İ N C E L E M E L E R
--- \ i t. ’V A A * ,
D ağ larca ve
Son 35 - 40 yıllık şiirimizi inceliyenler, Fa zıl Hüsnü’ye gelince hakkında düşündükleri ne olursa olsun herhalde biraz duraklıyacaklardır. Tez ile antitezin, yani hayat ile ölümün; mücer ret ile müşahhasın, fikir ile hissin, varlık ile yok luğun, sanatkâr bir bünyede yarattığı arap saçı gibi karışık reaksiyonları duyan yaradılışıyla — bize dünyasını açıklıkla verebilen sanatkârlar yanında— Dağlarca, adeta kendi mahrem-i es rarı içersine gömülmüş görünüyor. Bu yarı ay dınlık, buğulu, bizden uzakça gibi görünen fa kat' aslında realiteyle ilgisini kesmemiş, ayakları toprakta ve elleri halk şiirine doğru uzanmış bir âlem. Bu âlem hususiyetini, Dağlarca’nın kelime leri yanyana getirişindeki başkalıktan — A ta ç’ın ağzıyla kelimelere yeni mânalar vermesinden — alıyor. Bundan dolayıdir ki, onun şiirleri bize da ğınık, bilinmez, girift gibi geliyor. Bunun bir me ziyet olup olmadığını bilmiyoruz. Söylendiği gi bi, Dağlarcada sık sık rastlanan ve ona yukarı daki sıfatları vermemize sebep olan, Garip sıla - Gecenin karanlığından daha uzak - Ağaçlar uyur mu uyur, Rüzgâra ve meyvalara ait - SustuYAZ SONRASI ŞÎÎRLERİ
II— Yanlış Vapur Yolcusuna —
Mevsimler değişti içimde! Ağaçlar son yapraklarını döktü;
İlk öpüşün verdiği lezzet gibi, Şeni hatırlamak bile...
Hatırlamak seni hatırlamak, Bir Heybeli akşamından; Portakal gibi bir ay doğacak., Buz tutmuş dallar arasından... Deniz buzlu bir cam,
Şana koşmak istiyorum üzerinden... Sahil boyunda şarkılar dinlesek; Rum güzellerinden...
Seni bir güz meyvesi gibi dalından koparıp, Assam odamın bir köşesine.
Ve sonra mevsimler boyunca, Dalsam seyrine...
Harun İsmet SEZER
- i t -
t
3%
"A ç Yazı,,
O. Fehmi ÖZÇELİK
büyük bağırmasında - Mavimsi akan asır - gibi lüzumsuz yere kullanılmış hissini veren sıfatlar la meydana getirilen yeni imajlar, gerçekten da ha sonraki senelere hitabediyorsa Dağlarca hak kında herkesin iştirak edebileceği “büyük” hük münü verebilmek için o günü beklemek mecbu riyetinde kalacağız.
■ Bize göre, bu hal şairin yazdıklarını çoğu zaman kontrola tâbi tutmaması, onları alt şuur da belirdiği gibi kâğıda aksettirmesinden ileri gelmektedir. Biz burada, şiirin, şuura ait veya şuurun dışında bir reaksiyon olduğu münakaşa sını yapacak değiliz. Ancak şu kadarını söyle mek isteriz ki; nasıl kâinatta herşey, mükemmel olabilmek için gerek uzviyetinden gerekse dışar dan gelen bir takım müdahalelere maruz kalı yorsa şiirin de mükemmel olabilmesi için doğ duğu gibi bırakılmaması icap eder.
Dağlarca’nm şiirleri böyle bir müdahaleden şekil bakımından uzak değildir. Şimdiye kadar çıkmış sekiz kitabındaki şiirlerin mühim bir ek seriyetinin iki ve dördüncü mısralarının — ki ço ğu zaman istiyerek yapılmış hissini vermekte dir-— kafiyeli olan dörtlükler halinde yazılmış olması ve Toprak Ana’da denediği altışar mıs- ralık kıt’alar (*) A ç Yazı’da denediği beşer mıs- ralık kıtaların ikinci ve beşinci mısralarının ka fiyeli olması sözlerimizin delilidir.
