• Sonuç bulunamadı

Türkiyede Eski Çağ tarihçiliği

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türkiyede Eski Çağ tarihçiliği"

Copied!
66
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TARİH ANABİLİM DALI

ESKİÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI

TÜRKİYE’DE ESKİÇAĞ TARİHÇİLİĞİ

Alifer ÇİFTCİ

(074202011003)

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN:

DOÇ. Dr. Özdemir KOÇAK

(2)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TARİH ANABİLİM DALI

ESKİÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI

TÜRKİYE’DE ESKİÇAĞ TARİHÇİLİĞİ

Alifer ÇİFTCİ

(074202011003)

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN:

Doç. Dr. Özdemir KOÇAK

Bu çalışma Bilimsel Araştırmalar Proje Koordinatörlüğü(BAP) tarafından ………nolu yüksek lisans tez projesi olarak desteklenmiştir.

(3)

i İÇİNDEKİLER Sayfa No İÇİNDEKİLER ... i ÖNSÖZ ... iv ÖZET ... v SUMMARY... vi GİRİŞ ... 1

1. OSMANLI DÖNEMİ ARKEOLOJİ ÇALIŞMALARI VE ESKİ ESER KAÇAKCILIĞI ... 6

2. TÜRKÇÜLÜK HAREKETİ VE BUNUN TÜRKİYE’DEKİ TARİH YAZIMI ÜZERİNDE ETKİSİ... 15

2.1.Meşrutiyet’ten Sonra Türkiye’de Tarih Yazımı ... 17

3. CUMHURİYET DÖNEMİ ESKİÇAĞ TARİHİ ÇALIŞMALARI... 20

3.1.Türk Tarih Tezinin Ortaya Çıkışı ... 22

3.1.1.Avrupa’dan Gelen Araştırmacı ve Öğretim Üyelerinin Türk Tarihçiliğine Etkileri ... 27

3.1.1.1.Türk Tarih ve Türk Dil Kurumlarının Tarih Araştırmalarındaki Yeri ... 28

3.1.1.2.Güneş Dil Teorisi’nin Ortaya Çıkışı ve Cumhuriyet Dönemindeki İlk Arkeolojik Çalışmalar... 30

3.1.1.2.1.Anadoluculuk Hareketi ... 36

4. ESKİÇAĞ TARİHİ ÇALIŞMA YÖNTEMLERİ... 38

4.1.Arkeolojik Çalışmaların Eskiçağ Tarihçiliğindeki Yeri ... 38

4.1.1.Yazılı Kaynakların Eskiçağ Tarihçiliğindeki Yeri ... 39

5. BAZI ÜNİVERSİTELERİMİZDEKİ ESKİÇAĞ TARİHİ LİSANS DERSLERİ VE BUNLARIN MUKAYESESESİ ... 43

SONUÇ... 47

KAYNAKÇA... 48

(4)

ii

Alifer ÇİFTCİ

(5)
(6)

iv

ÖNSÖZ

Avrupa’da ulusların öz kimlik arayışıyla başlayan Eskiçağ Tarihi çalışmaları milliyetçilik akımının bir sonucudur. Her millet kendi geçmiş tarihini bir uygarlığa bağlamak suretiyle geçmişten referans almakta ve medeniyetinin gelişmişliğini bununla ölçmektedir. Bu sebepten birçok araştırmacı birçok bölgede araştırma yapmıştır. Ve bu araştırmalar halen günümüzde de devam etmektedir.

Ülkemizde insanların büyük çoğunluğu geçmişlerini özellikle de tarih öncesi dönemleri yeterince bilmemektedir. Bundaki en önemli neden ise temel eğitimimizde Eskiçağ Tarihi konusunda yeterince bilgi verilmemesidir. Doğal olarak bu bilinmezlik insanın geçmiş tarihine ve kültürel mirasına önem vermemesine neden olmuştur. Çünkü insan bilmediği ve önem vermediği bir şeyi sevip koruyamaz. Örneğin kaçak kazılar ile birçok eserin halen yurt dışına kaçırılması yahut buna göz yumulması, Arkeolojinin bir definecilik bilimi olarak algılanması, özellikle de medyada gösterilen bir eserin sanatsal yahut bilimsel değerinin yerine sadece ekonomik değerinin ön planda tutulduğu günümüzde, bizim bu bilime karşı olan bakış açımızı yansıtması açısından oldukça önemlidir.

Avrupalılar kendi ülkelerinde bulunmayan bu tarihi eserleri bu kadar sahiplenmişken, bizim kültürel mirasımızı yok etme çabamız nedendir? Geçmişe ve eskiye olan düşmanlığımızın sebebi nedir? Bu sorular, üzerinde düşünülmesi gereken önemli sorulardır.

“Türkiye’de Eskiçağ Tarihçiliği” adlı bu çalışmayı gerek “Yüksek Lisans Tezi” olarak belirlememde gerekse fikir ve düşünceleriyle beni yönlendiren sayın hocalarım Prof. Dr. Hasan BAHAR, Doç. Dr. Mustafa DEMİRCİ ve danışman hocam Doç. Dr. Özdemir KOÇAK’a en içten dileklerimle teşekkür ederim.

(7)

v

ÖZET

Osmanlı Devleti kuruluşundan itibaren İslam merkeziyetçi bir devlet modelini izlemiştir. Bu nedenle Osmanlı Devleti hiçbir zaman geçmişe dönük olarak soy ve kök arayışına gitmemiş sadece geçmişle din akrabalığı ile bir bağ kurulmaya çalışılmıştır. Fakat Cumhuriyet döneminde Milliyetçi ve Ulusçu düşüncelerin güçlenmesiyle “Türk Tarih Tezi” şekillenmiş, geçmişe dönük arkeolojik ve tarihi çalışmalar yapılmış ve Anadolu’daki birçok uygarlık araştırılmaya ve incelenmeye başlanmıştır. Bu da göstermektedir ki dönemin siyaset anlayışı o dönemin tarihçilik anlayışını yansıtmaktadır.

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Adı Soyadı Alifer ÇİFTCİ Numarası 074202011003 Ana Bilim /

Bilim Dalı

Tarih/ Eskiçağ Tarihi

Ö ğ re nc in in

Danışmanı Özdemir Koçak

(8)

vi

Adı Soyadı Alifer ÇİFTCİ Numarası 074202011003 Ana Bilim /

Bilim Dalı

Tarih / Eskiçağ Tarihi

Ö ğ re nc in in

Danışmanı Özdemir KOÇAK

Tezin İngilizce Adı Ancient History in Turkey

SUMMARY

People in past history first started to collect old goods just to keep and look at not aware of what they were or where they came from. But history has shown that people became interested in old Works and achievements. The first started in Europe when people started to collect old Grek and Roman relics and started to study and research them, in the last century to discover their origins and the importance of these Works. During this historical period excavations were carried out that reached into Egypt, Mesopotamia and Anatolia then interest became even greater in all things historical and Works relating to these vast and extensive finds and the importance there of. The proplem was that not enough importance was being placed on this, and how this affected the historical past, of the past. This explains why there were vast problem sin the saving of past history.

Many historial artifacts and treasures were removed from Ottoman Empire Countries during the 1800 to western countruies and displayed in museums there. How was this allowed to happen, it was because not enouh importance was attached to the history and valve of these treasures by authorıty at the time.

In 1884 Dr. Deither and Osman Hamdi Bey worked very hard to put into place laws together with the Turkish Archaelogy regarding the safeguarding of national treasures and artifacts.

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

(9)

vii

At the time of the republic they copied the western model on Romanism and Notionalısm with regards to Ottaman history and culture and the need for it to be perserved and adopted the european ideas with regards to this. Atatürk gave the means and goverment help to the Turkish Archaelogy to save these Works for the future. Ancient History saw a big development at the time of the Republic and this was the reason why a lot of important people became known.

Atatürks’ biggest wish was for the Turkish people to become knowledgeble in Turkish History and secondly his wish was for scientific knowledge and for them to know that these historical finds belong to the Turkish Notion. Also for the people and the world to know that the people of Turkey have lived in Anatolia many centuries before and all the history that is to be found in the treasures of the past.

When the modern day Republic was built there was a need for a new identity and culture, to this end the Turkish Langue Associatıon and the Turkish Historical Association were formed. These associations were to give the new state a new language, new identity and build a modern day state with education and all things to make this happen.

(10)

1

GİRİŞ

İnsanlar çağlar boyunca geçmiş dönemlere ve objelere karşı büyük bir hayranlık duymuştur. Avrupa’da bunun bir yansıması olarak eski eserlerin toplandığı ve koleksiyonculuk yapıldığı bilinmektedir. Bu eserlerin “ilk kez Romalı asiller ve askerler tarafından toplandığı görülüyor. Romalı asiller, Yunanistan ve Anadolu başta olmak üzere sefer yaptıkları ülkelerden ele geçirdikleri veya satın aldıkları eserleri evlerinde sergiliyorlardı.”1 Zenginler topladıkları bu eserleri museo veya galeri adı verdikleri yerlerde gösterime sunuyordu.

18.yy’dan itibaren Avrupalılar eski Yunan eserlerini toplama amacı ile Yunanistan ve Ege adalarına yönelince ister istemez Osmanlı devleti de bu durumdan etkilenmiştir. Batının bu yönelmesindeki asıl amaç kendi medeniyetinin kökenlerini eski Grek kültüründe araması idi. Diğer bir neden ise “tekvin insanlığın yaradılışı ile ilgili dinsel teoridir.”2

Önceden sadece koleksiyonculuk olarak başlayan bu ilgi daha sonradan bilimsel bir amaca dönüşmüştü. Böylelikle batı dünyası Rönesans ve Hümanizm hareketinden etkilenerek bir aydınlanma süreci içine girmiş, eski Grek ve Roma medeniyetinin incelenmesiyle Eskiçağ Tarihçiliği bir bilim dalı olarak ortaya çıkmıştır.3

Eskiçağ kavramı, Roma ve Grek tarihleriyle özdeşleştiği için 19.yy’a kadar Grek ve Roma tarihleri üzerine yoğunluk gösterirken; bu dönemde Mısır, Mezopotamya ve Anadolu gibi Akdeniz çevresi uygarlıklarını da içine alarak alanını daha da genişletmiştir. 1 Özkan 2009, 2. 2 Arsebük 1983, 66.

3 Osmanlı ülkesine 15.yy’dan başlanarak 18.yy’a kadar birçok araştırmacı gelmiştir. XIV. Louise’nin emriyle Osmanlı topraklarına gelen ve çok sayıda bitki örneği ile Fransa’ya dönen ünlü doktor ve botanikçi Joseph Pitton Tournefort Girit Adası başta olmak üzere, 1700-02 yılları arasında Ege Adalarını dolaşmıştır. 1834-39 yıllarında Anadolu’yu baştan başa gezen Fransız Charles Felix- Marie Texier (1802-1871), ilk kez Hitit kavminin izini buldu. Romalı tarihçilerin sözünü ettiği Tavium kentini ararken Boğazköy ve Yazılıkaya kalıntılarını tespit etti. William J. Hamilton ( 1877-1859) da Anadolu topraklarında uzun bir gezi yaparak izlenimlerini (Küçük Asya, Pontus ve Ermenistanda Araştırmalar. Bu bölgelerin eski eserleri ve jeolojisine dair bazı tariflerle birlikte )yazmıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Özkan 2009, 5-30. Bunun yanında Ramsay’da Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası adlı eserinde Anadolu ile ilgili izlenimlerini kaleme almıştır. Ayrıca bkz.Sterret, 1885; Babinger, 1903; Swoboda- J. Keil- F. Knoll, Likonya, Pamfilya ve Isavriya Anıtları) Anadolu için bkz. Mansel, 1948; Böylelikle bu eserler sayesinde Anadolu’nun o dönemki adetleri, gelenekleri, tarihi, kültürü, şehir ve nüfus yapısı hakkında bilgi sahibi olmaktayız.

(11)

2

“Bugün Eskiçağ denilince iki ayrı kültür çevresinin tarihi anlaşılmaktadır: Ön Asya- Mısır (eski doğu) ve Hellas- Roma (eski batı) doğal olarak Avrupa, Asya ve Afrika’ da bu kültür çevreleri ile doğrudan doğruya ilişkide bulunan bölgelerin tarihi de yine “ Eskiçağ” çerçevesi içindedir. Bu nedenle bugünkü Eskiçağ Tarihi erken dönem Çin, Japon ve Amerika kültürlerinin araştırılmasını kapsamına alamamaktadır.”4

İplikçioğlu, Eskiçağ Tarihi araştırmalarının tarihçesini üç alanda ele almaktadır: 1- Klasik Eskiçağ (Hellas- Roma) 2- Eski Önasya 3- Mısır. Daha önceden Eskiçağ kavramı denince sınırlı bir alan ve belli bir uygarlığın tarihi anlaşılırken Edward MEYER ile “üniversal” bir tarih anlayışı başlamıştır. Meyer 1884 yılında yayımlanan Eskiçağ Tarihini genel anlamda işleyen yapıtı “Geschicte des Altermtums” sadece MÖ. 350 yılına kadar olan dönemi ele almaktadır. Onun bu yapıtı bugünkü Eskiçağ Tarihinin hem temel noktası olmuş hem de genel bir Eskiçağ Tarihinin başlamasını sağlamıştır.

Anadolu en eski çağlardan beri insanlar tarafından seyahat edilen merkez konumundaydı. Antik çağlarda bu seyahatler neticesinde birçok eser yazılmıştır. Yazılan bu eserler, bugün o devirler ile ilgili olarak hem arkeolojik araştırmalar için kaynak niteliğinde hem de dönemin kültürel yapısı hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlamaktadır. Bir yerin tarihi konusunda ilk başvurulacak temel eserlerdir5. Ne yazık ki bu eserlerin büyük bir kısmı Türkçeye çevrilmemiştir.

Cumhuriyet döneminde, her alanda olduğu gibi tarihçilik alanında da Batı model olarak alınmıştı. Türk tarihçiliği temelde Batının ve Osmanlı Tarihçiliğinin etkisi altında kalmıştır. Batının etkisi pozitivizm, romantizm ve milliyetçilik olmak üzere üç noktada kendisini göstermiştir. Şimdi kısaca bu akımların etkilerini açıklamaya çalışalım. 18.yy ortalarından beri etkisini devam ettiren romantik akımın amacı geçmişi nostaljik bir hayranlıkla yüceltmekti. Avrupa’nın klasik Yunan eserlerini tercüme etmesi ve Yunan hayranlığı buna güzel bir örnektir.

4

İplikçioğlu 1994, 5. Bahar 2007, 6. Ayrıntılı bilgi için bkz. Ed. Meyer, Geschicte des

griechische-römischen Altertums, C.V, 1884-1902. Bugün genel bir dünya tarihi çalışması olarak McNEILL’in eserini gösterebiliriz. William H. McNEİL, A World History adlı eser ilk baskısını 1989 da yapmıştır. 5 Bu temel eserlerin bazıları şunlardır: ARRIANOS, Anabasis; ARISTOTELES, Politika; Halikarnasos’lu DIONYSIOS; Kymeli EPHEROS, Historia; Kyreneli ERASTOSTHENES; HEREDOTOS, Homeros; PLINIUS, Natural History; POLYAENUS, Strategemata; SALLUSTIUS, Historiarum Reliquae; SKYLAX, Georaphi Graeci Minores; THEOPOMPOS, Hellenika, Philippika

(12)

3

19.yy sonlarından itibaren etkisini göstermeye başlayan pozitivist akımın temelinde doğru ve objektif bilginin doğa bilimleri yöntemiyle elde edilebileceği düşüncesi yatıyordu.

Pozitivist tarihçiler geçmiş olguların üst üste konarak tek geçerli maddi kanıta ulaşılabileceğine inanmakta ve nedensellik bağını da buna göre yapmaktaydılar. Bu açıdan bakıldığında örneğin Fransız pozitivist tarihçiler, tarihçiliğin felsefi ve siyasal bir özelliği olamayacağına kanaat getirmişlerdir.”6 Bu durumu Cumhuriyet’in ilk yıllarında ülkemizde maddi kalıntılara bakılarak kimlik arayışı sırasında görmekteyiz. Örneğin Sumerler’in veya Etiler’in Türk olup olmadığı konusunda pozitivizmin etkisi açıktır.

Almanya’da 19.yy sonuna kadar ve daha sonra da artan biçimde, tarih kuramı ve tarih ile doğa arasındaki farkın yapısına ilgi gösterildi. Bu da toplumsal ve kültürel bilimlere yaklaşımın doğa bilimlerine yaklaşımdan temelde farklı olduğuna dayanıyordu. Eleştirilen nokta ise doğanın insan yeteneğini yönlendirdiğiydi. Iggers’in dediği gibi bu nokta da tarihselcilik modern düşünceyi iki bin yıldır hakim olan doğa yasası teorisinin egemenliğinden kurtarıyordu.7

Alman tarihselciliği devleti yücelttiği gibi ulusu da yüceltiyordu; aynı zamanda da geçmişin araştırılması konusunda bir yöntem geliştirmişlerdi. Bu bağlamda Almanlar Anadolu topraklarında bi çok arkeolojik ve antropolojik araştırmaya giriştiler. “Sadece Konya ve çevresinde araştırma yapan Almanların oranı % 50”8 idi. Almanya’ da yapılan arkeolojik ve antropolojik çalışmalar genel anlamda bilimsel amaçlı olmayıp, kendi siyasi düşüncelerini güçlendirmek için yapılmaktaydı.

Alman tarihselciliği özellikle Doğu Avrupa ülkelerinde ve diğer Doğu ülkelerinde çok etkili oldu; çünkü Historizm Avrupa merkezli yaklaşımlar karşısında, ulusların kimliklerini vurguluyordu.

Osmanlı Tarihçiliğinde tek bir konu üzerinde tarihçilik yapılmıyordu. Osmanlı tarihçiliği “ne tek başına İslam’a, ne din propagandası ile yayılan etnik

6 Ersanlı 2003, 45. Pozitivizm, Romantizm ve Milliyetçilik hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz. Collıngwood 1996.

7

Iggers 2000,4. 8

Muşmal 2009, 55. Bunların % 26’sı Avusturyalı % 10’u İngiliz % 10 Fransız ve % 4’ ü de İsviçreli’dir.

(13)

4

gruba, ne de Türkler gibi tek bir gruba hasredilmişti. Osmanlı tarihçiliği imparatorluk siyasetlerinin bir ürünü olarak hepsinin bir karışımından oluşuyordu. Diğer imparatorluk tarihleri gibi geleneksel Osmanlı tarihçiliği de temelde gelecekte hatırlanmak amacıyla destansı bir aktarımı yoluyla siyasal meşruluk için bir temel oluşturuyordu.”9 Daha sonradan Türk tarih tezi ortaya çıkacak, fakat sağlam temellere oturtulamadığı için yerini Anadoluculuk hareketine bırakacaktır. Anadoluculuk akımın ortaya çıkmasında Osmanlı tarihçilik anlayışının büyük etkisi olmuştur.

İlk kez 19.yy’ın ikinci yarısında Osmanlı aydınları batıdaki gelişmeleri takip etmeye başlamış, Avrupa’daki düşünce ve fikirleri ülkemizde tatbik yoluna koyulmuşlardı. Özellikle Osmanlının son döneminde başlayan Türkoloji araştırmaları Türk Tarih Tezi’nin milliyetçilik çerçevesinde şekillenmesini sağlamıştır. Atatürk’ün teşvikiyle devlet desteğini alan Türk Arkeolojisi ve Eskiçağ Tarihi Cumhuriyet döneminde büyük gelişme kaydetmiş, bir çok önemli kişinin yetişmesine imkan vermiştir.

Atatürk’ün en büyük isteği Türk halkında tarih bilincinin oluşmasıydı. Diğer bir isteği ise bilimsel metotlarla Türklerin Anadolu’daki birçok uygarlığın varisi olduklarını göstererek, Türk tarihinin köklü bir geçmişe sahip olduğunu tüm dünyaya kanıtlama çabası idi. Bunun içinde yeni kurulan devlete kültürel bir kimlik kazandırmak amacıyla birçok çalışma yapılmıştır. Bu yolda atılan en önemli adım ise Türk Dil ve Tarih kurumlarının kurulması olmuştur.

Bugün ülkemizde Eskiçağ Tarihi denince; Eski Doğu ve Eski Batı Tarihçiliği olmak üzere iki yönde tarihçilik yapılmaktadır. Bundan dolayı Batı ve Doğu üzerine çalışacak araştırmacılar farklı metaryellerden yararlanmakta ve farklı diller bilme gereği duymaktadırlar.

