• Sonuç bulunamadı

Barbaros'tan Yavuz'a:Endülüslü elçinin 500 yıllık anıları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Barbaros'tan Yavuz'a:Endülüslü elçinin 500 yıllık anıları"

Copied!
7
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

İR insanın ancak bu kadar renkli bir yaşa­ mı olabilir. Düşünün, Endülüs’ün çöküşü sıralarında Granada’da doğan bir çocuk o çağın koşulları içinde nerelere ulaşmı­ yor?

Altı yaşında ailesiyle birlikte Fas’a göç eden bu ço­ cuk, Afrika tarihine Haşan Vezzan (Kantarcı) adıyla ge­ çecektir. ilk büyük A frika gezgini olan Haşan Vezzan, nereleri dolaşmamıştır?

Fas’ta bir berber çıraklığından başlayarak ne büyük; işler yapmış ve ne görevlere yükselmemiştir?

Bin bir macera! Haşan Vezzan, o yıllarda Kara A fri­ ka’da 60 kadar krallığın adını duyduğunu, ama bunlar­ dan ancak 15’ini dolaşabildiğini anlatıyor. Bugün o kral­ lıkların bulunduğu topraklarda beş ülke var: Moritanya, Mali, Nijer, Çad ve Sudan.

Ya Kuzey Afrika ülkeleri? Fas, Cezayir, Tunus, Lib­ ya ve Mısır. Haşan Vezzan bütün kıyıları, limanları, kor­ san barınaklarını, karış karış öğrenmiş ve Atlas Dağla- rı’nı kaç kez aşmış...

Ticaret işlerine girişmiş, kervanlarla Büyük Sahra’ yı geçmiş, mal alıp satmış, zengin olmuş, sonra soyul­ muş, “on dirhemsiz” kalmış, yeniden işe başlamış, yıl­ madan didinmiş, çalışmış, yine çölleri, ormanları aşmış, günün birinde Kahire’ye kadar uzanmıştır.

Endülüslü elçinin serüvenlerle dolu ha­

yatında gezileri ve elçilikleri, şaşılacak

kadar renkli ve hareketli... Yavuz'la Mı­

sır seferine katılan vezzan, daha sonra

Papa'ya köle olarak hediye edilecekti.

Ama onun elçisi olacaktı bu kez de...

v r

Î » M t

V 1

NUR HÂNIM

İşte orada rastlantılar karşısına 18 yaşında dul bir Çerkez güzeli çıkartacaktır: Nur Hanım. Kim dir bu Nur Hanım? Yavuz Sultan Selim’in ağabeyi Şehzade Ah- med’in oğlu Alaeddin Bey’in eşi.

Yavuz, İkinci Beyazıd’ın üçüncü oğludur. Babasının yerine büyük ağabeyinin padişah olması gerekirken, Ya­ vuz kardeşlerini atlatarak tahta çıkmış ve bir süre son­ ra da ailenin bütün erkeklerini yok etm iştir. Kurtulan tek erkek, Alaeddin Bey’dir. O da Mısır’a kaçarak Mem­ luk Sultanı Kansu’ya sığınmıştır. Nur Hanım, kendisi­ ne verilen Çerkez muhafız subaylarından birinin kızıdır. Alaeddin Bey bu kızı çok beğenerek hemen evlenmiş ve Nur Hanım, Alaeddin Bey’den bir erkek evlat doğur­ muştur: Beyazıd.

Alaeddin Bey’in bütün amacı, Memlukların deste­ ğiyle bir gün amcası Yavuz Selim’i devirerek Osmanlı tahtına oturmaktır. Ama, tam o sıralarda Mısır’da bir ve­ ba salgını çıkar ve Alaeddin Bey de 28 yaşında veba­ dan ölür. Nur Hanım 18 yaşında dul kalmıştır. Onun da bütün amacı, oğlunu Osmanlı tahtına oturtmaktır.

Haşan Vezzan, Nur Hanım’ı görür görmez âşık olur ve evlenirler. Kahire o zaman çalkantılar içindedir. Ya­ vuz’un her an Mısır’a saldırması beklenmektedir. Nur Ha­ nım da oğlunu Yavuz’un adamlarından kurtarabilmek için Mısır’dan uzaklaşmak ister. Kocasıyla birlikte İs­ kenderiye’den bir tekneye binerek Tlemcen yakınları­ na kadar gelirler, oradan da Fas’a geçerler.

Haşan Vezzan’ ın kafasında tek bir düşünce vardır: Kızkardeşinin kocası ve en yakın arkadaşı Harun’u bul­ mak Harun ise Fas’tan kaçmış ve Oruç Reis’in en ya­ kın leventlerinden biri olmuştur.

ORUÇ REİS, AYAKTA GÜÇ DURUYOR

Haşan Vezzan bu kez de Fas’tan ayrılarak eşiyle bir­ likte Cezayir yoluyla Becaya’ya gider ve kuşatma sıra­ sında arkadaşını bulur, orada Oruç Reis’le de karşıla­ şır.

Haşan Vezzan yıllar sonra bir röportaj akıcılığı için-ı de yazdığı anılarında bu karşılaşmayı şöyle anlatacak­ t ı r

“Oruç Reis’in gerçekten de koyu kızıl bir sakalı vardı. Galiba kınalıydı. Yaşı ellinin üzerindeydi, ama daha yaşlı gösteriyordu. Sanki yenme hırsı ile ayakta durabiliyor­ du. Adamakıllı topallıyordu. Sol eli gümüşten yapılmıştı. Sol kolunu bundan önceki Becaya kuşatmasında yitir­ mişti. O ilk kuşatma başarılı olmadığı için bu kez mut­ laka onun acısını çıkartmak İstiyordu. Kentin eski ka­ lesini ele geçilmişti. Kıyıdaki ikinci kale de düşmek üze­ reydi. Ama Kastilliler (ispanyollar) direniyorlardı.”

,Bu karşılaşmadan kısa bir süre sonra Oruç Reis, Ha- san'Vezzan’ı çağırtarak, kendisini derhal elçi olarak İs­ tanbul’a göndermek istediğini bildirecekti!'.

"OSMANLILARIN YARDIMINI İSTİYORUZ!"

Haşan Vezzan’ın Yavuz Selim’e götüreceği mesaj şudur:

“Cezayir’de Barbaros kardeşler yeni bir beylik

kur-D e h ş e t e n g i z b i r p a d i ş a h Haşan Vezzan’ın huzuruna elçi olarak çıkacağı Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim, sakalsızdı, ama uzun bıyıklarıyla, Endü­ lüslü elçiyi çok etkileyecekti...

Barbaros ' tan

Wavuz'a

Afrika'nın en büyük gezgini:

HAŞAN VEZZAN

Endülüslü elçinin

500 yıllık anıları

HIFZI TOPUZ

C Ö r H e m U t ö r e n Osmanlı padişahları, kendilerine dışardan gelen elçileri görkemli bir törenle ağırlayıp kabul ederlerdi...

muşlardır. Bu beylik Osmanlı Sultanı’na bağlılığını bil­ dirmekte ve Kastillilerle yapılacak savaşlarda Osman­ lIların desteğini istemektedir.”

Oruç Reis’in yakınları ve Kuzey Afrikalı savaşçılar da, Haşan Vezzan’a şöyle derler:

“ Doğu’da büyük bir Müslüman İmparatorluğu doğ­ muştur. Biz, Batılı Müslümanlarona el uzatmalıyız. Şim­ diye kadar hep Allah’ı tanımayanların yasalarına uyduk. Önce Granada ve Malağa elimizden gitti, arkasından Tanca, Melilia, Oran, Trablus, Becaya. Yarın Tlemcen’e, Cezayir’e, Tunus’a saldıracaklar. Düşmana karşı koya­ bilmek için Osmanlı ¡Padişahına muhtacız. Gidip Ya­ vuz Selim’i görüp bunları kendisine anlatmalısın...”

Haşan Vezzan, “Peki” der, “Neden bu mesajı siz gö­ türmüyorsunuz da, bunu benden istiyorsunuz?”

YAVUZ'UN HUZURUNDA

“Yavuz” derler, “Şairolmayan elçiyle konuşmaz. Biz savaşmayı biliriz, ama ağzımız laf etmeyi bilmez!”

Bütün Batı Akdeniz Müslümanlarının umudu, Os­ manlIlardadır. Yapılacak başka hiçbir şey yoktur. Ha­ şan Vezzan, kendisine verilen görevi kabul eder, eşi Nur Hanım, üvey evladı Beyazıd ve en büyük dostu Harun Reis’le birlikte hemen o gece bir tekneye atlayarak İs­ tanbul yolunu tutarlar.

Haşan Vezzan’ın en önemli anısı Padişah’ın huzu­ runa kabul edilmesidir. Oruç Reis’in elçisi, şöyle anla­ tır bunu anılarında:

“Yavuz karşımdaydı. Heyecan içindeydim. Yavuz’ un sakalı yoktu. Ama uzun bıyıkları vardı. Beni dinler­ ken bıyıklanyla oynuyordu. Gözleri çok iri ve çekikti. Sağ kulağından armut biçiminde bir inci küpe sarkıyordu. Konuşma bitince, elini öptüm...”

Haşan Vezzan, Padişah’ın sarayında yeni bir şeyler öğrenir. Yavuz, Mısır seferine hazırlanmaktadır. Bunun üzerine Nur Hanım’la birlikte alelacele Kahire’ye gider­ ler. Amaçları, Çerkezleri kıyımdan kurtarmaktır. Ama bu­ nu başaramazlar. Mısır düşer. Vezzan, Yavuz’un Kahi­ re’ye girişini bir röportaj havası içinde anlatacaktır...

PAPA'YA HEDİYE EDİLEN KÖLE

Bir süre sonra Haşan Vezzan, yine Nur Hanım’la bir­ likte Fas yolunu tutar. Bindikleri tekne Tunus’un güne­ yinde Cerbe Adası’na uğrar. Gece orada geçirilecektir. Bu kez de SicilyalI korsanlar, Haşan Vezzan’ı kaçırarak Roma’ya götürürler ve köle olarak Papa’ya hediye eder­ ler.

