• Sonuç bulunamadı

Bir sanatçının 24 saati:Salah Birsel

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bir sanatçının 24 saati:Salah Birsel"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

t t

:

CUMHURİYET

28 OCAK 1978

_______________________________ ___________ |i 11 ııııp ı ı ıııpm ı n ^ ^ i . g a g g M W g W « * ^ ı « '■ 1111

SANAT - EDEBİYAT

«Ne yaptığını bilmesi, sanatının hesabını

verebilmesi sadece bunlar bile Birsen günümüz deki şair kalabalığından ayırmamıza yeter bir sebeptir. İmzası olmasa da insan Birsel'in şiiri ni, taşıdığı havadan, sağlam yapısından anlaya­ bilir.» Böyle yazmışım 1950'deki 'Şair Dostlarını dizisinde Birsel ıcin... Yirmi yedi yıl geçmiş üs­ tünden... Bu kanı, kaya gibi sağlam, yerinden kı pırdatmak olanaksız. Salâh Birsel gecen yıllar içinde hem ozan, hem denemeci olarak yazını­ mızdaki özel yerine öyle bir oturmuş ki! Son yıllarda denemeci yanı ağır basmaya başladı nedense... O, birbirinden güzel yazılar, anılar, yazın üstüne denemeler bir ozanın sanat kültü­ rü, yaşam deneyleri, zekâ gücü İle kaynaşmış ürünleridir.

Kırk yıllık dostluk, derler! Salâh Birsel'le 6y ledir yakınlığımız... Yıllarca Ankara'da yaşadı, basımevi müdürlüğü. TDK Yayın Kolu Başkanlı­ ğı gibi İşlerle yaşamını geçirdi. Şimdi emekli, Suadiye'de bir apartımanda yılların birikimi bin lerce kitabı arasında, rahat koltuğuna gömülüp okuyor, yazıyor, düşünüyor.

Bir kez daha karşı karşıyayız Sormak, an­ lamak istediğim konular var. Gerçi az çok bili­ yorum neler diyeceğini. Kırk yıllık dostluk bul İnsanın böyle dostları biraz da 'kendisi' gibi bir şey oluyor. Olsun. Okurlarım adına soracağım sorular var. Başlıyoruz söyleşiye:

— Kırk yıllık bir ozansın. İlk şiirlerin 1939’- larda çıktı sanırım. Uzun bir zaman parçası geç mlş aradan. O günden bu yana ‘şiir’ üzerine du şuncelerlnde ne gibi değişmeler oldu?

— Bugüne gelinceye değin, şiirlerimde pek çok pencereler, pek çok kapılar açtım. Açtım, kapadım. Açtım, kapadım. Ama düşüncelerimde, cigara tüttürüşümde psk bir değişiklik olmadı. 1940’larda Yahya Kemal’in «Itri», «Erenköyü’nde Bahar», «Eski Mektup» şiirlerine bir de «Tanbu- rî Cemil Bey çalıyor eski plakta» dizesine bayı­ lır, öbür şiirlerine, öbür dizelerine ise kürek çekmezdim. Şimdiler ayni istim üzerindeyim. Ne eksik, ne artık. Ama her ozan yaşamı boyunca yeni yeni rüzgârlar yeni yeni esinler alır. Bu, elbet ozanların oturuşunu etkiler. Ama bağdaşı­ nı bütünüyle Bozamaz. Nâzım’ın şiirine bak. 835 Satır'da no varsa, son şiirlerinde de o var. Ozan lar içinde en çok değişiklik gösteren belki Ok tay Rıfat'tır. Ama onun her şiirinde değişmeyen bir Oktay Rifat da var.

— Şiir üzerine, kendi şiiri üzerine düşünen, hesabını verebilen, açıklamasını yapabilen ozan larımız sayılıdır. Sen şiir yazmanın yanı sıra şiir üzerine düşündün hep. Şiirin ilkeleri gibi, daha başka yapıtlarında, yazılarında hep şiir konusunda düşüncelerini yazdın. Her ozanın bir «poetlkaıısı var mıdır, olmalı mıdır? Yani ozan, «bilerek» mİ yapmalıdır İşini, yoksa bilinçsiz bir esinin etkisiyle mİ? Hangisi daha kalıcı, önem­ lidir?

— Dediğin doğru. Ben şiir üzerine çok dü­ şündüm vede çok yazdım. Şiirin ilkelerini bile saptamaya kalkışım. Doğrusu ya her ozan ken­ di şiiri üzerinde, yada gensl olarak şiir üzerinde düşünür. Düşünmeyenler başkalarının dümen su­

yundan gidenler ve daha ilk solukta yarıştan ayrılanlardır. Ama şiir üzerine düşüncelerini sap tamak ayrı bir şeydir. Ozanların çoğu böyle bir yolda kendilerini yitirmek İstemezler. Daha doğ­ rusu, bizim ozanlarımız böyledir. Batıda şiir ya­ zıp da, şiir üzerine birkaç yazıcık olsun döktür­

meyen hemen hemen yok gibidir. Ama benim

durumum biraz değişik. Ben ötedenberl düzyazı ya biraz çokça sarılırım. Flaubert gibi düzyazı­ yı şiirden üstün tutmaya kalkışmam ama, şiire verdiğim değeri, düzyazıdan da esirgemem. A- ma şiirin kurallarını göz önünden uzak tutma­ yan düzyazıdan. Çünkü düzyazı da büyük uğraş lordan, büyük çabalardan sonra yüzünü gösterir

se gösterir Ben, bir yazarın «Bira getir garson» demeden önce usunu kafasının içinde en az ye­ di kez döndürmesi gerektiğine inanırım. Diyece ğim çalakalem, hadi senin deyimini kullanayım çalatuş yaz: yazmak benim düzyazı anlayışımın dışında kalır.

— Değişik bir şiirin var senin. Kimseye ben zemlyen. Duygu payı az olan. Sence gerçek şl İr böyle mİ olmalı? Yani duyguyu bir yana mı itmeli hepten. Yalnız akıl yeterli midir şiir İçin? Yoksa en iyisi İkisini kaynaştırmak mıdır? Senin şiirin konusunda tartışılan bir konudur bu. Bir açıklama yapsan bize...

— Haa, bak bunun üzerinde durmak gere­ kir. Yahya Kemal'in biraz önce andığım dizesi­ ni biraz mıncıklayalım: Tanburl Cemil Bey çalı­ yor eski plakta. Bu dizenin güzelliği bence ya­ lınlığından, edebiyat oyunlarına arka dönüşün­ den, of amanlardan kaçışından gelmektedir. Ne

k i içinde istemediğin kadar duygu var. Bencesi şu ki, söz oyunları yani benzetmeler, yani eğre­

tilemeleri, yani mecazlar, yani sıfatlar, yani moy- donozlu deyişler şiiri öldürür. Onu duygululuk, şairanelik batağına yuvarlar. Ben şiirlerimden duyguyu değil, bu duygululuğu uzak tuttum. E- debiyat cambazlıklarını uzak tuttum. Duyguyu yakaladığım biçimi ile, bozulmamış biçimiyle vermeye çalıştım. Biliyorum Şiirin İlkeierl'nd» zekâyı biraz çokça övdüm. O zamanlar bu gerek llydl. Her yandan hıçkırıklı, üzünçlü şiirler yük­ seliyordu. Gerçeğini ararsan ben duyguya değil, kantarın topuzunu kıran coşkulara karşıyımdır. İlkeler de de dediğim gibi coşkunun yeri günah çıkartma ya da evlenme önerisinde bulunma gibi yürek hoplatıcı sahnelerdedir ancak. Yalnız ak lın düzen yaratıcı ışığı altından geçmemiş bir şiirin belli bir düzeye ulaşması beklenllmemeii- dir. Kısacası, duygu yoksa, hiçbir şey de yoktur.

— Deneme nedir? Bir tanımını yapmak

gerekiyor sanırım. Son yıllarda gazete makale­ leri, her türlü düzyazı «deneme» diye ortaya

sürülür oldu. Herkes denemeci kesildi: Bu ka­ rışıklıkta bir aydınlık gerekmez mİ? Denemenin tanımını nasıl yapmalı?