Materyal

Eski Batı: Eski Batı Tarihi ile ilgili çalışmalar yapmak için öncelikle bu

dönem kaynaklarına iyi bir şekilde hakim olmak gerekmektedir. Bunun içinde Latince ve Grekçe dillerini bilmek, batı dillerinden bir ya da birkaçını bilmek, antik

(14)

5

kaynaklara hakim olmak (antikçağ yazarlar ve seyyahlar), kitabeler, sikkeler, mimarlık yapıtları, mil taşları vb’lerini bilmek gerekmektedir.

Eski Doğu: Bu alanla ilgili çalışmalar yapabilmek için öncelikle Eski Doğu

dillerinden bir ya da birkaçını (Sümerce, Hititçe, Asurca gibi) bilmek gerekmektedir. Ayrıca bu dönemle ilgili arkeolojik materyale de hakim olmak gerekmektedir.

(15)

6

1. OSMANLI DÖNEMİ ARKEOLOJİ ÇALIŞMALARI VE ESKİ ESER KAÇAKCILIĞI

Osmanlı devleti 19.yy’ın ikinci yarısına kadar ülke içindeki eski eserlerin

korunması ve değerlendirilmesi konusunda etkin bir çaba gösterememiştir. Bu yüzden ülke toprakları içindeki pek çok tarihi eser yurt dışına kaçırılmış ve buralardaki müzelerde sergilenmeye açılmıştır. Bunda ki en önemli neden ise “Osmanlı İmparatorluğu’nun kendisi için lüks sayılabilecek böyle kültür işlerine sarf edecek ne zamanı, ne parası, ne de elemanı”10 vardı. Diğer bir neden ise Osmanlı devletinin bu dönemde güçsüz olması ve siyasi anlamda baskı altında kalmasıdır.

Eski eserlerin korunması, değerlendirilmesi, Tanzimat’tan sonraki süreçte başlayacaktır. Bundaki en önemli etkide milliyetçilik hareketi ile ulusların kendi tarihlerini merak ederek araştırmaya yönelmesidir.

Osmanlı Devleti bulunduğu alan itibariyle içerisinde birçok eski medeniyeti barındırmaktaydı. Ülkenin zayıflamasıyla birlikte Avrupalı devletler ülke içerisinde bir talan yarışına başlamış oldular. Arsebük 18.yy sonlarıyla 19.yy’ın ilk yarısında Avrupa’da eski eserle ilgilenen kişilerin ana amaçlarının bağlı bulundukları kurumları eski ve kıymetli eserle donatmak olduğunu ve örnek olarak 19.yy ilk yarısında İngiliz ve Fransızların Yakındoğu’da gerçekleştirdikleri kazıların, müzelerine eski ve kıymetli görsel eser sağlamak amacına yönelik11 olduğunu söylemektedir.

Bugün Louvre (Paris), British Museum (Londra), Pergamon(Doğu Berlin), Kunthistorisches Museum (Viyana) gibi dünyanın en zengin ve en ünlü müzelerinin içeriklerinin büyük kısmını oluşturan sanat yapıtları bu yağmalama dönemine aittirler. “Amerika’da da bulunan birçok müze 20.yy’ın ilk ve ikinci yarısında kurulmuş olup, içeriklerinin çoğunluğunu Türkiye ve Orta Doğu ülkelerinden çeşitli yollardan kaçırılan arkeolojik eserler oluşturmaktadır.”12 Örneğin İngiliz arkeologları 19.yy’da Batı Anadolu’da (Xanthos- Kaş’ın Kınık köyü, Halikarnasos-Bodrum, Ephesos- Selçuk) da arkeolojik kazılar yapmışlar ve buralarda çıkan kıymetli eserleri Biritish Museum’a taşımışlardır.

10 Ebçioğlu 1983 11 Arsebük 1983, 66. 12 Ebçioğlu 1983

(16)

7

18. ve 19.yy’da İngiltere, Fransa ve Almanya gibi birçok ülke güçlerine göre tarihi alanlarda araştırma yapmak için Osmanlı sultanlarından izin koparmaktaydılar. Yabancı konsolosluklar ise bu işlerin yürütüldüğü yerler durumundaydı. Bu araştırmaları ise bilim adına yapıyor görünüyorlardı. Bu durumun iyi anlaşılması için şu örnek dikkat çekicidir. “ Louvre’nin başyapıtlarından birisi olan Milo Venüsü (İÖ 120- 90), Melos adasının ( bir Ege Adası) henüz Osmanlılar’ a ait olduğu 1820 yılında bulunmuş, o zamanın İzmir ve Fransız konsoloslukları vasıtasıyla Louvre’a kazandırılmıştır.”13

Bazen de tarihi eserler bir hediyeleşme aracı olarak da kullanılmaktaydı: “Milet’de Schoene ile Th. Wiegand’ın 1896 da başlattığı kazılar sürmüş, ortaya çıkarılan eserlerin bir bölümü Müze-i Hümayun(İmparatorluk müzesi)’a getirilirken önemli kalıntılarda Sultan Abdülhamit’in emriyle Almanlara verilmiştir.”14

İlk dönem Osmanlı gazetelerinin çoğunda eski eserler ve müzecilik ile ilgili çok sayıda yazı yazılmıştır. Bu yazılarda hep eleştirilen nokta “imparatorluk topraklarındaki eski eserlerin kazı ekiplerince hiçbir engel ile karşılaşılmadan yurt dışına götürülmesidir”. Ayrıca vurgulanan bir başka nokta da “İstanbul gibi önemli bir imparatorluk başkentinde bu eserleri sergileyecek bir müzenin eksikliği ve geriliğidir.”15

Gazetelerde sadece eleştiri değil aynı zamanda o dönemde yabancı araştırmacılar hakkında da bilgi verilmektedir. “23 Haziran 1861 tarihli Ceride-i Havadis’de Anadolu’da bulunan eski eserleri incelemek ve resimlerini çekmek üzere yanında ressam ve fotoğraf aletleri bulunan Pero adında bir Fransız’ın İstanbul’a geldiği, Fransız hükümeti tarafından görevlendirilmiş olan bu adamın Ankara ve Yozgat taraflarına gideceği belirtilmektedir.”16

İstanbul’da çıkan yabancı gazetelerde de bu eski eser soygunları konusunda önemli uyarılarda bulunulmaktadır. Örneğin ilk yasal düzenleme olan Asar-ı Atika Nizamnamesi’nin çıkmasından iki yıl önce 24 Nisan 1872 tarihli La turquie gazetesi, İzmir de yayımlanan L’İmpartial’dan alıntı yaparak Efes’de ki kazıların son hızla sürdürüldüğünü, çok sayıda antik parçanın çıktığını ve bunların ne yazık ki bu 13 Ebçioğlu 1983 14 Yücel 1999,50. 15 Akın 1993,231-32. 16 Cezar 1971, 225.

(17)

8

topraklara ait oldukları halde yabancı müzeleri süslediklerini vurgulamaktadır.17Görüldüğü gibi toplum içerisinde yerli ve yabancı, az da olsa küçük bir grubun eski eserlerle ilgilendiği ve bunların korunmasını istediği anlaşılmaktadır.

Yabancılar Osmanlı İmparatorluğu topraklarındaki eski eserleri meydana çıkarmaya ve bulunan eserleri kendi müzelerine taşımaya başladıkları sırada, Türk halkının ve idarecilerinin çoğunluğu eski eserlerin değeri ve önemi konusunda bir fikre sahip görünmüyordu. Çünkü bu dönemde bulunan pek çok eski anıt “kireç veya bina yapmak amacıyla yıkılıyor, mumyalar şekerin rafinerisinde ve beyazlatılmasında kullanılıyordu.”18 Bu durum Abdülmecit’in saltanatına kadar devam etti. Nihayet “ Fethi Ahmet Paşa’nın Türk müzesinin mayasını meydana getiren eski eser toplama hareketi, eski eserin değerini takdir ve bunları bir müzede toplama fikrinin Türkiye’de doğuşunun fiili örneğini vermiş oldu.”19

Eski eserlere olan bu ilginin birden artmasın da Osmanlı Devleti içerisinde yayımlanan gazetelerle, Anadolu’da çeşitli nedenlerle kazı ve araştırmaya başlayan grupların artması ve bunun sonucunda çeşitli eserlerin yurt dışına götürülmesi en büyük etkendir.

“Dünya’da müzecilik literatüründe adı Türkiye askeri müzesi olarak geçen Aya İrini kilisesi “cebehane” adı verilerek fetihte ve fethe kadar ele geçirilen kıymetli silah, araç ve gereçler bura da muhafaza altına alınmıştır.”20 Böylelikle ilk müzemizin temelleri de atılmış oldu.

Aya İrini iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm Mecma-i Asar-ı Atika( eski eserler) ve Mecma-i Asar-ı Esliha ( eski silahlar). Eski eserler bölümü daha sonradan müze haline getirilecektir. 1867 yılında A. Dumont tarafından “Revue Archeologiue” de bu ilk müze ilgili ilk kez bir katalog yayınlanmıştır. Dumont bu yazısında arkeolojik eserlerin bakımsız olduğundan ve kolay görülemediğinden yakınmaktadır.

Gautier, ilk müze olarak kabul edilen Aya İrini için şunları söylüyor: “Sainte İrine kilisesi’nin bahçesine çeşitli eski eserler toplanmış; başlar, gövdeler, alçak

17 Akın 1993, 233-34. 18 Özkan 2009, 22. 19 Cezar 1971, 225. 20 Eralp, 1604.

(18)

9

kabartmalar, kitabe ve mezarlar. Bir Bizans müzesinin temeli sayılabilecek bu eserler her gün zenginleşirse hayli ilginç bir koleksiyon olabilir.”21

1869 yılında Ali Paşa’nın sadrazamlığı sırasında Müze-i Hümayun yeniden düzenlenip başına Edward Goold getirilmiştir. Bu sıralarda Maarif Nazırı Safvet Paşa valilere genelgeler yollayarak eski eserlerin tanımının yapılmasını ve toplanmasını istemiştir. Böylece Osmanlı Devleti içersinde de bilimsel olmasa da eski eserlerin toplanmasına başlanmıştır. Burada ki asıl amaç bu eserlerin bir yerde toplanıp sergilenmesidir.

Kuzey Afrika’ da Trablus-u garbi valisi Ali Rıza Paşa ile müsteşarı Karabella Efendi, Selanik valisi Sabri Paşa, Girit’ de Lasiti mutasarrıfı Kostaki Paşa Adossides, Konya valisi Abdurrahman Paşa eser gönderen kişilerdir.22

Goold müze müdürlüğü görevine geldikten sonra İstanbul çevresinde araştırmalara girişmiş ve pek çok eseri müzeye kazandırmıştır. Kapı dağ yarım adasında Kyzikos harabelerine giderek birçok eseri müzeye getirmiştir.

1872 yılında Ahmet Vefik Paşa’nın sadrazamlığa gelmesiyle Müze-i Hümayun yeniden düzenlenir ve başına Avusturya Lisesi müdürü Dr. Anton Deither getirilir. Onun müze müdürlüğü sırasında da pek çok eser23 müzeye kazandırılmıştır. Kısa süre içerisinde Müze-i Hümayun eski eserlerle dolunca 1880 yılında Çinili Köşk’ e geçilir.

Deither müze müdürü olduktan sonra yapmış olduğu en önemli şey o zamana kadar hiçbir düzenlemeye tabii olmayan eski eserlerle ilgili 1874 Asar-ı Atika Nizamnamesi’ni yayınlamış olmasıdır. Bundan öncede 1869-72 yılları arasında birçok nizamname yapılmıştır. Fakat bunlar gerek yürürlüğe konamaması gerekse eksiklerinin olması nedeniyle tarihi eserlerin yurt dışına kaçırılmasını engelleyememiştir.

1869 Nizamnamesinde ki şu madde Osmanlı Devleti’nin eski eser kaçakçılığı konusunda, hala durumun farkında olmadığını göstermesi açısından önemlidir: “eski

21 Yücel 1999, 7. 22

Abdurahman Paşa 1870 de Alanya’dan sütunlu lahit parçaları, Kostaki Paşa Girit’de ki Hierapytna yerleşmesinden Hadrianus’un heykelini göndermiştir. Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Özkan 2009, 53. 23 Kıbrıs’dan 88 sandık dolusu Cesnola koleksiyonunu getirtmesi. Atasoy 1459.

(19)

10

eserlerin yurt dışına çıkartılamayacağı ancak yurt içinde satılabileceği”24belirtilmektedir.

Deither tarafından 1874’de çıkarılan Nizamnamenin 3. maddesinde; “çıkan eserlerin üçte birlik paylar halinde kazı yapan, arazi sahibi ve devlet arasında bölüştürülmesi”25 nizamnamenin eksikliğini göstermektedir.

7 Şubat 1875’te çıkan bir belgede ise şu sözler tamamen definecilikle ilgilidir. “Halkında bu değerli şeylerden mahrum bırakılmaması gerektiğinden bahsedilmekte, çıkan eserlerden yer sahiplerinin de faydalanacağı”26 hükmü yer almaktadır.

1840 yılından beri Osmanlı toprakları içerisinde yabancılara kazı yapma izni verilmekteydi. Diplomasi ile ilişkileri iyi olan pek çok amatör kişi kazılarda buldukları eserleri yurt dışına kaçırmıştır. Bunun en acı örneği Heınrıch Schlıemann’ın Troya’da çıkan hazineleri yurt dışına kaçırması olmuştur.

6 Ocak 1882 de Almanya’nın Neubukow şehrinde doğan Schliemann “İlyada söylencesinde anlatılan Troas’da yani Çanakkale bölgesinde Akhalar’la Troya’lılar arasındaki savaşların gerçekliğine orada anlatılan kahramanların yaşamış olduğuna inanmış ve bunu kanıtlamak için Troya’yı bulmayı amaç edinmiştir. Schliemann 44 yaşına kadar Troya’yı bulma tutkusu içinde yaşamıştır. Bu yüzden 1866-68 yılları arasında Paris üniversitesinde arkeoloji ve eskiçağ bilimleri eğitimi görmüştür.”27

Schliemann 1873 de bulduğu hazineyi karısının yardımıyla yurt dışına kaçırmıştır. Hazine yaklaşık 155 altın, gümüş, elektrondan takılar, kaplar, bakır ve tunçtan yapılmış alet ve silahlardan oluşmaktaydı.

“Dr. Deither, H. Schliemann’ın efsanevi Troya’yı barındıran hisarlık

höyüğünden götürdüğü eski eserleri geri almak için ısrarla mücadele etmiştir.”28 Deither’in müze müdürü olmasıyla birlikte pek çok yenilik yapılmıştır. “Kazı

faaliyetlerini yönetenlere bakıldığında artık konsoloslardan ziyade bilim adamlarının, arkeolog, eskiçağ dilleri ve sanatı uzmanı veya mimarların ön plana çıktığı 24 www.kygm.gov.tr 25Akın 1993,234. 26 www.kygm.gov.tr 27

Esin 1993, 180. Schliemann, bulduğum değerli şeylerin hepsini kendime saklayıp onları bilim adına kurtardım diyerek kendisini savunmaktadır. Schliemann’ın ayrıntılı açıklaması için bkz. Esin 1993, 184-85. Ayrıca Troia kazıları ile ilgili bkz. Duchene 2002.

28

Yücel 1999, 9. Deither, Schliemann’ı mahkemeye vermiş, yeni müze yapımı için tazminat vermek koşuluyla Osmanlı Devleti eserler üzerindeki hakkından vazgeçmesiyle mesele kapanmıştır. Eyice 1985, 1602.

(20)

11

görülmektedir. Kazılar daha bilimsel yapılmakta ve sonuçlar çeşitli yayınlarla ortaya konulmaktadır. Kazılar sonucu Sumer, Akad gibi uygarlıklar keşfedilmiştir.”29 Onun bu çabaları Türk Arkeolojisi ve Eskiçağ Tarihi açısından oldukça önemlidir.

Dr. Deither’in 1881 de ölümü üzerine Maarif Nezareti Berlin elçiliğine bir yazı göndererek bir müze müdürü bulunmasını ister. Dr. Milhofer ile sözleşme imzalanma sırasında sadrazam Edhem Paşa’nın oğlu Osman Hamdi Bey Müze-i Hümayun müdürlüğüne getirilir. Bu durum hem Türk Müzeciliği hem de Türk Arkeolojisi için oldukça önemlidir.

İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu olan Osman Hamdi Bey babası gibi çok yönlü bir kişiliğe sahipti. O. Hamdi Bey’e geçmeden önce Edhem Paşa hakkında bilgi vermek O. Hamdi Bey’in sanatçı ve arkeoloji yönünün daha anlaşılması açısından yararlı olacaktır.

İ. Edhem Paşa, I. Abdülmecid ( 1839- 61) Abdülaziz (1871-76) ve II. Abdülhamit’in (1876- 1909) saltanatlarında çeşitli devlet görevleri üstlenmiş oldukça ilginç bir kişidir. “Hüsrev Paşa’nın konağında önce iyi bir temel eğitim alan İ. Edhem, II. Mahmud’un izniyle 1830 yılında Paris’e gönderildi. Fransızca’sını ilerlettikten sonra 1835 yılında madencilik okuluna girdi. Okulu birincilikle bitirip 1839 da İstanbul’a döndükten sonra miralay( albay) rütbesi ile Erkan-ı Harbiye’ye ( genelkurmay) memur tayin edildi.”30

“Fransızca ve Almanca dillerine olan hakimiyeti, doğa bilimlerindeki uzmanlığı, Avrupa ve resmi yaşam biçimini tanıması”31 onun 1839’dan 1875’e kadar devlet içerisinde bir çok üst düzey göreve gelmesini sağlamıştır.

Avrupalılar başlangıçtan bu yana ellerindeki değerlerin farkında olmayan Osmanlı Devletini bu eserleri gerek koruyamaması gerekse bilgisinin olmaması

29 Özkan 2009, 55. 30

Koç 2003, 27. 31

Koç 2003, 28. İ. Edhem’in Cemiyet-i ilmiye-i osmaniye’nin yayın organı mecma-i fünun’da 1862-65 yılları arasında “medhal-i ilm-i jeoloji genel başlığı altında joloji, madenler madenler, hava ve su, gazlar, tuzlar, eterler, buhar, nehirler ve denizler, yakamozlar, ağaçlar vb. konularda pek çok yazısı yayımlanmıştır. Diğer yandan modern teknik araçların ülkede yaygınlaştırılmasında, Matbaa-i Amire’nin ve rasathane’nin geliştirilmesi, Darüşşafaka ve Müzesinin kurulması, diğer hizmetleridir. Böyle bir aile ve bilgi ortamından O. Hamdi Bey’in etkilenmemesi kaçınılmazdı.

(21)

12

nedeniyle eleştirmekte ve kendilerini bu eserler üzerinde hak sahibi olarak görmekteydiler. “Avrupalıların bu eleştirilerinde, ziyaret edilen dönem, siyasi şartlar, gezginin milliyeti ve kültürel seviyesi, yabancı dil bilgisi, kendisine rehberlik eden kişinin kimliği, gezilen yerlerdeki izlenimleri”32 etkili olmuştur. Bu sahiplenmenin sonucu olarak da Avrupalılar Yunan ve Roma anıtlarının ve eserlerinin koruyuculuğu görevini üstlenmişlerdi. Örneğin Theodor Gömberz: “Türkler’i Yunan ve Roma anıtlarının koruyucusu olarak düşünmek neredeyse biraz komik. Hiçbir soruya cevap alamıyorsunuz. Hiç katalog yok. Hiç böyle bir gelenek yok” demektedir.

Yunanistan’da 1835 yılından itibaren hiçbir antik eser, resmen yurt dışına çıkarılmazken, Avrupalılar Yunanlılar’ın bu kararını, antik çağın ait olduğu topraklarda ülke tarihinin bir parçası olarak kalması gerekliliğini düşünerek anlayışla karşılamakta, buna karşın eski eserlerle ilgili hiçbir bilgisi olmayan Osmanlıları bu anıtların sahibi olarak görememektedirler33 diyerek çifte standart uyguluyordu.

O. Hamdi Bey müze müdürü olduktan sonra Müze-i Hümayun’u yeniden düzenlemiş, 1874 de yürürlüğe giren ve eksikleri olan nizamnameyi kaldırarak yeni bir nizamname çalışmalarına girişmiş ve 1884 de yeni bir Asar-ı Atika Nizamnamesi kabul edilmiştir.

“1906 yılında bazı küçük düzeltmeler yapılmışsa da, ana yapısı değişmeyen bu nizamname Cumhuriyet döneminde (6 Temmuz 1965) tarihli ve 1965/41 sayılı anayasa mahkemesinin kararı ile) kanun hükmünde kabul edilerek 1973 yılına dek eski eserler konusundaki tek yasa olarak 89 yıl boyunca yürürlükte kalmıştır. 1973 yılında 1710 sayılı eski eserler kanunu, 1983 yılında ise bugün halen yürürlükte olan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu yürürlüğe girmiştir.”34

1884 nizamnamesine göre: “Memalik-i Osmaniye’de mevcut ve mekşuf ve bundan böyle hafriyat ile zahire çıkarılacak kara, deniz, göl, nehir, çay ve derede zuhur edecek olan her nevi Asar-ı Atika kamilen devlete aittir. …memalik-i Osmaniye’de zuhur eden Asar-ı Atika’nın diyar-ı ecnebiye nakil ve ihracı katiyen memnudur.”35 Böylelikle Anadolu uygarlığını yansıtan eserlerin yurt dışına

32 Şahin 2007, 4. 33 Yücel 1999,53. 34 H. Özkasım- S. Öğel 2005, 98. 35 Esin 1993,180.

(22)

13

götürülmeleri ve kaçak kazıların önüne, 7 bölüm ve 37 maddeden oluşan nizamname ile bir dereceye kadar olsa da geçilmeye çalışılmıştır.

Fakat bu tüzük yabancıların işine gelmediği için O. Hamdi Bey aleyhine yazılar yazılmaya başlanmıştır. “İlginç olan Osmanlı devletini her fırsatta eski eserleri korumadığı için eleştiren Avrupalılar, bu konuda tedbir alan O. Hamdi Bey’i de eleştirmekten geri kalmadıklarıdır.”36

O. Hamdi Bey Müze-i Hümayun’a yeni eser kazandırmak amacıyla Nemrut Dağı, Myrina, Kyma, Lagina, Sayda gibi birçok arkeolojik kazı gerçekleştirmiştir.

Nemrut dağı kazısı onun ilk milli arkeolojik kazısı olması açısından önemlidir. Bu kazıda MÖ.62-63 yıllarına tarihlenen Kommagene kralı I. Antiokhos’un tümülüsünün çevresindeki heykel ve yazıtlarının fotoğraflarını çekerek onların tanıtımının yapılmasını sağlamıştır.

“O. Hamdi Bey’in en çok yüzünü güldürüp onun başarılı bir arkeolog olarak dünya arkeoloji literatürüne geçmesine sebep olanı ve nihayet İstanbul müzesinin dünyanın en zengin lahid koleksiyonlarından birine sahip olmasına, bu vesile ile de İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin büyük bir ün kazanmasına yol açanı Sayda kazısıdır.”37 Bu kazıda İskender lahdi, Ağlayan kadınlar lahdi, Satrap lahdi ve Likya lahdi olmak üzere 20 den fazla lahit bulunmaktadır.

O. Hamdi Bey 1891- 92 yılları arasında Muğla (Yatağan) Lagina kazısını gerçekleştirerek Anadolu’da ender rastlanan tanrıça Hekate’nin mabedini38 bularak bunu da bilim dünyasına kazandırmıştır.

Yapılan bu kazılardan çıkan eserlerle Müze-i Hümayun dolunca Çinili Köşk’ün karşısına yeni bir müze yapımı fikri ortaya çıktı. Fakat müze yapımı sırasında maddi zorluklarla karşılaşıldı. Hatta O. Hamdi Bey yeni müze yapımı için “bir yıllık maaşının tamamını”39 bağışlamıştır.

Ağlayan kadınlar lahdinden esinlenerek mimar Valuary’e yaptırılan yeni müze 1891 yılında hizmete açıldı. Bu müze Türklerin yapmış olduğu ilk müze olması

36

Şahin 2007, 17-18.

37 Cezar 1971, 274. Sayda kazısı ve Müze-i Hümayun adına yapılan diğer kazılar hakkında geniş bilgi için bkz. Cezar 1971, 273- 83.

38

Yücel 1999, 54. O. Hamdi Bey Lagina’da Fransız Arkeologlardan Chamonard ve Carlier ile birlikte çalışmıştır. Geniş bilgi ve fotoğraflar için bkz Söğüt 2009.

(23)

14

bakımından oldukça önemlidir. Müze-i hümayun daha sonra Asar-ı Atika Müzesi, Cumhuriyet’ten sonra da İstanbul Arkeoloji Müzesi olarak ismini değiştirecektir. O. Hamdi Bey ünlü bir ressam olduğundan Asar-ı Atika Müzesi’nin yönetimine bağlı “Sanayii Nefise Mektebi”nin kurulmasını da sağlamıştır. “Sanayii Nefise Mekteb-i Ali’sinin boşalan yapısında Sumer, Hitit, Asur, Mısır eserleri teşhir edilmeye başlanmıştır. Sonra ki yıllarda bu yapı Eski Şark Eserleri müzesine dönüşmüştür.”40

O. Hamdi Bey kuru çeşmedeki yalısında 1910 yılında ölünce yerine kardeşi Edhem Bey müze müdürü oldu. Onun ölümü yerli ve yabancı birçok sanatsever tarafından üzüntü ile karşılandı. Onun yapmış olduğu çalışmaları özetlersek: bugün onun gayretleriyle ülkemizde ilk müzeciliğin temelleri atılmış oldu. Sanayi-i nefise Mektebi’ni (güzel sanatlar okulu) kurarak resim alanında çalışmaların yapılmasını ve buradan mezun olan, daha bilgili ve kültürlü kişilerin sonradan ülkede yapılan yabancı kazı heyetlerinin başına geçmesini sağladı.1884 de hazırlamış olduğu “Asar-ı Atika Nizamnamesi” ile eski eser yağmac“Asar-ıl“Asar-ığ“Asar-ın“Asar-ı engelledi. Bizzat kaz“Asar-ılara kat“Asar-ılarak bi çok değerli eserin ülkeye ve bilim dünyasına kazandırılmasını sağladı. Yine “İstanbul dışında da müzeler kurulması (Konya 1902, Bursa 1904)”41 hep onun gayretleriyledir. Kısaca bugünkü birçok tarihi esere, kültürel bilgiye ve müzecilik alanındaki gelişmeyi, ona borçluyuz. Cumhuriyet’in ilanından sonra da Türk müzeciliği ve arkeolojisi büyük gelişme gösterecek, Atatürk’ün de gayretleriyle ülke Arkeolojisi ve Eskiçağ Tarihçiliğinin temelleri atılacaktır.

40

Yücel 1999, 59. 41 Atasoy1984, 1463.

(24)

15

2. TÜRKÇÜLÜK HAREKETİ VE BUNUN TÜRKİYE’DEKİ TARİH YAZIMI ÜZERİNDE ETKİSİ

1789 yılındaki Fransız İhtilali ile gelişen milliyetçilik hareketi, Osmanlı Devletine bağlı birçok devletin kendisinden ayrılmasına neden olmuştu. Fakat milliyetçilik hareketi 20.yy’da Türk siyasi ve tarih yazımında önemli bir rol oynayacaktı.

20.yy’da Osmanlı aydınları ve tarihçileri üzerinde hem Romantizm hem de Pragmatizm etkili olmuştu. Osmanlı aydınları Avrupa’da basılmış olan tarih kitaplarının çevirilerini yaparak ya da yaptırarak tarihçilikte yeni yöntemler ve akımları izlemeye başladılar.”42 Descartes, Voltaire, Condorcet, Turgot gibi düşünürler, Osmanlı aydınları üzerinde etkili olmuştur.

Türkçülük hareketinde önemli bir payı olan Namık Kemal de Fransız Guizot’dan etkilenmişti. Guizot’a göre bir insanın ülkesine duyduğu sevgi o ülkenin geçmişini bilmekle doğrudan orantılıydı. Bu yüzden Namık Kemal’in eserlerinde vatanseverlik, özgürlük daha ağır basmaktadır. Çünkü Osmanlı Devleti o dönemde siyasi anlamda oldukça zor durumdaydı.

Avrupa’daki Türkoloji araştırmaları, Türklerin İslamlıktan önceki tarihine önemli ölçüde ışık tutmuştu. Bu araştırmaların sonuçları, Avrupa’ya gönderilen öğrenciler aracılığıyla ya da değişik kanallarla imparatorluğa ulaşmaya başladı. “Batı Türkolojisi’nin Türk aydınlarını en çok etkileyen eserleri arasında (des huns, des turcs, des mongols etc Paris 1756-58), Arthur L. Davids’in a grammar of the turkısh language (Londra 1832, Fransızcası Paris 1836) ve Leon Cahun’un ıntroduction a’l historie del- asie (Paris 1896) gibi kitaplar başta gelmektedir. Mustafa Celaleddin Paşa 1869 da İstanbul’da yayınlanan les turcs anciens et modernes (eski ve çağdaş Türkler) başlıklı eserinde, Türklerin etnik bakımdan Avrupa halklarıyla akraba olduklarını ve – touro aryan- dediği bir ırka ari ırkın turan koluna mensup olduklarını ileri sürüyordu. Aynı zamanda bu kitapta Atatürkçü tarih tezinin esasları vardı: Türk Dili dünya dillerinin en eskisidir, Yunanca’ya etki yapmıştır, Latinceye etki yapmıştır. Yunan ve Roma dinsel tanrılarının, tanrıçalarının çoğunun adı Türk çıkışlıdır.”43

42

Ersanlı 2003, 59. 43

Arıkan 1985,1557. Leon Cahun’un Asya tarihine giriş adlı eseri o dönemde bu konuda çalışan Necip Asım’ı da etkilemiş ve Türk Tarih Tezi adlı eserini buna dayanarak yazmıştır. Arıkan

(25)

16

O dönemde Rusların Orta Asya’da yayılmaya başlamaları, İngilizlerin Hindistan’ı işgal etmeleri, İslam ülkelerinin Avrupa’nın oyuncağı haline gelmesi Osmanlı aydınlarında bir tepkinin oluşmasını sağladı. Bu da onları yeni arayışlara itti ve Türkçülük hareketinin hız kazanmasında etkili oldu.

Ulusçuluk, Milliyetçilik, Türkçülük gibi kavramlar Tanzimat döneminde etkisini göstermeye başlamıştı. Fakat bunların ne anlama geldiği tam olarak bilinmediği için değişik görüşler ortaya çıkmıştı. “Bazı Osmanlıların gözünde milliyetçilik hem devlet bütünlüğünü hem de dilin Türkleştirilmesi sürecini içeriyordu; diğerlerine göre milliyetçiliğin temeli Türk kökenli olmaktı.”44 Kısaca Türk milliyetçiliğinin sorunu, Türk ulusunun ırka mı, kültüre mi yoksa dile mi dayandırılacağı konusuydu.

Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Fuad Köprülü, Veled Çelebi, Necip Asım, Mehmet Emin, Ahmet Hikmet, İsmail Gaspıralı, Hüseyin Zade Ali gibi kişiler Türkçülük ve milliyetçilik üzerine yazı yazdılar. Rus göçmeni olarak gelen Yusuf Akçura 1904 de Mısır’da yayınlanan “Üç Tarz-ı Siyaset” makalesinde Osmanlı ülküsünün öldüğünü, bir İslam birliği meydana getirmenin sakıncalı olduğunu belirtiyor, Asya kıtası ile doğu Avrupa’da yayılmış olan Türklerin birleştirilmesini tek kurtuluş yolu olarak görüyordu.45

“Diğer yandan II. Meşrutiyet, siyasal ve kültürel Türkçülük hareketinin gelişmesine de ortam hazırladı. Kaşgarlı Mahmud’un Divan-ı Lügatit- Türk adlı ünlü eserinin II. Meşrutiyet döneminde bulunup yayınlanması Türkoloji araştırmalarına geniş ufuklar açtı.”46

1985,1590. 1950’li yıllardan sonraki Osmanlı Tarihçiliği için bkz. Oktay Özel- Gökhan Çetinsaya,

Osmanlı Tarihçiliğinin Son Çeyrek Yüzyılı: Bir Bilanço Denemesi

44

Ersanlı 2003,72. 45

Akçura 1976 46 Arıkan 1985, 1590.

(26)

17

2.1.Meşrutiyet’ten Sonra Türkiye’de Tarih Yazımı

“1908 yılında II. Meşrutiyetle anayasada yapılan değişikler, reformlar ve diğer bazı değişiklikler siyasal ve sosyal hayatta liberalleşmeye yol açtı.”47 Bu yüzden birçok gazete ve dergide süreli yayın çıkarılmaya başlandı, birçok siyasal örgüt kuruldu. Eğitim ve öğretimde düzenlemeler yapıldı.

Meşrutiyetten sonra hız kazanan Türkçülük hareketinin iki ana etkisi oldu. İlk olarak şahlanan milliyetçi duygular Osmanlı öncesi Türklerin daha yaygın bir biçimde incelenmesi dürtüsünü yarattı. İkinci olarak ise çağdaşlaşma ve laikleşme tarih yazma ve araştırma yöntemlerinin geliştirilmesini ve özellikle de bunların, yeni kurulmakta olan ulusal eğitim sistemi içinde yer almasını sağladı. Örneğin 1900’lü yılların başlarında darülfünun’da Tarih-i Umumi, Tarih-i Düvel gibi birkaç tarih dersi varken, özellikle laisizm bir eğitim politikası haline getirildikten sonra tarih bölümünde verilen derslerin sayısı oldukça arttı: Türk Tarihi, İslami Düşünce Tarihi, Yunan ve Roma Tarihleri, Türkiye ve Avrupa Devletleri Arasında Diplomatik İlişkiler Tarihi, Güzel Sanatlar Tarihi, Siyaset Tarihi, Doğu Klasikleri Tarihi gibi…”48

Türkçülük hareketi bir süre sonra önemli bir adım atmış ve kurumlaşmaya başlamıştı. Türk Derneği, Tarih-i Osmani Encümeni, Asar-ı İslamiye ve Milli Tedkik Encümeni- Milli Tetebbular Mecmuası ve Türk Ocakları gibi kurumlarda ve yayınlarda Türkçülük ve milliyetçilik üzerine yazılar yazılmaya başlandı.

24 Aralık 1908 de kurulan Türk Derneği, 1911’e kadar yayın faaliyetlerini devam ettirmiştir. Derneğin kurucuları arasında Ahmed Mithad, Necip Asım, Veled Çelebi ve Yusuf Akçura vardı. Türk Derneği aynı zamanda ilk Türkçülük ve milliyetçilik faaliyetlerinin başladığı yerdi.

Derneğin amacı: “Türk diye anılan bütün Türk kavimlerinin mazi ve haldeki asar, af’al, ahval ve muhitini öğrenmeye ve öğretmeye çalışmaktı.”

“7 sayısı çıkan dergide, Türk tarihi ve Osmanlı’nın o günkü toplumu üzerine yazılmış makalelerin esas olarak dil sorununu ele aldığını belirtiyor ve bu alandaki

47

Ersanlı 2003, 91. 48 Ersanlı 2003, 91-92.

(27)

18

ilginin, ulusçuluğu Osmanlı dilinin sadeleştirilmesi ve Osmanlıcılık için Türkçenin kullanımı olarak görmek anlamına geldiğini”49 vurguluyordu.

Bu kurumlar içerisinde en uzun süreli ve etkin olanı Türk Ocakları’dır. 1912 de kurulan cemiyetin üyeleri; askeri, tıbbiye ve mülkiye öğrencileridir. “Bu kişilerin başlıca özellikleri pozitivizme ve bilimsel açıklamalara olan inançlarıydı. Bu nedenle dine ve dinsel yönetime kesinlikle karşıydılar.

Türk ocağının amaçları: “İslam kavimlerinin başlıca mühimi olan Türklerin milli terbiye ve ilmi, içtimai, iktisadi seviyelerinin terfi ve ilasıyla Türk ırk ve dilinin kemaline çalışmaktı.”50 Üyeleri arasında Mehmed Emin, Ziya Gökalp, Halide Edip, Hamdullah Suphi, Ahmet Ferit, Ahmed Ağaoğlu, Yusuf Akçura, Hüseyin Zade Ali gibi kişiler bulunmaktaydı.

“Ocakların yayınlarında eski Türkler’de ve Anadolu’da yaşama biçimleri, hars, eski Türkler üzerine yapılan araştırmalar, ilim, zanaatkarlık, ve güzel sanatlar, sanat gibi alt başlıklarla sunuluyordu. Ocakların faaliyetleri arasında ilim, tarih, ve Osmanlı öncesi Türkler konularının bir arada ele alınması da dikkat çekicidir.”51

1915 de kurulan ve kurucuları arasında Mehmed Fuad Köprülü’nün de bulunduğu Asar-ı İslamiye ve Milliye Tetebbular mecmuasında yazısı çıkan Köprülü, “Türk edebiyatında ilk mutasavvıflar adlı eserinde Selçuklular döneminde, Anadolu’da ki kültürel yaşayışını Orta Asya kültürel yaşayışıyla birbirine bağlı olduğunu kanıtlamıştır.”52

Ziya Gökalp milli tarih’in amacının tamamen pedagojik olduğunu vurgulamaktadır. Milli tarihe gelince; “Bunun gayesi sırf pedagojiktir. Çocuklara kendi vatanlarını sevdirmek, milletlerini en muhterem bir millet tanıtmak için en iyi vasıta onlara atalarının faziletlerini, kahramanlıklarını, milletin şanlı ve şerefli sergüzeştlerini öğretmektir. Çocuklara istikbal için verilecek mefkure tarih vasıtasıyla daha iyi telkin edilebilir. Mefkure ağacının kökleri mazinin ne kadar derin

49 Ersanlı 2003, 93. 50 Arıkan 1985, 1590. 51 Ersanlı 2003, 99.

52 Arıkan 1985, 1591. Ziya Gökalp’de Türk kavimlerinin kökenlerini ararken “mechulden başlayarak maluma doğru gelmeyi değil, malumdan başlayarak mechule doğru gitmeyi muvafık buluyordu. Bu yöntemi kullanan Gökalp, Çinliler’in tukyu adını verdikleri Orhun Türkleri devletinin huyong-nu’lara dayandığını ileri sürüyordu. Zaman zaman Sümerleri ve Hititleri’de Türk kavimleri arasında

(28)

19

noktalarına inebilirse, istikbaldeki çiçekleri ve yemişleri de o derece taravetli ve feyizli olur.”53

Cumhuriyetin ilk yıllarında yetişen ve Anadolu dışı Türk topraklarından gelen tarihçiler ulusçuluğun Türkçülük şeklinde anlaşılabilmesi için mücadele veren siyasal kişilerdi. Türkçülüğü hakim kültür siyasal ideal ve milli karakter olarak ele alıyorlardı. Zaten bu kişiler Türkçülüğün öncüleriydi. Örgütlü faaliyetlere de tarihsel ve kültürel çalışmalar yapmak için başlamışlardı.

Görüldüğü gibi ilk başlarda milliyetçilik hareketi Osmanlı devleti için olumsuz bir durum teşkil etmiş olmasına rağmen, daha sonradan Türkçülüğün ivme kazanmasında ve daha sonradan meydana gelecek Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında etkili olmuştur.

53

Arıkan 1985, 1592. Gökalp Küçük Mecmua’da (sayı 11) “Tarih İlim mi? Yoksa Sanat mı? Başlıklı makalesinde Nesnel ve Milli Tarih olmak üzere iki tarih anlayışından bahsetmektedir. Türkçülüğün daha iyi anlaşılabilmesi için bkz. Gökalp 1958; Gökalp 1974.

(29)

20

3. CUMHURİYET DÖNEMİ ESKİÇAĞ TARİHİ ÇALIŞMALARI

Atatürk ile başlayan siyasi mücadelenin kazanılmasından sonra kültürel alanda da mücadele edilmesi gerekiyordu. Bu durumun farkında olan Atatürk bu durumla ilgili çalışmaları başlattı. Peki bu duruma onu iten nedenler nelerdi. Öncelikle Batının etkisiydi.

a- Batılılılara göre Türkler medeni bir kabiliyete sahip değillerdi. Bu nedenle

Türkler barbar ve anlayışsız olarak nitelendiriliyordu.

b- Türkler ele geçirdikleri yerlerdeki medeniyetleri yıkmışlardır. Bu nedenle bu

topraklar onlara ait değildir. Bu yüzden Avrupalılar kendi aralarında yaptıkları gizli anlaşmalarla Osmanlı Devleti’nin toprakları üzerinde hak iddia etmeye başlamışlardı.

c- Bir nedende Türkiye’de tarih araştırmaları gelişmiş bulunmadığı ve tarih

yazarlarımızdan büyük bir kısmı Avrupa tarihlerinden tercümeler yaparak, tarih kitabı yazdıkları için Türklerin ikinci nevi bir insan tipi olduğu yolundaki yanlış bilgiler memleketimizi istila etmiş bulunuyordu.54 Bu durum 1937 de Afet İnan tarafından bu konuda bugüne kadar yapılmış en geniş kapsamlı kafa ölçümü yapılarak Türk ırkının beyaz ırka mensup olduğu kanıtlanmıştır. Ancak batılı tarihçiler yapılan çalışmalara ve tezlerinin defalarca çürütülmesine rağmen günümüzde dahi Türklerin sarı ırktan olduklarını iddia etmekten vazgeçmemişlerdir.55

Atatürk’ün uzun zamandan beri aydınlatılmasını istediği belli başlı tarihi meseleler vardı. Bunlar:

1- Türkiye’nin en eski yerli halkı kimlerdir?

2- Türkiye’de ilk medeniyet nasıl kurulmuş veya kimler tarafından

getirilmiştir?

3- Türklerin cihan tarihinde ve dünya medeniyetinde yeri nedir?

4- Türklerin bir aşiret olarak, Anadolu’da devlet kurmaları bir tarih

efsanesidir. Şu halde bu devletin kuruluşu için başka bir izah bulmak lazımdır?

54

Tosun 2003, 58. 55 Gölen, 2002

(30)

21

5- İslam Tarihi’nin gerçek hüviyeti nedir? Türk-İslam tarihinde rolü ne

olmuştur?

Atatürk, milli tarihimizin araştırılıp öğretilmesine sadece söz konusu iddialara cevap vermek amacıyla önem vermiş değildi. Milli heyecanın ancak milli tarih şuuru ile kuvvetlenebileceğini bilen Atatürk; “iktisadi ve siyasi istiklale kavuşturduğu milletini manevi istiklale de kavuşturmak için bu memlekette tarih araştırmalarının gelişmesine büyük önem vermiştir.”56

Atatürk’ün şu sözleri onun Türk Tarih Tezinin anlaşılması açısından önemlidir: “Türkler yayıldıkları yerlere medeniyetlerini de götürmüşlerdir. Irak, Anadolu, Mısır, Ege medeniyetlerinin ilk kurucuları Orta Asyalıdır. Bugünkü Türklerde Orta Asyalıların çocuklarıdır.”57

Atatürk tarihi çok seven bir kişiydi. Zaten birçok olayı da geçmişle ilişkilendirip, buna bağlı olarak çözümleme yapardı ya da bununla ilgili örnekler verirdi. Yukarıda da söylediği gibi Türk halkının geçmişinin büyük, köklü olduğunu ve birçok medeniyeti etkilediğinin altını çizmektedir. Onun şu sözü bu nokta da çok önemlidir: “Bir vatanın sahibi olmanın yolu, o topraklarda yaşamış tarihi olayları bilmek, doğmuş uygarlıkları tanıma ve sahip olmaktan geçer.” Bu nedenle arkeoloji, tarih ve antropoloji bilimlerine büyük sorumluluklar düşmektedir. Atatürk medeniyetimizin yabancılardan değil, ilk kaynaklardan kendimizin araştırarak öğrenilmesi için Türk Arkeolojisine büyük önem vermiştir. Onu bu düşünceye iten ise ilk olarak Fransız Leon Chaun’un 1873 de I. Oryantalistler Kongresinde sunduğu “Orta Asya’nın prehistorik çağında Orta Asya’da bir iç deniz olduğu ve bu iç denizin kurumasıyla Türkler’in göç ettikleri ve dünyanın geri kalanını medenileştirdikleri tezi, ikincisi ise Orhun Yazıtlarının incelenmesi olmuştur.”58Atatürk’ün teşvikiyle başlayan tarih çalışmaları kurumsal anlamda Türk Ocaklarının kapatılmasından sonra Türk Tarih Tetkik Cemiyetinin kurulmasıyla devam etmiştir. Cemiyetin ismi daha sonradan (1935) Türk Tarih Kurumu olarak değiştirilecekti. Bu kurumun amacı Türk Tarihini incelemekti. 56 Tosun 2003, 58. 57 İnan- Karal, 1946, 62-63. 58 Gölen 2002

(31)

22

Türk Ocağı Türk Tarih Tetkik heyeti 16 üyeden oluşuyordu. Heyet ilk toplantısını 4 Haziran 1930’da Türk Ocakları merkez binasında, Türk Ocakları merkez heyeti başkanı Hamdullah Suphi (tanrıöver)’nin başkanlığında yaparak yönetim kurulunu seçti. Yönetim kurulu şu kişilerden oluşmuştu: Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Tevfik (Bıyıklıoğlu); Başkan Vekili: hukuk fakültesi siyasi tarih profesörü ve İstanbul milletvekili Yusuf Akçura; Başkan Vekili: Çanakkale milletvekili Samih Rıfat; Genel Sekreter: Aydın milletvekili Dr. Reşit Galip.59

“Cemiyet kurma çalışmaları yanında, bir yandan da 1928 de okullarda okutulan ve yabancı dilde yazılanlar dahil olmak üzere bütün tarih kitapları incelenmeye alındı ve bir kütüphane oluşturuldu. Bu arada yurt dışından hukuk, sosyoloji, iktisat ama özellikle tarih alanında yazılmış en yeni kitaplar getiriliyordu.”60 Gelen bu kitaplar, düşünceler, fikirler Atatürk’ün akşam sofralarında tartışılmaktaydı.

3.1.Türk Tarih Tezinin Ortaya Çıkışı

Türk Tarih Tetkik Heyetinin kurulmasından sonra çalışmalar hızlandı. “O kadar hızlandı ki Türk Tarih Tetkik Heyeti bir ara gezici bir hal aldı. Çankaya’da, Yalova’da, Dolmabahçe’de, vapurda, trende, yani Atatürk’ün çalışmak için vakit bulduğu her yerde toplantılar yapıldı. Toplantı saatlerinin sadece başlangıcı belliydi.”61 Bu durum, Atatürk ve dönemin kişileri tarafından konuya ne kadar önem verildiğini göstermesi açısından önemlidir.

1930 yılında heyet “Türk Tarihinin Ana Hatları” isimli 605 sayfalık bir tarih kitabı bastırdı. On bir bölümden oluşan eser, evrenden dünyanın meydana gelişinden, insanın ortaya çıkışından başlayarak Türk ırkını ve Türk tarihini en eski çağlardan alarak günümüze kadar getirmekteydi.

Atatürk “ bu kitabı okudu ve beğenmedi, hakikaten pek sathi idi. Yanlışları çoktu; hususiyle son zamanlara ait ve vesikası bol olan deyişler okuyanları müteessir

59

İğdemir 1973, 4. 60

Özçelik 12 Eylül 1929 da Paris büyükelçisi Fethi Okyar’dan Fransız hukuk fakültelerinde okutulan derslere ait kitaplarla en mufassal ve yüksek bir “ genel tarih” kitabı istenirken, bir ay sonra

Sumerler’in menşe-i medeniyeti hakkında en son araştırmaları ihtiva eden kitaplar isteniyordu. 2 Kasım 1929 da Ernest lavisse’nin 12 çiltlik “ uygarlık tarihi” Alfred Rambaud’un “historie” generale de peuples et des civilasitions ( Medeniyetler ve Halklar Genel Tarihi ) istenir.

(32)

23

edecek derecede hatalı idi. Bunun üzerine işe tekrar başlanmak lüzumu hasıl oldu. Bundan başka Türk tarihi yazacak olanların kendi alanlarında çalışmaları şıkkı kabul edildi”62

Eksik ve yanlışları olmasına rağmen bu kitap “Türk Tarih Tezini” ortaya koyması açısından oldukça önemlidir. Tarih tezi diye adlandırılan; “tarihin en eski devirlerinden başlayarak Orta Asya’dan doğuya, batıya ve güney’e kuraklık ve ekonomik nedenlerle büyük göçler olmuştur. Bu göçmenler brakisefal alpin tipte, Türkçe konuşan insanlardır. Bunlar gittikleri yerlere ileri bir uygarlığı da birlikte götürmüşlerdir.”63

Türk Tarihinin Ana Hatları adlı eserin gayesi şu şekilde açıklanmaktadır: “şimdiye kadar memleketimizde neşrolunan tarih kitaplarının çoğunda ve onlara mehaz olan Fransızca tarih kitaplarında Türklerin dünya tarihindeki rolleri şuurlu ve şuursuz olarak küçültülmüştür. Türklerin, ecdat hakkında böyle yanlış malumat alması Türklüğün kendini tanımasında, benliğini inkişaf ettirmesinde zararlı olmuştur. Bu kitapla istihdaf olunan asıl gaye, bugün bütün dünyada tabii mevkiini istirdat eden ve bu şuurla yaşayan milletimiz için zararlı olan bu hataların tashihine çalışmaktır; aynı zamanda bu, son büyük hadiselerle ruhunda benlik ve birlik duygusu uyanan Türk milleti için milli tarih yazmak ihtiyacı önünde atılmış ilk adımdır.”64

Cumhuriyetin ilk döneminde “Türk Tarih Tezinin” ortaya konması açısından büyük öneme sahip olan “Türk Tarihinin Ana Hatları” adlı eserden başka, okullar için hazırlanan kitaplarda bulunmaktaydı. Bunlardan ilki 1924-29 yılları arasında basılan Türkiye Tarihi, orta mektepler için dört ciltlik Tarih kitaplarıdır. Diğer yandan Texier’in orijinal adı Asie Mineure; Description Geographique, Historiqe et Archeologique des Provinces et des Villes de Chersonnese d’ Asie olan eseri, daha Cumhuriyet ilan edilmeden önce Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti Maarif Nezareti’nin iki numaralı eseri olarak, üç cilt halinde Arap harfleriyle Türkçe yayınlanmıştır. Bu eser Fransız bilgini Texier’in (1802- 1871) yılları arasında Anadolu’da gerçekleştirmiş olduğu iki ilmi gezi ve incelemelerini içermektedir. 62 Uzunçarşılı 1939, 349. 63 İğdemir 1973, 5. 64 İğdemir 1973, 5-6.

(33)

24

Anadolu kültürleri hakkında önemli bilgi ve gözlemler içeren bu eser, o zamanki Anadolu’da yaşayan halkın durumu, adet ve gelenekleri yanında halkın demografik yapısı hakkında da bilgi vermesi bakımından oldukça önemlidir. Örneğin Eskişehir çevresindeki kuyulardan lüle taşı çıkarılması, bütün ayrıntıları ile anlatılmakta; Ankara Keçisi hakkında çok geniş bilgi verilmekte, hatta bu keçi neslinin Fransa’ya nasıl götürebileceği hakkında görüşler dile getirilmektedir.65 Bununla ulaşılmak istenen amaç Anadolu Tarihi’nin gelecek nesle iyi şekilde öğretilmek istenmesidir.

Türk Tarih Kurumu çatısı altında oluşan çalışmalar sırasında “Eskiçağ Türkiye Tarihinin” çok iyi bir biçimde araştırılması istenir. “Türk Tarih Kurumu’nun 15 Eylül 1932 tarihinde yaptığı bir yönetim kurulu toplantısında, tarih ile birlikte arkeolojinin de çok iyi bilinmesi gerekliliği ortaya çıkar. Yazılacak kitap içinde “Anadolu’nun Eskiçağ Tarihinin” iki ana bölümde toplanması kararlaştırılır. Bunlar: 1- İç Anadolu Kavimleri 2- Ege havzası kavimleridir.”66

“Türk Tarihinin Ana Hatları” adlı eser orta dereceli okullarda kullanılmak amacıyla yazılmıştı. Bu kitap’ın ilk bölümünde;

1- Beşer tarihine methal 2- Türk tarihine methal 3- Çin

4- Hint

5- Kalde, Elam, Akat 6- Mısır

7- Anadolu 8- Ege havzası

9- Eski İtalya ve Etrüsk 10-İran

11-Orta Asya, gibi bölümlerden oluşmaktadır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında daha çok Eskiçağ Tarihi ile ilgili araştırmaların daha fazla olduğu görülmektedir. Bundaki asıl gaye yeni kurulan devlete kültürel bir

65

Texier 2002, XIV. Bunun yanında 2. Kitap 8. Bölümde adalardan (Prens Adası: Daimonisi, Kınalı Ada: Prote, Büyük Ada: Prinkipo) 14. Bölümde Ayasofya (Sainte Sophie) Kilisesi, 3. Kitap 7. Bölümde Kyzikos (Cyzique) harebeleri, 10. Bölümde Çanakkale Boğazı ( Hellaspont) Kıyısı, 14. Bölümde Karyalılar – Lelegler- Likyalılar hakkından bilgi verilmektedir.

66

Özgünel 1986, 899. Ege havzası kavimleri için Arif Müfit Mansel’in Ege ve Yunan Tarihi bu amaçla basılan ilk kitaptır.

(34)

25

kimlik kazandırmak olabilir. Böylece düşmandan kurtarılan ülkenin, kültürel anlamdaki başarısı da sağlanmış olacaktı. Faka bu kitap ne Atatürk ne de bazı tarihçiler tarafından beğenilmemişti. Ersan’lıya göre bu projenin tutmamasının üç nedeni vardı: 1-Devrimci ve aceleci bir atmosfer 2-Birinci elden kaynakların çok az, hatta yok denecek kadar az olması, çok olduğu konularda da pek kullanılmamış olması 3-Projenin kavramsal bütünün daha kapsamlı bir açıklama gerektirmesi, tarih öncesine aşırı ağırlık verilmesi ve tarihsel bir süreklilik içinde günümüze getirilememesi.67

Yukarıdaki üç neden genel anlamda incelendiğinde doğru noktalar olabilir. Fakat daha öncede söylediğimiz gibi ülkenin bir an evvel manevi kurtuluşa da ihtiyacı vardı. Bununda hızlı şekilde ve geçmişten başlaması kaçınılmazdı. Çünkü bu sadece Türkiye devleti için değil birçok devlet içinde böyle olmuştur. Her ülke kendisini geçmiş kültür ile ilişkilendirip, kuruluşunu buna bağlamakta, siyasi ve kültürel bir kimlik kazanmayı amaç edinmekteydi. Örneğin Meksika da 1821’de kazanılan bağımsızlıktan sonra, idareciler İspanyol öncesi tarihinin araştırılmasına öncelik vermiştir. Bu arayış içinde de milli tarihler oluşturulmuş ve arkeolojik araştırmalara başlanılmıştır. Özellikle 1910 devriminden sonra bu araştırmalar hızlı bir biçimde yayılmaya başlamış ve çeşitli antropoloji bölümleriyle de kuramsal bir altyapıya kavuşmuştur. İspanyol öncesi kültürel zenginliği güncel halk kültürüyle bağlantılı kılmak için halka açık büyük müzeler kurulmuş, güncel sanat ve sanatçılar( Diego Rivera gibi) da buraya eklenmiştir.”68

İsrail’de de yeni kurulan devleti ve yeni gelen insanları eski tarihle ilişkilendirebilmek ve yerleşim politikalarını da geçerlilik kazandırmak için arkeolojik araştırmalara ve özellikle de eski Ahid Arkeolojisine (biblical archaeology) çok yoğun devlet desteği verilmektedir. Hrıstiyan ve Müslüman dönemlerinde uzmanlarının olmasına rağmen, İsrail bu tip dini arkeolojiye öncelik tanımıştır. Tutucu Yahudiler’in itirazları ise arkeolojik kazıların atalarının kemiklerinin yerini değiştirebileceği endişesinden kaynaklanmaktadır.69

67

Ersanlı 2003, 125. Türk Tarihinin Ana Hatlarına Medhal (İstanbul 1931) ;Eyice 1968. 68

Kuban 2003, 157-8. 69 Kuban 2003, 158.

(35)

26

Atatürk, yeni tarih görüşünün ve tarih öğretiminde tutulacak yolun öğretmenlere anlatılması, için bir kurs düzenlenmesini 14 Şubat 1932’de kuruma bildirdi. “Böylece okutulmaya başlanan tarih kitapları hakkında öğretmenlerin ve profesörlerin düşünceleri de öğrenilecekti. Bu kursun adı “tarih öğretmenleri kursu” olacaktı.”70 Daha sonradan ise bu kursun adı I. Türk Tarih Kongresi olarak ismini değiştirdi. Aslında bu kongrenin amacı Türk Tarih Tezi’nin okullarda ve ülke genelinde yerleştirmeye çalışılmasıydı.

I.Türk Tarih Kongresi’ne sadece Türk profesör ve öğretmenler katıldığı için uluslararası bir niteliği yoktu. “I. Türk Tarih Kongresi’nin önemi, Türk Tarih Kurumu’nun kuruluşu ile ortaya atılan Türk tarih görüşünün kurum üyeleri, profesörlere ve öğretmenlere açıklanması ve bunun tartışılmasıdır. Bu kongre, kurumun çalışma yöntemleriyle amacını da belirtmiş olması bakımından ayrı önem taşır.”71

Bu kongreden sonra “Türk Tarihinin Ana Hatları” eserinin yeniden yazılmasına karar verilir. Birinci kitap ile ikincisi kıyaslandığında ikincisinin daha geniş, ayrıntılı ve tarihsel bir sürekliliği olduğu söylenebilir.

Türk Tarihinin Ana Hatları adlı esere üyelerden birçok eleştiri gelmiştir. Örneğin “Halil Edhem Eldem, eser geniş bir Türk Tarihi olduğundan adının “Mufassal Türk Tarihi” olmasını önerdi. Fuat Köprülü, birbirine benzemeyen müsveddelerin birleştirilmesinde redaksiyon heyetinin zorluklarla karşılaşacağını; Yusuf Akçura, kitabın ana hatları çerçevesini aştığını, birçok bölümlerin çok geniş yazıldığını bunun için bir ana hatlar daha yazılması gerektiği gibi…”72

Ülkemizde ilk yerli kazı 1933 yılında Hamit Zübeyr Koşay tarafından yapılmıştır. Devletin ilk kazısı olması bakımından “Ahlatlıbel Kazıları”73 önemlidir. Çalışmalar sadece bununla kalmamış 1930’lu yıllardan sonra birçok öğrencinin Almanya’ya gönderildiğini74 ve orada tarih, arkeoloji ve eski Ön Asya dilleri üzerine

70 İğdemir 1973, 11. 71

İğdemir 1973,13. 72

Üyelerden Dr. Reşit Galip, Şemseddin Günaltay, Hikmet Bayur’un da eleştirileri bulunmaktadır. bkz İğdemir 1973, 22.

73 www.ttk.org .tr/ index.php ? page- sayfa no 166 “ 1933 yılında yapılan bu kazı Atatürk’ün bizzat kazı yerini gezmesi ilk milli hafriyata gösterilen yakın ilgi açısından önemlidir.

74

Pulhan 2003, 141. Gönderilen bu öğrenciler Türk Arkeolojisine damgasını vuran kişilerdi. Bunlar Ekrem Akurgal, Sedat Alp, Halet Çambel. Arif Müfit Mansel’dir.

Referanslar

Benzer Belgeler

Ahir Zamanda Mehdinin Geleceğine, Onun Raşid Halifelerden Olduğu, Rafızilerin İddia Ettiği ve Beklediği Gibi Samarra’da Yer Altından Çıkacak Biri Olmadığı.. Mehdi’nin

Peygamber’in Öldürücü Birtakım Fitnelerin Ortaya Çıkacağını Haber Vermesi ve Kurtuluşun Bu Fitnelerden Ve Bu Fitnelere Götüren Yollardan Uzak Durmakta Olduğuna

Peygamber’in Öldürücü Birtakım Fitnelerin Ortaya Çıkacağını Haber Vermesi ve Kurtuluşun Bu Fitnelerden Ve Bu Fitnelere Götüren Yollardan Uzak Durmakta

Peygamber’in Bazı Adaları, Rum İllerini, Fars Ülkelerini Fethedeceklerine ve Müslümanların Hak Davalarının Deccal’in batıl Davasını Mağlup Edeceğine İşaret

yüzyılda Osmanlı D evleti’nin siyasi, askeri ve ekonomik olarak Avrupa Devletlerinin gerisinde kalması ile birlikte ortaya koymuş olduğu hayatta kalma

Cihodaru, Zanavarda'yı Dobruca'da Türk hakimiyeti devrinin müstakbel liman şehri olan Karaharman ile ayni olarak gösterirler.. Muahharen

Faik Reşid Unat, pek haklı olarak, buradaki Leh elçisi Mehmed Efen- di'nin kimliği üzerinde durmakta ve bunun 7 nr.lu Nôme-i Hümayun Def- teri12 ile Hammer

Asya'daki mücadeleleri, Kuzey Siüng-nu'nun Han'lara teslim olması ve sonradan yine isyan etmeleri, Han hükümetinin Orta Asya'daki küçük dev- letlerle münasebetler,