Yeni bir dönem başlar Haşan Vezzan’ın yaşamında. Papa Onuncu Leon kendisiyle çok ilgilenir. Latinceyi ve Incil’i öğrenmesi için üç papaz gönderir başına. Ders­

ler çok başarılı geçecek ve Haşan Vezzan kısa bir süre sonra Papa’nın güvenini kazanan bir kişi olacaktır. Pa­ pa kendisini vaftiz eder. Haşan Vezzan, artık Jean de Léon de Medicis olmuştur. Kendisine kısaca “ Léon l’Africain” (Afrikalı Leon) denir.

BİRİNCİ FRANÇOİS'NIN KARŞISINDA

O arada Papa değişir, yeni Papa Clément VII, Ha­ şan Vezzan’ın senli-benli bir arkadaşıdır. Kendisine yeni bir görev verir: Kanuni Sultan Süleyman, Fransa Kralı Birinci François’ya bir elçi göndermiştir o sırada. Os­ manlI elçisi Fransa Kralı’nın yanına vardığı zaman, Ha­ şan Vezzan da orada bulunacak ve elçiye Papa’nın iyi niyetlerini bildirecektir. Çünkü Papa’nın amacı İspan­ ya Kralı Beşinci Karlos’a karşı Türklerin dostluğunu ka­ zanmaktır.

Haşan Vezzan, Fransa Kralı’nın karargâhına gittiğin de bir de bakar ki, gelen Osmanlı elçisi en yakın arka daşı ve eniştesi Harun Reis’tir. Adı artık Harun Paşa ol muştur. Kucaklaşırlar, öpüşürler. Sımsıcak bir dostluk doğar yeniden aralarında. Talihin cilvesine bakın, biri Endülüslü, biri Faslı iki arkadaştan biri Osmanlı elçisi olmuştur, biri de Papalık elçisi!

Bu arada olaylar Papalığın hiç istemediği bir yön­ de gelişecek ve Papalık büyük bir yenilgiye uğrayacak­ tır. Haşan Vezzan’a yeniden yol görünmüştür. Kuzey Af­ rika'ya dönüş yolu. Fas’taki ilk karısı ölmüş, ikinci ka­ rısı Nur Hanım, oğlu Beyazıd’ı alıp İran’a kaçmıştır. Ha­ şan Vezzan da Roma’da bir İtalyan kızıyla evlenmiştir. Onu yanına alır, Napoli kıyılarından bir tekneye bine­ rek, Tunus’un yolunu tutarlar.

Yıl 1527’dir ve Haşan Vezzan 39 yaşındadır. İşte 39 yıllık biryaşamın öyküsü! Arapça’dan başka Türkçe’­ yi, Latince’yi, İtalyanca’yı, İspanyolca’yı, Berberice ve Ibranice’yi de ana dili gibi konuşan Haşan Vezzan, 1525’te Roma’da yazdığı anılarını orada bırakmış ve bun­ lar 1550’de Venedik’te “Afrika’nın Anlatımı” adıyla ya­ yınlanmıştır. (1).

Ya daha sonrası? Haşan Vezzan’ın Tunus’ta 60-70 yaşına kadar yaşadığı söylenir. Ama bunları ne anlatan olmuştur ne de yazan. Haşan Vezzan kendini hem Müs­ lüman sayar, hem Katolik, hem Arap, hem Romalı, ya­ ni kısaca tam bir hümanist.

İşte Afrika’nın ilk tarih yazarı Haşan Vezzan’ın se- rüvenlerle dolu /aşamının bir yazıya sıkıştırılmış özeti.

(1) Léon l’Africain, La Description de l’Afrique 1956 Paris; Amin Maalouf, Léon l'Africain, Lattés, 1986, Paris.

ENDÜLÜS'ÜN

ÇÖKÜŞÜ

(2)

H a şa n , se v g ilisin i

h a v u z d a çıp lak

yüzerken y a k ın la rın a

seyrettirm iş, so n ra

d a n az ırla rın a

y ık a n d ığ ı s u d a n

içirtmlşti...

#Böylece 800 yıllık İslam egemen­

liği sona eriyor, Kuzey Afrika'ya

büyük göç başlıyordu...

I

ASAN Vezzan’ın ilk çocukluk anılarında, Endülüs’ün çöküşü yer almaktadır. Yazar, bunları şöyle anlatır

Zamanın Sultanı Ebul Haşan Ali, gücünü kanıtlamak için haftalar boyu şenlikler ve

askeri geçiş törenleri düzenlemeye karar vermişti. Elhamra Sarayı'nın İhanet Kapısı’nda da sıralar yap­

tırmıştı. Kendisine yakın nazırlarla sabah oraya kuru­ luyor, ziyaretçileri kabul ediyor, devlet işlerini konuşu­ yordu. Bu sırada ülkenindört bir yanından Almerta’ya gel­ miş olan askeri b irlikle r İhanet Kapısı’nın önünden ge­ çiyor ve Sultana uzun ömürler diliyorlardı.

Bu şenlikler sırasında sarhoşlar yollarda olay çıkar­ tıyor, her gün birkaç kişi yaralanıyordu, işte böyle bir günde öğle üzeri birden gökyüzü kapkara oldu, şimşek­ ler çakmaya başladı ve görülmemiş bir sağanak boşan­ dı; her yeri sular bastı, evleri seller götürdü. Tufan de­ nen şey, başka türlü olamazdı her halde...

"BAŞIM IZA TAŞ YAĞACAK"

Herkes, “Allah Granadalıların cezasını veriyor” de­ di. “Başımıza taş yağsa yeridir. Bu kadar ahlaksızlık, yol­ suzluk varken daha ne beklenirdi?”

Peki, neydi bu ahlaksızlıklar? Sultan Ebul Haşan, En­ dülüs Imparatoriuğu’nun 21’nci sultanıydı. Ondan sonra bir sultan daha tahta çıktı ve Endülüs çöktü. Ebul Ha- san’ın rezaletleri artık arşa çıkmıştı. Nereden başlaya­ yım, Ebul Haşan daha ilk başta tahta çıkabilmek için kendi babasını devirip zindana atmış, ailenin en değerli evlatlarının da kellelerini uçurtmuşfu. Ama anneme göre Ebul Hasan’ın en büyük suçu, karısı Fatma'yı bırakmış olmasaydı. Çünkü Sultan, Izabel de Solis adlı bir Hıris­ tiyan esirine âşık otmuş ve onu Süreyya adıyla sarayı­ na getirm işti. Bizde bütün ispanyollara ve Hıristiyan- lara “ Rum”, yabancı kadınlara da “ Rumiyye” denirdi. Bu Rumlyyenln rezaletlerini de duymayan kalmamıştı. Söylentilere göre bir sabah Sultan bütün yakınları- nı.Elhamra Sarayı’nın Myrtes avlusuna çağırmış ve Sü­ reyya’nın çini çıplak havuzda yüzmesini seyrettirmiş- ti. Süreyya havuzdan çıktıktan sonra da Sultan bütün konuklarına Süreyya’nın yıkandığı sudan birer tas içirt- m işti. Bütün nazırlar bu sudan içmişler ama, yalnız ve­ zir Abul Kasım Venegas bu sudan içmemişti. Sultan bu­ na biraz bozulmuş ve vezire neden içmediğini sormuş­ tu. Abul Kasım da şöyle demişti:

“Sultanım, suyunu İçersem, içindeki kekliğin de ta­ dına bakmak İsterim diye korktum!”

SARAY ÂLEMLERİ

Ebul Hasan’ın Sarayı güzel köleler ve dalkavuklar­ la doluydu. Sultanın tatmadığı zevk yoktu, her türlü iç­ kiyi İçiyor ve uyuşturucu kullanıyordu. Bu içki âlemle­ rinde bir altın tas elden ele dolaştırılıyor ve herkesin dudağı aynı tasa değiyordu tas boşaldıkça sakiler ye­ niden dolduruyordu ve sefahat âlemleri sabahlara ka­ dar sürüyordu.

Sultanın, Süreyya’dan çocukları olmuştu. Süreyya, İleride bunların tahta çıkabilmeleri için Sultanın eşi Fat­ ma’yı ve oğullarını Comares kalesine hapsettirmişti.

Oysa 800 yıllık koca bir imparatorluk çöküyordu. Ne Sultan bunun farkındaydı, ne de yöneticiler. Çevremiz hep düşmanla çevriliydi. Aragon Kralı Ferdinand, Kas- til Kraliçesi İzabene evlenmiş ve bundan büyük bir Ispanyol devleti ortaya çıkmıştı. Endülüs'e saldırmak için fırsat kolluyorlardı.

ZAHARA KALESİ'NE SALDIRI

İşte tam bu sıralarda Sultan, Ispanyollarla aramız­ daki uzlaşmayı bozarak 300 atlı ile Zahara kalesine sal­ dırdı. Zahara, 70 yıldan beri düşmanın elindeydi. Durup dururken, bu kaleyi almaya kalkmanın hiç gereği yok­ tu. Sultan ucuz bir zaferle göz boyayarak, güçlü görün­ mek istemişti.

Saltanatın simgesi

Endülüs saltanatının simgesi sayılan Elhamra Sarayı’nın genel görünümü.

*. <-

,

* »

ı V *

Aslanlı Avlu

Elhamra Sarayı'nda Aslanlı A vlu ’da

çe$me.

Sefahat merkezi

Son Endülüs sultanı döne­

minde sefahat âlemlerine sahne olan sarayın hanım sul­ tan dairesini açılan kapısından elçiler salonunun görünüşü.

Zahara kalesi düştü ama, ispanyollar öyle bir saldı­ rıya geçtiler ki, fn dülüs çatırdamaya başladı. Zahara za­ ferinden tam 200 gün sonra, 14 Temmuz 1482’de Ebul Haşan devrildi, yerine Fatma’dan doğma oğlu Buabdil- lah tahta çıktı. Ama kaç yıl hükümdarlık edebildi? Sa­ vaş bütün ağırlığıyla sürüyordu ve Endülüslüler yenil­ giden yenilgiye uğruyorlardı. Zahara zaferinden tam on yıl sonra Endülüs çöktü. Kral Ferdinand’la Kraliçe Iza- bel büyük bir törenle, at üzerinde Granada’ya girdiler: 20 Ocak 1492 sabahı, Sultan Buabdillah, Comares kale­ sinin anahtarlarını İspanyollara teslim etti.

Granada artık Müslümanlar için yaşanmaz bir kent olmuştu. Şehir, Kastil’li askerlerle doldu. Halk paniğe uğramıştı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu.

