde, Folkloru “hal-kı öğrenmek” olarak tanımlar. Bascom’a göre Folklor, halk edebiyatı olarak ad-landırılan ama sözlü sanat olarak ta-nımlanması daha iyi olan sözlü ifade biçimlerinden başka, halk sanatı, halk işleri, halk gereçleri, halk kıyafetleri, halk gelenekleri, halk inanışları, halk tıbbı, halk yemekleri, halk müziği, halk eğlenceleri vs.yi kapsamaktadır(67). Bu söyleme istinaden halkı öğrenmek için halk hikâyesinin araçsallaştırılması ve hikâyelerin aktarılırken uğradığı deği-şimin göz önüne alınması sosyolojik bir inceleme için gerekli olabilir. Oysa ki Tanzimat yazınında roman ağırlıklı ola-rak “halka öğretmek” için ortaya çıkan bir türdür ve onun amacı halka “camia-cı normlara göre şekillenen modern” bir düzen verebilmektir. Böylece modern Türk edebiyatında sözlü kültür halkı

öğ-renmenin, yazılı kültür ise halka öğret-menin peşine düşmüş olur.

Tanzimat’la birlikte yeni bir tür olarak Osmanlı - Türk edebiyatına giren roman, kurmaca hikâyelerin artık yazılı birer metin olarak okuyucuya ulaştır-maktadır. Sözlü kültürün yazılıya dö-nüşümünün bir habercisi olan bu edebî değişim bazı temel problemler içermek-tedir: O ana kadar halka hitap eden me-tinlerin halkın okuması değil de dinle-mesi için hazırlanmış oluşu, toplumsal açıdan işlevsel olması yönüyle üzerinde durulan roman türünün ilk etapta ama-cına ulaşmasını zorlaştırmıştır. Zira bu türsel tanışıklık öncesi halk için hikâye, “birileri” tarafından aktarılan eğlence vasıtası iken, halk artık onu anlamak için okuma gibi bir edimle karşı karşıya kalmışlardır. Gazetelerin kıraathaneler-de yüksek sesle okunduğu, hikâyelerin anlatıcının performansıyla değer kazan-dığı bir toplumda, romanın kabul gör-mesi için geçmiş anlatı geleneklerinden yararlanması kaçınılmaz bir hâl ola-rak belirir. Bu bağlamda roman yazarı, hikâye anlatıcının özdeşi ve onun türü-ne konu ve üslup itibariyle sahip çıkan kişi olarak değer kazanır. Yüzyıllardır kurmacasını aktaran bildiricinin görevi artık Osmanlı’nın geleneksel kültürünü özümsemiş ve toplumsal bir rol üstlen-miş “modern anlatıcı”ya düşer.

Tanzimat yazarları modernleşme ile ortaya çıkan sosyal meselelere de-ğinir; evlilik, esaret, batılılaşma ya da batılılaşamama gibi konular Tanzimat romanının aslında bir çözümsüzlüğün romanı olduğunu ortaya koymaktadır. Köleliği eleştirirken kadını eve hapseden Tanzimat romancısı sorguladığı kavram-larla boğulur ve toplumsal kabul görme endişesi onu halk hikâyecisinin sevecen ve “halktan biri” kimliğine bürünmesini mecbur kılar. Bu bağlamda modern Türk edebiyatın kuruluşunu halk hikâyesinin

(3)

mecburi evrilmesi olarak okumak ve bu söylemden hareketle Halk hikâyesinin türsel özelliklerine bakıp bu dönüşüme tanıklık etmek mümkündür.

Halk hikâyesi üzerine çalışan isim-lerden Pertev Naili Boratav, bu türün destan türünden sonra onun boşluğunu doldurmak üzere ortaya çıktığını ve des-tanın birçok vasıflarını taşımaya devam ettiğini söylemektedir. Destani gelene-ğin zayıflamasını, destanın asli karakte-rini tayin eden sosyal şartların ortadan kalkmasıyla ilişkilendiren Boratav, yeni sosyal şartların halk hikâyeciliğini do-ğurduğunu vurgu yapar. (135) Buradan hareketle destanı halk hikâyesine dö-nüştüren dinamiğin, yani dönemin sos-yal koşullarının, halk hikâyesini de ro-mana dönüştürdüğü söylenebilir. Sosyal şartların belirleyiciliği ve tarihsel itkiler birleşerek destan- halk hikâyesi- roman türlerinin çizgisel dönüşümüne tanıklık ederler.

Şükrü Elçin Halk Edebiyatına Gi-riş adlı çalışmasında “modern” ve “halk” hikâyelerinin benzerliklerine dikkati çe-kerken, bunları farklı dönemlerde aynı amaca hizmet eden türler olarak ele alır; hatta romanı da bu türlere dahil eder: “Türk halk hikâyeleri, zaman seyri ve coğrafya-mekân içinde “efsane, masal, menkabe, destan vb.” mahsüllerle bes-lenerek, dinî, tarihî, içtimaî hadiselerin potasında iç bünyelerindeki bağlarını muhafaza ederek milletimizin roman ihtiyacını karşılayan eserlerdir.” (444) Görüldüğü üzere Elçin romanın halk hikâyesinin işlevini üstlenen bir tür ola-rak doğduğuna değinmektedir.

Halk hikâyesinden romana uzanan süreci anlamak için halk hikâyesinin türsel özelliklerine bakmak gerekir. Halk hikâyeleri üzerine çalışmalarıyla tanınan Ali Berat Alptekin hikâyelerini “şekil ve muhteva” açısından ele al-maktadır. Çalışmanın bu bölümünde

Alptekin’in kitabının Halk Hikâyelerine Genel Bir Bakış başlığından hareketle, hikâyeciliğin şekil ve içerik özellikleri-nin romana kaynaklık edişi bağlamında örnekler üzerinden değerlendirilecektir.

Şekil özellikleri açısından halk hikâyelerine baktığımızda ilk olarak “nazım- nesir karışımı bir yapıya sahip olduğu” görülmektedir. Masal, efsane, menkabe ve fıkralarda pek görülmeyen bu özellik hikâyenin anlatım kısmında mensur, duygu ve heyecanı ifade eden bölümlerde ise manzum olarak söylen-mektedir. Anlatıcı hikâyenin mensur kısmında istediği değişikliği yapabilir; ana hatlarından sapmadan hikâyeyi ak-tarabilir. Manzum kısımlara gelince bu serbestlik ortadan kalkar. Bu noktada şiir olduğu gibi verilmek zorundadır. Bu özellikten hareketle Namık Kemal’in İntibah adlı romanını her bölümün ba-şında yer alan manzum parçalarla halk hikâyesinin uzantısı olarak ele alabi-liriz. Literatüre ilk edebî roman (Başlı 260) olarak geçen bu yapıtta her bölü-mün başında ilgili bölümle metonimik ilişki kurmaya yarayan bir beyit vardır. Genelde roman üzerine çalışan edebiyat tarihçilerinin divan edebiyatı ile ilişki-lendirdiği bu özellik, aslında anlatıcının yorumuyla, halk hikâyecilindeki işleviy-le ortaya çıkar.

Geldi sabah- ı rûz-ı civanîye infilâk Eyyâm-ı fitne erdi belâlar mübare-ği”1

Bu beyit yer aldığı bölümü âdeta tek cümleyle özetler; halk hikâyesindeki vurgusuyla manzum parça, anlatıda duygu ve heyecanın verilmek istenildiği bölümde kullanılmıştır. Romanda anla-tıcının mensur kısımlara dair şüphesi hissedilse de tüm manzum kısımlar aynı kesinlik ve coşku ile belirmektedir.

Romanda mensur bölümler hikâyedeki gibi ana izleğe bağlı kala-rak anlatıcının arzusuna göre değişmez

(4)

belki; ama anlatıcının –yani Namık Kemal’in- müdahaleci tavrı ve karak-terlere karşı tutumu farklı okumalara zemin hazırlar. Nasıl ki hikâye anlatıcı-sı her performansta farklı bir yaklaşım sergilerse; romanda da her okur kendi düzleminde farklı çıkarsamada buluna-bilir. Aslında bu anlatıcının romana uy-guladığı bilinçsiz baskının bir ürünüdür. Post-modern anlatıdaki çoğulcu okuma fikri, henüz türü kavrayamamış roman-cının üretiminde kendimi gösterir. Bu bağlamda Kemal kurguladığı kahrama-na yenik düşmemek için sürekli okura açıklama yapan “güvensiz” anlatıcı ko-numunda kalacaktır. Çünkü hikâye an-latıcısı tüm özgüveniyle dinleyicisinin karşısındadır ve gerektiğinde müdaha-le edebimüdaha-lecektir. Ama roman yazarının böyle bir şansı yoktur; o tüm olasılıkları düşünerek okuruna yaklaşması gereken kişidir. Bu yüzden de ilk dönem roman-larının ne gerçek bir romancı ne de ger-çek bir anlatıcı olamadığı, bir geçiş döne-minde kaldığı açıktır. Anlatıcının yerini romancı alana değin hikâye anlatıcısı değer kaybedecektir.

Benjamin’in “Hikâye Anlatıcısı” baş-lıklı yazısı hikâye anlatıcının kaybettiği değeri şöyle ifade etmektedir: “Adı size ne kadar tanıdık gelirse gelsin, hikâye anlatıcısının hayatımızda hiçbir hükmü yok çoktan uzaklaştı bizden gittikçe de uzaklaşıyor. (…) Bunun nedenlerinden biri apaçık ortada: Deneyim değer kay-betti. Üstelik daha da kaybedeceğe, dip-siz bir uçuruma düşeceğe benziyor.” (77) Benjamin’in hüzünle bahsettiği anlatıcı-nın performatif kimliğinin kaybı olarak beliriyor. Sözlü ve her üretimde deneyi-mini katan anlatıcı yazınsal üretimiyle değer kaybediyor. Bu bağlamda Benja-min hikâye anlatısının gerilemesiyle so-nuçlanan sürecin ilk belirtisi olarak ro-manın doğuşunu imlemektedir; romanı bütün diğer düzyazı türlerinden masal

ve efsane hatta novelladan ayıran nokta-nın onun sözlü edebiyattan gelmiyor ya da ona dönmüyor oluşuyla bağdaştırır. (80) Böylece hikâye anlatıcısı ve romancı arasındaki farka da dikkati çeken Ben-jamin romancıyı kendisini deneyimden yoksun bırakan tek başına birey olarak niteler. Hikâye anlatıcısı halktan aldığı deneyimle halka dönerken romancı ken-disini tecrit ederek halkın deneyimin-den yoksun bir üretiminin yalnızlığına mahkûm olacaktır.

Hikâye anlatıcının canlı ve mü-kemmel hafızası (Dégh 354) roman an-latıcısıyla işlevini yitirir. Metni üreten, ileten ve her üretimde kendiliğini katan anlatıcılar yerine ilk ve son sözün sahibi mutlak anlatıcının kesinliği belirir. Bu değişmezlik her okumada kendini gös-terir; her hikâye performansı yeni bir anlatı parçasıyken romanla anlatıcının yurt edinmesi söz konusu olur. Artık anlatıcının-“yazarın en önemli erdemi hafızası” (355) değildir.

Linda Dégh’in makalesine göre sö-zel anlatıda mesele kusursuz hikâye an-latıcısı olmaktır; yazılı kültürde ise ki ilk metinlerin büyük bir kısmının kusurlu metinler olduğu göz önüne alındığında anlatılanın inandırıcı ve toplumsal iş-levi dolayımıyla ders verici bir kurgu ile üretilmesi gerekmektedir. Sözelde tüketim aşamasında anlatıcı tepkileri rol oynarken romancı öngörülü ve hatta önsezi olarak tepkileri tahmin etmek du-rumunda kalır. Romancının bu konumu onu içgüdüsel yönlendirmeleri ve pratik bilgisiyle halk hikâyecisinin ardılı olma-ya mecbur kılar

Dégh kusursuz hikâye anlatıcısı-nı repertuarı geniş olan anlatıcı ( 357) olarak niteler. “Halk hikâyesi anlatı-cısı bilgisinin tanınmasını elde etmeye çalışmaz ve gözden kaybolur. Eserinin arkasında isimsiz, alçakgönüllü kalır.” Dégh’in bu alıntısından hareketle, halk

(5)

hikâye anlatıcısının kişiliği hakkında karara varılamadığı bilgisi göz önün-de tutulduğunda Tanzimat yazarının ( anlatıcısının) kişiliğini ortaya koymak için her türlü yola başvurduğu görülür. Tanzimat yazarı metinlerinde fikirleriy-le vardır; kusursuz roman yazarı, Tan-zimat döneminde toplumsal meseleleri yansıtan ve onlara duyarlılık gösteren kişi olarak belirir.

