kitap
Son sözü ates söyleyecek
8-9-1 0.: fl T E Ş U E S I R ' K İ T A B I
1951 yılında Paris’te ilk sergisini aça caktır. Litolardan ve seramiklerden oluşan bir sergi. Füreya’nın ilk dönem Paris seramikleri, hat sanatından, Türk işlemelerinden esinlenen duvar panola rıdır. Bazı panolarla Mevlevi dervişleri nin semaları yansır gibidir. Paris sergi sinin gördüğü ilgi üzerine düşünür Fii- reya. Niçin Türkiye’ye dönmesin? Ni çin İstanbul’unda sürdürmesin uğraşı nı? Niçin ufacık bir atölye gerçekleşme sin İstanbul’un bir köşesinde? Niçin kendi ülkesinin evlerinde, yapılarında, duvarlarında uçmuşmasın kuşları, renkleri, biçimleri? Çamura en güzel biçimi, rengi veren ülkelerden biri de ğil midir bu ülke? İznik ve Kütahya’nın çinileri, Çanakkale’nin testileri, tabak ları, çanakları, küpleri, mangalları... Sa natta sürekliliğe inanır Füreya. Sürekli lik, bir başka deyişle gelenek. Daha iyi sini nerde bulacağım, der ve kendisini bekleyen güçlükleri, imkansızlıkları, hayır, öngörmeden değil, öngörerek,
hatta bilerek, Paris’ten İstanbul’una döner. Bu, denebilir ki, Füreya’nın ye niden doğuşudur. Yıl 195 l ’dir.
İznik, Kütahya, Çanakkale, Göksu... Hepsi iyi hoş, ama, Güzel Sanatlar Aka dem isinde Seramik Bölümü yeni ku rulmuştur. İlk mezununu (Sadi Diren) 1953-54 öğrenim yılında verecektir. Eczacıbaşfnın Kartal’daki fabrikasın da küçük bir deneme atölyesi vardır. (Ona da şükür!)
Duyar ki, Ankara’da Gazi Eğitim Enstitüsü nde Hakkı İzzet adında bir hoca kendi özel fırınını yapmış, ya da yaptırmış, öğrencilerine ve ilgilenen sa natçılara fırınının kapağını açmış. (Abidin Dino bu fırında pişirmektedir ekmeklerini!)
Füreya işte böyle bir “seramik orta mında” İstanbul’un ilk (ve yıllar boyun ca tek) sanat galerisinde, Adalet Çim- coz’un Maya’sında sergiler Paris çalış malarını! 1951).
Türkiye’ye adım atmak, her bilinçli
Füreyanın sanatının gerçek öyküsü sözcüklerde değil.
kişi için, ister sanatçı olsun, ister bilim adamı, birtakım soruları ortaya atmak demektir. Ortam bunları tartışmaya uygun değilse de, önemi yok (aslında çok önemi var!), sanatçı kendi kendine tartışır bunları. O dönemde, Füreya da sorar kendi kendine: Batı’daki duvar resminin (freskonun) yerini benim ül kemde süsleyici öğe olarak çinicilik doldurmuş. XVIII. yüzyıla değin, ken di alanında en yetkin örnekleri vermiş bir sanat bu. XX. yüzyıl sanatının en önemli özelliği, sanat yapıtını konakla rın, iş yerlerinin, hatta müzelerin kapa lı mekanlarından dışarı çıkarmak değil mi? Çağdaş sanatın önemli bir eğilimi de, sanatı günlük yaşamın bir parçası durumuna getirmek değil mi? Söz ko nusu sanat, üstelik seramik olduğunda, üstelik bu alanda görkemli bir geçmişi miz var. Osmanlı, tüm büyük yapıları nı, camilerini, türbelerini, saraylarını, dar-ül şifalarını, güzelim İzniklerle be zememiş mi? Niçin sürdürmemek bu geleneği? Füreya’nın kendine sorduğu bu soruların karşılığı, bugüne değin gerçekleştirdiği duvar panoları olacak tır.