GÖÇ HAZIRLIĞI

Konuşulan tek konu Granada’da kalıp kalmamaktı. İmam Astaflrullah şöyle diyordu:

“Bir vatan yitirilmiştir. Bu çok yakınımız olan biri­ nin ölümü gibidir. Cenazeyi kaldıracağız ve sonsuz ya­ şama inanacağız. Ne yapmalı? Gideceğiz buradan. Göç edeceğiz. Allah bize yol gösterecek. Boyunduruk altında hakaretlere uğrayarak yaşayacak değiliz ya! Bu ülkeyi bırakıp başka bir ülkeye yerleşemez miyiz? Kâfirlerin zaptettiği bir ülkede yaşamak dinimizce yasaktır.”

Buna karşılık bazı kişilerin başka bir ülkeye göç ede­ cek güçleri yoktu. Bunlardan biri şöyle diyordu:

“Yaşlı bir ağacı söküp başka bir toprağa dikemez­ siniz. Ben çok yaşlıyım, hastayım, artık yollarda sürü- nemem. Peygambed Efendimiz Size ne kolay geliyorsa

onu yapın, boş yer*, güçlüklerle uğraşmayın' dememiş

m İ ? ”

Buna karşılık şöyle dediler:

“ Evet ama, bu güçsüzler İçin, kadınlar ve çocuklar için, hiçbir olanağı olmayanlar için doğru olabilir. Biz öyle miyiz? Granada’da kalacak her kişi kâfirlerin ülke­ sindeki İnsanların sayısını artırır.”

"TÜRKLER GELDİĞİ ZAMAN..."

Başka biri de şunları söyledi:

“Eğer hepimiz gidecek olursak, bu topraklar üzerin­ de artık Müslüman kalmaz. Allah’ın izniyle yann Rum­ ların hakkından gelmek üzere buraya Türkler geldiği za­ man ne olacak? Biz onlara yardım edemeyecek miyiz?” Bu tartışmalar aylar boyu sürer, ama bir yandan da göç başlar. Herkes varını yoğunu satıp, yola koyulur. Granada'nın limanı sayılan Almerla’dan her gün Fas kı­ yılarına tekneler kalkmaktadır. Karşıda en yakın liman Melilla’dır. Türk denizcileri de karşıdan karşıya göçmen taşımaktadırlar.

Bu göç yıllar boyu sürecek ve bütün Endülüs halkı Kuzey Afrika'ya geçecektir.

B itm iştir artık 800 yıllık Endülüs imparatorluğu... Karşı kıyıya ilk geçenlerden biri de son Sultan Buab­ dillah olmuştur. Hem de bütün altınlarıyla...

(3)

• Endülüs'ten sonra Müslüm anlar

için İlk durak, Fas... Am a herkesin

umudu İstanbul'a varıp OsmanlI

Padişahı'ndan yardım sağlam ak...

hülle önerisi...

Tanca sokakları

Bugün bile 500 yıl öncesinin sihirli havasını taşıyan Fas’ın Tanca şehrinden bir gö­ rünüş...

Kuzey Afrika çöllerimle

Haşan Vezzan'ın 5 yüzyıl önce aşıp Kara A frika’ya uzandığı kervan yolla­

rında, hâlâ deve kervanları çölleri arşınlıyor...

•Haşan vezzan, dayısıyla Sudan'a

giderken, dayısı yolda ölünce,

kervan kendisine kalıyor ve il­

ginç vasiyetini açıp okumak,

genç yeğene düşüyordu...

a

H

AŞAN Vezzan’ın notlarında, çocukluk ve ilk gençlik dönemleriyle İlgili bir yığın tatlı anı var. Endülüslüler, Melllla’ya geçiyor­ lar; oradan da katır kiralayıp Fas’a gide-

. çekler, Atlas Dağları’nda haydutlar yol­ larını kesiyor, ne var ne yok alıyorlar. Meğer o yıllar bir­

takım haydutlar türemiş, Endülüs göçmenlerini soya­ rak dünyanın parasını topluyorlarmış.

Fas’ta kimse göçm enlerin yüzüne bakmıyor, “Unduk” denen otellere doluşuyorlar, sefalet... Bir piş­ manlık başlıyor:

“Keşke gelmeseydlk”, diyor birçokları... “Anavata­ nımıza geliyoruz sanmıştık, haydutların, soyguncuların ellerine düştük.”

İçlerinde b ird e Yahudi vardır. Yahudiler, Hıristiyan zûlmünden korkarak Müslümanlarla birlikte Fas’a göç etmişler. Yahudi, şöyle diyor:

“ Ben de, kızım ve damadımla birlikte Fas’a geldim, ama İkinci kızım kocasıyla birlikte İstanbul’a gitti. Biz­ den İstanbul’a giden çok oldu. OsmanlI Sultanı bizim koruyucumuzdur. Allah onun ömrünü uzatsın ve düş­ manları üzerinde nice nice zaferler nasip etsin!”

Başkaları da söze karışıyorlar:

“ Hepimiz aynı şeyi diliyoruz. Allah bir gün bize va­ tanımla geri verecekse, Türkler Allah’ın kolu olacaktır!” Biz Fas’a yerleşmiş bütün Endülüslüler ne yapa­ cağımızı şaşırmıştık. Kim bize yardım edebilirdi? Os­

manlI Padişahı’na, Acem Şahı’na, Mısır Sultam’na elçiler gönderilmesine karar verdik. Durumumuzu anlatıp yar­ dım isteyeceklerdi. Dayımın da İstanbul’a gönderilme­ sine karar verildi. Durum, Fas Sultanı'na anlatıldı; o da anlayış gösterdi ve dayımın İstanbul'a gitmesini onay­ ladı. Bu benim için bulunmaz bir fırsattı. Dayımla bir­ likte gidecek ve rüyalarımda yaşattığım İstanbul’u görecektim. Dayım beni yanına almak istedi, ama ba­ bam İzin vermedi ve ben İstanbul’u o zaman göreme­ dim.

PADİŞAH YARDIM EDECEK Mİ?

Dayım tek başına İstanbul’a gidip geldi. Herkes İs­ tanbul’dan ne haberler getireceğini bekliyordu. Bütün Endülüslüler başına toplandılar, o da bütün ayrıntıla- nyla anlattı. Yolda fırtına çıkmış, korsanlardan korkmuş­ lar, sonunda İstanbul uzaktan görünmüş... Padişah'ın sarayı, yeniçeriler... Neler, neler! Dayım şöyle diyordu:

“Konuştuğum herkesin şuna inandığını gördüm. Al­ lah’ın İzniyle Kastilliler İçin bir gün yenilgi mukadder­ dir. Endülüs yeniden Müslüman olacak ve bütün Endülüslüler kendi yuvalarına döneceklerdir.”

Dayım bunun ne zaman ve nasıl olacağını anlatmı­ yor ama, Türklerin yenilmez bir güce sahip olduklarını ve Türk askerlerinin dehşetini belirtmekle yetiniyordu. Türklerin Granada’nın geleceği ile de ilgilendiklerini ve Endülüs’ü düşman elinden kurtarmak için çok kararlı olduklarını anlatıyordu.

Akşam dayımla yalnız kalınca sordum:

“ Bir gün geri döneceğimize inanıyor musunuz?” “Haşan, oğlum” dedi. “Daha sen çok gençsin, on iki yaşındasın. Beni İyi dinle. Bak, ben Doğu’da neler gör­ düm. Iran Şahı, Türklerle savaşa hazırlanıyor, Türkler de Venediklilerle uğraşıyorlar. Mısır Sultanı ise Kastil- lllefle anlaşmış, onlardan da blr tekne ciolusü buğday

almış. Gerçek bu! Belki birkaç yıl sonra durum değişir, ama bugün için durum kötü. Rastladığım Müslüman hü­ kümdarların hiçbirinin Granada umurlannda değil. An­ ladın mı şimdi durumumuzu?”

İLK "KARA AFRİKA" SEFERİ

Aradan yıllar geçer. Haşan Vezzan 17 yaşına gelmiş­ tir. Bu kez de dayısı Sudan Kralı Aşkla Muhammed To- urö’ye Fas Sultanı’nın bir mesajını iletecektir. Dayı, yanına yeğenini almayı kabul eder, baba da buna razı otur, büyük bir kervan hazırlanır, develer, atlar, asker­ ler, köleler, yiyecek, içecek, krallara verilecek hediye­ ler... Ve yola çıkılır.

Haşan Vezzan yol anıları arasında şunları anlatıyor: Fas’tan ayrıldıktan sonra Sefru’yu geçtik, ondan iki gün sonra da yolumuz Aynei-Asnam (Hayallerin Kay- nağıj’na uzandı. Burada birzamanlar bir tapınak varmış, kadınlar ve erkekler yılın belirli bir döneminde burada toplanırlarmış. Geleneksel tapınma törenleri bittikten sonra mumlar söndürülürmüş. Tam o sırada hangi ka­ dın hangi erkeğin yanında bulunursa onun olur, bütün geceyi birlikte geçirirlermiş. Sabah olunca her kadın yi­ ne kendi kocasına dönermiş ama, artık bir yıl kocasıy­ la yatmazmış. O aylarda çocuğu olursa çocuk, tapınağa bırakılır ve bunlar tapınakta yetiştirilirm iş. Müslüman­ lar Ayn el-Asnam’a girince kenti yok etmişler, bu gele­ nekleri ve törenleri de yasaklamışlar.

Haftalar boyu yol aldıktan sonra Tombuktu’ya var­ dık.

"DAYIMIN VASİYETİ"

Burada bir hafta kaldıktan sonra Sudan Sultanı Aş­ kla Muhammed Tourö’nin yaşadığı Gao kentine doğru yola çıkacaktık. Ama dayım birdenbire hastalanıverdi.. Ateşler içinde kıvranıyordu. Tombuktu Kralı, kendi dok­ torunu gönderdi. Doktor deyip de geçmeyin, adam İs­ lam âleminde yazılmış bütün kitapları okumuş. Endülüs’teki tıp bilginlerinin çalışmalarını da izlem iş­ ti. Çok yaşlı, beyaz sakallı bir zenciydi. Ama, ne yaptıy­ sa yararlı olamadı.

Dayım üç hafta kıvrandıktan sonra, “Geri dönece­ ğiz” dedi. “Bu durumda yolumuza devam edemeyiz. Bu gidişle ben görevimi iki yılda tamamlarım, sultana ayıp olur.”

Dönüşe geçtik. Ama dayım yolda ölüverdi. Kendi­ sini kızgın kumlara gömdük. Kervanın başına ben geç­ tim.

