27 T E M M U Z 1989
ROMANCIMIZ MEHMET RAUF’U
HİSLERİNİN ESİRİ YAPAN SIK SIK
ÂŞIK OLMASIDIR. BİR AŞKTAN
KURTULURKEN ÖTEKİNE
TUTULUR. SEVMEK İHTİRASIYLA
j
ALEV ALEV YANMAKTADIR
•
Piyanoda aşk melodileri
»Mehmet Rauf, Yakup Kadri nin
tumturaklı deyişiyle, "İstanbul'
un güzelliği, zarifliği, kibarlığıy
la tanınmış hanımlarından birine
adeta karasevdayla" bağlan
mıştır. Arzusu gerçekleşmeyince
intihara teşebbüs eder
R K A D A N konuşmacılık çe şit çeşittir. Edebiyat hatıra larını, gençlik dönemine ilişkin izlenimlerini kaleme almış Hüseyin Cahit Yalçın, Mehmet Rauf Bey'i tasvir ederken pek canlı, pek renk li, pek kanlı bir yüzden söz açarak işe girişir. O tıknaz, bodur romancı güzel ve zarif giyinme meraklısıdır. Bahri ye zabiti olduğundan beyazlar içinde gezi nir. Gözlükler altında parlayan miyop göz leri -H ü se yin C ahit âdeta k ıs kıs gülmektedir- zekâyla parlar. Parlak gözler den tutkular, ateşler fışkırmaktadır.
Romancımızı hislerinin esiri yapan sık sık âşık olmasıdır. Bu aşkların öyle tek ki şiye yönelik, uzun süreli sevdalar olmadı ğı dafısıldanmalıdır. Mehmet Rauf aşk has tasıdır, iki arada bir derede boyuna kalp nö betleri geçirir. Bir aşktan kurtulurken öte kine tutulur. Sevmek ihtirasıyla alev alev yanmaktadır.
Bazan uzaktan sezilmiş bir bakışa, ba- zan bir endamın inceliğine, bir başörtüsü nün esintiyle şöyle dolanışına, bazan bir yeldirmenin omuzlara atılıverişlne kapılıp gitmektedir. Büyük romanı Eylül’de Necip, Suad’ın eldiven tekini aşırır, yastığının al tına saklar. Mehmet Rauf arabada, sandal da gördüğü bir hanımı artık günlerce sa- buklamalarının baş kahramanı yapar. Ge çen yüzyılın sonu, bu yüzyılın başı.
Romancımız bir kez böylesi bir düşsel çengele takılınca işkenceden işkenceye sürüklenmektedir. İşkenceler altı yedi ay sürer, kimileyln bir yıl. Mehmet Rauf ufa cık bir başarı için özveri ordularını meydan savaşına göndermektedir. İradesi zayıfla mış, dünyayı unutmuş, “Ta uyanmak saa
tinin çalmasına kadar” rüyaya dalmıştır.
Saptayımlar Halit Ziya’nındır.
Eylül’de yorumlandığı gibi, aşk nöbet leri her şeyden, herkesten uzakta, yalnız aş kın rüzgârı teneffüs edilerek yaşanır. Yaza rımız da Boğaziçi’nin uzak koylarında aynı duyguları yaşamaktadır. Bir Italyan kadını na deli gibi tutulmuştur. Tarabya’da yaşa nan bu serüven, Hüseyin Cahit’e bakılırsa, Mehmet Rauf’un hayalperestliğinden iba rettir. Aşk, uzaktan ve tek taraflı olarak bü tün bir yaz boyunca sürmüştür.
MAZİYE DÖNELİM
Mazide Halit Ziya Bahriye Mektebi öğ fencisi Mehmet Rauf’tan bir mektup alır Genç öğrenci “Düşmüş” adlı öyküsünü iz mir’de edebiyatla ilgilenen, dergi ve gaze te yayınlayan Halit Ziya’ya gönderir. Istan bul postasından çıkan, garip bir yazıyla çi ziktlrilmiş mektup ve sarı kâğıtlara yazılmış müsvedde. “Düşmüş’Me birlikte bahriye za biti adayının edebiyat yaşamı başlar.
Mehmet Rauf beş aşağı beş yukarı ay
n ı zamanlarda MekteD risalesine de bir mektup gönderir. Penme KapaKiı Mektep’- te Cenap Şahabettln şiirlerini yayınlamak ta, eski tarz şairlerin hışmına uğramakta dır. Zabit adayımız hemen yenilikçi edebi yatın yandaşı kesilecek, seçkin edebiyat çıların dostluğunu kazanacaktır.