Ama yaşam (Hadi bu kez sağlık diye lim ), her zaman “Yolcu yolunda gerek” demez. Füreya’da da öyle. Hastalık ye niden depreşir. “Sorular ortada, verile cek başlıldar içimde kaldı”, der Füre ya. ’’Böyle sürdüremezdim yaşamı. ”
Hastalığın baskısına dayanası kalma mıştır. “İp inceldiği yerden kopsun.” Bunu demek kolay değil, çünkü söz ko nusu olan ip, yaşamın kendisidir. Ama hem yaratmak isteyip yaratamadıkla rıyla, hem ölümün soluğunu ensesinde duyuran bir hastalıkla yaşayamaz kişi. Kimseye, hiç kimseye, yakınlarına, dostlarına duyurmadan ameliyat masa sına yatar.
Yıl 1954. “Çok şükür rahat bir soluk alıyorum. Ama artık aldığımı vermek gerek” der.
Aldığını vermek insana mahsustur. Ama nerden başlamalı?
Başladığı yerden mi? Bıraktığı yer den m i?'
Bir gün Paris’teyken ünlü sanat eleş tirmeni Charles Estienne şöyle demiş tir:
“Sıfırdan başlayacaksınız. Biliyo rum, güç, dayanılmaz bir şeydir bu. Ama başaracaksınız.”
1954’te yeniden başlar. Gerçekten güç, dayanılmaz bir şeydir bu. Ama öz gürdür, tek başmadır Füreya. Özgür lükse, güçlüğü yenmeye de yeter, daya nılmazı aşmaya da.
Kendine yeni bir yuva (bir atölye) kurar.
Bazı fırınlardan ekmek çıkar.
İnsan-Yürüyen İnsanlar...,1990
ların karnını doyurmak için. Füre- ya’nın fırınından renkler, biçimler çı kar, gözlerimize yeni biçimler, yeni renkler, yeni tadlar sunmak için.
îşte Füreya’nın yaşamının ve sanatı nın çok kısa öyküsü. Ama onun sanatı nın gerçek öyküsünü sözcüklerle değil, yapıtlarında arayın.
Ateş ve sır oradadır çünkü.
(1) ŞakirPaşa ve kardeşi Sadrazam Cevat Paşa asker lik v e d evlet görevlerinin dışında sanat, tarih konularına ilgi duym uş kişilerdir. Gençlik dönem lerinde, iki kardeş Paris’te hir fo to ğra f sergisine katılmış ve öd ü l almıştır. Cevat Paşanın yayımlanmış .yen içeri ocağının kuruluşu, ö r f ve adetleri, giysileri üzerine “ Y eniçeri Tarihi” ile Şa kır Paşa nın “Osmanlı Tarihi" adlı kitapları vardır. İki kardeşin yayımlanmamış yapıtları ( Girit, Ermeni Davası v.s.) İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne bağışlanmış kitaplık larında bulunmaktadır.
Şakir Paşa ’nın çocuk lun: Hakiye Koral (Füreya ’nın annesi)
FahrelnissaZeid(Şirin ve NejadDevrim'in annesi) Aliye Berger
Cevat Şakir (nam-ı d iğer Halikarnas Balıkçısı) Sual Şakir
(2) Sanatçının bahası, G eneral Emin Koral, yed i ya şında hatim indirip hafız olmuştur. Babasının din adamı olması isteklerine karşı koyup askeri okula yazılmış ve kurmay subay olarak Osmanlı ordusuna katılmıştır. Bo ğazlar kumandanı iken, Mustafa Kemal'in Kurtuluş Sa vaşına gjm ül vermiş ve Anadolu ya silah kaçırılmasını üstlenm işe t ir . Daha sonra Anadolu 'ya geçen Emin Koral. İzmir’d e iken ordunun kurmay başkamdir. Cumhuriye tin ilanından sonra 4. Kolordu Kumandanı iken, gen ç yaşta (47) malulen emekliye ayrılmak zorunda kalmıştır.
( V Hakkiye Koral, I. Dünya Savaşı yıllarında asken hastane durumuna getirilm iş l aşlık Kışlası nda ¡¡¡önüllü hem şire olarak çalışmış ve cum huriyetin ilanından sonra İstanbul Belediye• M eclisinin ilk kadın üyelerinden biri olmuştur.