Güzellerin ve çirkinlerin tasviri-nin tıpkı masallarda olduğu gibi kalıp-laşmış cümlelerle ifade edilmesi halk hikâyesinin şekil özelliklerindedir (Alp-tekin 13) ve bu tarz zıtlıkların kalıplaş-mış ifadelerle yapılması roman türünün ilk örneklerinde fazlasıyla bulunmakta-dır. Tanzimat romanında güzeller çok güzel, çirkinler çok çirkin; iyiler çok iyi-dir ve bunlar klişe ifadelerle aktarılır. Halk hikâyeciliğinde hafızada kalırlığı pekiştirmek için kullanılan bu yöntem, roman için bir alışkanlığın devamı ola-rak yer alır. Literatürde uzun süre ilk roman olarak kabul edilen Taaşşuk-ı Tâ’lat ve Fitnat’ta yer alan Tâ’lat’ın tasviri o dönemin genç erkekleri için romanlarda kullanılan bir izlek olarak belirir: “…On sekiz- on dokuz yaşında, yüzünde hâlâ tüy-tüs yok, gayetle güzel, gecelik esvabıyla giyinmiş bir nev-civân oturup başını eline dayatmış ve yastığın üzerinde bir kitap açmış, fakat gözlerini kitaba değil, karşısındaki duvara dikip derin derin düşünmeye bakmış hayran hayran bakakalmıştı.” (1)

Bu bölümdeki efemine tavır ve gö-rünüşün sahibi Tâ’lat, Tanzimat romanı-nın âşık erkek protipini de oluşturmak-tadır. Yukarıda değindiğimiz İntibah romanın baş erkek karakteri, Ali Bey de aynı çizginin devamında yer alır. Naiflik, iyilik ve güzellikleriyle romanlarda yer alan erkeklerin karşısında, iyi ve kötü kadın karakterler de aynı şekilde kalıp ifadelerle aktarılmaktadır. Jale Parla

Babalar ve Oğullar: Tanzimat Roma-nının Epistemolojik Temelleri adlı kita-bında, kadınları iki başlık altında topla-yarak adi zevklerin peşindeki kadınları “Lezaiz-i Süfliyye”, masumiyetini teslim ettiği kadınları ise “Ezvak-ı Ulviyye” ola-rak niteler. Bu sınıflandırma beyaz ten-li, sarışın kadınların iyi ve melek huylu; esmer ve her şeyden çok cazibesiyle or-taya çıkan kadınların ise şeytan olarak belirtilir; Tanzimat romanında kadın ka-rakterler bu genellemelerin altında klişe sözlerle anlatılmaktadır.

Sözlü kültürden yazılı edebiyata ge-çişte diğer bir önemli nokta realist halk hikâyelerinin belirmesiyle ortaya çıkar. Pertev Naili Boratav, bu tür hikâyeleri 19. Yüzyıl meddah hikâyelerinin kitaba geçirilmiş ilk şekilleri olarak kabul et-mektedir. (99) Halk hikâyelerine naza-ran daha gerçekçi oluşlarıyla beliren bu metinler konu ve anlatı bakımından ro-manın halk hikâyesine dayanan bir tür olduğunu ortaya koyarlar. Bu bağlamda sözel üretimden yazılı edebiyata geçişte ana malzemenin realist halk hikâyeciliği olduğunu söylenebilir. Temel izleğin genç ve tecrübesiz erkek, kurtarıcı baba (ya da padişah) ve iffetsiz güzel kadının ekseninde dönen bu anlatılarla, modern-leşmenin temel sorunlarından olan alaf-ranga aşkın edebî bir mesele olabileceği sonucuna varılır. Tanzimat Fermanı yeni bir sosyal hayatı dayatırken kadı-nın nasıl konumlandırılacağı sorunsalı önce realist halk hikâyesi düzleminde ardından roman üzerinden çözülmeye çalışılır. Erkek karakteri kurtarma mo-tifi üzerine kurulu bu son dönem sözlü, ilk dönem yazılı anlatılarda karşımıza çıkan temel sorunun kadının tehlike olarak algılanışını hâlâ değişmemesidir. Tanzimat dönemi erkek karakterleri; Ali Bey, Felatun Bey, Bihruz Bey gibi yitik karakterler “tehlikeli kadın kurbanı”2