Dayım, bana bir vasiyetname bırakmıştı. Açtım, için­ de şunlar yazılıydı:

“Sevgili yeğenim, oğlum Haşan. Sana ne doğru dü­ rüst bir miras bırakabildim ne de adımı. Sana benden yalnız kuşkularım, yanlışlıklarım ve hırslarım miras ka­ lacak.

“Kervana katılanlan sağ salim Fas’a ulaştır, kervancı­ lara İyi bak, hiçbir özveriden kaçınma.

“Bir gün bir Bedevi kadınına, ‘En çok hangi oğlunu seversin’ diye sormuşlar. Kadın şöyle demiş: ‘İyi olana dek hasta olanını; büyüyene dek küçük olanını; geri dö­ nene dek yolda olanını.' Bu sözü unutma!

“ Baban, annenden boşandı, dargın yaşıyorlar, on­ ları barıştır. Bunun yolu vardır, bir hülle yapılır, yeniden evlenirler. Ama baban çok kıskanç. ‘Karım bir kez baş­ kasıyla evlenirse onu yeniden almam’ diye tutturdu. Baş­ kasıyla evlenmesi biçimsel anlamda olacak. Kocasını hiç görmeyecek belki de. Sözde evlenip boşanacaklar. Ama ne yazık ki, baban buna razı olmuyor.

"Endülüslü bir bey varmış, kansını boşamış, pişman olmuş, çok kıskanç olduğu İçin hülle yapılmasına da yanaşmamış. Başka bir yol bulmuşlar. Kadın bir gece hiç kimsenin göremeyeceği bir kıyıda çırılçıplak kum­ lara uzanmış, üzerine dalgalar vurmuş; dalgalar kadını bir erkek gibi okşamış, bunu evlilik saymışlar. Ertesi gün Endülüslü bey yeniden karısıyla evlenmiş. Yani isteyin­ ce yol bulunur, bunu da unutma.

“ Fas’a varınca sultanın huzuruna çık, durumu an­ lat. Kara Afrika’da çok sayıda krallığın bulunduğunu, bunların kendi aralarında savaştığını, ama hiçbirinin Kara Afrika ülkeleri dışına çıkmaya niyetli olmadığını belirt; onlardan hiç çekinmesin.”

(4)

gö n d e rile n H a şa n

vezzan, Yavuz'un M ısır'a

se fe re ç ık a c a ğın ı

öğrenince, e şin in bunu

M e m lu k la r a b ildirm esi

İste ğ in e şu cevabı

veriyordu:

^Casusluk mu yapacağım*

"Bütün tasarladıRlarımı unuttum

” Osmanlı Sarayı’nda yabancı elçiler görkemli törenlerle

padişahın huzuruna çıkıyordu. Haşan Vezzan da, Yavuz Sellm’in heybeti karşısında önceden tasarladıklarını unuttuğunu söylüyor.

0

çağın İstanbul'u

Yavuz Selim döneminin İstanbul’u Haşan Vezzan’ı çok şaşırtmış. Hıristiyan ve Yahudilerin büyük zenginlik ve özgürlük içinde oluşları ve inşa faaliyeti, elçiyi çok etkilemişti.

•Endülüslü elçi Yavuz selim in hu­

zurunda heyecandan ne diyece­

ğini unuttuğunu da saklamıyor...

a

H

AŞAN Vezzan 1516’da ikinci Becaya ku­şatması sırasında Oruç Reis’le tanıştı. İki yıl önce yapılan birinci kuşatma başarısız­ lıkla sona ermişti. Barbaros Hayrettin ve Oruç Reis’ler o dönemde Becaya’nın İspanyolların eline geçtiğini öğrenince, bu kenti kur­ tarmak için derhal Becaya’ya yelken açtılar, ama lima­ na varınca kendilerinden çok daha güçlü bir İspanyol filosuyla karşılaştılar. Barbaros kardeşler Becaya kale­ sine saldırıya geçtikleri zaman da, kaledekiler şiddet­ le karşı koydular.İşte bu sırada kaleden atılan bir gülle, Oruç Reis’in koluna çarptı ve Barbaros Hayrettin hemen en güvendiği leventlerle kardeşinin yardımına koşarak, kendisini kadırgaya taşıttı. Ne var ki, Oruç Reis’in ya­ rası çok ağır olduğu için bir kolunu kesmek zorunda kal­ dılar.

Barbaros kardeşler Becaya’daki bu başarısızlığın öcünü almak için kenti yeniden kuşattılar. Filo Çerçel (Gigel) açıklarında demir attı. Çerçel de İspanyolların elindeydi. Oranın halkı da ispanyollara karşı savaşa ka­ tıldı. Barbaros Hayrettin leventlerin başına geçti ve Türk- ler kaleye saldırdı, ispanyollar uzun süre direnemediler. Kale düştü, 600 esir alındı. Ele geçen bütün ganimet de hiç ayırım gözetilmeksizin Türklere ve yerli halka da­ ğıtıldı.

Çerçel, Barbaros kardeşlerin Kuzey Afrika'da yerleş­ tikleri ilk önemli liman olacaktır.

YAVUZ'A GÖNDERİLEN HEDİYELER

Bu başarıdan sonra Barbaros kardeşler bir kadırgayı esir ve hediyelerle İstanbul’a, Yavuz Selim’e gönderdi­ ler. Böylece padişaha bağlılıklarını göstermiş oldular. Osmanlı sultanının Barbaros kardeşleri destekleyece­ ği duyulunca 20 bin Berber, Barbaros’lara katılır. Artık hedef, Becaya’yı düşman elinden kurtarmaktır.

Türkler, Becaya’yı 24 gün kuşattılar, ama barutları tükendi; Tunus Sultanı’ndan yardım istediler. Sultan, Barbaros’lardan korkmaya başlamıştı, yardım gönder­ medi. Bu olaylar Süleyman Çavuş adlı bir tarihçinin 16’ncı yüzyılda yazdığı bir belgede anlatılmaktadır.

Haşan Vezzan işte bu ikinci kuşatma sırasında Bar­ baros kardeşleri tanıdı. Ona göre Oruç Reis ellinin üs­ tündeydi, ama çok daha yaşlı gösteriyordu. Oysa başka tarihçilere göre Oruç Reis 1516’da ancak 43 yaşındaydı.

Bu kuşatma da başarısızlıkla sona erdikten sonra, Barbaros kardeşler Tunus’a döndüler. Tunus Sultanı kendilerine La Goulette’te bir barınak vermiştir. Orada filoyu yeniden güçlendirerek, kıştan sonra yeni bir se­ fere hazırlanmaya başladılar. Muhiddin Reis’i de değerli hediyelerle İstanbul’a, Yavuz Selim’e gönderdiler.

Yavuz Selim bundan çok duygulandı. Barbaros kar­ deşleri tanımak için Kurdoğlu Muslihüddin Reisi de Tu­ nus’a gönderdi. Ayrıca Barbaros’un filosuna katılmak üzere Tunus’a iki kadırga yolladı. (Prof.ismail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi’nin ll’nci cildinde, “Kurdoğ­ lu Muslihüddin Reis’ten söz etmektedir. Süleyman Ça- vuş’un XVI. yüzyılda bıraktığı belgede ise Kurdoğlu ve Muslihüddin Reis ayrı iki kişi olarak gösterilmektedir.)

Demek ki bu sırada Barbaros kardeşler, Haşan Vez- zan’ ın da İstanbul’a gönderilmesini istediler. Harun Re- is'le birlikte İstanbul'a gelen Haşan Vezzan, izlenimle­ rini şöyle anlatmaktadır:

YAVUZ DÖNEMİNDE İSTANBUL

Garip bir şehir şu İstanbul. Tarih bakımından ne ka­ dar zengin ve eski, ama taşları (yapıları) ve insanları ile ne kadar yeni. Türkler buraya gireli daha 70 yıl bile o l­ madı (63 yıl) ama, şehrin bütün yüzü değişmiş. Aya Sof­ ya cami olmuş, padişah her cuma orada namaz kılıyor. Her yerde yeni yeni yapılar yükseliyor, saraylar, cami­ ler, medreseler. Bir yığm da ahşap barakalar görüyor­ sunuz. Anadolu'dan İstanbul’a gelenler, oralara yerleşiyor.

Düşmanı yenmiş olan bu insanlar bütün bunlara kar­ şın başkentte azınlıktalar, hiç de öteki insanlardan da­ ha varlıklı değiller. Kentin en güzel konaklarında, köşklerinde Ermeniler, Rumlar, Italyanlar, Yahudiler otu­ ruyor; çarşıdaki en zengin dükkânları onlar işletiyorlar. Granada’dan İstanbul’a göç eden Yahudilerin sayısı, yaklaşık 40 bin. Hepsi Sultan’ın adaletini öğüyor. Çar­ şılarda sarıklı Türkleri de görüyorsunuz, kendi giysile- ’ri içinde Hıristiyanları ve Yahudileri de.

Birkaç caddenin dışında, sokaklar dar ve çamurdan

geçilmiyor. Varlıklı insanları sırtta hamallar taşıyor. Ken­ te yeni gelip de iş bulamamış olanlar, böylece insan ha­ mallığı ile geçiniyorlar.

HUZURA KABUL

İstanbul’; kötü bir mevsimde geldik. Yorulmuş, bit­ miştik. Acele etmemizin nedeni, Sultanı ilkbahar sefe­ rine çıkmadan önce yakalamaktı. Geceyi G iritli bir Rum’un evinde geçirdik. Ertesi sabah da saraya vardık. Altın işlemeli, uzun ipek bir hırka giymiştim, padişaha söyleyeceğim şeyleri, okuyacağım beyitleri kafamda tekrarlıyordum. Çevremde belki binlerce asker, memur ve halktan insan vardı. Herkes saygı içinde susuyordu, iki saatten çok bekledik.

Bir süre sonra bir görevli bize yol gösterdi; orta ka­ pıdan Divan’ın avlusuna geçtik. Burası çiçeklerle dona­ tılmıştı, bahçede devekuşları dolaşıyordu. Yanda da sipahiler yer almıştı. Gözlerim karardı, kulaklarım uğul­ damaya başladı, boğazım kurudu, tek kelime söyleye­ bilecek durum da değildim . Başım dönüyor ve sendeliyordum. Kendime biraz çeki düzen vermeye ça­ lıştım.

Artık huzura kabul ediliyorduk. Sultan Selim işte kar­ şımda ipek yastıklar üzerinde oturuyor ve soğuk göz­ lerle bana bakıyordu. Korkum biraz geçer gibi oldu. Kurulmuş bir araç gibi ezbere konuşmaya başladım. Ha­ zırladığım bütün sözler teker teker ağzımdan döküldü. Sultan başını salladı, yanındakilerle birşeyler konuştu. Sarığının üzerinde bir yakut taş vardı.

MISIR SEFERİ'NE HAZIRLIK

Sözlerimi bitirince eğilip elini öptüm. Parmağına iri gümüş bir yüzük takmıştı. Kalkarken bir görevli benim sırtıma deve tüyünden yapılmış bir cüppe geçirdi.

Konuşmamız bitm işti. Artık tartışma başlayacaktı. Sultanın danışmanları ile yan odada konuyu tartışacak­ tık. Gerçekte benim görevim sona ermişti, söyleyecek­ lerimi söylemiştim. Görüşmeleri ondan sonra Harun Reis yürüttü.

Bu görüşmeler sırasında çok önemli bir şey öğren­ dim, Yavuz, Mısır Seferi’ne hazırlanıyordu. Oysa Sulta­ nın (1514’teki Çaldıran zaferinden sonra) yeni bir İran seferine çıkacağı söylentileri ortalığa yayılmıştı. Hat­ ta Memluk Sultanı’na haber göndererek kâfirlere karşı yapılacak savaşlarda OsmanlIları desteklemesini iste­ mişti. Memluk’lar gafil avlanacaklardı.

Durumu hemen karım Nur Hanım’a anlattım. Karım Çerkezdi; yakınlarının Kahire’de öldürülmesinden kor­ kuyordu, büyük telaşa kapıldı. Kahire’ye gidip Memluk­ ları uyarmamız için dayattı.

Sonunda “Nasıl istersen öyle olsun!” dedim. Ben Endülüs’ten ayrıldım. Maceradan maceraya sürükleni­ yorum. Hiçbir şeye bağlı değilim. Dünya umurumda de­ ğil. Kendime göre bir m utluluk anlayışım var, önsezilerim bana yön veriyor, kadere inanıyorum. Ka­ der bizi birleştirdi. Bir an düşünmeden her şeyi bırakıp seninle oldum. Şimdi seni burada tek başına bıraka­ mam. Kabul, seni Kahire’ye götüreceğim, ama orada yollarımız ayrılacak. Yavuz’un sarayında duyduklarımı Memluk Sultam’na anlatacak adam değilim ben. Casus­ luk mu yapacağım? Ama, sana karışmam! Gönlün ne diliyorsa onu yaparsın...

M ERCİD A BIK VE

RİDANİYE

(5)

Barbaros 'tan

Wavuz'a

Endülüslü elçinin

500 yıllık anıları

HIFZI TOPUZ

H a şa n vezzan, e şin in g e b e old u ğu n u öğrenince,

|

r ı

-

-

-

. . . .

---— - m

ş

K ah ire de ka lıyo r ve böylece şe h rin O sm a n lIla rın

eline ge ç işin e g ö rg ü ta n ığ ı oluyordu...

•Kahire’de, kan

ötürdü..?

masan vezzan, Kahire'de Sultan

selim adına hutbe okunduğuna

da tanık olacaktı...

ASAN Vezzan, eşi Nur Hanım’la birlikte Kahire’ye geldikten sonra, ilk işi Memluk Sultanı Kansu’nun kardeşinin oğlu Tu- manbay’la görüşmek oldu. Tumanbay o sıralarda 40 yaşındaydı. Durumun cid d i­ liğini anlayarak Sultan Kansu’dan ordunun başına geç­ mesini istedi. Sultan, 84 yaşında ve yorgun bir adam­ dı, gözlerinden ameliyat olmuş, büsbütün çökmüştü. Ama yine de ordunun başına geçerek, Suriye’ye gitti.

Haşan Vezzan iseNur Hanım’ı bırakıp Fas’a dönme­ miş ve Kahire’de kalmıştı. Çünkü karısının gebe oldu­ ğunu öğrenmişti. Çalkantılar içinde olan Kahire’de, o günlerde yaşanan olayları şöyle anlatıyor:

“Sultan Kansu, Suriye’ye geçtikten sonra sürekli ha­ berler gelmeye başladı. Sultan’ın önce Gazze’ye, son­ ra Tiberlyad’a, sonra Şam’a, daha sonra da Halep’e vardı- ğını haber aldık. Aradan tam üç ay geçmişti. Şaban’ın 16’ncı günü, 14 Eylül 1517’de Suriye’den bir atlı geldi. Halep yakınlarında Mercidabık’ta iki ordunun karşılaş­ tığını anlatıyordu. (Mercidabık Savaşı, 24 Ağustos 1516’da olmuştur). Sultan Kansuk da, askerlerinin ba­ şındaymış. Sırtında beyaz hırkası, başında ufak takke­ si varmış. Omuzunda bir balta taşıyormuş. Yanında da Halife (III. Mütevekkil-al-Allah), kadılar ve Kuran taşıyan kırk kişi bulunuyormuş. Önce Memluk ordusu bastır­ mış, Türklerden yedi sancak ve ağır toplar almışlar.

BOZGUN

“ Ama sonra Memluklar ihanete uğramışlar. Halep Valisi Hayır Bey’ in komuta ettiği birlikler, birdenbire ger çekilmeye başlamış, askerler paniğe kapılmışlar. Sul tan Kansu’ya o sırada felç gelmiş, atından düşüp ölmüş Cesedini bile bulamamışlar.

“ Artık cepheden hep yenilgi haberleri geliyordu. On ce Halep’in düştüğünü öğrendik, sonra da Hama’nın Han H alili’de Türklerin ve FaslIların dükkânları yağma edildi. Ama Tumanbay hemen duruma el koydu. Bütün vergilerin kaldırıldığını, yiyecek fiyatlarının ucuzlatıldı- ğını ilan etti. Tahta çıkmak için bir süre bekledi (Tuman­ bay, 1516’da Memluk Sultanı ilan edilmiştir). O sırada Şam’ın, arkasından da Gazze’nin düştüğünü öğrendik.

“Tumanbay, Kahire’nin savunulması için halktan ye­ ni bir savunma örgütü kurdu, hapishaneleri boşalttı, bü­ tün suçluları affetti (Yavuz Selim, Mercidabık zaferin­ den sonra hemen Kahire üzerine yürümemiş ve uzun hazırlıklaragirişmiştir).Aralık 1516’da OsmanlI ordusu­ nun Kahire’ye yaklaştığı söyleniyordu, Tumanbay yeni savunma önlemleri aldı. Kentin kuzeydoğusunda El Mu­ kaddem Dağı’ndan Nil Vadisi’ne kadar derin siperler kazdırdı. Orduyu fillerle güçlendirdi; yeni döktürdüğü topları da kentin sınırlarına yerleştirdi (Tumanbay Frenk- lerden 200 rop elde etmiş ve Ridaniye cephesini 20-50 bin askerle donatmıştır). OsmanlIların hemen Kahire’ ye kadar gelebilecekleri, kimsenin aklından geçmiyor­ du (Oysa Osmanlı kuvvetleri, büyük bir şans eseri ola­ rak çölü yağmur yağarken geçmişler ve hiç su sıkıntısı çekmemişlerdir.— Uzunçarşılı).

RİDANİYE SAVAŞI

zünü yere koyup ağlamıştır— Uzunçarşılı). Artık Mem­ luk Sultanlığı çökmüş sayılabilirdi.

Yavuz, Kahire’ye egemen olmuştu, her fırsatta kenti dolaşıyor, her yere girip çıkıyordu. Bunun yanı sıra da kentte birçok yer yağma ediliyordu.

Çerkezler, huzursuzluk içindeydiler. Ordu, Memluk­ lara karşı çok sert davranıyordu. Eski yöneticilerden biri ele geçirilecekoldum u, bir eşeğe ters bindiriliyor, başına mavi bir sarık sarılıyor, boynuna ziller takılıyor ve bu biçimde kentte dolaştırıldıktan sonra kafası ke­ siliyordu. Adamın başı bir sırığa geçirilerek, bir alana dikiliyor, vücudu da köpeklere yediril¡yordu. Kışlaların önüne bu biçim yüzlerce sarık dikilm işti.

Çerkezler, saldırıya uğramamak için giysilerini bı­ rakıp Mısırlılar gibi giyinmeye başladılar. Ama asker­ ler kimin Çerkez, kimin Arap olduğunu hemen anlıyor ve Çerkezlere ceza ödetiyorlardı.

TUMANBAY'IN İNTİKAMI

KESİN ZAFER

“Yavuz’un Sina Çölü’nü geçtikten iki gün sonra Ka­ hire üzerine yürüdüğünü haber aldık. (27 Ocak 1517’de iki ordu Rldaniye’de karşılaşırlar. Memluk ordugâhı bü­ tün toplarıyla ele geçirilir, Tumanbay da kaçar). Ayın son günü Yavuz, Kahire’ye girdi. Önce tellallar sokak sokak dolaşarak herkesin yaşamının güvence altında olduğu­

nu haykırdılar. ___ _ _ __ .

“ Bir cuma sabahıydı, Suriye’de esir düşen halife (III. Mütevekkil-al-Allah) Kahlre’ye getirildi, camilerde Sul­ tan Selim adına hutbe okunacağı bildirildi (Yavuz, cu­ ma namazını Melik Müeyyed Camii’nde kılmış, hatip, hutbeyi kendi adına okuyunca, Yavuz heyecandan

yü-HutttB Okuttu

Kahire’yi fethettikten sonra adı­

na hutbe okutan Yavuz Sultan Selim’in, Lokman’ın "Kıyafet i Osmaniye fî Şemail i Osmaniye" adlı eserin­ den alınan minyatürü...

işgalin dördüncü günüydü, Sultan Selim, Bulak Ma­ hallesindeki karargâhına çekilmişti. O gün yine birçok kelle uçurulmuş ve yüzlerce ceset Nil Nehri’ne atılmıştı.

