V
11 Mayıs, üıılii hikayecimiz Sait Faik’in
ölüm yıldönümüdür. Onu, oniki yıl önce
yitirmitsik. Arkadaşımız Şair Ömer Faruk
Toprak’ııı hazırlamakta olduğu
(Anılar
Kitabı) ndaıı Sait Faik’e ait bir böliimii
sunuyoruz.
BİR SAİT FAİK
YAŞAMIŞTI...
Ö m er F a ru k T o p ra k
Biliyorsunuz biz bir baskı döneminden geçtik. Namuslu edebiyatçı olmak, yurtsever ozan olmak, yiğit bir kişilik İstiyordu o zamanlar. Gerçi şimdilerde de, aydm kişilerin, sanatçıların çekileri devam ediyor. Ama 1940 ile 1960 ara sında olanaklar çok yetersiz di. Sanat aşkını, halk aşkını yüreğinde yaşatmak, ancak ağır baskı koşullarını göze al makla mümkün oluyordu. Ne densiz sorguya çekilmeler, hiç bir yargıç kararı olmadan ki tap toplatmalar, hemen her sanatçının başına gelen ba sit olaylardandı. Çağımızda sanat erlerinin, ilkin mangal gibi bir yürekle hazırlanmala n , yola çıkmaları gerekli de rim hep.
Bunları şunun için yazıyo rum. Cumhuriyet döneminde. Küçük Hikâye sanatının en ilginç iki imzası vardır. Sa bahattin Ali ve Sait Faik. Birincisi baskı döneminin en ağır darbesini yemiş ve ya şamını yitirmiştir bu yolda. İkincisi bambaşka koşullar içinden çıkıp gelmesine ve yu muşak hikâyeler yazmasına rağpıen, o acı serüvenlerden kurtaramamıştır kendisini. Sa it Faik’in 1944 yılında kendi parası ile Yokuş Kitabevi ya yınları arasmda çıkardığı Me- dar-ı Maişet Motoru adını ta şıyan ilk ve tek romanı yeni yayınlanmıştı. (Tek romanı diyorum. İlkin «Kovada Bu lut» adını verdiği, sonradan Havada Bulut olarak değiştir diği Beyoğlundakl bohem ya şamı üzerine anılar denilebi lecek eseri roman değildir. Kitapları arasında en az Salt Faik çizgisi taşıyan Kayıp Aramyor’u pek benimsemedi ğine tanık olmuşumdur.) Me- dar-ı Maişet Motoru, Sait’in belki biraz dağmık, belki bi raz roman tekniğine uzak du ran kitabıdır ama, en çok Sait Faik üslubunu getiren eseri dir. En çok insansal değerler
le, masmavi bir gök altında, unutulmaz yaşam çizgileri ile yaklaşır bize. Hele Sarnıç ya da Şahmerdan’dan sonra okursanız hikâye sanatına ömür vermiş, artist bir yaza rın dünyasına girer, bir ada atmosferinden geçersiniz.
Sıkıntılı bir sonbahar gü nüydü galiba. Sirkeci’den An kara caddesine doğru yürü yordum. Eski, İnkılâp Kitabe- vinin köşesinde karşılaştık. Daha doğrusu burun buruna gelmiştik. Vitrinlerdeki kitap lara bakarak yürüdüğüm için
onu görememiştim. Öfkeliy di, canı sıkkındı.
«Merhaba» ma karşılık : «Medar-ı Maişet’i topladılar» dedi.
«Neden» demeye kalma dan :
«Eski okul arkadaşını (bu rada bir isim söyledi) bir iur- nal yazmış. Emniyette söyle diler. Kitapta propaganda varmış. Gitti bizim paralar. Satılan kitapların parasını topluyorum.»
Yatıştırıcı sözler söyledim ama. o oralarda değil.
«Yazmıyacağım artık. Emek veriyorsun yazıyorsun, paran la bastırıyorsun, toplatıp atı yorlar bir kenara. Yazmıyaca- ğım.»
Beraberce öbür kitabevlerin den de hesabı aldık. Döndük Yokuş Kitabevine. Hesap ki tap. Ankara Caddesindeki ki tapçılarda Medar-ı Maişet Motoru, doksandokuz adet sa tılmış.
Sait tek ra r:
«Gitti bizim paralar» di yor.
O andaki yüzünü unuta mam. Bu olaydan sonra gali ba uzun süre sustu. Kaçtı yazı yazmaktan. Rastladıkça, kül- lenmeğe başlıyan öfkesini sey rediyordum.
★
Şimdi ağır ağır yaklaşıyor. 1942 nin Kasım ayında yağ murlu bir gece. Yalnızım. O gün çok pipo içmişim, ağzım zehir gibi. Yürüdüğüm cadde nin kenarında bol ışıklı bira haneler, geceyi yaşıyor. Du- raladıkça. her birinde tanıdık çehreler görüyorum. Hiç biri ne yaklaşmak gelmiyor içim den. Bir vitrinin ışığından kurtulunca, pardesülü bir adamla çarpışmamak için du raklıyorum.
«Vay» diyor Sait Faik. He men ek liyor:
«Bugün canım pek sıkkın. Bir saattir dolaşıyorum. Hem bir ahbaba rastlamak istemi yorum. Hem, yeni yazdığım hikâyeyi dinliyecek bir arka daş arıyorum.»
Bir masada iki şişe bira ile birlikte oturuyoruz. Hikâyenin yazıh olduğu sarı kâğıtlar san ki kendiliğinden ortaya çıkı yor. Eski harflerle yazılmış, yer yer karalanmış sarı defter yaprakları, bitirince tutuk tu tuk, gözlerime bakıyor.
«Hilâfsız söylüyorum, bu, Türkçenin en ivi hikâyelerin den biri Sait. Ver bu hikâyeyi bana, Yürüyüş’e koyalım.»
Telâşla kâğıtları cebine so kuyor. Onda benim övücü söz lerime kanmamış bir insan hâli var.
«Bâzı yerlerini değiştiririm ya da bastan yazarım belki, bugün kalsın» diyor.
Tenhalaşmış caddede, yağ mur altında ayrılıyoruz.
Ertesi gün mü, daha ertesi gün -mü, galiba gene öyle bir gece vakti A K a dir’le karşılaş mışlar. Aynı ruh hâil içinde, ona da okumuş hikâyeyi.
«Yeniden yazamadım .al hikâyeyi» demiş. Kadir sevinç le geldi .beni buldu. Bir çır pıda, kahvenin mermer masa sı üzerinde, hikâyeyi yeni harflerle temize çekti. Çünkü bizim dost mürettibimiz A- vedis’in (şimdi Paris’te, kulak ları çınlasın) basımevinde ça lıştırdığı genç kızlar, eski harfleri bilmiyor.
Yürüyüşün o sayısı yayın landıktan bir hafta sonra, Sebat Basımevinin bulunduğu caddede Avedis’le karşılaşı yoruz. Emniyet Basın Büro sundan bir memurun Sait Fa- ik’i aradığını söylüyor. Anla şılan Kestaneci Dostum’uzua yeni serüveni başlıvacak. Az sonra, memur bana geliyor. Sait Faik’i nerede bulabilece ğini soruyor. Sait nerede bu lunur? Beyoğlunda İstiklâl Caddesinde..
Akşam üstü Takslm’e doğru yürürken karşılaştık. Sait ne şesiz.
«Ulan diyor, derginin sahibi sensin. Hikâyenin kanuni mahzûru yardı da. niçin ya yınladın? Yarın gideceğim,
YÖN, 13 MAYIS 1 9 6 6
bakalım ne çıkacak karsımı za?»
Sait’i yatıştırmağa çalışı yorum :
«Hikâyende mahzûrlu hic bir nokta yok. Birşey sora caklardır, onun için çağırıyor lar herhalde.»
Ondan sonra şöyle bir ko nuşma geçiyor aramızda :
«Ekmek karnen yanında mı Sait?»
O gözlerini açarak bakıyor : «N’olacak?»
Gülerek, şakadan takılıyo rum ;
«Biliyorsun, İstanbul’da Sı kı Yönetim var. Belki bir kaç gün serbest bırakmazlar, ek mek karnen yanında bulun sun.»
«Yahu bırak bu lâfları, ala yın sırası değil.»
Ertesi gün Sait Faik, Me serret Kıraathanesinde, ola nı biteni anlattı. (Kestaneci Dostum) hikâyesinde. Kesta necinin mangalına «Burada satmak yasaktır» diyerek tek meyi vuran memur cezalan dırılacak, sonradan eroinciliğe ahsan kestaneci de okula ve rilecekmiş. Onların kimlikleri ni öğrenmek istiyor'arnuş. Sait, bin dereden su getirerek, hikâyenin gerçek olmadığnıı anlatmış da kurtulmuş. O günden sonra karşılaştıkça :
«Ekmek karnen yanında mı Sait?» derdim, gülüşürdük. Şimdi hey gidi günler, hey gi di Sait diyorum.
★ ★ ★
1954 ün ılık bahar günleri başlıyor. Trenle Ankara’dan İstanbul’a geliyorum. İzmit’ ten sonra yeşil maviye dönü yor. Aylardır görmediğim de niz, ilkin iyot kokusu ile çıkı yor karşıma. Sonra kuşbakışı kıyılardaki denizi seyrediyo ruz. Masmavi, sabahın du manı altında kııriıldamadan duruyor. Küçük balıkların hareketli kalabalığı Sait Fa- ik’i hatırlatıyor bana. Ve İs tanbul insanları araşma ka rışıyorum. Birkaç gün kalıp döneceğim. İşlerimi düzene koyduktan sonra, dönmezden bir gün önce ( 9Mayıs 1954) güneşli İstiklâl Caddesinde yürüyorum. Fransız Konsolos
luğu salonunda Ressam Fethi Karakaş’m sergisi var. Gel mişken sergiyi gezeyim diyo rum. Orada Hüsamettin Bo- zok’. A. Arad’ı görüyorum. Sa it’in çok ağır hasta olduğunu, Marmara Kliniğinde yattığını söylüyorlar. Doğrusu ya. o yasamak dolu adamın hasta lığına inanmıyorum. Kendi kendime: «Sait hasta olsun, yatakta yatsın.» İnanmak gel miyor içimden.
Marmara Kliniğinde Sait Faik’i ziyarete gidiyorum.
Yattığı odanın kapısı önün de bir hemşire :
«Sait Bey komada. Doktor kimsenin içeriye girmesine izin vermiyor.»
Doktorunu buluyorum. An kara’dan geldiğimi, kapıdan bakmama izin verilmesini ri ca ediyorum. Doktor, yalnız kapıdan bakmama razı olu yor.
Vüzü balmumu sarılığında. Gözleri hafif aralık. Komada ağır ağır karanlığa doğru yü rüdüğü belli. Görmüyor, dü şünmüyor. Balmumundan ya pılmış bir Sait Faik bu. Övle yasamasız. Sanki denizde bo ğulmuş da, yeni çıkarmışlar onu kıyıya. Gözleri, dudakları hic kımıldamıyor ama, dur madan konuşuyor gibi geli yor bana. 10 Mayıs’da dönü yorum Ankara’va. 11 Mavıs’- da o, balmumundan bir" hey kel hâlinde gidivor, dostların dan, martılarından., balıkçıla rından uzaklaşarak.
Sait Faik Armağanını
Cengiz Yörük Kazandı
Darüşşafaka Cemiyetinin her yıl düzenlediği «Sait Faik Hikâye Armağanı Yatışması» nm ödülünü bu yıl; «Çölde Bir Deve» adlı ki tabıyla Cengiz Yörük kazanmıştır. Yarışmaya dokuz yazar, onbir ki tapla katılmıştır. Sabri Esat Si- vavuşgil, Tahir Alangu, Haldun Taner, Vahit Turan, Behçet Ne- catigil ve Kemal Tahri’ den teşek- kül eden jüri, Nevzat Ustün’ün «Almanya, Almanya» adlı kitabı nı ikinciliğe lâyık görmüştür. Ya rışma ödülü beşbin liradır.
Kişisel1Aılivlerclefitanbul Belleği Taha Toros Arşivi