• Sonuç bulunamadı

Hamdullah Suphi Tanrıöver ve anıları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Hamdullah Suphi Tanrıöver ve anıları"

Copied!
11
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Hamdullah

Q , m h i MUSTAFA

(2)

HAMDULLAH SUPHİ

TANRIÖVER VE ANILARI

(3)

îki kızım, iki gözüm EMEL’LE ÖZLEM E

Kapak kompozisyonu : Ayhan ERER

(4)

M U S T A F A B A Y D A R

Hamdullah

Suphi

Tanrıöver

ve

anıları

MENTEŞ KİTABEVI

(5)

B U K İ T A P

N A S I L H A Z I R L A N D I ?

A

şağı yukarı yirmi yaşında idim

,

Tanrıöver'in iki cilt­

lik « D A Ğ Y O L U » nu ve « G Ü N E B A K A N » ¡m oku­

duğum zaman. Ne kadar da çok etkilemişti beni bu eserler. Herhalde bu okuduklarım, o î/o$'ia aldığım tarih kültürünün ve edebiyat zevkinin en iyi örnekleri olarak görünmüşlerdi bana. Bu kitaplarda temiz bir türkçe, sağlam bir üslûp, mil­ liyetçi bir ruh, taassupla mücadele eden ileri bir görüş bul­

muştum. Kitapları hayranlıkla okumuş, pek çok satırların

altım çizmiş ve bunları ayrı ayrı kâğıtlara yazmıştım. işte böyle düşünce ve duygularla kendisine bağlandığım Tanrıöver, Bükreş Büyükelçiliğinden emekliye ayrılıp İstan­ bul'a gelince kendisini ziyaret etmekten kendimi alamadım. Yıl 1944'dü. tik konuşmalarımız kısa olmuştu. Çünkü dolu ve yoğun bir hayatı vardı. Hemen her gün ayrı bir yere dâvetli idi. Belki kendisine güven telkin edememiştim; belki de beni iyice tanımadan uzun konuşmaya, fazla açılmaya ce­ saret edememişti.

Fakat ben kararımı vermiştim: O zaman için büyük

önem verdiğim Tanrıöver üzerine bir monografi hazır laya- çaktım, ilkin çeşitli ansiklopedilerde ve kitaplarda hakkında

yazılmış olanları toplamaya başladım. Bunlardan bazılarını

kendisine gösterdiğim zaman: « Aman oğlum, benim bunlar­ dan benim hiç haberim yok. Bunları bana da yazıver» demeye başladı.

(6)

Dediklerini yaptım. Artık yavaş, yavaş kendinden bah­ setm eye, anılarını kenarından bucağından anlatmaya razı ol­ du.

* *

Aradan aylar geçti... Edebiyat öğretmeni olarak Sivas Lisesine atandım. Hareketimden bir gün önce bir akşam üze­

ri kendisini Horhor'daki Abdüllâtif Suphi Paşa Konağında ziyaret ettim.

23 Aralık 1944 saat 1 9 .0 0 ... Tanrıöver'le karşı karşı- yayım. Odaya, ocakta alev alev yanan odunlar pembe bir ışık veriyor...

Kendisine, a Kutsal vazifeme sîzleri ziyaret etmeden gi­ demezdim. Zira eski ve muhterem bir hocasınız. Bu mesleğin birçok anılarım taşıyorsunuz» dedim.

Hemen cevap verdi:

« Evet yavrum, hayatımda birçok vazifelerde bulundum. Fakat hiçbiri hocalık kadar üzerimde aziz bir hâtıra bırak­ mamıştır. Düşününüz talebeye bir iman aşılayacaksanız. Ye­ tiştirdiğiniz talebeler her gün biraz daha artacak ve size kar- şı alâka duyacaklar. Her gittiğiniz yerde etrafınızda sizi sa­ ran, sizi bağrına basan talebelerinizi göreceksiniz. Bunlar si­ zin birer eserinizdir. Bundan daha büyük mükâfat tasavvur edilebilir mi?»

Kendisine Anadolu'ya büyük bir iman, ümit ve heye­ canla gittiğimi, millet tarafından okutulduğumu, vatana hiz­

met yolunda idealist bir genç olarak çalışmam gerektiğini

söyledim. Yalnızca yüzyılların miras bıraktığı bu irfan yuva­ sından, bu kültür beldesinden (İstanbul'dan) ayrıldığım için biraz üzgünüm., der demez Tanrıöver sözümü kesti. Şimdi onu ben dinliyordum:

«.Hayır yavrum. Anadolu'nun her parçasını IstanbuFun, Ankara'nın bir eşi yapmalıyız. Meselâ bir Alman için bütün Almanya Berlin'in birer örneğidir. Ziyaret ettiğim Leipzig 6

(7)

şehri; mektepleri, opera binası, resim salonları, kısaca her şeyi ile Berlin'in bir eşi idi. Onun için bizim de emelimiz bü­ tün Türkiye'yi her hususta mütekâmil bir memleket, büyük bir irfan yuvası haline getirebilmektir. Bunları da bilhassa sizler yapacaksınız. Onun için vazifeniz çok ağır, ciddî ve mukaddestir.»

Kulaklarımda bu sözler, Konak'tan ayrıldım.

* ★ *

Nihayet yıllardan sonra İstanbul'a gelmiştim. Anadolu'­ yu gezmiş, memleket gerçeklerini bütün acılığı ile tatmıştım. IstanbuPa geldikten bir süre sonra bir gün Tanrıöver'i K o ­ nağında ziyaret ettim. Yıl 1 9 5 8 ...

Artık rahat konuşuyordum. Sözün nasıl söylendiğine de­ ğil, ne söylendiğine, bunun insanoğlu'nun yararına olup ol­ madığına, insan haysiyetini koruyup koruyamadığına önem

veriyordum. Edebiyat anlayışım da, tarih görüşüm de bir

hayli değişmişti. Kendisine sordum:

« Üstadım, herhalde hâtıralarınızı hazırlıyorsunuz.» Hemen cevap verdi:

aEvet, fakat iyi bir yardımcıya ihtiyacım var. Bana yar­ dım eder misin?»

« Memnuniyetle» diye cevap verdim ve ilâve ettim: « Si­

zinle birlikte çalışacağımız saatler, benim için en fazla değer­ lendirilmiş saatler olacaktır.»

Ve hemen ertesi gün Konağa gelm eye başladım. Artık Tanrım er'in özel kâtibi idim. Üstad anılarını bana yazdıra- caktı.

Her gün öğleye kadar birlikte çalışıyorduk. İlk günler bazı mektuplara cevap vermekle geçti. Bir süre sonra bay­ ram gelince yurdun ve dünyanın her yerinden yüzlerce mek­

(8)

tup ve tebrik akın etmeye başladı. Bunlara birer birer ve hiç bir ayırım gözetmeden cevap hazırlıyorduk. H er bayram g e­ len mektuplara cevap vermemiz bir aylık zamanımızı alıyor­ du. Bayramlar da bitip tükenmek bilmiyordu. Çünkü üstada ulusal bayramlarda da tebrikler geliyordu.

Çocuğunu okula kaydettiremiyen velilerin, istediği yere naklini yaptıramıyan memurların, başlarına herhangi bir iş gelmiş olan çaresizlerin mektupları da caba. Bunların hep­ siyle uğraşılıyordu. Doğrudan doğruya ilgili Bakanlara mek­ tuplar yazıyorduk.

Ayrıca îstanbuPun içinden ve dışından çeşitli yerlerin

konferans istekleri...

İstanbul'da ne kadar dem ek veya cemiyet varsa üstad, bunların yarısından çoğunun ya başkanı veya mensubu idi. Bütün bunların toplantılarında nutuk söylemek vazifesi ona düşüyordu.

Bu şekilde günler geçiyor, fakat anılara bir türlü başlı- yamıyorduk. Bununla beraber üstad, işe başlamadan önce çok

defa bir anısını, zevkini çıkara çıkara anlatır, fakat yaz­

dır mazdı. « Hele şu günlük işlerimizi bitirelim, sonra’ bunları rahat rahat yazarız» derdi. Fakat bu rahat günler bir türlü gelmiyordu. Konağa gelenler, « hâtıralarınızı yazmakta daha fazla gecikm eyin» dedikleri zaman o da ııEvet başladık» ve beni göstererek, « İşte genç arkadaşım, bana yazı işlerimde yardım ediyor» diyordu.

Kendisini hemen her gün, anılara başlıyalım, diye taz­ yik ediyordum. O, « Başlıyacağız, yakında başlıyacağız. Din­ le bak, çok mühim bir şey anlatacağının der demez, elime kâ­ ğıt kalemi almak isteyince, buna razı görünmez ve şiir gibi konuşmasiyle anlatmaya başlardı.

Bir de misafirleri ziyaretine gelince, daima kendisi ko­ nuşur ve arka arkaya 3-4 anısını anlatırdı.

Ben artık bu gidişle dikte şeklinde bu anıların

(9)

yacağım anlamıştım. Hiç olmazsa anlatılanları belleğimde

iyice tutup hemen eve gider gitmez not edeyim dedim. Ve

öyle yaptım.

Iki-üç yılımız böyle geçti. Bu süre içinde üstadın bütün evrakım, konularına göre, ayrı ayrı dosyalara koyarak düzen­ ledim. Ancak bir-iki defa eşref saatini yakalayıp elimde kâğıt kalem 20-30 sayfa yazabildim.

Konuşurken yazmaya başlarsam keyfi kaçar ve anlat­

mayı bırakırdı. Dinleyen dikkat kesilirse anılar, birbiri ar­

dından sökün ederdi.

Dışardaki işlerim çoğalınca 1960 yılında Tanrıöver'in

yanından ayrılmak zorunda kaldım. Ayrılmadan önce yerime birini bulmak için çok çalıştık. Kendisine eli kalem tutan bir kaç arkadaş götürdüm, fakat hiçbirini gözü tutmadı.

1965 yılında bir akşam Taksirlide Emel Eczanesinde karşılaştık. Sandalyede oturuyordu. Tanına yaklaştım, elini öptüm. Bana dikkatle baktı, baktı ve sonra dedi ki: « Yavrum ben seni bir yerden hatırlıyorum ama, nereden?»

« Mustafa Baydar üç yıl beraber çalıştık...» »Ha, evet, evet.. Mustafa B ayd a r...»

Son günlerinde hafızası bu kadar takatten düşmüştü. Bu görüşmeden üç ay sonra T aksim1 de eşi Saide Tanrı- över'le birlikte oturduğu Jilna Apartmanına gttim. « Millî

Mücadeledeki iç ayaklanmalar» üzerine bir inceleme yapı­

yordum. Kendisine bu konuda bir-iki soru sordum. Fakat ba­ na, sorduklarımla hiç ilgisi olmıyan birtakım şeyler söyledi. Aynı soruyu üç-dört defa tekrarladım, yine aynı son u ç...

Bunun üzerine yanından ayrıldım. Kapıdan çıkarken eşi Saide Tanrıöver:

(10)

«Ah Mustafa bey, vaktiyle yazmadı hâtıraları, artık bundan sonra hiç yazamazn diyordu.

Nihayet gazetelerden acı haberi öğrenince içim burkul­ du. Gönül bu anıları kendisinin yazmasını çok isterdi. Usta bir kalem elbette ki edebiyatımıza Dağyollarmdan, Giineba- kan'dan çok daha ilgi ile okunacak bir eser hediye edecekti.

Ölümünden sonra, gün ışığına çıkarılması mümkün ba­

zı anıları unutulmanın insafsız ellerine bırakmaya gönlüm

razı olmadı.

Bu düşüncelerle Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın M ü­

dürü E cvet Güresin'i ziyaret ettim. Kendisine Hamdullah

Suphi Tannöver'e ait bâzı anılara sahip olduğumu söyleyin­ ce hemen ilgilendi ve Nadir Nadi ile temasımı sağladı.

Neticede Tannöver’e ait hazırlayabildiğim anılar, Cum­ huriyet Gazetesinde 7 Ağustos 1966 da başlamak üzere bir ay süre ile tefrika edildi.

Elbette ki yalnızca bu anılar, Tanrıöver'i eksiksiz ve ya­ şadığı devirle birlikte tanıtmaya yetmezdi. Onu, bütün yön­ leri ile incelemek ve böylece belirecek karakter çizgileri için­ de anıları yorumlamak ve değerlendirmek en doğru hareket olacaktı.

Bu düşüncemi gerçekleştirmenin yollarını ararken

«M E N T E Ş K İ T A B E V t» nden nazik bir mektup aldım.

Mektupta bu anıların kendi yayınları arasında çıkması arzu­

su belirtiliyordu, işte bu arzu, Tanrıöver için hazırlamayı

düşündüğüm kitabın asıl temeli oldu.

Anılarla kitabın çıkışı arasında bir yıldan fazla bir za­ man geçti. Bu, bir bakıma iyi de oldu. Çünkü gazetede çı­

kan tefrikalarda bugün hayatta olan pek çok kimsenin adı

geçm işti. Kendilerinden yalanlama veya tamamlayıcı bilgi­ ler gelebilirdi. Nitekim bazı mektuplar geldi, fakat bunlar yazılanları yalanlamış değil, tam tersi doğrulamış bulunu­

(11)

yor. Bu anılar böylece artık tarihsel bir belge değeri kazan­ mış oluyordu.

Cumhuriyet Gazetesin'de yayınlanan bu anıların başına Hamdullah Suphi Tanrıöver'in hayatı ve kişiliği ile ilgili 200 sayfalık bir ek yapıldı. Ayrıca anıların sayısı da bir miktar çoğaltıldı. Daha önce zaman darlığı ve sür'at yüzünden bun­

lar ya hatırlanamamış veya ipucu niteliğindeki notlar işle­

nip gazeteye yetiştirilememişti.

Bu kitap, Tanrıöver'in ölümünü izleyen ilk günden baş­ lamak üzere bir yıllık yoğun bir çalışma ile birlikte 25 yıl­ dan beri aynı konu üzerine toplayabildiğim notlar, tesbit ve elde edebildiğim anılar ve Konak'taki evrakın gözden geçiril­ mesi sonucu meydana geldi.

Böylece Tanrıöver'i «tam»'a yakın bir biçimde tanı­

tan tarafsız bir eser meydana getirm eye çalıştım. Düşündü­ ğümü ne dereceye kadar başarabildim, onu bilemem. Tabiî

bu konudaki yargı kuşku yok ki okuyucuya ve eleştiriciye

aittir.

Sözlerimi, bu kitabın hazırlanmasında büyük payı olan M E N TE Ş K lT A B E V İ'n e teşekkürle bitiriyorum.

Mustafa B A Y D AR

Taha Toros Arşivi ■ * 0 0 1 6 1 5 2 1 0 0 0 1 *

Referanslar

Benzer Belgeler

Bunun yanı sıra tıbbi ve aromatik bitkilere ilgi tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de çok fazla... Bilim ve Teknik

Bu çeşit bir malzeme elektromanyetik dalgalara karşı koruyucu bir zırhlama aracı olarak kullanılmak istenirse, çözüm uygun bazı iletken maddelerle bu polimer mal-

İşin ilginç bir boyutu da, Civangete olayının en büyük sorumlusu gibi olan, her yerde ism i geçen Ahmet Özal, tanık sandalyesinde ailenin diğer fertleri arasında her

[r]

An­ ka ra da olduğu gibi, bir konserva­ tuvar tiyatro okulunun açılması, ayrıca bir tatbikat sahnesinin ku­ rulması gerekir.. İstanbul şehrinin en büyük

Bu umumi vazife taksimi arasında kadınlar kendilerine ait olan vazifeleri yapacakları gibi aynı zamanda topluluğun refahı, saadeti için zorunlu olan umumi çalışmaya

Ve onlar Arif beyin âdetini çok iyi bildikleri için hayvanını da alırlar, ilerlerler, uzaklaşırlar, sa­ natkârı kendi kendine bırakır­ lardı. Arif bey

Büyük bir teessürle haber aldığı­ mıza göre büyük Türk vatanseveri Mehmet Sabahattin, yarım asırlık bir mücadele hayatından ve yirmi dört yıldır