• Sonuç bulunamadı

Meyhanecilik ilimdir

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Meyhanecilik ilimdir"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

9 NİSAN 1991

“ T l -

s Süit

|

—>

Fener iskele Gazinosu'nun yerinde yeller esiyor bugün.

Bırakın gazinoyu, yerini bile anımsayan kalmadı

Meyhanecilik

Kaptan Hristo,

1940'larda ve

1950 lerde rakının

şarapla atbaşı gittiğini,

tekmil İkramın balığı,

amavutclğeri, turşusu,

turpuyla 10 kuruşun

içinde olduğunu

söylüyordu

m d r

Haliçte bir gezinti

¿ A L T m

E

CBOCYN^JZ

EKAN Balarken Fener’i dü­ ş ü n m e k n e d e n ? Ç ü nkü Fener de gedikli meyhane­ le riy le m eşhurdu. Çaylak Tevflk üstadımız Fener'de S ukiyas, Gümüş H alkalı, Kamburoğlu, Tanaşaki, Sa­ k ız lı ve K a fe s li ad lı a ltı meyhaneyi anlatır. Birde 19. yüzyıl sonlarında Haliç feneri vapur iskelesinin yanında Fener İskele Gazinosu vardı. Kazıklar üstünde deni­ ze uzanmış iskelesi, bahçesi ve kapalı salo­ nuyla İstanbul'un kalburüstü eğlence yerlerin­ den b iri olduğu söylen irdi. Koçu'ya göre İstanbul'un "hovardameşrep” beyzadeleri bu gazinoya sık sık uğramadan edemezler, son­ ra da kayıklar kiralayarak oradan Kâğıthane'­ ye geçerlerdi. Hanende ve sazendeleriyle nam salmıştı. Ahmet Rasim, Fener İskele Ga­ zi nosu'nda Kemani Serçe Tevfik adlı sanatçıyı dinlediğini yazar. Tası tarağı toplayıp Fener'- den Kâğıthane'ye geçen Ahmet Rasim, kıran­ ta beyzadelerle inceden inceye alay etmeden duramazdı:

“Şık, kıyak olursa bayılırım. Amanl O ne bıyık! O ne fes? O ne taranmış saç? O ne traşlı yüz? Hele şu gelen faytona bakın. O ne tatlı bakış? Amanl O gidiş? Dokuz numara kalıp hal Gerçekten şıkl Dikkat ediyor musunuz? Ne o? Gözünüz mü kamaştı? Bir şey değil. Aynası, bıyık süpürgesi, cep tarağı, tısa diye öten la­ vanta tulumbası, arka cepte gizli potin bezi, kapak altında süpürgesi, hele kravatı..."

Hemen ekleyelim, hanımefendiler de na­ sibini alıyor Ahmet Rasim'den:

“Boyu bosu yerlndel Hatta araba minde­ ri üstüne evden bir minder daha koymuş da yine başı tavana ermiyor. Belli! Yaşmaktan görülen ön tarat zülüfleri takma. Kendisinin saçı varmış ama o heriften aldığı boya dök­ müş. Bir parça tepesi açılmış. Küçük iken hanımnlnesl iki dizinin arasına sıkıştırıp, tarar tarar omuzlarına serpermlş. Görenler maşal­ lah dermiş. Ohl Ey bahar perestan-ı zaman! Bu kıvır kıvır titrek, İki yanından İlişik, pırlanta İğneli, havai renk hotoza ne dersiniz? Ne ka­ dar şık bir başi Ortası tulya, kenarı sümbül dolu buzlu bir tanusun tersine çevrilmişine benzemiyor mu?”

Üsküdarlı Aşık Razi şöyle anlatır Fener İskele Gazinosu nu:

“İskele başında gazinosunun Methini duydum da gittim Fener’e Selsebll olmuş ülfet muhabbet Çıkamaz İçine giren bir kere.”

Doç.Dr. JAK DELEON

H a l i ç

k ıy ıla rın d a mavnalar ve köpekler...

AGORA YAŞIYOR

Fener İskele Gazinosu'nun yerinde yeller esiyor bugün. Bırakın gazinoyu, yerini bile anımsayan kalmadı. Ama Agora Meyhanesi sapasağlam; en azından anılar (ve Haliç dur­ dukça oradan el ayak çekm eyecek olan müdavimler) canlı tutuyor onu.

Agora Meyhanesinin hemen yanıbaşın- da bir balıkçı var Balık istendiğinde yan taraf­ tan getirtiliyor. Kimi birahane diyor, kimi de şaraphane; ama düpedüz meyhanedir Agora. B irço k film e mekân olduğu da s ö y le n ir. Agora nın sahibi Hristo Dulidis'le ilk kez 10 yıl kadar önce görüşmüştük. O zamanlar tezgâh başında 40 yılı doldurmuştu “Kaptan Hristo” . Klasik edebiyata meraklı olan Hristo Dulidis - in anlattığına göre, dedesi Kaptan Asteri, 1890 yılında açmış Agora yı, ardından babası Stel- yo devam etmiş, sonra da Hristo sürdürmüş meyhaneyi yaşatmayı. Müdavimleri nelere ta­ nık olm am ış ki? O sm anlInın son günleri, mütareke dönemi, cumhuriyetin tesisi, 1940- ların karneli “harp” yılları, sonra başdön- dürücü kentleşme ve inanılmaz bir hızla değişen dünya. Tümünü, elinde kadeh, Agora Meyha- \ nesi nin Haliç'e bakan buğulu camları ardından seyretmiş demciler.

Dedelerimiz anlatır­ lardı, Asteri, Agora'yı

sigorta ettirmek istiyor / ama hiçbir şirket yanaş mıyormuş. Bir gün İstanbul'daki yerli- yabancı sigorta

şirketlerinin yöneticilerin! meyhaneye davet etmiş Kaptan1

Asteri. Hangi şirketler temsil edilmiyormuş ki o “tarihi” sof

rada? Ahen ve Münih Yangın Sigorta Şirketi Türkiye Müdüriyeti, M illi Reasürans Türk Ano­ nim Şirketi, Onyon Sigorta Kumpanyaları, Jerans Türk Limited Şirketi, Kompanyi Dasü- rans Jeneral Yangın Sigorta Şirketi Türkiye Müdüriyeti Hususlyesi... öyle mükellef bir şö­ len çekilm iş ki konuklara Agorâ'da, tümü birden sigorta için yarışır olmuşlar. Sonuç bi­ linmiyor. Bir not daha: Bu hoş anının Asteri’* nln değil de Stelyo'nun zamanından kalma olduğu da söylenir ama bu ayrıntı hiç önemli değil...

Öyle bir yer ki Agora, hem zaman dışı, hem de bütün zamanları içinde barındırıyor: Narçiçeği renkli fesi nazar boncuklu, ince bı­ yıkları badem yağlı, enfiye mendili markalı bir OsmanlI beyzadesiyle bugünün Nike ayakka­ bılı, Michael Jackson “tlşört’Tü, Eau Sauvage

“after shave"!i Yuppie'si karşılıklı kadeh kal­

dırıyor. Gür bıyıkları iki yandan yanaklarının dışına doğru taşmış, kamerçin kundurasının yumurta ökçesi (tulumbacı usulü) bir güzel ci­ la la n m ış , vişne çürüğü fe si yan yatm ış, kamasının sapı kuşağından beş parmak taş­ mış bir Galata bitirimiyle bir yüzyıl sonrasının serüvenperest külhanbeyi (Afrika'daki birli­ ğinden Catherine Deneuve'e benzeyen bir dilberin gözleri uğruna firar etmiş bir “ lejyo-

ner” de o la b ilir) omuz omuza dem leniyor

burada.

Agora ya uğrarlar mıydı? Hadi onlar o zaman-

“Ist

ların “ İstanbul sosyetesi” ydi diyelim, “ Yeni­ ç e ri yap ılı a ra b a c ıla r, taşı sıksa suyunu çıkaracak hamlacı delikanlılar, kandilli temen- nahlı uşaklar” da mı Agora Meyhanesi ne selam göndermezlerdi? Cumhuriyetin ilk yıl­ larında “ şimendifer” çalışanlarıyla İnhisarlar İdaresi nin memurları mekân edinmemiş miy­ di Agora Meyhanesi ni? Aga-Baltık marka lambalı radyodan yükselen “ Adalar sahilinde b e kliyo rum " şarkısına (zaman farkı gözet­ meksizin) eşlik etmemiş miydi hepsi birden? A n latılan a göre çe ş it çeşit insan geçmiş Agora dan, bu küçük meyhane, İstanbullunun binbir katmanını görmüş...

“ Kaptan Hristo", 1940'larda ve 1950'ler- de rakının şarapla atbaşı g ittiğ in i, tekmil İkramın (dublesi, balığı, arnavut ciğeri, turşu­ su, turpuyla) 10 kuruşun içinde olduğunu söylüyordu. Bira (yine mezesiyle birlikte) 16 kuruştu, yani rakıdan pahalıydı. 1950'lerin or­ talarında rakıyı kaldırdı Agora ve tüm “ ener|l’- 'sini şarap ikramına yöneltti. Bozcaada'dan özel yaptırılmış şaraplar getirtiyordu Agora Meyhanesi, teknelerle bir tonluk tahta fıçılar­ da gelen Kan şarabının tadı Balat'ı (hatta Haliç’i) sarmıştı. Saz takımı da varmış o za­ manlar; keman, ud, cümbüş ve klarinet. Çengi kızlar fıçıların üstüne çıkar oynarmış...

ADALAR SAHİLİNDE

İstanbul tarihçisi Sermet Muhtar Alus un anlattığı “ mededl gür gazelhanlar, nakaratı

gaygaylı hanendeler, yayı kıvrak kemaniler, mızrabı oynak tanburller, tırnağı fıkırdak ka­ nuniler” 19. yüzyılın 20.'ye çevrildiği çağlarda

Sonra (tüm İstanbul gibi) değişimden pa­ yını aldı Agora. Hristo Dulidis meyhaneyi devretti. Son gittiğimde her şey pırıl pırıl ve “ m odern"di. Yalnızca masa işlevini gören dev fıçılardı değişmeyen. İşrette ifrata kaça­ rak kepazeliğe kanat kıran “ ehl-i mey” in yarım yüzyıllık koruyucusu “ Kaptan Hristo" yoktu artık Agora Meyhanesi'nde. Sordum, arada bir uğradığını söylediler. Sonra Cumhu­ riyet gazetesinin pazar ekinde okudum, Agora Meyhanesi nin öyküsünü bir güzel kaleme alan Oral Gönenç de son gittiğinde Hristo Duli­ d is ’ i görememiş. Balat'ın Leblebiciler So- kağ ı’nın 8 num aralı hanesinde, Pehlivan Birahanesi, Cahit Baba nın Yeri, Acem'in Şen Çayevi. Esnaflar Döner Köfte Salonu ve Çaye­ vi, Birtat Pide ve Kebap Salonu, Hasret Börek Fırını ve Balat Balıkçısı arasında “ Tarihi Ago­ ra Restaurant ve Birahanesi” olarak sürdürü­ yor yaşantısını bugün şiirlerin ve şarkıların ünlü Agora sı...

★ ★ ★

MEYHANECİLİK İLİMDİR

Agora Meyhanesindeki borulu, taş plaklı gram ofondan b ir zam anlar Servet Yesari Bey in “ Bir Hadise Var Can ile Canan Arasın­ da", Udi Nevres Bey in “ Yıllarca Ben Seni Aradım Durdum” . Artakı Candan'ın “ Ruhum­ da Bahar Açtı, Onun Bülbülü Şendin", Lavtacı Hristo nun “ Gidelim Göksu'ya Bir Alem Eyle­ yelim” şarkılarının yükseldiğini gözleri yaşa­ rarak anlatan kuşaklar yavaşça öte âleme geçiyor artık. Bir dipnot olarak bu gerçeği de eklemek gereğini duydum...

Şimdi şöyle soralım: Agora Meyhanesi ve ötesini anlatırken neden onca insanın anı­ sına, bin çeşit muharririn yazısına yaslandık?

ki Is:

Loncalı bir çingene, çalgısıyla...

Ne demiş 1929 tarihli “ Ruhiyat” kitabının yazarı Mustafa Şekip? “ Soğan kokusu, acı bi­

ber gibi maddi tesirlerle yalnız gözyaşlarının

akması ağlamak değildir.” Yani ağlamanın aslı esası şudur ki, gözyaşı “ ruhi sebepler­

den” oluşur. Mütarekenin koyu karanlığından

ve 1940'ların yoklar dünyasından bir parça ol­ sun uzaklaşmak için Agora sığınağına uğ­ rayarak birkaç kadeh yuvarlayan, sonra da

“ efkârlanıp” ağlayan m üdavimler okumuş

mudur Mustafa Şekip'i? Agora nın kapısından giren her kişinin ağlamak için bir "ruhi sebe­

bi” var mıydı? Olabilirçünkü meyhaneye adım

atan herkesin yaşamının bir senaryo olduğu söylenir, hem de hüzünden (hele karşılıksız

Çünkü eski İstanbul'un hangi dilimi olursa ol­ sun, onu anlatmaya tek hokkanın mürekkebi yetmez; çok renklilik ve çokseslilik ister İstan­ bul? Ne dersiniz? Bir düşünün bakalım. Ve biz de o arada bir zam anlar Osmanbey Gazi- nosu'nda ortalığı kantolarıyla birbirine katan Peruz'la Şamran'ın “ düetto"suna kulak vere­ lim:

Yakaladım seniiif... ,

Yanındaki matmazel Çok süzdü benliii... Tikltak tikitak

Ederken bira kadehlerliii...

aşkların getirdiği o buruk ve şekerli hü

zünlerden) payını bol bol almış bir senaryo. Ama çalgı , ve çengi ortaya çıktığı

zaman, “ keyif ve neşenin tercümanı” kahkaha alırdı sahneyi; eğlence Agora nın sınırları dışına taşar, Balat'ı sarar, Haliç'in karşı kıyısına bile (sözüyle ve sazıyla) uzanırdı. Bu noktada Hristo'nun gazeteci Vedat Araz a söylediklerini anımsa­ mak gerek: “ M eyhanecilik ilim dir. Bu işte ruhiyat mütehassısı olacaksın. Müşteri kapı­ dan girdiği dakika şıppadak hüküm kesmek lazım."

Peki, ya Baiat? Geçmiş zaman Balat'ını da Sermed Muhtar Alus anlatsın: “ Gepgenlş, apaydınlık bir cadde, sağda solda koca koca binalar, derli toplu dükkânlar. Üstünde kam­ panalı telefon levhası asılı, camekânı gazete­ le r, m ecm u a la rla do na tılı sucu, önünde kırmızı buzdolabı, sifonlu pırıl pırıl musluk, şi­ şe şişe limonata, şıra bulunan sucu. Tarama­ dan ba lık yum u rta sına kad ar çe ş it çeşit mezeleri, rakıları, şarapları, biraları camekâ- nına dizmiş mezeci. Evlerin önlerinde, kapıla­ rında süslü süslü kadınlar; kucaklarında, yanlarında çocukları; melon şapkalı, siyah setrell, altın köstekli, sakallı sakallı adamlar. Karşı kıyılar günlük güneşlik içinde: Tepeler, bayırlar zümrüt gibi yeşil. Oooh, dünya var­ mış!” Bugünkü karmakarışık, “ mlnl-metro- p o l" a h v a lin i gö rünce B a la t'ın , Sermed Muhtar üstadımızın anıları bir başka tatlı geli­ yor ...

Mastika düz hoş olur Rakı İçen sarhoş olur Kalmadı rakı parası Elimde kadeh yarası Yandı ciğer kebab oldu Vefasız yar yüzünden Benim halim harab oldu.

Küçük V irjini'nin Küplü Kantosu bugün çınlamıyor hiçbir meyhanede. Hatta “ düz” sözcüğünün bir zamanlar anasonlu rakıya ve­ rildiğini. kulağı kesik Rum meyhaneci tayfası­ nın düz rakıya “ düzlko” dediğini, anason yerine sakız katılan rakıya da “ mastika” adı verildiği, Fertek rakısınınsa 19, yüzyılda tek­ mil meygedelerin gözde içkisi olduğunu bilmi­ yor kim se bugün, bilse de umursam ıyor. Hatırlayan derseniz, kaç kişi kaldı zaten?

Bini

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Burslu olarak master eğitimine devam ederken aynı zamanda asistan hoca olarak görev yaparken bir yandan aktif olarak mimarlığa devam etmiştir..

4 Aralık 1980 Balıkkesir doğumlu olan Öncü Koçman Balıkkesir Süper Lisesini bitirdikten sonra Denizli Pamukkale Üniversitesinde Makine Mühendisi olarak mezun olmuştur..

• Sürücü ve Yolcu Ön-Yan Hava Yastıkları. • Perde

Eğer yeniden dirilmekten şüphede iseniz, şunu bilin ki, biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan (aşılanmış yumurtadan), sonra uzuvları (önce) belirsiz,

çapı yaklaşık 6.10 m’dir ve silindiri 3 m yüksekliğe sahiptir. Yuvarlak kemerli 3 penceresi vardır. Bu pencerelerden batı taraftaki iyi korunmuştur fakat diğer 2 pencere

Bu amaçla yapılan tez çalıĢmasında, topraktan ve yapraktan bor uygulamasının palaz çeĢit fındık bitkisinin, verim ve bazı meyve özellikleri (kabuklu meyve ağırlığı,

İlber Ortaylı bir konuş­ masında, Türkiye halkının kendi ta­ rihiyle ilişkisini eleştirirken, tarihi kitlelere aktaracak tiyatro, sinema, roman, resim gibi

Salgın hastalıklar çok eski zamanlardan beri insanlık tarihini tehdit etmektedir. Gelişen teknoloji ve ilerleyen tıp sayesinde salgınların verdiği zararı sınırlamak