— Deneme için yapılacak bir tanımın pek işe yarayacağını kestiremyiorum. Çünkü şiir, ro- man. öykü, oyun olmayan her düzyazıyı deneme sananlar ve kendilerini denemeci olarak piyasa­ ya sürenler bu tanım karşısında kenal yazıları­ nın da ona uyduğunu söyleyeceklerdir. Ama de­ neme diye bir olay, bir tür var yine de. Yalnız sınırları kesinlikle ayrılmış değil. Sözgelişi Ataç' ın söyleşileri deneme sayılacak mı, sayılmaya­ cak mı? Bana kalırsa Ataç’ın ilk yazıları dene­ medir de, son yazıları daha çok söyleşidir. Pe­ ki ama söyleşi de ne? Söyleşi diye ayrı bir yazı

türü mü var? Yoksa kimi denemeler söyleşi ha­ vası içinde mi yazılıyor. Bilirsin Fransızların bir

Alain’i var. O da yazılarını kahvede birine bir şeyler anlatıyormuş gibi yazar. Yazılarına da söyleşi adını oturtur. Öte yandan, kimileri de eleştiri yazılarını deneme sayıyor. Bir denemeci

elbet bir günlükçü, bir anıcı gibi başka yazarla­ rın kitaplarını değerlendirme havasında olabilir.

Bu onun denemeciliğine gölge düşürmez. Ama bir eleştirmen kitap değerlendirmesi yoparken, amacı doğrudan doğruya eleştirici olduğu için, ortaya koyduğu ürün hiç mi hiç deneme değil­ dir. Bir de İncelemeler var. Kimileri de bir ozan yada bir romancı üzerine yopılmış incelemeleri deneme saymaktan geri kalmıyor. Bencesi bu tür yazılar da denemeden çok, eleştiri alanına girer. Şimdi istersen deneme Icin bir tanım bul­ maya çalışalım. Denemenin asıl özelliği onun belli bir konusu olması, denemecinin daldan da­ la atlasa da, eninde sonunda asıl söyleyeceği

şeye parmak basmasıdır... Ne ki, romanın,

incelemenin, haber - yazıların, eleştirilerin de belli bir konusu yok mu? Görüyorsun bu tanım­ la da bir şeyi aydınlatmış olmadık. Belki şöyle bir tanım yapılabilir: «Deneme, bir yazarın ken di duygularını, kendi beğenilerini, kendi eğilim­

lerini, kendi dünya görüşünü sık sık okurların önüne süren yazı türüdür. Bir İngiliz yazarı, yan­ lış anımsamıyorsam, denemeyi, daha çok İngiliz denemesini, yazarının açıkyürekllliğinl ve içten­ liğini ortaya koyan yazı türü olarak tanımlamış­ tı. Bunlar hiçbir şeyi çözümlemez. Çünkü bu özellikler yalnız denemecilerin değil, bütün yazı erlerinin özellikleridir.

Ama. yine bir deneme türü var de­

ğil mi? Ortalığı bütün bütüne karıştıracaksam

da ben şöyle derim: Deneme adını verdiğim

şey eleştiri, inceleme, makale, haber - yazı, soy leşi vede anı olmayan yazı türüdür. Ben, hatır­ layacaksın, bu yönteme şiiri tanımlarken de baş vurmuştum. Şiirin İtkelert’nde. O zaman bir ay­ dınlığa varamamıştım. Şimdi de varamadım sa­ nırım.

— Sanat modadır, diyordun. Yine aynı ka­ nıda mısın? Modalar akımlar geçip gidiyor, ama ozanlar, yazarlar kalıyor. Demek, modayı aşan sanatçı yaşıyor.

— Sanat modadır sözü sanırsam çok yan­ lış anlaşıldı. Ben modaya uyan, yada yeni bir moda yaratan edebiyatın, sanattan uzaklaştığı­ nı; yüzyıllara kalmadığını söylemedim hiç. Ama yazınlarda değişen, çarçabuk değişen, bir ku­ şağı öteki kuşaktan ayıran bir yan da var. Bak, şimdiler, şiirimize yepyeni bir kan getiren 1940 Şiiri bile rafa kaldırılmak isteniyor. Onun ger­ çekçiliğini, daha doğrusu toplumcu gerçekliğini küçümsüyorlar.

— 17 yıllık bir Ankara yoşomından sonra yİ ne geldin İstanbul’a yerleştin. 24 saatini nasıl geçiriyorsun şimdi?

— İstanbul'a taşındıktan sonra çok uyuma ya başladım. Kimi vakit altı saat uyuduğum bile oluyor. Dokuncalı bir şey bu. Jack London uy­ kuyu 3 - 4 saate indirgemişti. Aklı başında bir sanatçı da bundan başkasını istememelidır. Gs çeleri ikiden önce yatmıyorum, ikide de gözka- paklarım artık taşınmaz hale geldiği için yata­ ğın yolunu tutuyorum. Kimi zamon bir saatlik bir uykudan sonra kalkıp yeniden üc saat okuyo­ rum. Ondan sonra yine 4 - 5 saat uyku. Elektrik kesilmelerini de hesaba katarsak genel olarak kuşluk vaktinde masamın başına oturmuş olu­ yorum. Yoruldukça mutfağa gidip bir şeyler atış tırdıktan sonra yine çalışmaya dönüyotum. Bu, ya bir şeyler yazmak yada fiş çıkarmak için olu yor. Ekim başından beri Boğaziçi'nin Şıngır Mın gır Yaşamını dile getirmeye çalıştığım icın şim­

diler boyuna fiş çıkarıyorum. Ama arada bir tiş leri bir yana itip içimden kopan bir şeyleri Kâ­ ğıt üstüne geçirdiğim de oluyor. Akşam on daki­ ka TV'de haberler. Kimi zaman da beş dakika, ilgi çekici bir dizi olursa bir saat dc ona ayırı­ yorum. Sonro yine okumoyo başlayarak ertesi gün çıkaracağım fişleri saptıyorum. Bu yeni ki­ tabım için uyguladığım bir program. Deneme ya zarken, şiir yazarken başka 24 saatlerim vardır.

— Okurlarına bir başka diyeceğin var mı? Gelecekte yapmak istediklerin, şu anda hazır­ ladıkların, yeni yayınlanacak kitapların konu­ sunda?

— Şimdiler Boğaziçi çılgınlıkları üzerine bir kitap yazdığımı söyledim, ic ve dış havalar el­

verirse önümüzdeki sonbaharda işin arkasını

alabilirim, Bu arada son üç yılda yazdığım de­ nemelerimi de yakında bir kitap hollnde yayın­ lamış olacağım. Ve Huurya İşkenceler adını ver dim. Belki değiştiririm, Şimdilik kararım bu- Tez gâhta bir de roman var: Peygambere! Abdüssn- met. Derneklerde çöreklenen, dernekleri sömü­ ren, derneklerin yağını çıkaran bir kişiyi, ’der- nekçi' diyebileceğimiz ayrı bir insan türünü an­ latmak İstiyorum. Ama daha el sürmedim. Sade­ ce birtakım notlar alıyorum. Hele Boğaziçi’nin

haritasını çıkarayım bir.

Taha Toros Arşivi

* 0 0 1 5 2 2 0 7 3 0 0 6 *

Bir

Sanatçının

24

Saati

.

Oktay

A K B A L

SALAH B İR SE L

Referanslar

Benzer Belgeler

‘’Müziğin eğitimin belirli bir plan ve program dahilinde sağlıklı ortamlarda, etkili yöntem ve tekniklerle, bilişsel, duyuşsal ve psikomotor amaçların sağlıklı

Beni ihyâ-yi şevk eden güzelim, Dildeki aşk ı bîhümâlindir ; İlticâgâhı fikrimin dâim Sâye-i zî safâ-yi bâlindir En güzel iftihâr gönlümce Hemdemim

Bu çalışmada, hastaların %84.5’inin ameliyata ilişkin bilgilendirildiği, %93.7’sinin rızasının alındığı; %87.4’ünün hemşirelik girişimlerine ilişkin

Büyük insanların prensip olarak sadece 100 üncü ö- lüm yıldönümlerini kutlayan UNESCO, Atatürk için bir is­ tisna yapmış ve 25 inci yıldö­ nümünü,

Ay›n bafl›nda, Jüpiter ve Spika’yla çok yak›n görünür konumda olaca¤› için bir dürbün- le gökyüzünde bulunmas› daha kolay olacak.. 4 ekim akflam›, bir günlük

Bununla şunu demek isti­ yorum, bence kat’î olan bir şey varsa, yeni neslin yazı tekniği en geniş manasıyla şiir yazı tekniğinden ilham alacaktır. Yani en

Sonuç olarak, Elazığ il merkezinde bulunan ilköğretim okullarında öğrenim görmekte olan öğrencilerin cep telefonu, televizyon ve bilgisayar gibi elektromanyetik

Bu noktada lahn (tecvîd kurallarını ihlâl etmek), genel olarak yasak olmakla birlikte, lahn-i hafî bünyesinde oluşan hatalar, lahn-i celî'ye göre biraz daha esneklik