Ruh ve mâna bakımından ise, kontrole uğ ramış şiirleri aydınlık, duru ve kolay anlaşılır bir haldedir. Böyle şiirleri hemen sevebiliyoruz. Zira biliyoruz ki, şairin bize söylediği bir şey var. İşte onlardan 1943 te çıkan Daha isimli eserlen Vatandaş Uykum Geliyor isimli şiirin ikinci kıtası :
Yok rüyalarda gördüğümüz O uzun saçlı sultanlar Ki aşkı, talihi, ölümü Yüzüne bakınca anlar.
Kontrole uğramamış şiirlerine gelince bun ların karşısında sadece bir tereddüt duyuyoruz. Mâna ile mânasızlık daha doğrusu makul olma ile olmama arasında bir noktada asılı duran bunlarda, şair mutlaka bir şeyler duymuş, dü şünmüş amma biz onun duyduklarının atmos ferine giremiyoruz. Bu hal belki yeniler için hoş görülebilir ama, Dağlarca gibi bunca yıllık şa irlik hayatı olan, üstelik Çocuk ve Allah, Üç Şehitler Destanı gibi eserler vermiş bulunan bir
(*) M. Necati Karaer’ in, dergimizin 7 nci sayısında çıkan "Şekil Üzerine Düşünceler ve Toprak Ana” baş lıklı yakısına bakınız,
şair için, hoş görülmez kanatindeyiz. Üstelik, bu hâl, şairin yapamamasından değil, uğraşmama sından — belki de çok yazmasından — ileri gel mektedir. İşte bu tip şiirlerine de bir misal : Meydan adlı şiirden :
Sessizlik ve lezzetle galip Hayata payidar olduğundan Dağıtır vakti yerle göğe
Muhteşem saraylarımı itiraf eder.
Dağlarca’da şimdiye kadar hiçbir şairde görmediğimiz mevzu bolluğu var. Mevcut bütün mücerret ve müşahhas vak’alar onun şiirlerine mevzu teşkil edebilmektedir. Bütün söyliyeceği olanlar gibi, şair, yazmak için sıkıntı çekmiyor. Olmak veya olmamak kaygısından sarı ineğe, çocuklara, talimdeki askerlere, geceye kadar heı-şey onun şiirlerine giriyor. Yalnız bunlar şii re girerken bir gayeyle giriyorlar, şairin bize söylemek istediği bir şey var. Bütün Çakır’m
Destam’na hakim olan “ Neden ve Niçin” gibi, Dağlarca’nın şiirlerinde hayatın, var olmanın iyiliği, kötülüğü, acısı, lezzeti ve bütün hâlleri hâkim. Yani, ondaki bu kadar çok mevzua el atış bir temel fikre sahip olduğu için, eşyanın tabi atı icabı — zaruretten — doğuyor. Yoksa bir ta kım mücahitlerin yaptığı gibi, önce şiire heı mevzu girer deyip kaleme sarılmasından ileri gelmiyor. Bundan dolayıdir ki, D ağlaıca’yı ağır başlılıktan ayrılmış görmüyor ve onun şiirlerin de “ Salataya” , “ Şu zeytin yağlı dolma - Yemek değil rezalet - Rezalet, Rezalet - Hürriyet, mü savat, adalet,, gibi tekerlemelere rastlamıyoruz. A ç Yazı’ya gelince; A ç Yazı, Dağlarca’nır şimdiye kadar yayınladığı kitapların sekizincisi- ni teşkil etmektedir. Varlık yayınlarının şiirleı •için yapılmış mahut kapak kompozisyonu için de 79 sayfa olarak yayınlanan eserde Şairin yeni şiirleri yer almış.
