• Sonuç bulunamadı

Dil davasında kati karara doğru:Fecaat safhası

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Dil davasında kati karara doğru:Fecaat safhası"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

| Dil davasında kat’î karara aoğru j

Fecaat safhası

Rahmetli Cemal Nadirle, apartıman dairelerimizin bal­ konları yanyana ol­ duğu için, o her- gün «Cumhuriyet, e

giderken, icab ettikçe, benim yazıları­ mı da götürmek lûtfunda bulunurdu. Bir gün götüreceği yazımı kendine ve­ rirken: «Bu sefer sizin mesleğe imre­ nerek biraz iğneli mizahçılık yaptım» deyince o da yeni bitirdiği bir karika­ türü göstererek: «Ben de bu sefer sizin mektebi iğneledim» dedi. Bir gün işime yarar diye kesip ayırdığım o çok ince karikatür şuydu: Muallim -f- işaretini göstererek talebeye soruyor: «— Buna ne denir?» Çocuk cevab verir: «— Uç sene evvel zaid, sonra cemi, biraz evvel toplam, şimdi ne dendiğini bilmiyo­ rum!»

Kararsızlık sarsıntısı:

Cemiyetler için iki ucda iki tehlike; biri «dönüş» öteki «değişip duruş»; hal­ buki, tabiatin dersinden belli, lâzım olan «oluş» tur. Dil davasile sımsıkı ilgili o- lan Bakanlığın kendi, son beş altı yıl içinde, beş defa isim değiştirdi: Bir, «Maarif Vekâleti», vekâlet arabca diye kaldırılıyor, fakat «maarif» arabcada yoktu, onu biz icad etmiştik, ikinci isim: «Maarif Bakanlığı»; sonra «maa­ rif» in arabca olmadığı unutulmuş ola­ cak, kelime göze battı, üçüncü isim «Kültür Bakanlığı»; iyi ama «kültür» de hem yabancı, hem garblı; «maarif» in daha bizim olduğu hatırlanmış ki dör­ düncü isim «Maarif Vekilliği», bu saye­ de «vekâlet» de türkçeleştirilmiş oldu. Hayır içimiz gene rahat değil, beşinci değiştiriş «Milİî Eğitim Bakanlığı». Dik­ kat ediniz. «Beşinci» dedim, «sonuncu» demiyorum, çünkü bu üç kelimelik son ismin başında «millî» kelimesi, hem de yabancı nisbet edatı taşıyarak, bed bed sallanıp duruyor, elbet bir gün bu son ismi de değiştiririz!

Kar arsızlıktan çıkan manalar:

Kararsızlık, malûm, yalnız bu bakan­ lıkta değil, diğerlerini saymağa lüzum yok, en yüksek müessesemiz olan «Tür­ kiye Büyük Millet Meclisi» nde bile dört beş yılda dört defa değişiklik ol­ du. Baştan «mebus», sonra türkçeleş- tirilerek «saylav», sonra bundan vazge­ çilerek tekrar «mebus» a avdet, geçen devre sonlarında da ikizli isim, kendi­ miz için «milletvekili», başka milletler için «saylav», tuhaf bir tecelli; yabancı milletlere ismin türkçesini,

Yazan:

t

İ s m a il

H abib

kendimize de iki yabancı kelimelisini uygun, gör- I dük. Bütün bu kararsızlıklardan çıkan manalar açık: Bir kere, demek ki, yap­ tığımıza kendimiz de inanmıyoruz, doğ­ ruluğuna inanılsa değişiklik olmaz. Sonra prensipsizlik, mademki mebusa iki yabancı kelime ile «milletvekili» di­ yecektik, «temyiz» in kabahati neydi de «yargıtay» oldu? Sonra tenakuz: Milli­ yet bahsinde ırkçılıktan uzak Kalmak için Turancılık yapanları mahkemeye

j

bile verdik de dil bahsinde ırkçılığa gi­ derek «hâkim» i mahkemeden neye çıkardık? Hayır, Falih Rırkı Atayın 27 eylül 1948 tarihli «Cumhuriyet», te yaz­ dığı gibi: «Türkçeleşmenin önüne nasıl geçemezsek kelimelerde ırkçı da ola­ mayız.»

■Kurum« un kurnazlığı:

Dil Kuruntunun kendi de üç defa ismini değiştirdi. Baştan «Türk Dili Tetkik Cemiyeti», sonra «Türk Dili A- raştırma Kurumu», en son «Türk Dil Kurumu». Fakat bunu ne kararsızlık, ne de türkçeye gidiş sanmamalı. Bun­ da yaman bir kurnazlık var. Tetkik» ve «araştırma» kayıdlan bir salâhiyet değil ancak hazırlayıcılık safhalarına delâlet eder, «kurum» işte kendi ken­ dine, gökten inme bir mazhariyetle, bir hamlede isminden o hazırlık safhalarını atarak kendini dilimizin kaderile oy­ nayabilecek mutlak bir salâhiyet sahibi yaptı, iyi ama İstanbul Muallimler Bir­ liğinin «Birinci Dil Kongresi» ismile neşrettiği 200 sahifelik kitabdaki rapor­ lardan belli meslekteki bütün salâhiyet­ tiler Dil Kurumunun öyle bir yetkisi olamıyacağında müttefiktirler, içeriden görülen hakikat böyle. Dışarıdan da en büyük Türk gramerini yaratan Jean Deny dilimizde yapılanlar için »lisani­ yat tarihinde bunun emsali yoktur» diye ağır hükümler verdiği gibi büyük bir «İngilizce - türkçe» lügati hazırlıyan H. C. Hony de «Dil Kurumunun dil ıslahı gibi ince bir ameliyeyi kaşanmağa elverişli vasıfları haiz bulunduğundan şüphe edilebilir» dedi. İç âlemle dış âlemin aynı hakikat üzerinde birleşme­ si: Demek ki kurumun kendine taktığı isimde kurnazlığı var, fakat öyle bir isim taşımakta salâhiyeti yok.

Tutulan ters sistem:

En iyi ıstılah herkesin anladığı tabir­ dir. Bir şeyi ki hepimiz biliyoruz, şark ve gaıb, nereden geldiğine bakmıyaca- ğız. Hepimizi birleştiren bir mefhum, bizden olmasa da, bizden olup hepimizi ayıran bir mefhumdan kat kat bizim­ dir. Kurumculuk zihniyeti ise, ıstılah­ larda bunun büsbütün zıddı bir yol tu ­ tarak bilinenleri atıp onların yerine bilinmiyenleri koyuyor. Rasgele birkaç misal: Ahenk = uyum, kaziyye = öner­ me, mücerred — suyut, mürekkeb= bileşik, fail = özne, ır.eful = tümleç, müteradif = eşanlamlı, ebediyet = ben- gilek, fazilet = erdem, hatıra anfi, ihtiras = tutka, tenkid = eleştirim, uzviyet = örgenlik, kesafet = yoğun­ luk... «Hamle et ya kâfir!» diye halk destanlarına kadar giren «hamle» ye «atılım» demek neye? «Muzice» yi kim bilmez ve onun karşılığı olan «tansık» l kim bitir? iki evli köyde bile «Allahın hikmeti» denip dururken onun yerine «bilgelik» demekte hikmet ne? Hele «tasavvuf» yerine «gizemcilik»... Tasav­ vuf gibi bütün İslâm milletlerinde müş­ terek bir unvan olan heybetler heybeti bir ilme öyle uydurma bir karşılık koy­ mak o ilmin ismile beraber cismini de ortadan kaldırmak değil midir? Tutulan bu sisteme «türkçeleştiımek» değil dü­ pedüz «uydurmacılık» denir. Malûm yerine «etken», meçhul yerine «edil­ gen», yani malûmu bırakıp meçhule, aydınlığı bırakıp karanlığa gitmek.

«Kelime» yi anlamayış:

Bütün bu uydurmacılık sistemi ıstıla­ hın da, kelimenin de ne olduğunu bil­ memekten veya bilmez görünmekten çıkıyor. Ziya Gökalp ketime için şöyle demişti: «Kelimeler delâlet ettikleri

manaların tarifleri değil işaretleridir. Kelimelerin manaları iştikaklarım bil­ mekle anlaşılmaz.» işte kurumculuk zihniyeti bunu anlıyamadı; yahud anla­ mak işlerine gelmedi. «Beşiktaş» derken kimsenin gözü önüne taştan bir beşik gelmez. «Karakulak» dediğimiz zaman da gözönüne gelen billûr çehreti bir sudur. Çalyaka manasına «palaspandl- ras» in eski hırka manasına «pelâspâıe» den çıktığı kimin akima getir? Evet ke­ limede mühim olan mana değil delâlet­ tir. Kelimenin nereden geldiğine değil, neye delâlet ettiğine bakacağız, «ha­ cim» in aslı türkçe «açım» dan geliyor­ muş diye etimolojik oyunlar yaparak gülüne olmanın manası ne? Gramerde sesin çıktığı yere «mahreç» denmiş, iyi değil, fakat onun yerine «çıkak», bu da pek zırlak. Hayır, kelimelerle kuyumcu taşlan gibi oynayamayız. Başlıbaşına uzvi bir varlık olan dil içinde birer uz- ziyet hüceyreleri olan kelimelerdeki bu mahiyeti görmemek canlı ile cansızı a- yıramamak olur.

«şimdilik» tir, demek ki ileride kat’î o- larak atılacak. Ne­ den? Çünkü onlar «yabancı kelime - ler», çünkü onların Atılan o

Atatürktcn ayrılış:

Bu seride «ilk on yitin tablosu» baş­ lıklı dördüncü yazile dil davasının A- tatürk devrine aid kısmı anlatılırken görmüştük ki «öz türkçecilik» hamle- sile açılan ilk merhaleden 1934 te «Ta­ rama Dergisi» meydana gelmişti. On­ dan bir yıl sonra 1935 deki ikin­ ci merhaleden «ceb kılavuzu» doğ­ du. Bununla dilde o kadar köklü olarak yerleşen yüzlerle ve yüzlerle kelimenin geri gelmesine sevinmiştik. Ondan bir yıl sonraki «Güneş - Dil» teorisile «gitseler de beis yok» dediği­ miz yabancı kelimeler bile «meğer bi­ zim asıllanmız t'ürkçeymiş» diye geri gelmişlerdi. Hakkında o kadar konfe­ ranslar verilip o kadar yazılar yazılan «Güneş - Dil», Atatürkün ölümünden sonra ağıza bile alınmadı. Kurum o na­ zariye ile bütün ilgisini kesmişti. 3942 de çıkarılan «Felsefe ve gramer terimleri» le Dil Kurumu Atatürkün «Ceb Kılavuzu» devrinden de apaçık ayrılmış oluyor. «Kılavuz» da «müs- bet, menfi, kemiyet, keyfiyet, madde şahıs,, unsur, tenkid, hafıza; hayal; ah­ lâk; şuur; vicdan; zekâ...» gibi kelime­ lerin hepsi kendi asıllarile olduğu gibi bırakılmış, bazılarına da yedek mahi­ yette türkçe karşılıklar gösterilmişti. Kurumcular bunların asıllarım attıkları gibi, bırakmak zorunda kaldıkları hir kaç kelimeye de, çift yıldız işareti ko­ yarak, şu kaydı eklediler: «Türkçe kar­ şılıkları bulunmakla beraber yaygın ol­ dukları için şimdilik istiyenleıce kul­ lanılması caiz görülen yabancı kelime­ ler.» Anlaşılıyor ya, onların bırakılışı

«türkçe karşılıkları bulundu»

bedbaht yabancı kelimeler yerine keş­ fedilip getirilen bu mesud karşılıkla! nelerdir?

Atılanlar ve getirilenler:

Hafıza yerine «bellek», şuur yerine «bilinç», hayal yerine «imge», vicdan yerine «buluğ», zeka yerine «anlaK», ahlâk yerine «türebilim»... Hafıza ki ka famızda hazine, şuur ki hafızamızda derinlik, hayal ki beynimizde ışık, vic­ dan ki içimizde nur, zekâ ki hüviyeti­ mizde ziya, ahlâk ki damarımızda kan ve ciğerimizde havadır, onları atmak, onların yaşattıkları bütün o tanrı kıy­ metlerine kıymak değil de nedir? Hele ana rahmine «döl yatağı» demek; kadın hastalıkları mütehassısımız muhterem profesör Tevfik Remzi Kazancıgil, Dil kongresine verdiği raporda, hayvanlara aid bir ıstılahla kadın rahmini karıştır­ mayı en aşağı tabirle gülüne buluyor.

Asıl fecaat nerede?

Fecaat «vicdan, hayal, ahlâk, zekâ» gibi mücevher kelimeler yerine uydur­ ma karşılıklar koymağa kalkmakta de­ ğildir. Konuşma ve yazı dilimizde canlı canlı pırıldıyan o kelimelere bedel hiç kimsenin o uydurmaları kullandığı yok. Kullanırsa meramım anlatamaz. Feca­ at bütün bu sarsaklıklarm mektebe sokulmasından ileri geliyor. Onların mekteb kitablanna girmesi öğrenilmele­ ri ve öğretilmeleri mecburiyetini yük­ lemektedir. Mektebde yapılan bu işin gafleti «münferid kelime» ile «müselsel terkib» i ayıramamaktan doğdu. Ço­ cuklarımıza: «zü-kesire - tül - adla» dedirtmek ne kadar günahsa «köşe­ gen» in «kutur» dan, «eşkenar dört­ gen» in «main» den, «çarpım» m «darb» dan daha kolay öğrenileceğini sanmak da o kadar manasızdır. Sıraladığımız c üç misal ile en basit bir hendese mese­ lesinin bugün mekteb kitablanmızda nasıl ifade edildiğine bakınız: «Bir eş­ kenar dörtgenin alanı köşegenlerinin çarpımı yarısına denktir.» Çağatayca bir şey okuyor gibisiniz değil mi? Bu­ nun manası şu demek: «Bir mainin sa­ tıh mesahası kuturları hasılı zarbının nısfına müsavidir.» Şüphesiz bu cümle daha türkçeleştirilebilir, fakat çagatay- laştırılamaz.

Mekteb tecrübe tahtası mı?

Mektebi nasıl tecrübe tahtası yaptı­ ğımızı anlatmak için yazının başında rahmetli Cemal Nadirin karikatüründen bahsettim. Yazıyı bitirirken Ingiliz müsteşriki H. C. Hony’nin de dilimize dair «Asya Kraliyet Cemiyeti Gazete­ si» nde neşrettiği etüde Cemal Nadirin aym korikatürile başladığını işaret ede­ yim. O ki yalmz müsteşrik değil tür- kologdur, yazısına o karikatürü neye baştacı yapmış? Bir AvrupalInın hav­ salasına sığmıyacak şey mektebi tecrü­ be tahtası yapmaktır da onun için. Bü­ tün medenî milletlerde mektebe «aca­ ba?» girmez. Mekteb klasik yer, orays ancak katileşen hakikatlerle acabası kalkmış bilgiler girer. Her yeni naza­ riye, her yeni ıstılah, herşey, müzake­ re ve münakaşa safhaları bitip iyice te­ bellür ettikten sonradır ki onlara karşı mektebin kapışım açarlar. Bunun‘ ter­ sine, bizdeki gihi, mektebin tecrübe tahtası yapılması istikballe oynamak demektir. Garb medeniyeti sağlam te­ melli mektebden doğdu. Sallantılı mek- tebden ancak hüsran doğar. Hem me­ deniyet kervanına katılmak davası hem o medeniyetin ana temeline karşı aykırı hareket; hiç olmazsa büyük bir tenakuza düştüğümüzü görelim.

İsmail Habib SEVÜK Satır değişmeleri:

«Gidişin sonu» başlıklı geçenki yazı­ da iki yerde satır değişmesi olmuş. Er son fıkranın 6 ncı ve 7 nci satırlarik ondan evvelki fıkranın sondan 3 ünci ve 4 üncü satırları.

■ S Ü R P R İ Z !

Kaybolduğu sanılan bir ibret vesikası, bugün fevkalâde sayi- larından birisini daha neşreden

dedir!

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topba ş'ın “iki çeşit insan vardır, hizmet edenler ve karşı çıkanlar” sözüne de cevaben “evet, iki çeşit insan vardır;

Kat ılımcılar arasında başta TMMOB’ye bağlı odaların İstanbul şubeleri olmak üzere, ağırlıklı olarak Sarıyer ve Beykoz’da faaliyet gösteren birçok mahalle derne ği

Ali Seydinin kamusu bile yazar ki bizim «güzel ve lâtif» manasma kul­ landığımız «ra’na» mn aslı arabcada «ahmak» demekmiş ve bizim gene küfür isnad

Insulin resistance was higher in obese patients with sleep apnea than both in non-obese patients and control group but insulin resistance did not differ between control group

Key words: Chronic Obstructive Pulmonary Disease, Sleep Disorders, Epworth Sleepiness Scale, Pittsburgh Sleep Quality Index.. Geliş tarihi: 27 / 07 / 2014 Kabul tarihi: 13 / 10

Komplike kömür işçisi pnömokonyozu (KİP) akci- ğer dokusunda 1 cm veya daha büyük pnömokon- yoza bağlı nodüllerin varlığı olarak tanımlanır ve basit pnömokonyoz

Anahtar sözcükler: Akciğer, yabancı cisim, fiberoptik bronkoskopi Key words: Pulmonary, foreign body, fiberoptic bronchoscopy.. Geliş tarihi: 09 / 03 / 2014 Kabul tarihi: 02 /

urealyticum üremesi olan hastaların %50.63’ünün yapılan eşzamanlı idrar kültüründe üreme saptanmamış olup, bunların da %35.4’ünde (143/404) pyüri