A vru p a’nın önde gelen romancı ve gazetecilerinden Per O lov Enquist:
Tarihi yeniden yazmalıyız
Tarih ve toplum
konusunda bize
söylenenleri olduğu gibi
kabul etmemeliyiz. Tarihi
kendimiz yeniden
yazmalıyız. Belgesel bir
roman yazabilmeniz için
konuya 360 dereceden
bakmanız gerekir.
sv.eçli yazar Per Olov Enquist, Av rupa’nın önde gelen romancıları arasında. Yaşamının önemli bir bölümünü önce Almanya’da, da ha sonra Danimarka’da geçiren Enquist’in yapıtları arasında Lejyoner- ler, 1972 Olimpiyat Oyunları ve 1986 Dünya Futbol Şampiyonası üzerine ya zılarını içeren Spor Üzerine Yazılar: Olimpiyat Katedrali ve ünlü isveçli
oyun yazarı August Strindberg üstüne bir yaşam öyküsü kitabı da var. Kısa bir süre önce de, çocukluk anılarını içeren Kaptan Nemo’nun Kütüphanesi adlı kitabı Avrupa’da yayımlanan 57 yaşın daki Enquist, Newsweek’ten Benja min Ivry’nin sorularını yanıtladı.
- Maastricht Anlaşması’na ve genel olarak da Avrupa birliğine karşı bir ya zarsınız...
- Evet, çok doğru. İsveç ve Danimar ka’nın neredeyse bir ütopyayı andıran sağlam toplumla« var. Yaşam düzeyi miz yüksek, hoşgörülüyüz. Maastricht gerçekleşirse, İsveç halkının kendi hü kümetine yöneltebilecği etkinin yüzde 80’i Brüksel’e gidecek, isveçli sanatçıla rın ve aydınların büyük çoğunluğu “ha- yır”dan yana, “hayır” diyenler her ge çen gün artıyor. 1991’de yeni bir Avru pa birliğinden söz eden bazı politikacı ların etkisiyle nerdeyse dinsel bir coşku doğmuştu, ama o sıralar hiç kimse ne den söz edildiğinin farkında değildi.
- 1972 Münih Olimpiyat Oyunları’nı bir gazeteci olarak izlemiştiniz. İsrail ekibinden sporcular rehine alınıp öl dürüldüğünde, “İsrailli sporcuların ekonomik nedenlerle feda edildiğini” yazmıştınız...
- İsrailli sporcular rehine alındığında, Olimpiyat Komitesi bir seçimle karşı karşıya kaldı. Ya rehineleri kurtarmak için hemen eyleme geçecekti ya da olimpiyatın zarar görmesini göze alıp rehinelerin yaşamının kurtarılabileceği uzun görüşmelere girişecekti. Ama gö rüşmelere girişseler, olimpiyat devam edemeyecekti. Korkunç bir durumdu, olimpiyatın devam edemeyeceğini bir çoklarının aklı almıyordu. Ama bugün, oyunları durdursalardı bu da bir yenil gi olacaktı diyebiliriz. Trajedi, iki iyi düşüncenin çarpışmasından doğar za ten. Bir düşünce, olimpiyatı durdur mak ve herkesi ülkesine yollamaktı, çünkü spora terör karışmıştı. Ama bo yun eğmeme ve oyunları sürdürme dü
Cinayet 'Kara Ayrıntı' da gizlidir
çbtgöaû
ctotr&ÊZMsxl
«"i V*“*'
*
A
yrıntı Yayınları yeni bir diziye başladı geçen günlerde ve he men de iki kitap birden yayım ladı. Bu söylediklerimizden ha reket ederek sakın bu işlerin bir çırpıda olup bitiverdiğini sanmayın. Yayınevi yöneticileri tam iki yıl bu dizi üzerine kafa yormuşlar. Hüseyin Boysan’ın yö neteceği “Kara Ayrıntı” dizisi ile ilgili olarak yapılan açıklamada dizinin baş latılma nedenleri şöyle sıralanıyor:“ Entrika temalı edebiyatın üzerinde iki yıldır çalışıyoruz. Dizi yapmaya ka rar verdiğimiz zaman türün klasik ör neklerine baktık: Ve pek hoşlanmadı ğımızı fark ettik. Klasik metinleri ka- rakterize eden öğeler kabaca şöyleydi:
Suçun gerekçelerinden çok “ifa”sı öne çıkıyordu... Suçu işleyenler zaten buna eğilimli kişilerdi... Suç işleyenler, ge nellikle, toplumda statü sahibi kimse lerdi... Ve hemen hepsinde sonuç ay nıydı: Suçlu yakalanıyordu. Hatta bazı metinler suçludan çok suçluyu yakala yana (polis, dedektif...) yönelik olarak kurulmuştu. Batı daki birçok ünlü dizi bu kahramanların ( = kahramanlığı meslek olarak yapanların) ‘heyecanlı’ maceralarını anlatıyordu. Ama çoğun da kahramanların kahramanlık gerek çeleri de yoktu: Bir insanın yıllarca, epeyce tehlikeli bir iş olan kahramanlı ğı sürdürmesine neden olan faktörler den hiç söz edilmiyordu. Bu durum normal kabul ediliyor; okurda kahra manlık ve maçolıık kültürünün meşrui yet kazanmasının tehlikeleri üzerinde hiç durulmuyor, aksine körükleniyor du.