(6)

gelene-ğini devam ettirirler. Zaten ilk dönem halk anlatılarında yer alan fitneci kadı-nın varlığı hatırlakadı-nınca anlatıcıkadı-nın bakış açısının 15. yüzyıldan itibaren değişme-diği ve roman anlatıcının da olumsuz kadın tipine aynı açıdan yaklaştığı görü-lür. Yine temel motif babasızlığa, sözlü ürünlerden yazılıya geçiş aşamasında ve ilk dönem metinlerinde sıkça rastlanır. Ölen babalar en klişe tabiriyle “melek gibi adam, hiçbir vakit karısına kötü söz söylemeyen ve iman sahibi” (Sami 5) ola-rak aktarılır.

Alptekin’in değerlendirmesin-den içerik özellikleri bağlamında halk hikâyelerine baktığımızda genellikle aşk ve kahramanlık konularının seçil-diğini bazen de bu iki konunun birlikte işlendiğini görmekteyiz. (19) ilk roman örneklerine de bu konu paralelliğinde baktığımızda özellikle Halk hikâyesinde görülen âşık olma motiflerinden “İlk Gö-rüşte Âşık Olma” (20) Tanzimat yazının-da sıklıkla karşımıza çıkar. ilk roman örneklerinden Taaşşuk-ı Tâ’lat ve Fıtnat ve İntibah’taki ana karakterler ilk ba-kışta birbirine âşık olmuşlardır. Tâ’lat tanımadığı bir evin penceresinde gördü-ğü Fıtnat’a ilk görüşte vurulur. Yine Ali Bey, Mehpeyker’i gördüğünde daha önce hiç hissetmediği bir duygu ile sarsılır. Halk hikâyeciliğinde görülen ve roman-da roman-da izlerine rastlanan diğer bir motif ise “Aynı Evde Büyüyen Kahramanlar Kardeş Olmadıklarını Öğrenince” âşık olmasıdır. Ahmet Mithat’ın Yeryüzün-de Bir Melek adlı romanında aynı evde büyüyen iki çocuk ilk gençlik dönemiyle birbirlerini âşık olurlar ve halk hikâyesi geleneğinde olduğu gibi bin bir güçlük-le karşılaşan bu gençgüçlük-lerin aşkları mut-lu sonla biter. Bu motifin aile ilişkileri bağlamında çeşitli versiyonlarına da ilk roman örneklerinde rastlanır. Özellikle anne-oğul ve baba- kız arasındaki ilişki-ler düzleminde verilen bu yanlış

anlaşıl-malara örnek olarak Taaşşuk-ı Tâ’lat ve Fıtnat’ta babasıyla evlendirilen Fitnat ya da Ahmet Mithat Efendi’nin Çengi romanında annesine âşık olan evlât ve-rilebilir.

1851 yılında İstanbul’da basılan Vartan Paşa tarafından yazılan Akabi Hikâyesi Ermeni harfli Türkçe bir metin olduğu için Tanzimat yazınında kabul görmez. 1991’de Tietze tarafından yayına hazırlanan baskı ve Tietze’nin ikna edici önsözü ile “ilk modern roman” olarak ka-bul görmeye başlayan bu metin hem ko-nusu, hem de anlatıcının üslubu ile sözlü hikâyeden yazılı anlatıya geçiş noktasın-da bulunur. Roman içerdiği siyasi- sosyal arka planın yanı sıra imkânsız aşkı ya-şayan iki genci konu edinmektedir. Halk hikâyeciliğinin temel konularından biri olan kavuşamayan aşıkların trajik sonu bu anlatıda ortaya çıkar. Üstelik mese-lenin mezhep ayrılığı ve dönemin Erme-ni cemaatiErme-nin sorunları üzerinden ele alınması realist öğeyi artırarak gerçek-çi halk hikâyeciliğinden romana gegerçek-çişi imler. Romanda birbirine kavuşamayan aşıklar Hagop ve Akabi’nin anlatısı kimi kaynaklarda Divan edebiyatı ve Batı edebiyatının etkisi üzerinden okunmak-tadır. Tietze önsüzünde bu aşkı dünya edebiyatında sık sık ele alınan Romeo ve Juliet ile ilişkilendirir; Gonca Gökalp ise “Hagop’un tutkulu, fedakar, hassas bir aşık kimliği göstermesi, Divan ede-biyatından ve halk edeede-biyatından gelme özelliklere göre açıklanabilirse de, onun daha çok Fransız usulü bir aşık kimliği taşıdığı”nı bildirir. Divan şiirine yakın bir estetiğe dayandırdığı bu aşkı Batı edebiyatının Ortaçağ dönemi eserlerinde görülen ve dönemin şövalyelik anlayışı-na göre şekillenen “saraylı aşkı” (courtly lovelamour courtois), seven ve sevilen ilişkisi bakımından ele alır. (189) Ömer Faruk Akün ise acı çeken ve sevgilisine ulaşmak için çaba gösteren aşık

(7)

konu-muna koyduğu Hagop’u Divan gelene-ğindeki aşıkla ilişkilendirir; tek farkın ise bu aşkın faklılığı olduğuna vurgu ya-par. Bu ayrılığın aileler ve mezhep çatış-ması sebebiyle olduğu düşünüldüğünde bu izleğin Kerem ile Aslı hikâyesinde de din ayrılığı üzerinden anlatıldığı bilin-mektedir. Aslı’ya kavuşan Kerem’in ona elini bile süremeden aşk ateşiyle yanıp küle dönmesi ve küllerinden Aslı’nın da ölmesi aşıkların kavuşmasını öteki dün-yaya bırakmıştır. Aynı şekilde Akabi Hikâyesi’nde aşıkların tam kavuşacak-ları anda önce Akabi bu kavuşamadan habersiz zehir içer ve Hagop da onun ke-derinden ölür.

Modern Türk edebiyatının kuruluş dönemine ilişkin yapılan çalışmalara bakıldığında ilk dönem romanlarının batılı metinlerden adapte edildiği; divan geleneğinden beslendiği ve kaçınılmaz olarak da halk hikâyecilinden yararlan-dığı sonucuna varılmaktadır. Bu genel-lemeyi yaparken halk hikâyeciliğinin ikincil konuma itilmesi tamamen sözel ve yazılı ürünler olmasıyla ve gerçeklik düzlemlerindeki farkla açıklanabilir. Oysa ki yukarıda da birer geçiş döne-mi eseri olarak değinilen Realist Halk Hikâyeleri sözlü ürünlerden yazılı me-tinlere romandan daha önce geçildiğini ve bunların da halk hikâyesine nazaran daha gerçekçi bir üslupla yazıldığı ve aynı şekilde Tanzimat dönemi konula-rına değindiği görülmektedir. Özellikle aşk anlatıları ve kadın sorunsalı yakla-şımları bağlamında ortaklıklarıyla beli-ren bu eserler romanın tür olarak Batı kaynaklı olsa da iç dinamiklerin etkisiy-le şekiletkisiy-lendiğini gözetkisiy-ler önüne sereretkisiy-ler. Halk Hikâyeciliğinden gelen alışkanlık-la hareket eden roman analışkanlık-latıcısı sözel bir ürünü yazılıya dönüştürdüğünün farkında olmaksızın bunu içgüdüleriyle gerçekleştirir. Namık Kemal’in sürekli okurunu uyararak bu kadına (İntibah’ta

yer alan Mehpeyker’e) dikkatli ol diye-rek okura seslenişi, her fırsatta “Ey kari” bak beni dinlemezsen yanılırsın uyarı-sıyla okuru dinç tutmaya çalışan Ahmet Mithat Efendi’nin müdahaleleri onların birer romancıdan ziyade “hikâye anlatı-cısı” olmalarından kaynaklanmaktadır. Tanzimat yazının temel sorunu aslında halk hikâyesi geleneğine göre davranan romancının Batılı roman ölçütlerine göre değerlendirmesidir.

NOTLAR

1 Gençlik gününün sabahı açıldı, belâların müba-reği olan kargaşa günleri geldi. (a.g.e 31) 2 V.b.a.

SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA

Ahmet Mithat Efendi. Felatun Bey ile Rakım Efendi. Yayına haz. Şerife Baş Çağın. İstanbul: Özgür Yayınları, 2008.

Ahmet Mithat Efendi. Yeryüzünde Bir Melek. Yayı-na haz. Nuri Sağlam. Ankara: TDK Yayınları, 2000.

Alptekin, Ali Berat. Halk Hikâyelerinin Motif

Yapı-sı. Ankara: Akçağ Yayınları, 1997.

Bascom, William. “Halkbilimi, Sözlü Sanat ve Kül-tür” Halkbiliminde Kuramlar ve Yaklaşımlar 2. Haz. M. Öcal Oğuz ve Selcan Gürçayır. Ankara: Geleneksel Yayınları, 2006. 63-73

Benjamin, Walter. Son Bakışta Aşk. Haz. Nurdan Gürbilek. İstanbul:Metis Yayınları, 1993. Başlı, Şeyda. Osmanlı Romanının İmkanları

Üzeri-ne. İstanbul: İletişim Yayınları, 2010.

Boratav, Pertev Naili. Halk Hikâyeleri ve Halk

Hikâyeciliği. İstanbul: Adam Yayınları, 1988. Dégh, Linda. “Hikâye Anlatıcılar” Halkbiliminde

Kuramlar ve Yaklaşımlar 2. Haz. M. Öcal Oğuz ve Selcan Gürçayır. Ankara: Geleneksel Yayın-ları, 2006. 354-375

Dino, Güzin. Türk Romanının Doğuşu. İstanbul: Agora Kitaplığı, 2008.

Finn, Robert P. Türk Romanı (İlk Dönem/

1872-1900). Çev. Tomris Uyar. Ankara: Bilgi Yayıne-vi, 1984.

Namık Kemal. İntibah. Yayına haz. Selda Akyol. İs-tanbul: Özgür Yayınları, 2008.

Oğuz, M. Öcal ve diğer. Der. Türk Halk Edebiyatı El

Kitabı. Ankara: Grafiker Yayınları, 2004. Parla, Jale. Babalar ve Oğullar: Tanzimat

Romanı-nın Epistemolojik Temelleri. İstanbul: İletişim Yayınları, 2009.

Sami, Şemseddin. Taaşşuk-ı Tâ’lat ve Fıtnat. Anka-ra: Akçağ Yayınları, 2009.

Referanslar

Benzer Belgeler

Yaşamın temel eğilimlerinden biri, insanın kendini, muhitini ve yer- küreyi anlamlandırma girişimidir. Bazı zümreler ise tanıyı koymakla yetinmeyerek kendi bulgularını

İstanbuldan ikinci kez-saglık ncdeniyle-ayrılacağım günlerde, evine telefon ederek,karsımıza çıkan,vefalı hanıma,Hazlı Hanıma dualarımızı ilet­ mesi

7 ça lış ma la rın da ben zer bir so nu - ca ulaş mış ve TME ke mik ya pı sın da ki ile ri de je ne ra tif de ği şik lik le rin re dük te ol ma yan disk dep las ma nıy la

In conc lu si on, le ech in fes ta ti on must be kept in mind in the dif fe ren ti al di ag no sis of unu su al res pi ra tory dis tress, no se ble e ding, and blo od spit ting es pe

grup (22 kişi), üstündekiler ise 2.grup (28 kişi) olmak üzere ayrılmış, her frekansta sağ ve sol kulakları, bağımsız t-test kullanılarak karşılaş- tırılması

İkinci Mahmut, dahilî, harici bir çok gailelerin ortasında yeni bir devir açmağa savaşmış büyük şah­ siyetlerimizden biridir.. Onu sefahate, işrete doğru

Bu araştırma ile yardımcı sağlık personelinin politik engellenmişlik, uzmanlığa yatırım, evrensel personel uygulamaları, eşitlik, iş arkadaşlarına

This experiment of evaluation of deep learning models for face mask detection is implemented on Google Colaboratory (Colab Notebook) that runs on the cloud. The