Akşam karanlık çöktükten sonra ortalığı bir gürül­ tü, bir homurtu kapladı. Bulak’taki Osmanlı karargâhı­ na doğru develerin koşturulduğu anlaşıldı.Develer, tu­ tuşturulmuş yağlı paçavraları sürüklüyorlardı. Böylece Osmanlı ordugâhındaki çadırlar ateşe veriliyordu. De­ velerin arkasından binlerce silahlı geliyordu. Bunlar, Tu- manbay’ ın örgütlediği derme çatma halk birlikleriydi. Tulumbacılar, sakalar, balıkçılar, sandalcılar, eski mah­ kûmlar da bunlara karışmıştı. Ellerinde hançer ya da zin­ cir, koşuyorlardı. Başlarında da Tumanbay vardı. Os­ manlI ordusu gafil avlanmış ve çok kötü bir saldırıya uğramıştı. Yavuz Selim de kuşatılmış, ama yiğ it muha­ fızlarının yardımıyla bu darbeden kurtulabilmişti. Ordu­ gâh artık Memlukların eline geçmişti.

Tumanbay hiç aman verilmeden bütün OsmanlIla­ rın öldürülmesini istiyordu; hiç esir alınmayacaktı.

Sokak sokak, bütün Kahire Memlukarın eline geç­ ti. Çerkezler, Osmanlı askerlerine hiç acımasız biçim ­ de saldırıyorlardı'. Birkaç gün önce ezilmiş olan kişiler, şimdi birer cellat olmuşlardı. Oturduğum evin yakınla­ rındaki bir camiye sığınan yedi Türk’ün nasıl öldürül­ düğünü gözlerimle gördüm. Türklerin peşine 20 Kahi- reli düşmüştü.Türkler minareye tırmandılar ve oradan ateş etmeye başladılar. Ama bu uzun sürmedi, yakalan­ dılar; hemen minarenin tepesinde başları kesildi ve yedi baş, minarenin şerefesinden aşağıya atıldı.

Savaş, salı akşamı başlamıştı, perşembe günü Tu­ manbay, Saliba Caddesi'ndeki Şeyhu Camii’ne karar­ gâhını kurdu. Camilerde de onun adına hutbe okutul­ du.. Herkes şaşkına döndü. Ne olmuştu OsmanlIlara?

Taviz yok

Tumanbay’ın önayak olduğu ayaklanmayı

sert bir şekilde bastıran Yavuz Sultan Selim, Kansu Gav- r i’nin kesilen başını da böyle izlemişti. (Hünername).

güllelerle kahire’ye saldıracağı anlatılıyordu. Ama birkaç gün sonra Tumanbay’ın esir edildiği haberi geldi. Her­ kes, Züveyle kapısına doğru koşmaya başladı. Kadın, erkek, çoluk, çocuk binlerce kişi, sokakları doldurmuş, Züveyle kapısına akıyordu. Ben de bu insanların arası­ na katıldım.

TUMANBAY ASILIYOR

Ama Tumanbay’ın egemenliği, yine çok sürme­ di. OsmanlIlar hemen toparlandılar, adim adım, sokak sokak ilerlemeye başladılar. Tumanbay kentin merke­ zindeki fakir mahallelerine çekildi. Alelacele sığınak­ lar siperler kazdırmaya başladı. OsmanlIları ise her ge­ çen gün ağırlıklarını ve üstünlüklerini ortaya koyuyor­ lardı. Bütün yollar kesilmiş ve Kahire’den kaçma ola­ nağı da kalmamıştı. Bu kez hedef, yalnız Memluklar ve Çerkezler değil, onlarla birlikte başkaldırmış olan bü­ tün Kahire halkıydı. Sokaklar, insan cesetlerinin yanı­ na serilmiş at ve eşek ölüleriyle dolu. Kan gövdeyi gö­ türüyordu.

Ertesi gün, Yavuz Selim’in karargâhının kapısına biri beyaz, biri kırmızı iki bayrak çekildi. Bu artık ^hainlerden intikam alındığının simgesiydi. Bulak karargâhındaki kı­ yımı yaratanlar, cezalarını bulmuşlardı.

Kahire yaşanmaz bir kent olmuştu. Fiyatlar alabil­ diğine yükselmiş ve çarşı pazarda yiyecek kalmamıştı. Hâlâ bazı eyaletler Tumanbay’ın etkisinde olduğu için, Kahire’ye artık mal gelmiyordu.

Yine birtakım söylentilerortalığa yayıldı, Tumanbay’- ın İskenderiye’de yeni birlikler kurduğu, oklarla, yaylarla,

Birdenbire bir Osmanlı birliği ile karşılaştık. Birlik, yüzlerce sipahi ve piyadeden oluşuyordu. Ortada, at üze­ rinde bir esir vardı. Bu, Tumanbay’dı. Saçı; sakalı birbi­ rine karışmıştı. Üzerinde yırtık, pırtık elbiseler vardı.

Bir Osmanlı subayı emir verdi, Tumanbay’ı atından indirdiler, ellerini çözdüler, Tumanbay halkı selamladı. Züveyle kapısının üzerinden bir ip sarkıyordu. Tuman­ bay ne olacağını anlamıştı. Halka döndü:

—“ Benim İçin üç Fatiha okuyun” diye haykırdı. Sonra cellada döndü:

—“ Haydi!” dedi, “Ne duruyorsun? Bitir işini!” Cellat, ipi Tumanbay’ın boynuna doladı. İpi öbür ucundan çektiler. Tumanbay yerden dizboyu kadar yük­ seldi, ama ip koptu. Tumanbay yere düştü, ipi yeniden boynuna doladılar, yine ip koptu. Cellat ipi üçüncü kez Tumanbay’ın boynuna doladı, bu kez ip kopmadı. Ce­ set havada sallandı. Kimi haykırıyor, kimi Fatiha oku­ yor, kimi hıçkırıyordu.

(Osmanlı Tarihi'ne göre, Sultan Selim, Tumanbay’- ın cesaretini değerlendirmiş ama Mısır’dan ayrılırken arkasında böyle güçlü bir düşman bırakmak istemediği için yakalandıktan 17 gün sonra Tumanbay’ı, Şehsuvar- zade Ali Bey’e teslim etmiştir. Memluk Sultanı, bir za­ manlar Ali Bey’in babasını Züveyle kapısında astırdığı için, Ali Bey de, Tumanbay’ı orada astırmıştır. Ceset üç gün ipte kaldıktan sonra, hükümdarlara öz bir törenle gömülmüş, Yavuz Selim de cenazede hazır bulunmuş­ tu r.— Uzunçarşılı— ” )___________

(6)

Endülüslü elçinin

500 yıllık anıları

HIFZI TOPUZ

Kahire'den, ver

elini Tunus

derken, soluğu

papa'nın

huzurunda alıyor

•SicilyalI korsanlar tarafından ka­

çırılıp Papa’ya armağan edilen

Haşan vezzan, st.Pierre dekl tö­

renden sonra Jean Léon adını

alıyordu...

a

H

AŞAN Vezzan kitabının bundan sonraki bölümünde eşi Nur Hanım, üvey oğlu Be- yazıd ve Kahire’nin düştüğü günlerde do­ ğan kızı Hayal’le birlikte Mısır’dan kaçı­ şını, Mekke’ye hacca gidişini anlatır. Cld- fe’den İskenderiye’ye geçerler. Tunus’a dönmeye ka- ar vermişlerdir. Haşan Vezzan’ın aklında artık ne Mı- ır vardır, ne Suriye, ne Kandiya, ne Bursa, ne İstanbul, ıe Cezayir, ne Çerkezlstan, ne de Endülüs, gidip Tu- lus’a yerleşecekti!

Bindikleri tekne kalkmak üzereyken güverteye bir OsmanlI subayı girdi. Bu, son bir denetimdi. Herkesin yüzüne teker teker dikkatle baktı. Sonra gözü birden Be­ yazıd’a ilişti. Çocuk o sırada dadısının elinden kurtu­ lup güvertenin ortasına doğru koşmuştu. Dadı:

— “ Beyazıd, gel buraya!” diye haykırdı.

Subay bunu duyar duymaz çocuğu yakaladığı gibi havaya kaldırır.

— Adın ne bakayım senin? — Beyazıd!

— Sen kimin oğlusun? — Alaeddin’in!

Haşan Vezzan hemen fırlar yerinden;

— Evet, der, bu benim çocuğum. Adım Alaeddin Ha­ şan Ibn - al- Vezzan. Faslı tüccarım. Granada doğumlu­ yum. Allah OsmanlIlardan razı olsun!

Subay çocuğu yere bıraktı;

— Çok güzel bir çocuk, dedi. Benim de büyük oğ­ lumun adı Beyazıd. Yedi aydır görmedim...

KORSANLARIN ELİNDE

Tekne günlerce Güney Akdeniz’in dalgaları arasın­ da yol aldıktan sonra Cerbe Adası’na yanaştı. Bu Cer- t>e Adası Tunus’un güneyinde şirin bir yerdir. Bugün tu­ ristik otellerle doludur. O dönemde ise ıssız bir adacıktı. Korsan gemileri zaman zaman orada barınırdı.Cerbe’ liler bir ara Tunus Sultam’na baş kaldırarak bağımsız­ lıklarını elde etmiş, sonra da birbirlerine düşmüşlerdi.

Vezzan’ların bindiği tekne İskenderiye’den Cerbe’ y» tam bir ayda gelmişti. Gece orada geçirilecek, erte­ si sabah da demir alınarak yola devam edilecekti.

Haşan Vezzan, yol arkadaşı Abbas’la birlikte biraz adayı dolaşmak istedi. Bir meyhaneye gittiler. Meyha­ nede nefis şaraplar içildi, harika balıklar yenildi. Hac dönüşü Haşan Vezzan’ın hiç de sarhoş olmaya niyeti yoktu ama, bir aylık bir deniz yolculuğundan sonra bi­ raz şarap çok iyi gelmişti. İki arkadaş kafayı buldular. Haşan Vezzan başladı anılarını anlatmaya: Granada, Fas, Barbaros’lar, Sultan Selim, Kahire...

Birde baktılar ki, SicilyalI iki denizci kulak kesilmiş, onları dinliyor. Hemen konuyu değiştirdiler, ama S icil­ yalIların gözlen yine onların üzerindeydi. Bir saat ka­ dar sonra kalkıp meyhaneden çıktılar. Haşan, arkada­ şına:

—“Gel, biraz yürüyelim, hava alalım”, dedi. İskele­ nin yanında uzanan kumsalda yürümeye başladılar. Bir­ den elleri hançerli sekiz-on kişi çıktı karşılarına. Kuşatılmışlardı. Hançerleri dayadılar boğazlarına.