Klasik polisiye metinlereyönelik hoş nutsuzluklarımızı -kabaca- böyle sap tadık.
Kara Ayrıntı nın en temel özelliği, olabildiğince kahramansız metinler se çilmesine dikkat edilmesi... Faillerini yakalamakta uzmanlaşmış roman t iple
ri (komiser, dedektif, savcı, gazete ci...) dizide çok az olacak (Kimi zaman bu tiplere yer verilse bile, kendilerini “adaleti gerçekleştiren yargıçlar” ola rak iyi anlatabildikleri oranda varolabi lecekler. Ya da “atmosfer ”in kendisi kahramandan daha önde olacak, Çin Çölü Cinayetleri’nde olduğu gibi). Olayın kendisinden çok gerekçeleri üzerinde durulacak: “Suç" diye adlan dırılan durumla "insani zaaf” ilişkilen- dirilecek. Ve bazen failler yakalanma yabilecek.
Tabii ki metinlerin her şeyden önce edebi metinler olmasına dikkat edile cek.
I îemen itiraf edelim: Maalesef bu tip metinleri bulmakta çok zorlanıyoruz. İki yıl gibi uzun bir süre hazırlık duru munda kalmamızın esas nedeni de bu. Ama becermeye çalışacağız...
Çin Çölü Cinayetleri'
Robırl mn Cinlik /
Ç ci'.l'iisnn Unnır/ S7.000.- İL.
Şairin Ölümü/ M icbcl d e l Ctis/illo
Çer: Hüseyin Boysun / 42.(XXI- İL.
Per Olov Enquist
şüncesi de iyi bir düşünceydi.
- “Lejyonerler” adlı romanınızın ön sözünde, kitabınıza bir “röportaj” de nilebileceğini yazmışsınız. Sizce, “ro man” ve “röportaj” sözcükleri birbiri nin yerini tutabilir mi?
- Lejyonerler, bütünüyle belgesel tek romanım. Alman Ordusu nda yer al mış Baltıklı 167 askerin 2. Dünya Sava şı ndan sonra İsveç’ten sınır dışı edilişi nin, Sovvetler Birliği ne geri verilişinin öyküsü. Aslında bu askerlerden bazıla rı Alman Ordusu nda zorla görev yap mıştı, ama sınır dışı etme kararı çok ça buk alındı. Bence, “röportaj" alçaltıcı bir söz değil. Belgesel bir roman yaza bilmeniz için konuya 360 dereceden bakmanız gerekir. Baltıklı askerlerin sı nır dışı edilmeleri, İsveç’te neredeyse bir hastalığa dönüştü. Önceleri küçük bir olaydı, giderek büyüdü ve karmaşık bir nitelik aldı, birçok politik yankısı oldu. Kitabı yazmamda benim açım dan ilginç olan, siyasal bir bunalımın nasıl geliştiğini, bu deneyden bir şeyler öğrenip öğrenemeyeceğimizi görebil mekti. Bu kitabı yazmakla ben kendi payıma içinde yaşadığım İsveç topltı- muyla ilgili çok şey öğrendim. Tarihi kendimiz yeniden yazmalıyız. Tarih ve toplum konusunda bize söylenenleri olduğu gibi kabul etmemeliyiz.
- 1960’larda İsveç, “Meraklıyım" gi bi filmleriyle bir tür cinsellik otoritesi gibi görülüyordu. İsveçliler kendileri ni hâlâ bit rolde görüyorlar mı ?
- Hayır, kesinlikle görmüyorlar. 1960 larda pornografi konusunda bi zim biraz daha liberal yasalarımız var dı, o kadar. Ben şimdi, 1960 larda ve 1970 lerde “pornografi merkezi" ola rak görülen Kopenhag'da oturuyo rum. Ama bugün Kopenhag da por nografi mağazaları neredeyse kalmadı. Neredeyse piiriten bir toplum oldular. İskandinavya. Meraklıyım dan bu v a na çok değişti.
i .. . " ...
. Y I L I N D A F U R E Y A : ' A T E S V E S I R ’ K İ T A B I
Füreya: Ateş ve Sır adlı kitap, seramik sanatçısı Füreya Koral’ın kırkıncı sanat yılı dolayısıyla hazırlandı. Maçka Sanat Galerisi’nde açılan ve kırk seramik sanatçısının özel olarak hazırladıkları işlerleFüreya’nın son dönem
heykelciklerinden oluşan Füreya Koral’ın Kırkıncı Sanat Yılı Sergisi ile aynı günlerdeyayımlananAteşveSır kitabının bütün metinlerini Ferit Edgü kaleme aldı. Tasarımını Bülent Erkmen’ingerçekleştirdiği kitabın sponsorluğunu Ege Seramik üstlendi. Portre fotoğraflarını Ara Güler in, yapıt fotoğraflarını Hadiye Cangökçe’nin çektiği Ateş ve Sır kitabının renk ayırımı vebasımı Mas Matbaacılık tarafından gerçekleştirildi.
AteşveSır, 1950’lerden buyana ülkemiz seramik sanatına damgasını vuran Füreya Koral’ı, Ferit Edgü’nün içerden, kılı kırk yaranyaklaşımıyla sunuyorokurlara. Maçka Sanat Galerisi’ndeki sergi, böylesineözenli ve yetkin bir kitapla bütünleşince, biz de bu sayımızınkapak konusunu ister istemez Ateş ve Sır’a ay ıı dık.
Ferit Edgü, kitabışusözlerlesunuyor: “Seramik eğer çamura biçim vermek sanatı ise, yoğurulan ve biçim verilen çamur gerçek şekline fırında kavuşur. Bü sanatın erleri bilirler ki, fırının kapağı açılmadan hiçbir şey söylenemez, hiçbir şey öngörülemez. Son sözü ateş söy ley ecekt ir. Yayakıpyok edecek, ya pişirip var edecektir. Bu nedenle seramik sanatının gerçek sırrı ateştedir, demek, sanırımyanlış olmaz. Her sanatçının bir kendi ateşi ve bir de kendi sırrı olduğu da. Füreya’nın ateşini ve sırrını öğrenmek içinonundeğişikyapıtlarınabaşvurdum. (Bu yapıtları kendi seçti.) Onları ayrıntılarında incelemeye çalıştım. Sonra Füreya’yı dinledim. Hem gözlerimle, hem kulaklarımla. Burada yer alan sözcükler Füreya’nın değil, onu dinleyip yazanbenim sözcüklerim. Amaateş Füreya’nınateşi.sıronunsırrı...”
