• Sonuç bulunamadı

Boğaziçi'nin neşeli yalılar semti Arnavutköy

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Boğaziçi'nin neşeli yalılar semti Arnavutköy"

Copied!
7
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Ptur

it»

Y

us

ııl

( \

uU

fc>y CONSTANTINOPLE. Vuo G&nórnlo d’Arnftoutkouy but 1aCôte d’Europe, Bosphore | General viow oí Arnnoutkouy, European Const, Bosporus.

(2)

Boğaziçi’nin, daha Roma çağında bile oturulan ve yaşanan, şehre de en yakın köylerinden biridir Arnavutköy. Adı, tüm Roma, Bizans ve Osmanlı dönemleri boyunca gözler önüne hep zengin bir atlas kumaş serip sergileyen nüfusunun alacalı renklerinden birini yansıtan bir zenginlikle, asılla- rı Dalmaçya kıyılarından (oraya da belki İskandi­ navya’dan) gelme insanları anlatıyor, Arnavutların köyü.

Kuru tarihe başvurduğunuzda, Büyük Konstan- tin’in Hazreti Mikail adına bir kilise yaptırdığını, Justinianus’un onu yenileyerek daha büyük bir bina çıktığını, Latin istilasında yağmalanan mabe­ din taşlarının Fatih tarafından Rumeli Hisarı inşa­ atında kullanıldığını, Arnavut adının ise buraya 1500’ler ortasında verildiğini öğrenirsiniz. Ama nüfus, tarih boyunca, önce Musevi sonra Rum ağırlıklı olmuş. Birinci Cihan Harbi öncesinde yazdırılmış Şirket-i

Hayriye’nin eserin­ de, 168 evd e 493 Tü rk/M üslüm an,

975 e v d e 5973

Rum yaşadığı yazı­ lı. 1877 büyük yan­

g ın ın d an sonra

M u se vile r burayı terk etmiş, yerlerini zamanla Türk/Müs­ lüman nüfus almış. Köy, kısmen p o y ­ raza, daha çok da gündoğusu rüzgarı­ na açık. O yüzden yangınlara karşı ri­ zikolu bir konumu

iSomtû-nti HOpfc 3’fltnaoulft

Arnavutköy, bir zamanlar ağaç zenginliği ve sebze meyve bereketliliği ile bilinirdi. Modernleşmenin sonuçlarından etkilense bile, bugün de Boğaziçi’nin yeşil köşelerinden biri. / Arnavutköy used to be famous for its woods, orchards and market gardens. Despite the modern building spree, the area is still one of the greenest on the Bosphorus.

The district o f Arnavutkoy on the European shore o f the Bosphorus was one o f the closest villages to Istanbul and inhabited as early as Roman times. The name, meaning Albanian Village, is derived fro m the fa ct that centuries later settlers fro m the shores o f Dalmatia (who may have migrated there f r o m S c a n d in a v ia ) m ade th e ir hom e in

Amavutkoy.

The history books tell us that Constantine the Great had a church dedicated to St. Michael built here, which was rebuilt on a larger scale by the Emperor Justinian. The church was looted during the cru­

sader invasion o f Istanbul in Byzantine times, and stones from the ruined building used by Mehmet II in the construction o f Rumeli Hisan fortress in the m id-fifteenth century, p r io r to the conquest o f Istanbul.

Despite the name Arnavutkoy, which dates fro m the mid-1500s, the population seems to have been m ainly Jewish f o r most o f the village’s history, only in later times the balance chang­ ing in favour o f the Greeks. A p u b lica ­ tion o f the §irket-i H ayriye (Is ta n b u l F e r r y b o a t Com pany) written just before the First W orld W ar gives the p o p u la tio n as 493 Turks a n d M u slim s in 168 households, a n d

(3)

İstanbul’un bajka semtlerindeki yalılar ‘ağırbaşlı’ bir görüntüye sahipken, Arnavut- köy’dekiler cephelerindeki aynalar, işlemeler, saçaklar, balkonlarla adeta bir kuş yuvası gibidir. / While the yalı, or waterfront houses, elsewhere along the Bosphorus are severe and dignified in character, those of Arnavutköy are jaunty in spirit, with their carvings, eaves and balconies.

Kıyıdaki Musurus Paşa yalısı ve arka

korusunu satın

alan Amerikalılar, o gen iş a ra ziye ünlü Kız Koleji’ni oturtmuşlar. Kıyı­ ya da, bitişik yalı­ ların kolyesi dizil­ miş. Ama yukarı­ daki te p e le rle , aşağıdaki geniş su yolu , yani den iz arasında tutunmuş olan bu köy, sade­ ce kuru tarihle an­ latılamaz ki.

Önce onun, bitki dünyası, yani ağaç zenginliği ve ünü tüm ülkeyi tutmuş sebze ve meyve bereketli­ liği var.

Ulu ağaçları, denizi seyreden yamaçları boydan boya kaplıyor. 19. yüzyılda Batılılaşma süreci içinde gelip buraya yerleşen Amerikan Kız Kole- ji’nin, Atlantik ötesi mimarisini sergileyen güzel taş yapılarının arasını dolduran ulu çamlar, çınar­ lar, çitlenbikler, sonra her bahar beyaz ya da pembe şamdanları ile donanan at kestaneleri ve bütün Boğaziçi gibi bu yeşilliklerin arasını da, her yılın Nisan aylarında, bir ressamın paletinde oldu­ ğu gibi siklamen tonları ile renklendiren, boya­ yan, erguvanlar, bu ağaç bolluğunun yeterli ka­ nıtlarıdır.

Ulu çınarlar, denize bakan yamaçlarla yetinmez. Tepelerin arkasında 1950’lerin bir yerleşimi olan Etiler semtine doğru çıkan vadiler, çukurlar ve arazi yarıkları boyunca da,

boy atıp serpilip dururlar. O ana yokuşun üstünde, Etiler’in hemen yamacında tutunup kalmış bir Rum ki­ lisesinin ve küçük mezarlı­ ğının üstünü, aynı ulu çı­ narlar örter ve üç mevsim boyunca, güneşin ışığına karşı, koyu yeşil gölgeleri­ ni yerlere serperler. Orada eski bir mezarlık bekçisi­ nin açtığı ilk küçük m ey­ hanenin önündeki tenha teras, yıllar boyu nice tabi­ at aşığına ve keyif ehline, yani sadece mey düşkünü olmayan, ama içine biraz su katınca boz bir renk alı- veren o “aslan sütü” ile be

5973 Greeks in 975 households.

The Jewish popula- tio n ha d m oved away a fte r the great fir e o f 1877 a n d th e ir p la c e was taken by

M u s l i m s .

A rn a v u tk ö y was particularly at risk from fires, because o f its exposed posi­ tio n to easterly w inds a n d to a lesser e x te n t to northeasterly winds which caused fires to spread quickly among the timber houses.

In 1871 A m ericans purcha sed the w aterfront house o r yah o f Musurus Paşa and the wooded park behind, and established the American College f o r Girls. But such dry facts do not do justice to the p icturesqu e atmosphere o f Arnavutköy, whose seafront is lined with pretty wooden houses, and whose narrow streets and lanes climb up the hill­ side behind.

Once upon a time Arnavutköy was best known f o r its woods o f great trees behind the village, and its famous orchards and market gardens whose fru it and vegetables were known throughout the coun­ try.

The grounds o f the American College, now coedu­ cational, is still filled with great pines, planes, net­ tle trees, horse chestnuts - whose candles o f white and pink blossom light up the woods every spring, a n d o f course the Judas trees whose brilliant cycla­ men c o lo u re d blossom splashes colo u r along the shores o f the Bosphorus in A p ril. The huge p la n e s were then not confined to the hillsides facin g the sea, but fille d the valleys and bowls reaching up to the district o f Etiler, which has become built up since the 1950s. For three seasons o f the year they threw their dark green shade over a Greek O rth o d o x c h u rch and its small cemetery on the slope beneath Etiler. Nearby was a small tavern owned by a fo rm e r

(4)

ceme-Ç e ti n K o rk m a z A rc h iv e o f Ç e lik G ü le rs o )

Yakın zamana kadar denizin hemen kıyısında olan Arnavutköy yalıları, yol düzenlemeleri nedeniyle artık daha içerdeler. / The waterfront houses of Arnavutköy as they were before the new coast road was built.

raber, onun yanında, biraz kavunla, biraz yeşil bi­ berle, biraz beyaz peynirle, ama biraz da dost sohbetiyle ve çevrede durmadan şakıyan isketele­ rin, ispinozların ve hele de bülbüllerin konseri ile, mest olan, yani kendini ve yaşamın dertlerini unutan insanlara kucak açmıştı.

Tabiat, Boğaz’ın bu köşesinde semalara yükseltti­ ği ulu ağaçları ile yetinmiyordu: Yerleri önce ye­ şil, biraz dikenli olan bir yeşil bitki ile örtüyor, sonra bu zahmetli ve umut da vermeyen sık yap­ rakların içlerini, sürprizli bir bereketle, Tanrısal bir lütufla, yine her bahar, pembe-beyaz meyve- ciklerle dolduruveriyordu.

Arnavutköy’ün köy adı ile beraber paralel giden ve “otomatik bir çağrışım” yapan, ünlü çileği! Bu sevimli meyve, elle birer birer toplandığında ve ince, dar, uzun sepetlere doldurulduklarında, son bir armağan ve yeni bir sürpriz olarak, önce onla­ rı toplayan insan ellerini, sonra tüm çevrelerini, baş döndüren, tatlı, latif bir koku ile parfümlüyor- du. Hiçbir likör, bu taze “rayiha”yı tam yansıta­ mazdı.

Arnavutköy’ün pembe-beyaz küçük çilekleri, sa­ dece bostanlarını, bahçelerini ve evlerin mutfakla­ rını değil, şehre taşınmak üzere sepetlerle istif

tery keeper. For many years its peaceful terrace attracted those who enjoyed the combined pleasure o f green surroundings with a glass o f aniseed Jlavoured raki, the so-called ‘lio n ’s m ilk ’, which takes on a milky white colour when mixed with water, accom pan ied by sm all plates o f melon, green peppers, and white cheese. There the time passed so pleasantly, with a little friendly conversa­

tion, and the chorus o f titmouses, chaffinches and nightingales, that all on e’s troubles faded out o f sight and mind.

Nature was not content ju s t to send high trees th ru s tin g in to the sky in this c o r n e r o f the Bosphorus. The grou n d was covered by a green undergrowth o f thorny bushes, within whose thick unpromising leaves were hidden a surprise gift o f G od each sp rin g when the p in k -w h ite f r u it s appeared. These were the celebrated Ottom an strawberries associated with Amavutkoy! This deli­ cious fruit, picked one by one and packed into tall narrow baskets, is now a rarity. But in its more abundant days it used to make a delightful gift, fillin g the a ir with its delicate fragrance which no preserve or liqueur could quite capture.

(5)

Y u su f L a k

edildikleri, semtin küçük ve resimsel vapur iskelesini de, her bahar sinen ve haftalarca çıkmayan kokulan ile dolduruyor ve az sayıdaki yolcunun

başını döndürüyordu. g

Bunları, yitip gitmiş bu bereketi, çilekf deyince “kuşbaşı et” boyutlarında ve = görüntüsündeki hormonlu ve garipâ meyveleri tanıyan günümüz insanına anlatmak, kolay değil. Arnavutköy’de bundan 20-25 yıl önce, toplam 400 dekarlık tarlalarda 25-35 bin kilo Os- manlı çileği, 40-45 bin kilo da frenk çileğinin elde edildiğine herkesi inan­ dırmak da kolay değil. Hem de, bu­ günkü gibi 15-20 milyonluk değil, 1 milyonun altındaki bir şehre, bu üre­ tim!

Arnavutköy, sadece ağaç, çiçek, mey­ ve cenneti de değildi: Birbirinden se­ vimli ve tipik yapıların ve o evlerde oturup birbiri ile en candan, en sıcak dostluk ve komşuluk ilişkilerini kur- ’ muş olan insanların dünyası idi.

Bu İkincisini, İstanbul’un ve Anado­ lu’nun her köşe-bucağında bulurdu­ nuz.

Ama “tipik ve karakterli yapı” bahsin­

de bu Boğaz köyünün, şehrin öbür mahallerin­ den ayrılan özellikleri vardı: İstanbul’un bütün semtleri, daha çok barındırdıkları nüfusun iç do­ kusundan ileri gelen bir görüntüyle, epeyce

deği-Arnavutköy’den Etiler’e çıkan yokuş üzerindeki birkaç bahçe. Rum kilisesi, semtin geçmişine uzanan bir köprü gibi. / Some gardens on the hill leading up from Arnavutköy to Etiler. The Greek Orthodox church is like a bridge linking present to past.

Amavutkoy grown in the market gardens and p ri­ vate gardens o f Amavutkoy were so plentiful that the scent hung f o r weeks in the a ir around the tiny picturesque ferry terminal fro m which the straw­

berries were sent to the city markets, intoxicating the few passengers.

Those strawberries were not to be compared with the meaty red lumps fe d with hormones which are sold as strawberries today. Two o r three decades ago the strawberry fields o f Amavutkoy covered 40 hectares (100 acres) and produced between 25,000 a n d 3 5 ,00 0 kg o f O ttom a n straw berries an d 40,000 to 45,000 kg o f European strawberries each year. It is hard to make anyone believe these f ig ­

ures today. And this level o f production was more­ over at the time when Istanbul’s population was less than a million, not 15-20 million like today. Amavutkoy was not just a paradise o f trees, flowers and fru it, but a place where the inhabitants o f those lovely old wooden houses were a close knit community o f neighbours and friends. Indeed, the same was true f o r every p a rt o f Istan bul and

Turkey in those days.

B ut each district was d istinct in a rch itectu ra l terms, each reflecting the diverse origins and social status o f their inhabitants. The great konaks o f Divanyolu, Beyazit and Suleymaniye, painted in

(6)

Y u s u f Uça k

şik mimarilere sahip

idiler. D iva n yo-

lu ’nun, B e y a zıt’ın, Süleymaniye’nin ko­ ca konakları* içerle­ rinde çok zenginlik­ ler ve görkemler sak- lasalar da, dıştan, o kavuklu, üniformalı, kılıçlı-madalyalı sa­ hipleri gibi, ağır otu­ raklı, sakin ve dura­ ğan cepheler göste­

rirlerdi. Bu yapıların boyaları bile ağır başlıydı. Kül rengi, tahin rengi.

Boğazın koca yalıları, aynı ağır başlılıktaydı, ama eski yapılar sadece aşı boyası, yani koyu kırmızı kalırken; daha yeniler, renklerinde neşeli tonlara kavuşurdu: Süt beyazı cepheye, yeşil veya sarı panjurlar gibi...

Arnavutköy’dekiler ise, hem renk tonlarını artırı­ yor, hem de son kalan örneklerde bugün de görü­ lebileceği gibi, cephelerindeki oymalar, işlemeler, saçaklar, balkonlarla, adeta birer “kuş yuvası” gö­ rünümü kazanıyorlardı.

Köşe başlarındaki manavlar, bakkallar, girişlerini ta tepelere tırmanan birer asma ile gölgelendiriyor; kaldırıma yerleşen lakerdacılar, çirozcular, cam kutularını, astıkları ampul dizileri ile ışıklandırarak, o köşeyi birer tablo güzelliğine çeviriyorlardı. O oymalı, işlemeli, süslü evler, ruhsuz birer yapı değillerdi. İçlerinde duygulu, duyarlı insanları ba­ rındıran birer rüya, birer keramet, birçok incelik taşıyan küçük gezegenler halinde yaşıyorlardı. Ya­ şadığım şu örnekte olduğu gibi:

serious colours like ash grey o r c in n a ­ mon brown, present­ ed an earnest and d ig n ifie d a p p e a r­ an ce, lik e a stiff, u n ifo rm e d arm y o ffic e r on para d e, bu t w ith in c o n ­ tained lavish m ag­ nificence.

The exteriors o f the huge y a lis o f the Bosphorus had a similar stark dignity, and in ear­ lier centuries were only painted a dark red ochre. Not until the 19th century did they acquire more light-hearted tones, such as white walls and green o r yellow painted shutters. The wooden houses o f Amavutköy, as the last survivors show, were paint­ ed in a wider range o f colours and adorned with intricate carving and other decoration on their eaves and balconies, so that I have always likened them to lovingly made birds nests.

The grocer’s shops and greengrocers on the corners grew creepers at their doors and trained them over the entrance to provide agreeable shade. The ven­ dors o f lakerda ( salted bonito) and çiro z (dried and salted mackerel) who amayed their wares on the pavements in the evenings, lit up their glass jars with strings o f light bulbs, transforming that

com er into a charming scene.

The carved, decorated houses o f Amavutköy were not soulless structures, but each a tiny, uniquely crafted world, inhabited by people o f sensitivity. One day in the early 1980s, when I was driving

Haftasonu balıkçıları için Amavutköy sahili, Boğaziçi'nin vazgeçilmez köşelerinden biri. / Amavutköy on the Bosphorus Is a favourite spot for fishing at weekends.

(7)

Ç e ti n K o rk m a z

1980’li yılların başında bir gün otomobille sahilden Etiler’e çıkarken, ilk iç meydancılığın üstünde, kö­ şe başında yer alan tipik bir ev dikkatimi çekti. Ani bir kararla şoföre arabayı durdurup kapısını çaldı­ ğımda, ben daha “evlerini bir bağış olarak onar­ mak” arzumu dile getiremeden, kapıyı açan hanı­ mefendi, beni gülümseyerek içeri davet ediyor ve “rüyasını gördüğü bu ziyareti kaç gündür bekledi­ ğini” dile getirerek, beni hayretlere garkediyordu. Arnavutköy evleri sadece rüya, keramet ve hayret üretmekle de kalmaz ama. O oymalı, aşmalı, süslü yuvalar nice anılarla da yüklüdür.

1937 yılında 7 yaşındaki Çelik (babasını yeni kay­ betmiş bir yetim), eli annesinin elinde, kıyı yolu üzerinde zengin ve uzak bir hısımlarının yalısına günübirlik bir ziyarete, bir öğle yemeğine gelir.

th ro u g h A rn a v u tk ö y up to E tiler, a ty p ic a l Arnavutköy house caught my eye on the com er o f the first small square. On the spur o f the moment I asked the driver to stop, and knocked on the door, intending to offer funds to renovate the house. But before I could say a word, the lady who opened the door smiled and invited me in. She said that she had foreseen my visit in a dream, and had been waiting f o r me f o r days. I was astonished.

The houses o f Arnavutköy not only foster dreams, miracles and astonishment, hut are fille d with memories. In 1937 the 7 year old Çelik (who had just lost his father), walked, hand in hand with his mother along the seafront to spend the day with some wealthy distant relatives at their yah. For the adults the day passed in eating and conversation,

Gün boyu, büyükler için ziyafetle ve sohbetle, ço­ cuklar için ise oyunlarla geçer. Karşıda masmavi deniz, yanda ve arkalarda yemyeşil bahçeler, ko­ caman bembeyaz çiçeklerini açmış manolyalar, hepsi birer masal sahnesi gibidir. Ayrılma saati gel­ diğinde, evin çocukları koro halinde ısrar ederler: “Çelik yatıya kalsın!”. Annesi gencecik Münevver Hanım ne yapsın, onu bırakıp merdivene yöneldi­ ğinde, küçük Çelik gözyaşlarına boğulur: “Beni bı­ rakma!”. O gün, ana-oğul, yürekleri mutluluk dolu ve el-ele, evlerine dönerler.

Sonra yıllar, yıllar geçer. Devran döner, doğanın acımasız yasası işler: Anne, akıbet, oğlunu bırakır gider.

Kimler, şimdilerde nasıl bilsin: 70 yaşına gelen Çe- lik’e, yalılar, arabalar, manolyalar... değil, yine

elinden tutacak annesinin eli lazım. •

* Çelik Gülersoy, yazar.

and f o r the children in play. On one side o f the house there was the blue sea, and on the other three sides green gardens where the magnolias were in flower. It was like a place out o f fairytale. When it was time to go the children o f the house protested in chorus that their young visitor should stay f o r the night. His young mother, Münevver Hamm, had to agree. But as she turned towards the stairs Ç elik’s eyes fille d with tears, and he begged her not to leave him there. So with happy heart m other an d son walked hom e hand in hand.

Years passed and the ruthless cycle o f nature's laws divided mother and son. Who would guess that today the 70 year old Çelik yearns not f o r yalis, cars and magnolias, but f o r a mother to

hold him by the hand? • *

* Çelik Gülersoy is a writer.

6 7

S K Y L IF E T E M M U Z J U L Y 1 9 9 9

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

等。而它們分別被 證實具有強心 (evodiamine) ,增強子宮收縮力 ( rutaecarpine, dehydroevodiamine ) ,降血 壓、抗心律不整、舒張血管 (dehydroevodiamine)

bilim insanları farklı kimyasal maddelerden oluşan sıvı damlacıklarından mikro ölçekte mercekler üretti.. Araştırmacılar ilk olarak birbiri içinde çözünmeyen ve

M uğla Valisi Or- han Tavlı 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü nedeniyle yaptığı ya- zılı açıklamada; “15 Temmuz 2016 tari- hinde devletimizi,

Ancak Şâkir Divanı, Sultan Mahmud için yazılan Sıhhat- nâme ile başlamaktadır.. Sultan Mahmud ise (1730-1754) yılları arasında

Belediye Tiyatrolarından ilk emekliye ayrılmış olmak gibi bir unvanın sahibi aktör Refik Kemal Arduman, 22 Temmuzda başlavacak olan «Çardaş Fürstin»

mun taza.man Kfı.. Halicin h~v as

Evvelki yazılarda yeni göçleri doğuran, 1) Siyasi baskı, 2) İk­ tisadi cezp, 3) Milli tecanüs ih­ tiyacı âmillerinin rol oynadığını görmüştük. Bir

Mahremiyet sözcüğü; bireyin yalnız kalabildiği ve diğerleriyle hangi koşul altında ve ne oranda iletişime geçeceğine bizzat kendisinin karar verebil- diği kişisel