O günlerde Mehmet Rauf’un dostları hep seçkin kişilerdir. Yeni eserlerin özel toplantı gecelerinde yüksek sesle okunma sını İsteyen Tevfik Fikret, bütün genç sa natçıları yüreklendirir. Recalzado gençle ri birleşmeye çağırır. Servet-i Fonun dergisi bayrak açmaktadır. Abdülhamit’in hotbe- zotlarına rağmen Edebiyat-ı Cedide ışıdık ça ışır. Mehmet Rauf Eyloi’On başına otur muş, harıl harıl yazar. Övgüler hep onadır: Halit Ziya “Mösyö Kanguru” hikâyesini genç romancıya adar, Hüseyin Cahit genç romancıyı her fırsatta göklere çıkarır. Ni hayet Fikret, Mehmet Rauf’u yakın akraba sı, zarif bir hanıma takdim eder, evlenme lerini diler.
Ne var ki izdivaç bir yıl sürecek sürme yecek, romancı, esin perilerinin kendisini terk ettiği kuruntusuna kapılarak, hem ka
rısını, hem de yeni doğm uş çocuğunu bı rakarak sevda peşine düşecektir. Çöpçatan Fikret’in bozgunu ve boykotu elbette bu döneme rastlar.
Mehmet Rauf’umuz Toulouse-Lautrec oynuyor! Artık Ayşe Hanım'ların, Fatma Hanım’ların sırılsıklam vurgunu olup çık mıştır. Yeni yeni aşklar çarçabuk başlar, çarçabuk söner. Biri hariç: Mehmet Rauf, Yakup Kadri’nin tumturaklı deyişiyle, “İs
tanbul’un güzelliği, zarifliği, kibarlığıyla ta
Dünyada yegâne varlığı olan evini de sat mış; bu suretle eline geçen paranın büyük bir kısmını az zamanda harcadıktan sonra, geriye kalanla piyano almış; daha sonra pi yanoyu da satıp kendisine şık bir kostüm yaptırmıştır.”
Piyanolar, şık kostümler İstanbul ya şantısının bir yüzüdür. Bir yandan da Ga- lata'da, Beyoğlu’nda vur patlasın çal oyna sın hayatlar sürmektedir. Mehmet Rauf’un bunlardan haberi var mıdır yoklmudur,
kes-nınmış hanımlarından birine âdeta karasev- * Üremiyoruz. Kumarhaneler, şehvet gıcıkla-dayla” bağlanmıştır. Arzusu gerçekleşme
yince intihara teşebbüs eder.
Teşebbüs “sert ahlâk hocası” Fikret’ le hayatı kronometre gibi kurmak sanan Halit Ziya’yı pek ilgilendirmez. Mehmet Ra uf’u kurtarmak Hüseyin Cahit’le Servet-i Fünun sahibi Ahmet Ihsan’a düşer. İkisi apar topar Büyükada’ya koşarlar, kömür ko kularıyla zehirlenmiş, mangal başında uyuklayan romancıyı kurtarırlar.
Gelgelellm aşklar öyle bitecek gibi de ğildir. Mehmet Rauf yine o derbeder, umut suz adam yaşantısına geıi döner. Çok geç meden kurtarıcısı Ahmet Ihsan da bu aşk vurgununun derlenip toparlanamayacağı kanısına varır. Üstelik sonraları, hatıralarıy la baş başa kalmışken, acı acı gülümseye rek, şu, pek tuhaf bulduğu hayattan sayfa yı dile getirecektir:
PİYANOLAR, ŞIK KOSTÜMLER
“Mehmet Rauf o hanım uğruna yalnız canını fedaya kalkışmakla yetinmemiştir.
yıcı resimlerle süslenm iş gazinolar, baloz lar, kafeşantanlar dolup dolup taşmaktadır. Alafrangalığa rağbet arttıkça şam pan yalar, viskiler, apsentler, likörler boca edi lir. Sözgelimi Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey’in saptayımıyla “yerli ve ecnebi
karılarla” işleyen umumhaneler çoğaldık
ça çoğalmıştır. Lavanta kokuları sürünmüş, cicili bicili kızlar mest ve şakraklıklarıyla gönül çekmekte, baştan çıkartmakta, yü rekler yakarak zengin gençlerin servetleri ni sermayelerine katmaktadırlar.
İlahi Mehmet Rauf! Piyanolar, şık ko s tümler neyinize gerekti... EylUl’ün şöhreti devam ediyor; fakat herkes yerli Toulouse- Lautrec’i terk etmekte. Çocuk Abdülhak Şl- nasi Hisarda ona Rumelihisarı’nın kıyısın da köşesinde rastlar. Portresini çizmekten geri kalmayacaktır: Saçlar sarı, bıyıklar sa rı, yüz kırmızımtırak, gözler hayli miyop, gözlükler adamakıllı kalın camlı, kişilik yok denecek kadar zayıf, silik, sözü İşitilmez, sesi daima alçak perdede, epey kısa boy, tombalak vücut...
Abdülhak Şinasi dedikodudan da kaçın maz:
“Mehmet Rauf’un ömrü hep buhranlı aşk maceralanyla sıralanmıştı. O, bir kadı na âşık olmasını, biraz safdilane bir hisle, biraz da sefahat telakki eder, böylece ye ni bir kadını fazlasıyla sevmesini hayat için büyük bir buhran addederdi. Böylece, iki de bir, âşık olduğu kadınlardan dostlarına bahsettikçe, bu sözlerinde onlann kıymet leri artar, gittikçe daha genç, gittikçe da ha güzel, gittikçe daha akıllı, gittikçe da ha kibar olurlarmış. Hatta, gariptir, onların kocalan bite, gittikçe daha zengin ve rüt beleri de daha yükselmiş olurlarmış.”
Abdülhak Şinasi bir taşla İki kuş vur muş, Mehmet Rauf’un çokluk evli barklı ha nımlara tutulduğunu ifşa etmiştir.
Zaten Eylül de geçen yüzyılın sonu, bu yüzyılın başlangıcı bir dünyada, ürkek bir yasak aşkın romanıdır. Süreyya’yla evli S u at, eşinin en yakın arkadaşı Necip'e yaz so nunda âşık olacaktır. Boğaziçi’nin tenha kı yısında yaşanan aşk, son yazın usul usul duygulara, duyarlıklara, düşüncelere sız masını dile getirir.
“Eylül!...öyle bir ay kl^eçen her güzel günü için ona minnettar olmak lazımdır. Eylül esef ve hasret ayıdır, içine birkaç gün lük kış hücumundan acı düştüğü için, İn san o güzel havaların, devamlı yazın artık
geçtiğini anlayıp esef eder ve hasret çe
ker..."
BİR SONBAHAR LANETLENMİŞİ
Sonbaharda yaşanan bütün aşklar ya saktır, kıpkısa, çabucak geçmeye mahkûm dur. Bu yüzden sevgi herkesin gözü önün de büsbütün şiddet kazanır. Necip’le S u at herkesin gözü önünde birbirlerini daha fazla sevdiklerini hissederler; yalnızken bastıran “o ismet heyecanı” şimdi aradan çekilmiş, duygular engellenemeyerek öz gürlüklerini ilan etmiştir.
Ne var kİ bir “siyah keder” içte yıkımı nı sürdürür, mevsim biterken sevgililer ay rılmak zorunda kalır. Suat başını pencere nin camına dayamış ağlar. Necip Tokatlı- yan’a gider, tenha salonda viski ister; “Bü
yük bardağa bu Ingiliz rakısından iki par mak kadar” koyan garsona: “Koy! Koy!”
der; bardağı doldurtur ve sarı rakıyı yarısı na kadar içer. Ç ok geçmeden ateş içinde kalacak, muzikanın velvelesine kendini bı rakarak her şeyi unutmak isteyecektir...
işin tuhafı âşık olunm uş evli kadınlar, kocalar, dostlar, çevresindeki herkes ger çekten yükselirken, Mehmet Rauf unutu luşun koyaklarına vurur. Talihsizlikler gır- ladır. ikinci izdivacı da yürümez, karasev dalar sonuçsu z kalır, meslek hayatının çi zelgesinde başarısızlık eğrisi duvarlara tır manır. Gazetecilik, dergicilik, ticaret, çevi riler, tercüme roman tefrikaları, hatta yazar İsmi konmaksızın yayınlanmış pornografik romanlar bana mısın demeyecek, Mehmet Rauf battıkça batacaktır.
Sonbahar kendi hükmüyle yol almakta dır. işte Ekim, “Sabahlan sisler, sisleri yır
tan canavar iniltileriyle vapurlar, bahan an dırır gibi İken birden bütün mevsimlerin renkleriyle can çekişip nihayet siyah bir kış akşamıyla bunalan” günlerden gecelerden
ibaret değil m idir? Mehmet Rauf bir so n bahar lanetlisi olarak 1931’de ölür.
Belki de aşk romanları tehlikelidir. Ey
lül ölçüsünde değerli sayılm asa da, o ka
dar ünlenmiş, çok okunm uş Zavallı Nec
det’in yazarı Safvet Nezihi de ürküntü ve
rici bir akıbete uğramıştır. Hep gönü! fırtı nalı Zavallı Necdet’te roman kahramanına:
•“Ben ölürsem, evet, belki ölürsem, rica ederim, tabutum kapıdan çıkarken bu ha vayı çal”- dedirten yazar, sefahat düşkün
lüğü yüzünden Kapalıçarşt’daki canım ku yumculuğunu elden kaçırmakla kalmamış,
en sonunda Bakırköy Akıl H astanesl'ne
düşm üş, oralarda pek yalnız can vermiş, kimsecikler de tabutu hasta kapılarından çıkarken o havayı, bu havayı çalmamıştır.
Zaten Zavallı Necdet’in yan kişilerinden biri şöyle uyarmaktadır:
— A kızım, sen de tuhafsın! Hasta ço cuğun yanında çalacak başka şey bulama dın da bu havayı mı çalıyorsun?
illlll
( M B M U I DA YAZAR
AT 7 T 7 V A n rn k T T n r
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi