+
k e n t
P a zar 25 Şubat 2001
»
Biz İzmirliler, İstanbul'u pek beğenm ezdik"
Benim İstanbul hayatım, 1940'lı yıllarda başladı. Tabiidaha önce de İstanbul'a geliyordum ama bu şehirde yaşamıyordum. Gariptir, ben o sıralar İstanbul'u beğenmezdim. Daha doğrusu, biz İzmirliler İstanbul'u pek beğenmezdik. Birincisi, İstanbul'da İzmir'de olmayan kara tahta evler vardı. Görüntü olarak çok güzel değildi. İkincisi daha çocuk olmama rağmen sokaklarının pis oluşu beni rahatsız ediyordu. Halbuki İzmir temiz bir şehirdi, hâlâ da öyledir Üçüncüsü de.
İzmir İstanbul'a göre çok çağdaştı. Bunu şu mânâda söylüyorum, mesela, ben çocukken bir ara İstanbul'a, dayıma gelmiştik. Fatih'te uzak akrabalar vardı, onları ziyarete gidiyorduk. Yolda dayım anneme "abla başını ört" dedi. Böyle bir şey İzmir'de mümkün değildi. İzmir'de bütün kadınların başı açıktı ve örtmek akıllarına bile gelmezdi. Hatta annem İzmir'e döndükten sonra "İstanbul irtica içinde" diye bunun hayli dedikodusunu yaptı.
Attilâ Ilhan'ın İstanbul'u
■ M H n
L V: i : y t \ \
-•eyoğlu, şairin hayatında hep önemli olmuş.
/# ı
'Tünel-Levent-Beşiktaş
üçgeninden kopamıyorum"
P
olitik durumumdan dolayı liseyi Nişantaşı’nda okudum. Bu yüzden, birinci derecede Nişantaşı, Osmanbey, Maçka ve o çevreyi tamdım. Garip bir şeydir, o dönemden beri bu çevreden kopamam. ben. Eskiden Beyoğlu-Şişli-Maçka üçgeni derdim, ama zamanla o üçgen genişlediŞimdi zannediyorum Tünel-Levent- Beşiktaş üçgeni demek lazım.
Kabalcı Kitabevi'ne gidiyorum"
S
on zamanlarda tuhaf bir şey oldu. Kitapların çoğu bana geliyor. Ama gelmeyen ve almam gereken kitaplar olursa, Kabalcı Kitabevi’ne gidiyorum. Bu arada çok utanç verici bir şey söyleyeceğim, 35 seneden beri tiyatroya, sinemaya gitmiyorum. Senaıyoyazmaya başladıktan, hele film, dizi çekimine katıldıktan sonra büyü bozuldu benim için. Yani bir filmi seyrederken film gibi seyredemiyorum. Teknisyen gibi görmeye başladım, tadı kaçtı. Tiyatroyu oldum olası sevmem. Konser, hiç vaki değildir. Bu gibi şeylerde icra edilen parçanın kendisini tercih ediyorum. Bir gösteri var diyelim, bu gösteri bir görgü gösterisi de oluyor, görgüsüzlük gösterisi de... Bir de orkestra adamı oyalar, ama bunu bir CD’den dinlersen, doğrudan müziğin içinde bulursun kendini.
1
KABALCI
Beni şapkasız tanımıyorlar"
B
azılan benim şapkamıçıkaramayacağımı düşünüyor, oysa benim şapkasız çekilmiş filmlerim bde vardır. Ama beni şapkasız tanımıyorlar.
Şapkalarımı Beyoğlu’ndan alınm ve kırk senelik yerimdir orası. Üst baş alışverişinde ise son derece tembelimdir. O kadar tembelimdir ki, -herhalde görüyor ki halimi kızkardeşim Çolpan (İlhan) dikiyor. “Sana iki tane ceket yaptım" diyor ve gönderiyor. Kaşkollerime gelince... Çoğu hediyedir bana. Kaşkol kullandığımı bildikleri için arkadaşlar, dostlar hediye ediyorlar.
Bir şair gibi
yaşıyo
"İstanbul büyük bir
çağrışım zenginliğidir"
Bir insan edebiyatçıysa, üstelik şairse, üstelik de şairliği kendinden menkul değilse, İstanbul
kelimesi tek başına bir çağrışım
zenginliğidir. İstanbul der demez bütün divan edebiyatını hatırlarsınız. İstanbul üzerine şiir yazmış o kadar büyük şairlerimiz vardır ki, onlar
mısralarıyla İstanbul’u size hatırlatırlar. Bu yüzden ben bir şair gibi yaşıyorum İstanbul’u...
Ve bundan da çok memnunum. Benim için İstanbul, büyük bir çağrışım zenginliğidir.
Zaten ben de İstanbul üzerine bir sürü şiir yazmışımdır.
Hep Divan Pastanesı'ne
gidiyordum. Mektuplar
oraya postalanıyor,
insgplar çat kapı
gSiyordu. Bu yüzden
afpK başka yerlere de
lâivorum"
Divan Pastanesi'ndeki ilgiden bunalan Attilâ İlhan, artık İstanbul'da başka kafelere de gidiyor. Sabah randevularını da genellikle Taksim'deki The Marmara Cafe'de veriyor.
MEHMET KENAN KAYA
stanbul Ağrısı, Sisler Bulvarı, Emirgan’da Çay Saati... Hepsi, yazıldığı yıllarda Türk edebiyatında önemli tartışmalar yaratan, kırçıllı paltolar giyip, uzun kaşkollar sannan adamların sevgililerine okuduğu bu şiirler, aslında Attilâ Ilhan’ın İstanbul’uydu... Ve hep, sisler ardında belli belirsiz, “serüven ürpertisi’’ taşıyan bir yer olarak kaldı.
Ama biz gazeteci milleti yine uslu durmadık ve şiirlerdeki gizemi çözmek için Attilâ Ilhan’ın gündelik yaşamındaki İstanbul’u aradık. Yani, şapkasız görünce tanımadığımız şairin Tünel’deki şapkacısını, sevdiği lokantaları, muhallebicileri, kitapçıları dolaştık: “sakıncalı” lise öğrencisi Attilâ’nın eski Nişantaşı’nda yürüdük... Ve soğuk bir İstanbul sabahı, The
Marmara Cafe’de biz sorduk, Attilâ İlhan anlattı.. Sonunda, gizem ne kadar aşındı bilinmez ama ortaya şiiri bol bir İstanbul çıktı.
Ey kaari, işte bu kez de Attilâ Ilhan’ın İstanbul’u...
Kafeye gitmeye Paris'te değil, İstanbul'da başladım"
erkes sanır ki, ben kahveye gitmeyi Paris’te adet edindim, öyle bir şey yok. Biz,
İstanbul’da kahveye gitmeye başladık, daha doğrusu pastaneye gitmeye başladık. Üniversiteye henüz geçmiştik. Hukuk, devam mecburiyeti olmayan bir fakülteydi, öyle olduğu için de sabahları nereye gideceğimizi bilemiyorduk. Arkaşların çoğu tavla, domino şakırtısı içindeki kahvelere dalıyorlardı; biz bunu sevmedik ve daha derli toplu bir yer aradık. Nişantaşı’nda oturduğumuz için de Suna Pastanesi’ni bulduk o zaman. Alışkanlık öyle başladı. İstanbul’a son gelişimde de -20 yıl oluyor
neredeyse- yeniden bir mekan aradım kendime. Ö zaman Taksim’de bir Cafe Bulvar vardı, şimdiki Mc Donald’s’m olduğu yerdeydi. Orayı da Amerikalılar işgal etti. Sonunda, ben de Divan’a gitmeye başladım. Aslında Divan’a pek gitmezdim, bana göre biraz ‘yukan’da buluyordum orayı. Ne var ki, bir vakit sonra orası benimle birlikte anılır oldu. Fakat son zamanlarda baktım ki bu bir memuriyete dönüştü. Mektuplar oraya postalanıyor, müsait
olmadığım zaman insanlar çat kapı geliyor. Bu yüzden mekan
değiştirdim. Emirgan kahvelerine, The M armara’ya, birçok yere gidiyonım artık.
m
"Sütiş, Saray gibi bilinen
muhallebicilere giderim"
B
en halk zevkleri olan biriyim, öyle tanınmış lokantaları hiç bilmem. En sık gittiğim yer Sultanahmet Köftecisi’dir. Bir de Türk tatlıları yemeyi severim. Sütiş, Saray gibi bilinen birkaç yere giderim. Çocukken sütlacı severdim, şimdi neredeyse hepsini seviyorum.Taha Toros Arşivi