Dağlarca, kitabını altı bölüm üzerine tertip etmiş. îlk bölümün adı; Oğul. Şairin bilhassa
Çakırın Destanı’ndan bu yana takındığı destanî
edanın, gittikçe kuvvetlenerek buraya kadar gel diğini görüyoruz. Adları destan olmakla bera ber, destan deyince hatıra gelen uzun şiiri ge rek Çakırın Destanı’nda, gerek Üç Şehitler Des- tanı’nda tam mânasiyle bulamamıştık. Bu kitap lardaki şiirler bütünüyle eserlerin havasına uy makla beraber, ayrı ayrı da okunabilen, ekserisi ikişer, üçer kıtalık şiirlerdi. Bundan dolayı Dağ- larca’nm destan’a şekil bakımından yenilik getir meğe çalıştığı da söylenmişti. Son iki kitabında ise — bunlar destan olmamakla beraber— şai rin uzun şiiri tekrar yoklamağa başladığını gö rüyoruz. Kitabın birinci kısmı olan Oğul ve so nuncu kısmı olan Hepyek Üzerine Düşünceler
hey böyle uzun şiirler halinde yazılmış.
Fazıl Hüsnü'nün son şiirlerinde mücerretten müşahhasa doğru bir değişiklik görüyoruz. A r
tık “Havaya Çizilen Dünya yere inmiş Toprak A na’yı ve A ç Yazı’yı meydana getirmiş bulun maktadır. Son eserleriyle şairin, içinde yaşadığı cemiyetle temasını iyice sıklaştırdığını görüyo ruz. Bundan dolayı da ilk zamanların herşeyin neden ve niçinini arayan Dağlarca’sınm yerini, insanı ve hayatı olduğu gibi kabul eden, onun dertlerine doğru eğilen Dağlarca almağa başlamış bulunmaktadır. Şairin bu kendi “ ben” inden dı şarıya olan hamlesi, onun bazı şiirlerinde görü len esrar perdeşini de yavaş yavaş sıyırmakta •ve duru türkçesiyle Fazıl Hüsnü’nün yeni şiir
leri karşımıza çıkmaktadır. İşte bunlardan Sa vaştan Sonra Kiralın Dönüşü’nden iki kıta :
Sabırla yumuşak gönülleri boşalmıştı aydın lıktan Ne kesik kol, ne akan göz dağa kadar İnsanların lâhza gibi geçip gittiği yerde Unutulmuştu simsiyah gecelerin
Bir damla kan halinde indiği akşamlar. Ama yeşil bir şey düşünüyordu ihtiyar ağaç Kuşun kuş olduğunu, dalın dal olduğunu Yüz yıllar gerisinden, habersiz
Denizin, yıldızların, savaşın
İnsanlar arasında bir masal olduğunu.
Bir zamanı vardır insanın, herşeyin inadına güzel olduğu çirkinin, kötünün, ortadan silin diği bir zamanı. Böyle zamanlarda herşey ve her kes sevilebilir. Canlı ve cansız yaratıkların hep si, velhasıl dünyamız hayal ettiğimiz gibidir. Şaiirn sözüyle açılmıştır “ harap pencere gökle- redek” . Bakın Bayram şiirinde bu an nasıl an latılıyor :
Sevmek, çocuklarla taze havaları Sevmek analarla, kızlarla Sonsuz, hayata yeniden akmak Yollar henüz ağarmadan Sevmek cihanı yıldızlarla
Fakat böyle güzel zamanlar çok sürmez ki, saatler akıp gidiyor ve onlar da şairin duyduk ları da değişiyor. Her ne kadar hayat hâlâ güzel se de, herşeyi bütün teferruatiyle güzel görmek arzusu sorduruyor :
Söyle sevda içinde türkümüzü Aç bembeyaz bir yelken Neden herkes güzel olmaz Yaşamak bu kadar güzelken ? İnsan dallarla bulutlarla bir Ayni maviliklerden geçmiştir. İnsan nasıl ölebilir
Yaşamak bu kadar güzelken ? ,