— Çıt çıkarmak yok!

Bir yumruk Abbas’ın kafasına, bir yumruk da Ha- san’a, ikisi de bayıldı.

Haşan birde gözünü açtı ki, ortalık aydınlanmış! Bir kadırganın ambarına atılmış ve zincire vurulmuşlardı. Beyni zonkluyordu, ağzı pas içindeydi. Her yanı ağrı­ yordu. Anladılar başlarına gelenleri. Esir edilmişlerdi. Şimdi onları bir limana götürüp satacaklardı. Kim ala­ caktı acaba? Belki Napolill bir tüccar, belki Romalı bir zengin, belki de Kastilll bir Ispanyol! En kötüsü bir İspanyol’a köle olmaktır. Kim bilir adam neler yapacak? Bütün başlarına gelenler hep bu İspanyolların yüzün­ den değil mi? Ne bitip tükenmek bilmeyen bir işken ce! Zaten “engizisyon” denen işkence türünü de on­ lar yaratmadılar mı? Müslümanlara işkence, Yahudile- re işkence, birbirlerine işkence. Hele siyasal işkence­ lerin tümünü onlar yarattılar. Ne korkunç b ird in yobaz­ lığı!

Abbas bu ara gözlerini açmıştı. Şöyle sağına solu­ rla bir bakındıktan sonra:

Meye niyet, neye kısmet

Haşan Vezzan Mısır'dan Tunus'a dönmek niyetiyle ayrılmıştı, ama Cer­

be Adası’nda korsanlar tarafından İtalya'ya kaçırıldı. Bu sırada M edici’ler İslam dünyasına yanaşma imkânla­ rı arıyordu. Fotoğrafta Medici ailesince Michelangelo'ya yaptırılan kitaplık görülüyor.

Afrikalı Lyon’un Özlemi

Kaçırılıp Papa’ya hediye olarak verilen Haşan Vezzan, Kuzey A frika’ya,

Cezayir’e dönebilmek için uzun bir süre bekleyecekti...

— “Elhamdülillah”, dedi. “Buna da şükürler olsun, yaşıyoruz!”

"PAPA'YA HEDİYEİDİLECEKMİŞİM!^

Haşan Vezzan bundan sonra başına gelenleri şöy­ le anlatıyor:

“ Bizi kaçıranların başı Pidro Bovadlglia adında 60 yaşlarında SicilyalI bir korsanmış. Bütün yaşamı soy­ gunculukla geçmiş. Sayısız adam öldürmüş, türlü gü­ nah işlemiş. Sonunda kendini affettirmek için Papa’yı sevindirecek bir şeyler yapmaya kalkışmış. Papa’nın çok yetenekli Müslümanlar aradığını öğrenmiş. Benim an­ lattıklarımı duyunca, bizi kaçırmaya karar vermiş. Beni esir olarak Papa’ya hediye edecekmiş!

Buna biraz sevinmedim değil. “Eh, Papa ne de olsa olgun adamdır, bana İnsan gibi davranır, öyle kötü şey­ ler yapmaz!” dedim.

Bizi Napoli’de karaya çıkardılar. Zincirlerimi çözme­ diler. Abbas’la yollarımız ayrıldı. Onu ne yapacaklarını öğrenemedim. Ben ne de olsa ayrıcalıklı bir işleme ta­ bi tutuluyordum. Zaten SicilyalI korsanın da bana kar­ şı davranışı değişikti.

“Bak” dedi,“Seni Roma’ya götürüyoruz.Hiç korkma, başına kötü bir şeyler gelmeyecek. Zincirleri çözmüyo­ rum; senin İyiliğin için. Bu bölge İspanyolların işgalln- dedlr. Bir Endülüslüyü, ya da bir Kuzey Afrikalıyı zin- clrslz görecek olurlarsa seni ellerinden kurtaranlayız!”

Beni Santo Angelo Şatosu’na götürdüler. Ufak bir odaya kapatıldım. Ama, yine de Allah’a şükürler olsun, altıma bir döşek verdiler, birde iskemle. Bana insanca davranmaya başladılar ama, kapımda yine koca bir ki­ lit asılıydı.

On gün sonra üstü başı çok temiz biri beni görme­ ye geldi. Papa’nın yakınıymış, bir yerde valiymiş, hem de diplomatmış. Kim liğimi sordu, anlattım. Çok duygu­ landı.

“Tam aradığımız adamsın” dedi. “Papa hazretleri si­ zin gibi yetenekleri olan bilgili bir Müslüman anyordu.”

PAPA'NIN HUZURUNDA

“ lasagna”lar getiriliyordu. Derken günün birinde beni alıp Papa’nın Sarayı’na götürdüler. Huzura çıkarıldım. Baş korsan Bovadlglia, Papa’nın ayaklarına kapandı. Ben de önünde diz çöktüm. Papa ellerini sırtıma daya­ dı. Korsana teşekkür etti ve “Sen artık gidebilirsin” dedi. Biz yalnız kaldık. Bana din işlerini yürütürken dev­ let işleriyle uğraşmanın zorluklarından söz etti.

“ Müslümanlıkta da öyledir” dedim.

Konuşmamız pek uzun sürmedi. Sıcak bir hava için­ de ayrıldık, rahatladım. Neler yapacağım üç gün sonra açıklandı. Yüklü bir program hazırlanmıştı. Bir başpa­ paz bana Latince ders verecekti. Başka bir başpapaz, bana Incil’i öğretecekti. Bir üçüncüsü de hem Ibranice öğretecek, hem de Tevrat’ı anlatacak. Tam bir din ada­ mı olacaktım. Bir Ermeni papazı daTürkçemi zengin­ leştirecekti. Bunların yanı sıra ben de yedi öğrenciye Arapça öğretecektim. Fas Medresesi’nde parlak bir öğ­ renci olarak din eğitimi görüp Kuran’ı ezberledikten son­ ra başıma ne işler gelmemişti! Yeniden hem öğrenci olmuştum, hem de öğretmen!

Aradan bir süre geçti, 6 Ocak 1520’de bir cuma gü­ nü beni Saint Pierre K ilisesi’ne götürdüler. Kilise kar­ dinaller, başpapazlar, elçiler ve Papa’nın yakınlarıyla do­ luydu. Ben de heyecan içindeydim. Papa ayini başlat­ tı, Incil’den parçalar okudu. Sonra:

“Ey, sevgili oğlumuz Jean Léon, seni aramıza alı­ yoruz” gibi sözler söyledi.

Vaftiz edilmiştim. Adım da Jean Léon olmuştu. Pa­ pa kendi adını da bana veriyordu, yani, tam olarak adım Jean Léon de Medicis oluyordu. Böylece ben de Medi- cis’lere katılmış sayılırdım. Ne çok güldüm kendi ken­ dime! Demek ki bundan sonra aynanın karşısına geçip kendi kendimle konuşurken “Bak Léon” diyecektim, “Gözlerinin altında kırışıklıklar beliriyor!”

Jean yerine kendime Latince Yohannes de diyebi­ lirdim, Léon yerine de Leo. Adım böylece Yohannes Leo olabilirdi. Bunu Arapçaya çevirdim mi adım Yuhanna ai Assad olacaktı. Bu adı çok tuttum, bazı yazılarımı Yu­ hanna al Assad diye imzaladım.

Ama Italyanlar Jean Léon de Medicis adını pek tu t­ madılar. Kıvırcık saçlarım ve koyu esmer yüzümle bu adı bana hiç yakıştırm ıyorlardı. Onlar bana Léon l’Af­ ricain dediler. Böylece Afrikalı Léon oldum!

Birkaç gün sonra Papa Onuncu Lyon’un beni kabul edeceği bildirildi. Artık seçkin bir konuk işlemi görü­

(7)

Barbaros 'tan

Yavuz'a,

Endülüslü elçinin

500 yıllık anıları

HIFZI TOPUZ

Birinci François'nın

k a ra rg â h ın d a H a şa n vezzan

P a p a n ın ,e n işte si Harun P a ş a

d a O sm an lI elçisi o la ra k

buluşuyorlar...

•Ben

• Eşi Nur'dan son bir mektup alan

Haşan vezzan, onun, oğluyla bir­

likte İran'a gideceğini öğrenin­

ce, İtalya'dan ayrılıp, yakınlarının

yanına dönmeyi kararlaştırıyor...

ASAN Vezzan kitabının son bölümlerinde de şunları anlatıyor:

Papa Onuncu Léon ölmüş, yerine Ye­ dinci Clément seçilmişti. Kendisiyle kar­ dinalliği zamanında dostluğumuz vardı. Bu sıralarda Beşinci Carlos komutasındaki Ispanyol or­ dusuyla, Birinci François komutasındaki Fransız ordusu arasında İtalya’nın kuzeyinde kanlı savaşlar oluyordu. Ispanyollar, Marsilya’ya saldırmışlar, Fransızlar da Mi­ lano’yu ele geçirmişlerdi.

Yavuz Selim o sıralarda ölmüş, yerine oğlu Süley­ man padişah olmuştu (1520). Papa, yeni Osmanlı padi­ şahının Birinci François’ya bir elçi gönderdiğini haber almıştı. Bu elçi, Birinci François’nın İtalya’nın kuzeyin­ deki karargahına giderek kendisiyle görüşecekti. Papa, benim de kralın karargâhına giderek Türk elçisiyle gö­ rüşmemi istiyordu. Fransa Kralı, Roma ile İstanbul ara­ sında bir ilişkinin kurulmasını olumlu karşılamıştı.

Ertesi gün bir Papalık temsilcisiyle birlikte hemen yola çıktık. Birkaç gün sonra da kralın karargâhına var­ dık. Birinci François, Osmanlı elçisini kabul ediyordu; ben de konuşmaları izliyordum. Elçi konuşması bitin­ ce bana döndü ve:

“Burada birçok dostla karşılaşacağımı biliyordum ama, bir kardeşimi göreceğim aklıma gelmezdi!” dedi.

Heyecanla birbirimize sarıldık, öpüştük. Çevirmen bu sözleri Fransızcaya çevirince herkes büsbütün şa­ şırdı. Türk elçisi benim çocukluk ve gençlik arkadaşım, eniştem Harun’du. Şimdi Harun Paşa olmuştu.

Herkes dağılınca baş başa kaldık: “ E, anlat bakalım” dedim, “ Neler oldu?” Harun anlatmaya başladı:

“Seninle birlikte ilk kez İstanbul’a geldikten sonra bir alışkanlık oldu galiba, önce Oruç Reis, sonra da Bar­ baros Hayrettin Reis beni birkaç kez İstanbul’a gönder­ diler, Türkçeml ilerlettim, Divan da dostlar edindim. Son­ ra da Cezayir hükümdarlığının İstanbul'a bağlanması Iç'n görüşmelere katıldım ve böylece ben de Padlşah’a bağlandım. Ya sen neler yaptın?”

Anlattım. Şimdi kralın karargâhına da kendisiyle gö­ rüşmek için geldiğimi ve Papalığın İstanbul İle Roma arasında bir ilişki kurmak istediğini söyledim. Harun:

“Ne amaçla?” diye sordu.

"Barış İçin” dedim. “Akdeniz’in çevresinde barışın kurulması çok iyi olmaz mı? Düşün, Hıristiyanlarla Müs- lümanlar birlikte yaşayabilecekler, ne savaş olacak, ne korsanlık, isteyen İskenderiye’den Tunus’a kadar, hiç­ bir korsan teknesine rastlamadan, soyulmadan, esir edilmeden gidebilecek. Ticaret nasıl gelişir, düşünebi­ liyor musun?”

Harun:

“Evet ama” dedi, “Ortada bir din ve İnanç sorunu var. Hıristiyanlarla Müslümanlar nasıl anlaşacaklar?”

“ Bak” dedim, “Durum öyle değil, senin Sultanınla benim Papam bir verde birtesivoriar. ikisi de IsDanva Kralı Beşinci Carlos’un Avrupa’ya ve Kuzey Afrika’ ya yayılmasını istemiyor.”

Harun:

“Tamam” dedi, “Şimdi seninle aynı dili konuşuyo­ ruz. Ben Kral Birinci François'ya değerli hediyeler ge­ tirdim. Seçme yüz kadar süvariyi de yanıma aldım, on­ lar Fransız ordusunda görev alacaklar. Biliyor musun, Birinci François'nın birlikleri benim Cezayir'de bozgu­ na uğrattığım Ugo de Moncada'yı esir aldılar. Ispanyol­ lar Marsilya'ya yeniden saldıracak olurlarsa Osmanlı do­ nanması karşı çıkmak İçin emir aldı. Padişahımız Kral François İle dostluğa yöneliyor, daha başka şeyler de yapacak.”

Françols

1 7

kurtarmak İçin

ların eline esir düşen Françols l ’l kurtarmak latılan girişimlerde, Haşan Vezzan da rol alıyordu...

“Sen deli misin?” dedi. “Biz Macarlara saldırırsak ne olur? Düşünsene! Macar Kralı, Ispanyol Kralı’nın eniştesi değil mi? Fransa Kralı neden bundan hoşlan­ masın? Biz, OsmanlIlar Viyana’yı kuşatırsak ne olur? Orda da Ispanyol Kralı’nın kardeşi hükümdar değil mi?” “ Peki, OsmanlIlar Hıristiyanların yaşadığı ülkeleri ele geçiriyorlar ve Fransa buna hiç karışmıyor demez­ ler mİ?”

“ Derler, desinler, ama Padişahımız buna karşılık Fransız Kralı’na Doğu’da yaşayan Hıristiyanların ve ki­ liselerin kaderiyle ilgilenme hakkını tanıyacak (Fransız- lara ilk imtiyazlar bu konuşmadan 10 yıl sonra 1535’te imzalanan bir anlaşmayla tanınmıştır).

Bu sırada Paris’ten İstanbul’a bir elçi gönderildiği haberi duyuldu. Söylentilere göre elçi, Osmanlı Sulta­ nına Macaristan’a saldırmasını önermiş. Böylece İspan­ yol Kralı Beşinci Carlos’un dikkatini Macaristan’a çe­ virmesi ve İtalya işini ikinci plana alması isteniyormuş (Birinci François ispanyollara esir düşünce, Ana Krali­ çe Kont Jean de Franglpan’ı elçi olarak İstanbul’a gön­ dermiş ve François’nın kurtarılması için OsmanlIların M acaristan’a b ir sefer yapm alarını is te m iş tir. —Uzunçarşılı—).

MOHAÇ ZAFERİ

Tam bu sırada Sultan Süleyman’ın Mohaç’ta Macar­ ían tam bir bozguna uğrattığı haberi geldi (1526). Ma­ car Kralı Layoş öldürülmüştü. Papa çok telaşa düştü ve bana bu konuda neler düşündüğümü sordu. Herkes Beşinci Carlos’u suçluyordu. Eğerlspanyollar, Fransız­ larla savaşa tutuşmasalardı, Hıristiyanlık Avrupa’da da­ ha kuvvetlenirdi deniyordu.

Buna karşılık Papa’nın yakınlarından biri de: “OsmanlIların zaferi dünyanın kaderini değiştirecek­ tir. Belki de beklenen mucize budur” dedi.

RODOS KUJATMASI

"MACARİSTAN'A SALDIRIRSAK../'

“Peki, Krala Avrupa’daki Osmanlı saldınsının devam etmeyeceğini söyleyebilir misin?”

Harun beni çok saf buldu.

Sultan Süleyman’ın Osmanlı Devleti’nin başına geç­ mesi, Roma’da olumlu yankılar uyandırmıştı. Bazıları: “Sultan Süleyman babasının uyguladığı kanlı yön­ temleri bıraktı. Ne kardeşlerini öldürttü, ne çocukları­ nı, ne de kardeş çocuklarını” diyorlardı.

- t I -»■

Yavuz'un yerine

Haşan Vezzan artık İtalya’dan

ayrılıyordu. Bu sırada da Osmanlı tahtına Yavuz Sultan Sellm’in yerlneKanunlSultan Süleymangeçmiş, Osman­

l I İmparatorluğu en parlak devrini yaşamaya başlamıştı.

MOhaç zaferi

1526’da Kanuni Sultan Süleyman’ın

Mohaç’ta kazandığı büyük zaferi gösteren minyatür...

Bu arada benimle birlikte Cerbe’de SicilyalI korsan­ lara esir düşen dostum Abbas’la karşılaştım. O da ba­ na şöyle dedi:

“Her kral, her sultan, adam öldürmek zorundadır. Sü­ leyman da OsmanlIdır. O da cana kıyacaktır elbette. Bak Rodos Kalesi şimdiye kadar İslam dünyasının hiç gör­ mediği güçte bir donanma İle kuşatıldı. İki aydır kuşat­ ma sürüyor (1522). Sen Hıristiyan olmuşsun, olmamış­ sın önemi yok, Sultan Süleyman’ı tutmak zorundasın. Harun Paşa da kuşatmaya katılıyor.”

Abbas’ın durumu düzelmiş ve çok zengin olmuştu. Tunus'a da gidip geliyordu. Bizimkilerden haber sor­ dum. Öğrenip getireceğini söyledi. Bir süre sonra gel­ di. Bana bir mektup uzattı. Nur’dan geliyordu. Şunlar yazılıydı muktupta:

"BU SON MEKTUP"

“Eğer kendi mutluluğumu İsteseydim, seni daha uzun yıllar bekleyebilirdim. Saçlarım, yalnızlık gecele­ rimde beyazlaşabllirdl. Ama biliyorsun, yalnız oğlum İçin yaşıyorum. Bir gün oğlumun kaderi değişir de İş­ başına geçecek olursa, elbette seni çağıracağım. Ama şimdi İran’a gidiyorum. Beyazıd’ın kaderi belki orada de- ğlşir.

. Sana kızımız Hayat ı bırakıyorum. Bazıları bana Ne kötü anaymış, kızını bırakıp g itti’ diyecek. Ama sen bi­ liyorsun, kardeşinin başına gelebilecek tehlikelerden korumak için onu burada bırakıyorum. Bir gün Tunus’a döndüğün zaman, onu büyümüş bulacaksın, bana ben­ zeyecek ve sana bir zamanlar çok sevmiş olduğun ve seni çok sevmiş olan bir prensesi anımsatacak. O ka­ dın yeni sürgün yaşamında da seni her zaman sevecek. ister öleyim, İster başanya ulaşayım, kalbinde ya­ şattığı hayalim kararmasın!”

Dünya başıma yıkıldı. Artık Roma’da yapacağım iş de kalmamıştı. Dostum Abbas her şeyi düzenledi. Na­ poli’ye geçtim. Oradan bir tekneye binerek yakınlarımın arasına dönecektim. Orada hâlâ beni bekleyenler var­ dı. Gözlerim dolu dolu olmuştu. İtalya kıyılarına veda ediyordum.

Ben şimdi kimdim acaba? Afrikalı Léon mu, yoksa yeniden kim liğine kavuşan Haşan Vezzan mı?

Referanslar

Benzer Belgeler

……….(1516-1517) Sebepleri: Yavuz’un İslam dünyasını birleştirmek istemesi ,Memlukların Safevilerle anlaşmaları ,Dulkadiroğullarının Osmanlı Devleti eline

İPEKYOL GİYİM SANAYİ PAZARLAMA VE TİCARET ANONİM ŞİRKETİ İSKENDERUN FORBES İPEKYOL ŞUBESİ.. ATATÜRK BULVARI NO:97/1Z 38 İSKENDERUN PARK

İşbu Kişisel Veri Güvenliği Politikası (“Politika”), işlediğimiz kişisel verilerin hukuka uygunluğunu sağlamak, hukuka aykırı olarak erişilmesini önlemek

Bu nedenle, makalede Bitcoin üzerinden blokzinciri teknolojisinin, sonra Ethereum’un akıllı kontratlarının ne olduğu ve nasıl çalıştığı özet olarak, anlamak

Yapının karşılaştırması için İstanbul Yavuz Selim Camii’nin güncel rölöveleri kullanılarak biçimleniş özellikleri, mekân boyutları, kullanılan kemer tipleri

Kansu Gavri, Sünnî ülemanin karsi koymasina ragmen, ittifak için adamlarindan birini Sah Ismail'e yollamis ve Osmanlilarin yeniden Iran üzerine yürümelerini önlemistir.. Iran

Günümüzde Sultan Selim Camii (Selimiye Camii) olarak bilinen yapı kaynaklarda Câmi-i Cedîd, Câmi-i Şerîf-i Sultan Süleyman şeklinde kaydedilmiş, daha sonra

● Our policy is designed for administrators, teachers, parents, all staff and students and applies to internet access and use of information communication