Cumhuriyet KİTAP
Son sözü ates söyleyecek
FERİT ED6Ü Toprak ve su Ateş ve sır Madde ve şekil -
Elleriyle biliyor bunları Füreya Çamuru yoğurduğu elleriyle Çamura biçim verdiği elleriyle Ekmeği fırına veren fırıncı gibi
Çömleğini fırına verdiği elleriyle yaşıyor sıcaklığını ateşin Elleriyle görüyor Füreya elleriyle
Çamurdaki biçimi biçimdeki rengi ve tüm bunların sırrını Ateşe veriyor Füreya tümünü ateşe veriyor
Pişsinler, kavrulsunlar, sonra varolsunlar diye
Kumruları, güvercinleri, baykuşları Füreya’nın Kumru, güvercin, baykuş değil, onların özleri
Öyle bakıyorlar bizlere, bizlerin onlara bakmadığımız ka dar içten, içerden
Işıklar söndüğünde görülmez olduklarında
Uçuyorlar, dolaşıyorlar, kendi yaşamlarım yaşıyorlar Sabah uyandığımızda onları yerlerinde bizleri bekler, biz lere bakar gördüğümüzde şaşırıyoruz
Oysa şaşıracak hiçbir şey yok
Çünkü onlar çamurdan yoğruldular Füreya’nın elleriyle Ateş verdi onlara canı ve sır korudu onları
Evleri de öyle Füreva’nın, bizim evlerimiz, o evlerde otur muştuk bir zamanlar
Şimdi gene birileri oturuyor o evlerde Ne güzel sohbet ediyorlar, kavgasız
Bu evlerde herkes kendi duyabileceği sesle konuşuyor Ama herkes işitiyor, herkes duyuyor
Günlük dertlerini anlatıyorlar, yemek yapıyorlar mutfakla rında
Yemeklerin kokuları yayılıyor, o kokuları da duyuyorlar, iştahları açılıyor
Çocuklar koşup geliyor yemek kokularına
Yalnız evlerden hoşlanmıyor Füreya, içe-dönük, kapalı ev lerden hoşlanmıyor
Füreya, komşu evler yapıyor, yanyana koyuyor, sırtsırta koyuyor
Bu evlerden hiçbiri bir başkasının önünü kapamıyor Pencerelerinde sardunyalar yetiştiriliyor, ıtırlar, şebboylar Fesleğenin kokusu yayılıyor mahalleye bir rüzgâr eser es mez
Sokaklarda çocuklar oynuyor, sokaklar tertemiz Sokaklarda ağaçlar var, ağaçlara kuşlar tünemiş
Birazdan bu kuşlar kanatlanıp bir panosunda yer alacaklar Füreya’nın
Dış dünya iç dünyaya girecek iç dünya böyle zenginleşecek Duvarların zenginleştiği renklendiği gibi Füreya’nın renk- , leri biçimleri kuşları çiçekleriyle
Yabanlığa karşı Füreya, yıkıma, hoyratlığa, tek düzeliğe, tek sesliliğe, renksizliğe
Tüm bunlara karşı yaratıyor elleri sevgiyi, çok sesliliği, coş kuyu
Sivahı ve beyazı bile bir renk cümbüşü Füreya’nm Tüm bunlar kendilerini Füreva’da buluvor ve Füıeva tüm
Ku$lar,1977
bunlarda kendini buluyor
Bulduklarını kendine saklamıyor Füreya bizlere veriyor Güzel, insancıl mekânlarda yaşayalım diye
Fincanında bir kahve içelim tasında bir çorba içelim diye Yaşamımız renklensin diye, aramızda sessiz-sözsüz anlaşa lım diye
Tüm bunları nasıl mı gerçekleştiriyor Bir avuç kil alıyor
Bir bardak su döküyor Suyu kile katıp yoğuruyor O çamur dediğimiz özdeğe Elleriyle bir biçim veriyor
Füreya değil, elleri veriyor o biçimi
Ama eline ne yapması gerektiğini kafası söylüyor Ne var ki elleri her zaman dinlemiyor Füreya'nm kafasını Çünkü "elleri var özgürlüğün” - Oktay Rifat m deyişiyle Eller özgürlüklerini kullanıyor
Böylece çıkıyor ortaya özgür ve özgün Topraktan, sudan, ateşten ve sırdan oluşan füreya’nm yapıtları
Kırk yıldır bu fırından Sevgi, sevinç, sevdadan oluşan Böylesi yapıtlar çıktı
Bilenler sevip aldı Bilmeyenler şaşırıp kaldı Füreya’nm sevgisi, sevinci Renk renk bâki kald ı.
S A Y F A 8 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 138
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi