• Sonuç bulunamadı

Yunus'un asıl adı Sait hatta Sadettin'dir

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yunus'un asıl adı Sait hatta Sadettin'dir"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

r

P a z a r — 1 İkinci Teşrin 1931 A b on e: m Cilt : 12

r

Seneliği: 700, altı aylığı: 350 kuruştur. Mecmuamız hey’ etince basılması istenmeyen eserler geri verilmez M usahabe: id areh an e: Ankara Caddesinde Feyzi Ahmet Ha­

nında üst katta Teh İ s : 3899

Dokuzuncu Yıl — No. 129

Her ayın birinci ve onbeşinci günleri çıkar Kültür ve S a n ’at mecmuasıdır.

Sahip ve Müdürü MEMET MESİH

•—/*** / C t f f ? % j p

DOKUZUNCU Y IL BASAMAĞINDA

Bugün, mecmuamız dokuz yaşm a giriyor. Yeni bir yıla adım attığımız bu esnada da alnımız açık olarak söy- liyebiliriz ki şimdiye kadar ne bir siya­ sî m aksat takip ettik, ne de herhangi bir şahsın ve şahsiyetlerin ihtiraslarına alet olduk. Yalnız

kalbimizin, vic­ danımızın, duy­ gularımızın ter­ cümanı olduk. Ne bir taç karşısında eğildik, ne de ihtiyaç karşısın­ da irkildik. An­ cak duygularımı­ zı ve anladıkları­ mızı yazdık. Ve nihayet kalbim i­ ze, sütunlarımıza hakikati işledik. Ne varııpız var, ne de servetimiz..

Fak at m aldan, servetten çok yüksek bildiğimiz benlik ve vicdanımız var. M addelerin, şöhretlerin, ihtirasların h â­ kim olduğu bir devirde üç beş arkadaşla hakikatin nurundan, daha doğrusu im a­ nımızdan kuvvet alarak çalıştık. Her

— 213

türlü m üşküllere, m anialara rağm en bıkm adan, yorulm adan, hattâ eğilm eden yolumuzun dik ve sarp büklümlerinden geçtik. Hilenin, riyanın, ihtiras ve m ad­ denin sesine karşı kulaklarım ızı tıkadık. M enfaatlerin haykırışını duymadık. İhti­ şamın gölgesine uymadık. İşleyen dimağımız, çar­ pan kalbimiz biz- Iere hâkim idi. Gün geldi ki a r­ kadaşlarım ız ara­ sında, evine gid e­ bilmek için yol parası bulamı- yanlar oldu. F a­ kat taptığımız ışık ve nur, bu yok­ sulluklar karşı­ sında tanklardan, kalelerden daha kuvvetli göründü ve fazilet, feragat kahram anı olm ağı her şeye tercih ettik. Bu sebepten, dokuzun­ cu yılın m aneviyat ve iradeden örülmüş basam aklarına çelikten ruhumuzla adım atıyoruz. Bizimle beraber olanlara en kal­ bı sevgi ve say gılar! M EM ET M ESİH

P upa Y elken

Nasıl bir yelkenli pupa yelkenle Yol alıp giderse engine doğru, Ben de yol alırım o ipek tenle Bahtımın bilinmez rengine doğru ! Kalbim, aç yelkeni gönül mülküne ; İstersen hayata hicran saçalım . . Terkedip varlığı bütün bütüne Emel deryasında yelken açalım ! Tatmak için ömrün sonbaharını Vuslat diyarına, haydi, kaçalım . .

Okurken aşkının mısralarını,

Emel deryasında yelken açalım !

(2)

No 129

Dokuzuncu Yıl

Y U N U S U N

Sait Hattâ

Geçenlerde lûtufkâr bir zatın müsaadesile iki nadir kitabı ariyet alıp tetkik ettim.

Birisi (Yunüs divanı) diğeri (Kitabı şeraitül- fakri velfukara) dır. İkisi de aynı kâğıda aynı yazı ile yazılmış. İstinsah tarihi belli değil. Fa­ kat mütah'assıslar gerek yazı, gerek kâğıt — bil­ hassa k ağ ıt— itibarile sekizinci asırdan evvele aidiyetini söylüyorlar. Her iki eserde evvelce (hurufi imlâ) ve şimdi sedalı harf dediğimiz (elif, vav, he, ye) aslâ kullanılmamış. Bunlara bedel ibareler baştan nihayete kadar harekelenmiştir. Binaenaleyh okunması da kolay.

Bu eserlerin lisan tarihi itibarile ne derece ehemmiyeti haiz olduğunu söylemeğe lüzum görmiyorum. Bu eserlerde beni alâkadar eden cihet Yünüsün manzumelerinde kullandığı mah- lâslar ve o mahlâslara izafe ettiği sıfatlar oldu. Ve bu alâka gözümü başka bir noktaya daha iliştirdi. (Yunüs) ün kendisini: Âşık, Emre, Miskin, Derviş, Şeyh, Biçare, Koca gibi sıfatlarla tavsif ettiğini biliyoruz ve yine bu divanın bir iki ye­ rinde (Gerçek âşık) sıfatına da tesadüf ediyoruz. Fakat bahsettiğim divanda bulunan manzu­ meler arasında ve bilhassa üçünde (YunüsJ ye­ rinde (Sait) isminin görülüşü, acaba Yunüs’ün asıl adı Sait’ midir? mütalâasını hatıra getirdi. Bu husustaki kanaatim henüz tebellür etmeden ikinci eseri yani (Kitabı şeraitülfakri velfukara) yı okudum. Orada « tahkik ol ârifler sulta­ nı, muhakkikler aslanı Sadettin keremi lûtfun- dan birkaç beyit buyurur» cümlesine ve o cüm­ leden sonra Yunüs vadisinde ve tamamile onun çeşnisinde aşağıda yazılan parçaya tesadüf edin­ ce «Sait» in Sadettin mulıaffefi olarak şiirde kul­ lanılmış bir isim olacağı fikrine zahip oldum.

Sadettjnin buyurduğu şudur: [Klişe: 11 Bu makama kim ire

Varlığın Hakka vire Kim bu sırra irmedise Aşktan esirmedise

İşbu nakdi kim dire Cümle âlem içinde Kendüzüni görmedise Ömrü zalâm içinde

A S I L

A D I

Sadettin’dir

Varlık yokluk birdürür Aşk sevüsü birdürür

Dünya ahiret dürür Aşkı kalem içinde

Bu parça Yünüsün bahsettiğim yazma diva­ nında olmadığı gibi basmasında da yoktur. Fa­ kat biraz evvel işaret ettiğim gibi bu parça ile Yunüs divanındaki bilhassa (Sait) mahlâslı ga­ zeller arasında ifade, eda ve şive itibarile hiç bir fark göremedim.

Divandaki üç gazelden birisinin klişesi nü- müne olmak üzere mecmuaya konmuştur [Klişe : 2] Bu gazeli yeni yaziyle de dercediyoruz :

Gönül kande dolanur ma’şukun bulmayınca Kişi âşık mı olur gönülsüz kalmayınca Gönüldür seven anı, esir eyleyen seni Kimi azat eylersin sen azat olmayınca Boynu zincirli geldik key kati esir olduk Er nazar eylemedi halimiz bilmeyince Bir yanadan ararlar dosttan haber sorarlar Bahasın ne bilesin sen satun almayınca Bahası canım anın mal ile davar değil Sevdik mi ele girer sevdikler vermeyince Kâfirler Tanrı derler boğazlamadan yirler Bular müslüman olmaz er yüzün görmeyince Sözü (Sait) ten işit kılma kibir öğüt tut Ol seni soragelmez sen yavu varmayınca Dostu kande bulasın sende durmağile sen Ol imaret eylemez sen viran olmayınca

Bilmem dikkat ettiniz mi ? ettinizse benimle hem fikir olacağınıza şüphe etmem. Evet şu ga­ zelin Yünüsün herhangi bir gazelinden farkı yoktur değil mi ?

Bu kanaatleri» (Sait) in (YunüsJ olduğuna fikrim meyletmekle beraber acaba (Sait) Yunüs asrında yaşamış başka bir şahsiyet olmasın? mütalâası da hatırıma gelmedi değil. Kanaatleri­ mi arkadaşım Mehmet Halit beye açtığım za­ man Köprülüzade müderris Fuat beyefendinin (Said Emre) adında bir makalesinin Hayat mec- muasile intişar ettiğini haber verdiler. Ve tet­ kik etmek üzere mecmuayı da lütfettiler.

(3)

leyi okudum. Fuat beyefendi o makalede : (Said Emre hakkında şimdiye kadar ilim â- lemiııde hiç bir şey yazılmamış hattâ adı bile hiç bir yerde zikredilmemiştir. Yunüs Emrenin şiirlerini muhtevi eski bir (Cönk) ün sonunda

etmek lûtfunda bulundu ve işte bu sayede (Said Emre) halikındaki bu satırlar yazılıyor. (Said Emre) nin manzumeleri Yünüsün şiirlerinden ta- mamile farksız bir şekil ve edada yazılmak is­ tenmiştir. Binaenaleyh elimizdeki parçalarında

Klişe 1

(minkelâmı kidvetülvasılin Said Emre rahme- tullahi aleyh) sernamesi altında ve aynı şekil ve edada on beş yirmi manzumeye tesadüf eden Profesör (Riter) bu parçayı bana aynen tebliğ’

ne lisan, ne üslûp ne de efkâr itibarile hiç bir bariz hususiyet yok gibidir.) diyorlar ve (milâ­ dın on üçüncü asrının son ve on derdüncü as­ rının ilk senelerinde yaşamış yani Yunüs Emre

(4)

No 129

ile muasır bulunmuş) olduğunu da söylüyorlar. [1] Fuat beyefendinin İlmî kudretini ve yüksek salâhiyyetini pek yakından bildig-im için bu mü­ talâaya kanaat edip tetkikattan vazgeçmek iste­ dim. Fakat tesadüfen2 (Riter) in elinde bulunan nüshasının tam bir kopyesi Selim nüzhet beyin lûtuflarile benim elime de geçince divanın

bü-Dokuzuncu Yıl

de (Sait) ve berikinde (Sait) e atfolunanlar (Riter)- inkinde (Yunüs) namına mukayyettir. Hattâ da­ ha garibine rasgeldim. Netekim makaleye bir klişesini koyduğum manzume (Riter) in nüshasın­ da (Yunüs) e ayrılan manzumeler arasındadır.

Riter’in nüshasında (Sait; e ayrılan manzu­ melerden dürdüride benim gördüğüm nüshada

tün manzumeleri üzerinde tetkikat yaptım]ve bun­ ları makalenin başlangıcında bahsettiğim diğer nüsha ile karşılaştırdım. Gördüm ki Riter’in nüsha sında Yunüs mahlâslı bazı manzumeler berikin

[11 Hayat mecmuası: Sayı 42

(Yunüs) ün adı vardır. Hattâ (Riter) in nüsha­ sında pek 4Z ibare farkile bir iki manzumenin

hem Yunüs hem de Sait adile iki defa yazıldı­ ğı görülmektedir.

(5)

söyledikleri gibi (he lisan, ne üslûp ne de efkâr iti- barile aralarında hiç bir bariz hususiyet yoktur.) Yunus ne ise ne demişse Sait te onu söylemiş binaenaleyh Sait Yunüs’ün mukallit ve muakki­ bi değil tamamen aynıdır ve ta kendisidir, ka­ naatindeyim.

Yunüs hakkında büyük ve edebî bir eser yazmış olan en salâhiyettar bir müderris (Sait) için (Yunüs) ün muakkip ve mukallididir dedi­ ği halde benim gibi bir âcizin (ta kendisidir) diye kesip atabilmesi için ilim âleminde bu hük­ mü teyit edecek başka vesikalar isteneceği ve aranacağı tabiîdir. İşte ben de bu ciheti tetkike başladım.

Evvelâ şurasını itiraf edeyim ki henüz bütün menbaları görmüş, bütün kütüphanelerdeki Yu- nüs’e ait eserleri ve divanları tetkik etmiş de­ ğilim. Tetkik saham mahduttur ve üç beş esere istinat eder. Daha fazlasını edebiyat tarihile iş­ tigal eden gençlerimiz yapmalıdırlar.

Tetkikata evvelâ Sadettin Nüzhet beyin

(Bektaşî şairleri) ndeki Sadettin’e isnat olunan manzumelerle başladım. Burada Hilmi Ziya be­ yin ve Doktor (Erih Grop) un tetkiklerine at­ fen ve Sadettin’e isnaden dercolunan iki man­ zumenin birisi filhakika küçük Vilâyetnamede (sahife 22) diğeri büyük Vilâyetnamede münde- riçtir. Küçük Vilâyetnamedeki manzume ile «K i­ tabı şeraitülfakri velfukara» daki manzume ara­ sında pek az bir iki kelime farkından başka bir âyrılık yok. Hattâ Mensur ibarede hemen he­ men yekdiğerinin aynıdır. Vilâyetname mi şerai­ tülfakri velfukara’dan, yoksa bu mu ötekinden ik­ tibasta buludmuş ? Bu cihet tetkike şayan bir noktadır. Yalnız Vilâyetnamede (molla Sadettin bu mahalde birkaç nutuk buyurmuştur) denildi­ ği halde Kitabı şeraitülfakri velfukara’da (Sadet­ tin keremi lûtfundan birkaç beyit buyurur) diye yazılıdır.

Bir ismi de Makalâtı Hacı BektaşıVeli olan büyük Vilâetnamede Sadettin’e yirmi sekiz bü­ yük sahife tahsis olunduğu görülüyor. Bu eser­ de Sadettinin nereden nasıl gelip Hacı Bektaşi Veli’ye intisap ettiği hikâye edilmektedir ve Ha­ cı BektaşıVeli’nin (Bizim Sait) diye Sadettin’e il­ tifat ettiği anlaşılıyor. Bu eserde Sadettin’in iki manzumesi var. Aşağıya aynen dercedildi. Bu manzumelerde (Sait) mahlâsı sarahaten mezkûr olduğu halde aynı manzumeler Köprülüzade

No 129

Fuat beyefendiye âit yazma büyük bir Yunüs divanında Yunüs namına mukayyettir. Onların suretlerini de mukayese için aşağıya dercettim. Sırası olmamakla beraber şunu da kaydedeyim ki an’aneye göre Vilâyetnameyi Sadettin terce- me etmiştir deniliyor. Halbuki Vilâyetnamede Sadettin ile Hacı BektaşıVeli arasında geçen ma­ ceradan diğer birçok kimseler gibi üçüncü bir şahıs tarafından bahsedilmiş olduğu yine Vilâ- yetnameden anlaşılıyor. Ve Sadettin’e ait faslın birkaç satır evvelinde mütercim Hacı Bektaş tuzundan ve onun nurundan bahsederken (işbu kâtibülhuruf ben gözümle ol nuru gördüm) de­ nilmesi de bu kanaati teyit eder.

Vilâyetnamedeki manzumeler şunlardır: Yine bir ün işittim Hûda bilir üyünün Soru hesap yoğimiş âşıkların canından Tanrı hazır er hazır deyip duran âşıklar Zülcenaheyn geçtiler siyaset meydanından Talip olan Mustafaya tapşırır özün Hakka Yoluna feda kılır geçer hanümanından Başlı başına olan aşka işaret olan Yani ruşende olan görür Hak didarından Adım Sait değilken cümle müşkül lıalliken Bir âyet okumuşam Hünkârın esrarından

Fuat beyefendiye ait divanda bu manzume, şu suretle Yunüs namına mukayyettir.

Yine bir ün işittim Hûda eyler ününden Soru hesap yoğimiş âşıklara canından Hak taâlâ buyurur İsrafil sur urıcak Lebbeyk diyüben dura âşıklar toprağından Münkirler muhip ola sözünden ibret ala Zira kudret kılıcın hâkim çekmiş kınından Marifet mihrabından yüzün uran âşıklar Ol varmış hakikate tarikat erkânından Tanrı kadir ve hazır deyüben duran âşık Talhadan evvel geçmiş siyaset meydanından Adım Yunüs tut üyün kalükîlden degülün Bir âyet okumuşum hacemın esrarından

Diğer manzume :

Salâ verdi müezzin geldi kamet eyledi Kıbleye karşı yüzün tuttu niyet eyledi Secdeye indi yüzüm didarı gördü gözüm Dağıldı aklım sözüm zihnimi mat eyledi Unuttum namazımı dosta tuttum yüzümü Dost kendi mürvetinden bir işaret eyledi Ne taat var ne salât ne zikir var ne teşbih Bu beş vakit namazım aşka âdet eyledi Şol benim secdeğâhım meğer ki Tur dağıdır .

(6)

No 129

Musaleyin gözlerim lıoş münacat eyledi Bukez yanıldı zahit estağfiruilah dedi Gözlerin hatasına bin kefaret eyledi Kande Laksam dopdolu Hacı Bektaşi Veli Bu Sait anın kulu oldu âdet eyledi

Fuat beyefendiye ait divanda bu manzume şu suretle mukayyettir.

Banladı ol müezzin durdu kamet eyledi Hazrete tuttu yüzün döndü niyet eyledi Hazrete bağlı elim Fatiha okur dilim Bu yedi endamlarım hoş rükûat eyledi Şu benim hacetgâhım Tur dağı oldu meğer Musaleyin bu gönlüm hoş münacat eyledi Bir suret gördü gözüm secdeye vardı yüzüm Yıkıldı tertiplerim zühdümü mat eyledi Ne tehiyyat ne selâm ne dua ve ne teşbih Bu beş vakit namazımı aşkın garet eyledi Gör Yunüs’ü neyledi hoş haberler söyledi Aşık idi maşuka dadü sitet eyledi Unuttum namazımı dosta tuttum yüzümü Dost kendi mürvetinden bir işaret eyledi Sonra bir kez Yunüs kul estağfiruilah dedi Sözleri hatasına dil kefaret eyledi

Her iki manzumenin aralarında gerek beyit­ lerin sırasını gerek ibare farkını nazarı dikkate alacak değiliz. Her eski eser gibi Yuniis’ün

manzumeleri de aynı akibete yani tahrife

uğramış ve manzumeler her divanda başka türlü ve çok farklı yazılmıştır.

Yunüs divanının mukayeseli ve tam bir met­ nini hazırlıyorum. Basma divanda baş tarafın­ daki felsefî manzumeler hariç olduğu halde Yu- nüs’ün 325 kadar manzumesi mevcut iken benim şimdiye kadar tetkik edebildiğim dört yazma divanla birkaç mecmuada gördüğüm ve kaydet­ tiğim manzumeler 900 e baliğ olmuştur. İlâhi­ lerde beraber 1000 i geçeceğini de zannediyorum.

Bunların hepsi Yunüs’ün müdür, değil midir? mes’elesi bir kerre bütün Yunüs’ün manzumele­ ri toplandıktan sonra mütehassıslar tarafından verilecek bir hükümle hallolunacak bir keyfiyet­ tir. Binaenaleyh ben şimdi yalnız toplıyor ve nüsha farklarını göstermekle iktifa ediyorum.

Şu satırları yazmaktan maksadım bu iki man­ zumenin iki eserde farklı yazılmış olmasındaki sebebi izah içindi. Bu cihet bu suretle kayde­ dildikten sonra o manzumelerdeki (Yunüs) ve (Sait) malılâslarına tekrar geliyorum. Vilâyet- namede (Said) e atfolunan manzume divanda

(Yu-nüs) namına mukayyet bulunuyor. Vilâyetna medeki manzumede :

Bu kez yanddı zahit estağfirullah dedi Gözlerim hatasına bin kefaret eyledi Kande baksam dopdolu Hacı BektaşıVeli Bu (Sait) anın kulu oldu âdet eyledi

beyitlori divana ilk beyitteki (Zahit) (Yunüs) e tahvil edilmek ve Hacı BektaşıVeliden bâhis olan son beyit kâmilen çıkarılmak suretile alınmıştır.

Yünüsün Sadettin olduğu kabul edilince onun bektaşiliği de tahakkuk ediyor. Fakat Yunüs’ün İlâhileri asırlarca tekkelerde okunmuş ve bek- taşîliğe diğer tariklerce ve bilhassa halkça eyi bir gözle bakılmamış olduğu için Yunüs’ün man­ zumelerinde yukarda olduğu gibi bektaşîliğine delâlet eden kaydın sonradan kaldırılmış olduğu na hükmedilebilir.

Bu cihet yani bektaşîlikle Yunüs’ün rabıta sının kesilmek istenilmesi ikinci manzumenin son beytindeki tahriften de anlaşılıyor.Vilâyetnamede

Adım Sait değilken cümle müşkül halliken Bir ayet okumuşum hünkârın esrarından beytinin ilk mısraı ehemmiyetli surette tahrif ve ikinci mısraı da Hacı BektaşıVeli hakkında söy­ lenilen (Hünkâr) kelimesi (Hace) ye tahvil edi­ lerek divana alınmıştır ki bu da çok dikkate şa­ yan bir keyfiyettir.

Sadettinin (Sait) ve (Sait) inde (Yuniis) oldu­ ğu kabul edilince Yunüs’ün hayatı, tahsili ve doğduğu yer de meçhuliyetten kurtuluyor. Çün- ki vilâyetnameye göre Sadettin «Aksaray şeh­ rinde fetvası yürür bir müderris idi. Dört yüz danişment molla kendisinden ders alırdı ve her birine bir kitap okutup talim kılurdı.»

Zahir ilimlerde bu derece yüksek olan bir adam nasıl (ümmî) olur? Tasavvufta ümmîlik «şir ki hafi» telekki edilen ve Allahı kâinatın ve in sanın fevkinde ve haricinde gören zahir ilimler­ den tecerrüt etmek ve onun yerine vahdeti tel kin eden bâtın ilmi ikame etmekle olur. Bu nük­ teyi Ruhîi Bağdadî:

Unudup bildiğini arif isen nadan ol Bezmi vahdette ne ilmü ne âlim isterler beytile pek güzel ifade etmiştir. İşte eski bildi­ ğini unutan hiç okumamış ve bilmemiş yani (üm­ mî) olur. Yunüs’ün ümmî olmadığını, o zaman ma­ lûm olan bütün ilimleri okumuş ; bütün dinî a kide ve an anelere tamamile vukuf peyda etmiş

(7)

olduğunu manzumelerinde açıkça görüyoruz. Yunüs’ün Hacı Bektaşi Veli’ye intisap etme­ den evvel ve ettikten sonra (Sait) mahlâsile şiir söylediğini ve on sekiz sene hizmetle zahir ilimlerdin tecerrüt edip tarikat, marifet ve ha­ kikat ilimlerde mücehhez olarak kendisi de irşa­ da mezun olduktan sonra Yuniis peygamberin balık karnından tekrar hayata kavuşup din neş­ rettiğine kıyasen kendisinin de tarikat neşrede­ ceğine kıyasen adını Yunüs taktığı ve o tarih­ ten sonra manzumelerini bu mahlasla yazdığını zannediyorum. İşte benim bu tetkikata vasıl olduğum netice budur. Aksi isbat edilirse istifa de eder ve kanaatimi değiştiririm. Fikrimi bir da­ ha hulâsa edeyim :

Yünüsün asıl ve ilk adı (Sadettin] dir. Ş i­ irde bunun muhtasarı olan (Sait) i sülük esna­ sında ve irşada mezun olmadan evvel kullanmış, sonra adını Yunüs’e çevirmiştir. Bir manzume­ sinde :

İlk adım Yunüs idi adımı âşık taktım demesi bu müddeanın aksini ispattan ziyade Yu­ nüs’ün vakit vakit isim değiştirdiğini gösterir. İsmine ilâve ettiği sıfatların teaddüdü de bu fik ri takviye eder.

Yedinci ve sekizinci asırlarda yani Yunüs’e en yakın devirlerde yazılan divan nüshalarında (Sait) e tesadüf edilipte daha sonrakilerde bu isme tesadüf edilmemesinin sebeplerine gelince : • Bu; müstensihlerin (Sait) adının Yunüs’e ai­ diyetini bilmiyerek başka bir şahıs zannetmele­ rinden gayri bir şeye atfolunamaz. Bundan do­ layıdır ki eski divanlarda ve meselâ benim bu­ rada bahsettiğim divanla aslı (Riter) de ve bir sureti Selim Niizhet beyde bulunan (Sait) mah- lâslı manzumelerin bir kısmını istinsah ettikleri divanlara hiç almamışlar ve aldıklarını da (Sait) i (Yunüs) e tahvil suretile kaydetmişlerdir.

Gariptir ki Said i Yunüs’e tahvil edemedik- ieri yerler de vardır.

Tetkik ettiğim yazma divanlarda bir manzu­ menin sonunda:

Sa d benim, Sait benim Yunüs dahi benimledir İlmi ledündiir üstadım ol âlemi esrar benim, beytinde iki hattâ yine Sadettinden muhaffef'o- lan (Sa’d )le beraber üç isminin de birleşmiş o! duğu görülüyor.

Fakat (Sait) le Yünüsün münasebetine hiç ihti­ mal verilmemiş olacak ki sonraları yazılan

divan-Nc 129

larda hattâ basmasında (Sahife 98) (Sait) zama­ nı gösteren alete yani (saat) e tahvil edilerek beyit şu şekli almıştır :

Sa d benim (saat) benir/ı Yunüs dahi benimledir İlmi ledündür üstadım ol âlemi esrar benim

Bu da Yunüs’ün ilk isminin yahut isimlerin­ den birisinin Sait olduğuna delâlet etmez mi ?

Ben şu yazılarda Sait’le Yunüs arasında geril­ miş olan yedi asırlık siyah ve kalın perdeden bir pencere açmak istedim. Daha ileri geçmek için bu pencereyi büyük bir kapıya tahvil etmek ya­ hut perdeyi büsbütün crtadan kaldırarak Sait’le Yunüsii birleştirmek genç mütetebbilerimizin, e- debiyat tarilıile uğraşan arkadaşlarımızın lıim metlerinden beklenir.

Şu naçiz mütalâaların hemen kabııl edilece­ ğine ihtimal vermiyorum. Çiinki umumun kana­ ati hilâfındadır. Ve ilk defa tarafımdan ileri atıl mış bir fikirdir. Aksini iddia ve ispat edecek­ lerden delillerini şu iki sualin cevabiie bir­ likte istemek hakkımdır :

1 '— Fuat beyefendinin büyük bir salâhiyet­ le söyledikleri gibi Yunüs asrında ve belki de onunla beraber yaşamış ve onun derecesinde şiir söylemiş bir adamın hayatı şimdiye kadar meçhul olmamak lâzım gelirdi. Şu halde Sadet­ tin, Sait ve Sait te Yunüs değilse ve araların­ da bir münasebet yoksa Said’in manzumeleri niçin eski Yunüs divanlarına alınmıştır?

2 — Kitabı şeraitülfakri velfukara da ve kü­ çük Vilâyetnamede görülen «Ol arifler sultanı, ol muhakkikler arslanı» gibi vasıflar ile Riter’in nüshasındaki (Kidvedülvasılin) tabiri ancak Yu­ nüs derecesinde büyük tanınmış bir adam hak­ kında söylenebilir. Tasavvufta bu derece yük­ sek bir mevki kazanmış olan bir zat şimdiye kadar meçhul kalabilir miydi ?

Şu satırları buraya kadar okumak zahmetin­ de bulunan kariin kanaatini değiştirmemişse en kuvvetli itiraz olarak başlıca iki şeyi ileri sü­ receğini tahmin ediyorum. Birisi divanın baş ta­ rafındaki :

Tarih dahi yedi yüz yedi idi Yunüs canı bu yolda kodu idi

beyti, diğeri yine divanın birçok yerlerinde Yu­ nüs’ün kendisine Şeyh ve Mürşit olarak Taptuk Emreden bahsedişi olacaktır.

Ben esasen divanın baş tarafındaki ahlâkî, fel­ sefî manzumelerin ümmîliğinden bahsolunan

(8)

No 129

Dokuzuncu Yıl

nüse aidiyetine ihtimal vermiyorum. Ve bu manzu­ melerin ümmîlik iddiasile bir tezat teşkil ettiğini görüyorum. Ne mevzu, ne lisan, ne de tahsil ve meslek itibarile bu manzumelerin Yunüs’le alâ­ kası olamaz. Netekim gördüğüm en eski divan­ larda da buna tesadüf edilemiyor.

Bu başka bir nâzıma ait olsa gerek. Şu hal­ de 707 tarihi itiraza bir esas teşkil edemez.

Taptuk Emreye Gelince

Sadettin’in birçok tecrübe ve tereddütlerden sonra hocalık mesleğini terkederek HacıBektaşı Veli’ye mürit olduğunu ve on sekiz sene hizmet ettiğini ve bu kadar çile çektiği halde bir feyz a- lamadığını ve nihayet büyük bir taşı başına at­ mak suretile HacıBektaşı Veli’yi öldürmek ve bu suretle kurtulmak istediğini ve bunun üzerine Hacı Bektaşi Veli’nin Sadettin’e seyahat verdiği­ ni, Sadettin ise seyahatten hemen dönerek tes­ limiyeti kâmile ile H*cı Bektaşa teslim olduğu­ nu menkıbelerden ve Vilâyetnameden anlıyoruz.

Bundan yine şunu da anlıyoruz ki Sadettin çok geç bektaşi olmuş yahut hiç olamamıştır.

Filhakika divanında bektaşiliğe temas ve delâ­ let eder bahisler hiç yok denilecek derecede azdır. Yalnız basma divanında da görülen ve diva­ nın baş tarafındaki manzumelerin sonunda ve asıl divanın haricinde kalan :

Ya İlâhi ger sual etsen bana Budürür anda cevabım öş sana

ile başlıyan manzume bektaşi nefeslerini andırı­ yor. Daha doğrusu mâna ve meal itibarile bir nefestir, işte o kadar..

Sadettin’in tam bektaşi olmadığı ve sonradan bektaşilikten de vaz geçerek Taptuk Emreye in­ tisap etmesi istib’at edilemez. Tasavvuf tarihile iştigal edenler birkaç defa mürşit değiştiren adam­ ların sayılmıyacak derecede çok olduğunu bilirler.

Şunu da ilâve edeyim ki :

Yine Vilâyetnamede bahsi geçen oduncu Yu- nüs ile çok söyliyen Yunüs hakkındaki rivayet­ leri hiç doğru bulmıyorum.

Yukarda Sadettin’in (Yunüs) mahlâsını kabul ve intihap için yürütmüş olduğum faraziye buraya da tatbik olunabilir. Sadettin’in bektaşilikten çık­ tıktan sonra onlarla alâka ve hâtıraları tamamile kesmek için ismini Yunüs’e tahvil ettiği de varit

olamaz mı ? Amelî Hayat Mektebi Türkçe

Muallimlerinden

OSM AN

Bizde Neden

Konserlere

Rağbet Y ok

Geçen makalede maddî sebeplerini araştırdı­ ğım (konserlere rağbet fıkdanı) mes’el'esinin bu­ gün de fikrî mânilerini teşrihe çalışmak istiyorum. Cemiyeti ekvamın beynelmilel hars işleri şu­ besinden (William Martin) in son yaptığı tetkik­ lere göre, Macaristan gibi birkaç memleket mer­ kezlerinde senfonik konserler nadiren masrafla­ rını korumakta, bazı şehirlerde zenginler ile bankalardan yardım görmek sayesinde tarihini geçiren konser mü ,sseseleri bulunduğu görül­ mekte, İspanya — Portekiz gibi bazı yerlerde ise hususi senfonik konser teşekkülleri kat’iyyen yaşıyamamaktadır : işte umumî harpten sonra garp merkezlerindeki konser hayatı bu suretle birçok müvazenesizliklere uğradı. Bazı yerlerde opera temsilleri kazanıyor, bazı yerlerde resital’ler rağ­ bet görüyor, İlh. Ve bu müvazenesizliğin yegâne sebebi olarak İktisadî buhran gösteriliyor. İçti­ maî bediiyatçılar ise başka İlmî sebepler ara­ maktan hali kalıyorlar desek yalan olur : Bu fi- kirciler, aristokrasi tabakalarının birçok yerler­ de farklı mahiyetler göstermesinin, meselâ fraklı ve simokinli bir Amerikalı zenginin ancak gün­ düzün ezici iş yorgunluğunu giderecek operet ve gazino musikileri ile akşamı geçirebilmesinin, ve fikri meşgul edici ağır musikilere alâka göster­ memesinin rağbetsizliğin İlmî sebepleri arasında bulunduğunu söylüyorlar ; buna mukabil de, Pa- risin ve Berlinin elit zümresi, ekseriyetle yüksek san’at tezahürlerinden başkasına tahammül ede- miyen fikir adamlarından mürekkep imiş...

Mütefekkirlerce ileri sürülen bu son sebeple­ rin bizi düşündürmesi lâzımdır ; Çünki, musiki akşamlarının bizde gördüğü ^rağbetsizliğin gizli sebepleri inceden inceye araştırıldığı zaman gö- rülüyorki, geçen yazıda izahına çalıştığım (İkti­ sadî buhran), (İstanbul semtlerinin dağınıklığı, şehrin istisnaî topoğrafik vaziyeti), (konser ter­ tibi işinin fennini bilen teşkilâtçılarımızın bulun­ maması) , (salon kiraları ile vergilerin ağırlığı ve her hangi bir istisnaî muameleden mahrum

bulun-— 220 bulun-—

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu ses Kara, Hava ve Deniz K uvvetlerinin iş- biriliği sonunda T ürk Silâhlı K uvvetlerinin kan dökülmeden idareye geçici olarak el koyduğunu T ürk m iletine

9 - Merhume Emekli Devlet K ‘Tesa*u olduğu içir vefatı ile varislerine ödenmesi gereken kanunî ödenekler bulunmaktadır. Bu hususta da talimatınla» göre hareket

The wording of the creed was designed to emphasize the divinity and eternity of the Son as being equal to that of the Father. Now, since Nicene orthodoxy and Arianism

Mihail Mihailoviç, daha sonraları Tevfık Manars, Vera Çirik, Vera Protoppova’yla ortak olarak Olivo Geçidi’ndeki yerini yeniden dekore etti.. Ve de buraya “ Rejans

Bu araĢtırmanın amacı sınıf öğretmenlerinin öz yeterlilikleri ile öğretim teknolojileri ve materyal tasarımı becerileri arasındaki iliĢkiyi ortaya

Kurulan modelde ailenin evliliği onaylamaması durumunun (β=.16) -evet için 0 ve hayır için 1 puan olduğu- evlilik uyumu puanına pozitif yönde etkilemeye katkı

toplumsal ‘ben’ liğin biçimlenme kuramı olarak ortaya koymaktadır.”(Lazar, 2001:17) Nitekim biz de çalışmamızda yaşantı, tüketim ya da gösteri toplumu olarak

Pa­ ris Türk Turizm Bürosu ve Kültür Ateşeliği, Paris ve Tok­ yo’daki Türk Büyükelçilikleri, New-York Türk Evi, Türki­ ye iş Bankası'nın yanısıra yurt içi ve